Şan: 8
PHAİAKLARIN KABUL TOPLANTISI
Sabah sisi içinde doğan gül parmaklı Şafak görünür görünmez Kutsal Şehamet Alkinoos Han yatağından fırladı; gene bu ara Zeus soyu şehirler talancısı Odysseus da kalktı..
Kutsal Şehamet Alkinoos öne geçerek, Phaiakların, gemilerinden uzak olmıyan dernek meydanına gidildi. Buraya erişince cilâlı taştan kürsüler üzerine yan yana oturdular. Bu ara Pallas Athena, aydın görüşlü Alkinoos'un çavuşlarından birinin suretini takınarak şehrin içinde dolaşıyor, herkesin yanına sokulup haberi yetiştiriyordu:
— Haydin, Phaiakların hanları ve danışmanları, dernek meydanına gidin! Aydın görüşlü Alkinoos'un konağına yeni gelen yabancıyı göreceksiniz: denizlerde maceralar geçirmiş biri! Boyda bosta tanrıların eşi!
Böyle diyerek herkesin yüreğinde merak uyandırıyordu. Çarçabuk, her iki meydanın bütün oturacak yerleri toplantıya gelenlerle doldu. Çoğu aydın görüşlü Laertes oğlunu görüp hayran kalıyordu, çünkü Athena başından ve omuzlarından aşağı tanrısal bir güzellik döküyordu. Onu daha boylu ve daha güçlü gösteriyordu, ta ki bütün Phaiaklar beğensinler, saysınlar ve Odysseus'u hangi yarışlarda sınamak isterlerse çoğunda galip gelerek yüreklerine korku da salsın! Bunlar toplanıp dernek tamam olunca Alkinoos söz alıp cümleye şöyle söyledi:
— Dinleyin, Phaiak hanları ve danışmanları! Bu garip kim olduğunu bilmiyorum, denizde kaza geçirerek benim evime sığınmış bulunuyor: ister Doğu, ister Batı illerinden olsun, memleketine dönmek için bizden acele ve emin yardım diliyor. Biz de, geçmişteki âdetimiz üzre, kendisini uğurlamanın çaresine bakalım. Benim evime birisi sığınsın da uzun zaman kaygı içinde beklesin dursun, buna asla razı değilim. Hemen tanrısal denize, ilk seferine çıkacak bir kara gemi indirilsin. Halk arasından denizcilikte birincilikleri sınanmış elli iki uşak seçilip ayrılsın, hepsi gemide yerlerini alıp küreklerini iskarmozlara bağlasın; sonra gemiden çıkıp bizim konağa gelsinler. Gider ayak bir şölen tertip edilecek: bütün harçlar benden... Gençlere söyleyeceğimi bitirdim. Şimdi, diğer asa sahibi hanlar, siz de hep bizim güzel konağa gelmelisiniz, konuğu hep birlikte Divanhanede ağırlarız. Kimseden özür dilemem. Tanrısal Ozan Demodokos'u da çağıralım: onda, doğrusu, sesle büyülemek erdemi tanrı vergisidir: yüreğinden hangi nağme kopsa üstüne gelecek yok!
Böyle dedikten sonra öne geçip yürüdü; arkasından asa sahibi hanlar geliyorlardı. Bir çavuş ise tanrısal ozana koştu. Elli iki uşak da, hanın buyurduğu gibi, ayrılıp hasatsız denizin kıyısına gitti.
Bunlar denize ve gemilere ulaşınca, kara gemiyi derin suya indirdiler, sonra direk diktiler, yelken de taktılar kara gemiye; kürekleri kayışlara ıskarmozlara bağladılar; sefere hazır, koyda demir attılar; sonra aydın görüşlü Alkinoos'un büyük konağına geldiler; her yer: divanhaneler, sofalar, odalar hıncahınç doldu.
Onlar için Alkinoos on iki koyun, beyaz dişli sekiz domuz ve paytak yürüyüşlü iki sığır kurban kestirmişti; kurbanların derilerini yüzmüşler ve en sevimli bir şölenin hazırlıklarına başlamışlardı.
Çavuş gecikmeden geldi, şanlı ozanı elinden yederek getirdi. Muz bu çok sevgilisine bir iyilik bir de fenalık etmişti: gözlerini karartmıştı lâkin ona tatlı ses ihsan etmişti. Pontonoos, ozan için, davetlilerin ortasında, gümüş çivili bir koltuk getirip yüksek direğe dayadı; ahenkli kopuzunu başının üstündeki çengele astı, elleriyle nasıl alabileceğini tarif etti, sonra önüne güzel bir masa çekti; üstüne ekmek sepetini ve şarap sağrağını koydu, canı istedikçe yiyip içsin diye. Bu ara, önlerine konmuş olan seçme yiyeceklere ellerini uzatıyorlardı.
İçip yiyip iştihalar yatıştıktan sonra, Musa'nın ilhamı ile ozan erlerin şanlı destanlarından okumağa başladı: şöhreti o zamanlar göğe kadar yayılmış olan bir menkabe seçmişti: Odysseus ile Peleus oğlu Akhilleus arasında, tanrılara sunulmuş parlak bir şölen ortasında, kopan çekişmeyi okuyordu; onlar müthiş sözlerle atışırken erler başkanı Agamemnon, içinden Akhai hanları arasına düşen fitneye seviniyordu; çünkü bir gün, tanrısal Putho tapınağının taştan eşiğini aşarak kâhine sorduğu zaman, Phoibos Apollon'un ettiği kehanet şimdi hatırına geliyordu; Meğer gerek Troialıların gerek Danaosluların başına gelecek felâket, daha o zaman hazırlanıyormuş, ulu Zeus'un dileğiyle!, işte şanlı ozan bunları okuyordu, ve bu ara Odysseus güçlü elleriyle erguvan harmanisini tutup başının üstüne kaldırmış, güzel yüzünü örtmüştü: çünkü gözlerinden yaş aktığını Phaiakların görmesinden sıkılıyordu. Tanrısal ozan destanı her kestikçe o da gözlerini siliyor, harmanisini başından atıyor ve iki kulplu sağrağı ile tanrılara saçı kılıyordu; lâkin Phaiak hanları sözlerinden büyülendikleri ozanı destana davet edip o da okumağa her başladıkça, Odysseus gene başını örterek ağlıyordu.
Herkesten yaş döktüğünü gizliyebilmişti, yalnız Alkinoos, yan yana oturdukları için, farkına varmış ve derin hıçkırıklarını işitmişti. Hemen usta kürekçi Phaiaklara seslenerek dedi ki:
— Dinleyin, Phaiak hanları ve danışmanları! sofradan hepimiz payımızı alıp keyfimizi yerine getirmiş, şölenin parlak arkadaşı olan sazdan da faydalanmış bulunuyoruz; şimdi de çıkalım, yarışlara başlıyalım!
Böyle dedikten sonra öne geçip yürüdü, öbürleri de arkadan geliyorlardı. Çavuş ahenkli kopuzu çengele astı, Demodokos'u elinden tutup yederek konaktan dışarı çıkardı;
Phaiak hanlarının yarışları seyretmek için tuttukları yolda ona kılavuzluk ediyordu. Dernek meydanına gelindi: binlerle halk arkalarından geliyordu.
Hazır olan gençler çoktu, hepsi de ululardandı; hemen yarışa kalktılar. Akroneos, Okyalos, Elatreus, Nauteus, Prymneus, Anhialos, Eretmeus, Ponteus, Proreus, Toon, Anabesineos, Anfialos, Polyneos oğlu Tektonides, adam tepeler Ares'in eşi Eurylaos ve Naubolides ki, boyda bosta, bette benizde rakibi yoktu; yalnız Laodamas, bütün Phaiaklar arasında ondan üstündü. Şanlı Alkinoos'un her üç oğlu yarışa kalktı. Laodamas, Halios ve tanrı eşi Klytoneus.
En önce yaya koşusunda yarıştılar: pistin başında yol açıldı ve hepsi birden hızla atıldılar, ovayı tozu dumana boğdular; şanlı Klytoneus koşuda rakipsiz birinci geldi: Nadasta katır çifti ne kadar ilerde bulunursa halkın önüne geldiği zaman ötekiler o kadar geride kalmıştı. Sonra güçlü bir güreş oldu: bunda da Evryalos bütün pehlivanların sırtını yere getirdi. Atlamada ise Amphialos hepsini geçti. Disk atmada yenen Elatreus oldu; yumruk güreşinde Alkinoos'un yiğit oğlu Laodamas.
Atlet oyunları ile herkesin keyfi yerine geldikten sonra Alkinoos'un oğlu Laodamas cümleye seslendi:
— Haydin, şimdi, dostlar, bir de konuğumuza soralım: bildiği sevdiği bir oyun var mıdır? Vücudunun yapılışı hiç de fena değil: şu butlara, baldırlara, şu iki kola, güçlü enseye, geniş göğüse bakın: yiğitliği yerinde kalmış! yalnız çok cefadan hırpalanmış. İnanın bana, vücudu harap edecek denizden daha zalim bir şey yoktur, en güçlü kuvvetli insan bile olsa.
Buna karşı Evryalos söz alarak dedi ki:
— Laodamas, bu sözü tam gereğince söyledin. Şimdi de kendin gidip davet et, ne düşündüğümüzü anlat.
Bunu işitince, Alkinoos'un yiğit oğlu kalktı ve ortaya gelip Odysseus'a dedi ki:
— Haydi şimdi, konuk babamız, sen de yarışa kalk! hangi oyunda idmanlı isen, bunların acemisi görünmüyorsun! Hayatta er için en büyük şan da budur bacaklarını kollarını oynatabilmek! Haydi, bir dene; içinden kaygıları at. Sefere çıkman da, işte hiç gecikmiyecek: gemi suya indirilmiş, tayfa da hazır!
Buna karşı çok görgülü Odysseus şöyle dedi:
— Laodamas, niçin böyle alay ederek bana bunları söylüyorsun? Gönlüm oyundan ziyade kaygılara kapılıyorsa, geçmişte çok geçirmiş, çok çekmiş olduğundandır! Şimdi, sizin derneğiniz içinde, ancak sılamı umuyorum, handan ve bütün halktan yalvardığını ancak budur.
Buna karşı Evryalos kıracak yolda söz söyledi:
— Sende, konuğumuz, erlerin rağbet ettiği oyunlardan anlıyan adam hali, ama asla, görmüyorum. Çok kürekli gemilere sık sık binmiş isen birtakım alışverişçi gemicilerin başı olarak binmişsindir; düşündüğün hep yükletilen malların kaydını tutmak, ticaretten... talandan kazançlarını hesaplamak olmuştur; yoksa bir pehlivana hiç benzemiyorsun!
Buna karşı çok görgülü Odysseus, onu yukardan süzerek dedi ki:
— İyi söz söylemedin, konuklayanım, sen kendini fazla beğenmiş bir adama benziyorsun. Görülüyor ki tanrılar bütün erdemleri birden: vücut yakışıklılığını, akıllılığı, güzel söylemeyi aynı adama hemen hiç bir zaman vermiş değildir; bayağı bir çehre birinin nasibi olabilir, ama tanrı ona öyle bir dil ihsan eder ki, görenlerin gönlü açılır: o, emniyetle, tatlı bir nezaketle söyledikçe toplanmış halk hayran kalır; şehrin sokaklarında dolaştıkça bir tanrıymış gibi seyrine dururlar. Başkası ise güzellikte ölümsüzlerin eşi olur, fakat söz söylemek erdeminden hiç pay almamıştır. Sen de öylesin: teninde öyle tanrısal bir güzellik var ki tanrılarda bile bunun ötesi olamaz; ancak akıldan yana kofsun. Göğsümün içinde yüreğimi kabarttın yakışıksız lâflarınla! Ben pehlivanlık oyunlarının acemisi değilim, senin zannettiğin gibi. Gençliğim varken, kollarım güçlü kuvvetli iken ben de birincilerdendim. Şimdi yoksulluğun ve kaygıların elinde tutsağım: uzun, çok uzun zamanlar cefa çekmişim, karada erlerle dövüşerek, denizde dalgalarla savaşarak... Ama, böyle de olsun, bunca çektikten sonra da, yarışlarınıza kalkmağa hazırım: gönlümü ısıran sözler söyledin, bana meydan okudun, çünkü!
Bunun üzerine, harmaniyesini bile çıkarmadan, atılıp bir disk aldı: en büyüğünü, en kalınını seçmişti; Phalakların yarıştıkları disklerin hepsinden çok daha ağırdı. Bir kere çevirdi ve taş vızlıyarak güçlü elinden fırladı, bu fırlayış önünde yere kadar eğildiler. Phaiaklar, uzun kürekli, ünlü denizci erleri ve disk, elinden çıkmasıyla beraber, hepsinin nişanlarını aşmış, geçmişti. Athena, halktan birinin suretine girerek, diskin nişanını koydu ve söz söyliyerek şöyle dedi:
— Yabancı, bir kör bile elinin yordamı ile, nişanı fark edebilir, çünkü öbür nişanların kalabalığına hiç karışmamış: hepsinden çok ilerde! Bu yarışta, sen ümidini kavi tut: Phaiakların hiç biri geçmek değil ya yetişemez bile.
Böyle dedi, ve çok sabırlı Odysseus'un gönlü açıldı, stadyumda onun tarafını tutan bir dostun bulunduğuna sevindi; daha ferah bir gönülle Phaiaklara seslenerek şöyle dedi:
— Yetişin, bakalım, buna gençler! Az sonra bir başkasını aynı yere, belki de daha uzağa atabileceğimi sanıyorum. Şimdi candan yürekten bir heves geliyor: haydin, öbür sporlarda da yarışalım! Kanımı fazla kaynattınız, çünkü Yumruk savaşında, koşuda, güreşte... hiç birinden geri dönmem, ve bütün Phaiaklarla yarışmaktan kaçınmam; biri müstesna: o da Laodamas'tır; çünkü o benim konuklayanımdır. Konukluk dostlarıyla kim yarışa kalkar? insan akılsız veya pespaye olmalı ki yadelde, konuklayanına, güreşte yarışta meydan okusun; bununla ancak kendini küçültür. Fakat ondan başka kimseden kaçınmam, kimseyi de küçümsemem: İşte, kiminle olursa olsun yarışmağa hazırım; çünkü erlerin rağbet ettiği oyunların hiç birinde acemi değilim; ama, özlükle, iyi işlenmiş bir yayı kullanmada ustayım: ilk atışta, düşmanların kalabalığı içinde, nişanladığımı vururum, yakınındaki birçok yiğit yarenleri ok atarak onu korusalar bile. Yalnız Philoktetes ok atımında bana üstün gelirdi: Troialıların ilinde biz Akhailar yayla yarışırken. Fakat yeryüzünde artık ekmek yiyen insanlardan benimle uzaktan bile karşılaştırılacak kimse kalmamıştır, sanırım. Geçmişte, önlerinde eğildiğim erler olmuştur. Herakles gibi, Oihalieli Evrytos gibi, ki ok atıcılıkta ölümsüzlerle bile yarışabilirlerdi. Büyük Evrytos bu uğurda can verdi, konağında ihtiyarlıyarak değil; ok yarışına meydan okuduğu Apollon öfkelenerek onu öldürmüştü... Hele mızrakta: başkaları oklarını nereye alabilirse ben mızrağımı oraya ve daha uzağa atabilirim. Yalnız koşuda korkarım ki beni Phaiaklardan geçecek biri buluna. Zalim denizin çok cefasını çekmişim her günkü bakımdan kendimi mahrum bırakmışım; bu yüzden dizlerim gevşemiş, bacaklarım harap olmuş!
Böyle dedi, hepsi ise susup duruyorlardı; yalnız Alkinoos ona cevap vererek dedi ki:
— Konuğum, söylediklerinde bizim hoşumuza gitmiyecek bir şey yoktur: içindeki erdemi göstermek istiyorsun; öfkelenmişsin, çünkü şu adam, stadyomun içinde, aklı başında birinin hiç bir zaman ağzına almıyacağı sözlerle seni aşağılamak cüretini gösterdi. Lâkin şimdi de sen benim söyliyeceğimi anla: bir gün, karına, çocuklarına kavuşup sofranda bizim erdemlerimizi öğrenmek istiyen erler bulunacak olursa, onlara, Zeus sayesinde, babadan evlâda ne gibi işler başarageldiğimizi anlatmalısın. Yumruk savaşında ustalığımız yok, güreşte de kusursuz değiliz; ama iyi koşucu ve seçkin gemicileriz. Asıl bizim sevdiğimiz şeyler: cümbüştür, saz sözdür, danstır; yeni yıkanmış çamaşırlara, sıcak hamama ve yatak safasına bayılırız... Haydin, Phaiakların en seçkin hora tepicileri, oyun başına! konuğumuz da görüp evine döndüğünde, sevdiklerine, bizim gemicilikte, koşuda, sazda, sözde ve dansta nasıl başkalarından üstün olduğumuzu nakledebilsin. Demodokos'un ahenkli kopuzunu da hemen biri gidip bizim konaktan getiriversin.
Böyle diyordu tanrılara benzer Alkinoos Çavuş kalktı, hanın konağından kubbeli kopuzu getirmeğe gitti. Halkın içinden dokuz hakem seçildi; stadyomda her şeyi hazırlayacak olan bunlar yerlerinden kalktılar, oyun meydanını güzelce düzeltip genişlettiler; çavuş da bu ara Demokodos'un ahenkli kopuzunu getiregeldi. O zaman ozan ortaya geçti; hora tepmede usta genç delikanlılar etrafını sarmışlardı; ve ayaklarıyla tanrısal yere vuruyorlardı. Bu ara Odysseus bacaklarının kıvrak hareketlerini seyrediyor, gönülden şaşakalıyordu.
ARES İLE APHRODİTE'NİN SEVİŞMELERİ
Bu ara ozan kopuzda bir peşrev yaptıktan sonra parlak bir destana başladı: Ares'in güzel taçlı Aphrodite ile sevişmesini ve Hephaistos'un evindeki ilk gizli birleşmelerini anlatıyordu: Ares çok hediyeler vermişti ve Hephaistos hanın gerdeğine döşeğine leke sürmüştü! Hemen de haberi ona Helios yetiştirdi: onları tam sevişme halinde görmüştü! Hephaistos yüreği sızlayarak haberi alınca kalkıp bakırcı tezgâhına gitti: aklının derinliğinde fena şeyler kuruyordu. Kütüğe büyük örsünü taktıktan sonra çözülrnez, kopmaz zincirler biçti: bunların içinde âşıklar sağlam tutulakalsınlar diye. Tuzağı yaptıktan sonra, Ares'e karşı öfkeli öfkeli aziz yatağının bulunduğu odaya geldi: yatağın ayaklarını çepeçevre zincir şebekesi ile sardı, tavandan da başka bir zincir şebekesi sarkıttı: örümcek ağından da ince olan bu şebekeleri kimse göremiyordu, mutlu tanrılar bile! bunları öyle bir hünerle sarakoymuştu.
Yatağı böylece hile ile sardıktan sonra sözde yolculuğa çıktı; Lemnos'un güzel surlarına doğru yol almağa başladı: bütün şehirlerden en çok sevdiği burasıydı. Altın dizginli Ares de gözleri kapalı değildi: onu gözetliyordu. Ünlü usta Hephaistos'un yola çıktığını görünce o da, güzel taçlı Kytere'nin aşkı ile tutuşmuş olarak, şanlı Hephaistos'un evine doğru yürüdü.
Aphrodite, babası gücü yenilmez Kronos oğlunun yanından yeni gelmişti, oturmak üzere idi ki Ares yanına girerek elini aldı ve seslenerek şöyle dedi:
— Hemen yatağa, sevdiğim! sevişip safa sürelim! Hephaistos burada değil; Lemnos'a, dilleri yabani Sintienlerin ziyaretine gitti.
Böyle dedi ve tanrıça yatağa girmek arzusuna kapıldı. Fakat henüz sedire çıkıp yatmışlardı ki, çok hünerli Hephaistos'un sanatlı şebekesi onları her yandan yakalamıştı. Artık ne el ayak kımıldatabiliyorlar ne de ayağa kalkabiliyorlardı. O zaman anladılar ki kaçmağa yol kalmamış!
Çok geçmeden şanlı Topal yanlarına çıkageldi. Lemnos yolculuğundan vazgeçmişti, çünkü gözcüsü Helios ona haberi yetiştirmişti.
Dehlizde durdu; vahşi bir öfkeye tutulmuştu; öyle korkunç seslerle haykırdı ki, bütün tanrılar işitti.
— Baba Zeus ve öbür bengi mutlu tanrılar! gelin, burada gülünç ve ayıp işler göreceksiniz. Topal olduğum için Zeus'un kızı Aphrodite namusuma leke sürüyor: küstah Ares'i dost tutmuş, yakışıklı ve düz ayaklı diye! Lâkin ben sakat doğmuş isem kabahat kimde? Bende mi, anamda, babamda mı? Keşke dünyaya getirmeyeydiler? Bakın, nasıl da ikisi benim yatağıma girip birbirine aşk ile sarılmışlar! Onları gördükçe kanım kaynıyor. Ama sanırım ki böyle kalmaktan artık hoşlanmazlar: onları birleştiren sevgi ne kadar büyük olursa olsun, bu halden sıkılırlar. Ancak hünerli tuzak onları koyvermiyecek ta kaynatam, köpek suratlı kızı için kendisine vermiş olduğum hediyeleri geri verinceye kadar... Kızın güzelliğine diyecek yok, ama çok edepsiz.
Böyle diyordu; tanrılar ise tunç eşikli eve doğru üşüşüyorlardı: önce yerin sahibi Poseidon geldi, arkadan hayırişler Hermes geldi, sonra okçuların şahı Apollon yetişti. Yalnız tanrıçalar utançlarından odalarında kalmışlardı.
Dehlizde ayakta duruyorlardı nimetleri ihsan eden tanrılar; ve mutlu tanrılardan ardı arası kesilmiyen bir kahkaha yükseliyordu: çok hileli Hephaistos'un hünerini seyrettikçe.
Biri yanındakine göz ederek şöyle diyordu:
— Kötü işlerden hayır gelmez; ağır yürüyüşlünün tez yürüyüşlüyü yakalaması hikâyesi!.,. İşte şimdi de Hephaistos topalı sanatıyla, Ares'i tanrıların en çeviğini enseledi! Zina diyetini de ödetecek.
İşte aralarında bunları konuştukları sırada Zeus'un oğlu Apollon Şah Hermes'e yanaşarak şöyle dedi:
— Haberci Hermes, iyilikler saçan Zeus oğlu, şu berk zincirlere tutulmağa can atardın ya, tek altın Aphrodite'nin yanında yatmak için?
Akışıklı haberci Hermes de cevap verdi:
— Keşke olaydı... okçular şahı Apollon! bunlardan fazla zincirlerle her yanımdan, üç kat sarsınlar; hepiniz de gelin, tanrılar ve tanrıçalar, seyrime bakın! tek altın Aphrodite'nin kollarında yataydım!
Böyle dedi ve tanrılar arasından kahkaha koptu; yalnız Poseidon gülmiyerek şanlı usta Hephaistos'un Ares'i serbest bırakmasını yalvarıyordu. Ona seslenerek kanatlı sözler söyledi:
— Çöz şunu Hephaistos; sana söz veriyorum, nasıl emredersen, ölümsüz tanrılar arasında nasıl yakışırsa, hepsini öyle ödeyecek.
Şanlı topal usta ise cevap verdi:
— Yerin sahibi Poseidon, bunları söyleme bana; fena ödeyicilere kefil olmak da sağlam bir kefillik değildir. Ölümsüzler huzurunda sana zorla hakkımı nasıl ödettirebilirim Ares bir kere zincirinden kurtulur da borcunu inkâr ederse?
Buna karşı yeri sarsan Poseidon şöyle dedi:
— Hephaistos, eğer Ares kaçar ve borcunu inkâr ederse ben ödeyeceğim.
Bunun üzerine şanlı topal dedi ki:
— Senin sözünden çıkmak elimden gelmez, yakışmaz da.
Böyle diyerek güçlü elleri ile zincir ağını çözdü, ikisi berk zincirlerden kurtulunca uçup gittiler. Ares Thrake'ye, gülümser Aphrodite Kypros'a doğru; Paphos'taki korusuna ve tütsülü tapınağına varmak için. Orada Kharit'ler onu hamama koyup yıkadılar ve bengi tanrıların cildinde parıldıyan yağ ile oğdular, sonra öyle büyüleyen esvaplar giydirdiler ki, görülmesi akıllara hayret verir!
Şanlı ozan bunları okuyordu, Odysseus onu dinliyerek gönülden keyifleniyordu; bütün uzun kürekli, ünlü gemici Phaiak erleri de öyle.
Bu ara Alkinoos, oğullarından Halios ile Laodamas'a ayrı hora tepmelerini emretti, bunlar dansta rakipsiz idiler; ellerine güzel bir erguvan top aldılar: bunu onlar için usta Polybos yapmıştı. Biri, sırtını arkaya bükerek, topu gölgeli bulutlara kadar atıyor, öbürü de havaya sıçrayıp ayakları yere değmeden kolayca yakalıyordu. Bu top fırlatma ve sıçrayıp yakalama oyununda hünerlerini gösterdikten sonra bereketli toprak seviyesinde sık ve çevik dönüşlerle karşılıklı hora teptiler, öbür gençler ise, ayakta, meydanın içinde, onlara alkışlarla tempo tutuyorlardı: bundan da büyük bir gürültü kopuyordu!
Bu ara tanrısal Odysseus Alkinoos'a seslenerek şöyle dedi.
— Han Alkinoos, bütün halkın yüz suyu! oyuncularınızın ustalığı bana övdüğün kadar varmış; ispatı meydanda: seyrettikçe beni hayret alıyor!
Böyle dedi, ve kutsal kahraman Alkinoos'un gönlü açıldı ve hemen usta kürekçi Phaiaklara şöyle dedi:
— Dinleyin Phaiak hanları ve danışmanları! konuğumuz bana çok uslu akıllı bir adam görünüyor. Haydin, şimdi kendisine, âdet üzere, konukluk armağanları verelim, ilimizde on iki şanlı başkan, hüküm sürer han vardır, on üçüncüsü benini: her birimiz evinden taze yıkanmış birer harmani ile birer entari, bir de en halisinden birer talant altın getirtsin: gecikmesin ve hepsini birden konuğumuza sunalım.
Elinde armağanlar olursa yüreği daha ferah olarak sofraya oturacak. Evryalos da, gereğince konuşmadığı için gönül alacak sözler söyliyecek, ve ayrı bir hediye verecek.
Böyle dedi, ve hepsi alkışlarla onadılar ve armağanları getirmek üzere çavuşlarını yolladılar.
Buna karşı Evryalos da cevap vererek şöyle dedi:
— Alkinoos Han, bütün halkın ulusu! konuğun gönlünü almak için, buyurduğun gibi, kendisine şu tunç kılıcı vereceğim: kabzası gümüşten, kını yeni oyulmuş fildişindendir; bunu kendine lâyık görür, sanırım.
Böyle dedi ve gümüş çivili kılıcı Odysseus'un elleri arasına koydu ve ona seslenerek kanatlı sözler söyledi:
— Selâm sana konuk babamız! seni gücendiren ağır sözler söyledimse onları yel üfürüp götürsün. Tanrılar sana kısmet etsin eşine kavuşasın, memleketine dönesin, sevdiklerinden uzak çektiklerin artık yeter olsun!
Çok görgülü Odysseus ona cevap verdi:
— Benden de sana selâm, ey dost! Tanrılar sana mutlu dirlik versin! gönlümü alan sözler söyledin, üste bu kılıcı da verdin: pişmanlık duymamanı dilerim.
Böyle dedi ve gümüş çivili kılıcı iki omuz arasından kayışını geçirip astı. Güneş batıyordu, değerde ağır armağanlar gelmişti, onları yiğit çavuşlar Alkinoos'un evine götürüyorlardı: kusursuz hanın oğulları armağanları teslim alıp sayın annelerinin yanına koyuyorlardı.
Bu ara kutsal kahraman Alkinoos öne geçip yol gösteriyordu; gelenler yüksek koltuklara geçip oturdular. O zaman kahraman Alkinoos Arete'ye seslenerek dedi ki:
— Kadınım, bezenmiş sandıklardan birini, en güzelini hazır et, içine kendin temiz yıkanmış bir harmani, bir de entari koy; sonra kazanı ateşe vur, su ısınınca konuğumuz hamama girsin; ve yıkandıktan sonra kusursuz Phaiak hanlarından gelen armağanların emniyette olduğunu görerek şölenden ve ozanın okuyacağı destanlardan daha ziyade memnun kalsın. Ben de ona iki kulplu altın sağrağı hediye edeceğim, ta ki daima beni hatırlasın ve konağın da otururken onunla Zeus'a ve başka tanrılara saçı kılsın.
Böyle dedi, ve Arete halayıklara emir verdi ki hemen üç ayaklı büyük kazanı ateşe vursunlar, onlar da hamamın üç ayaklı kazanını alevli ateşin üstüne koyup su doldurdular, kucak kucak odun taşıyıp yaktılar. Ateş üç ayaklının karnını sarıyor, su ısınıyordu. Bu ara Arete konuk için hazne odasından en güzel sandığı getirtti, içine Phaiakların verdiği hediyeleri, çamaşırlarla altınları koydu, kendi de güzel bir harmani ile bir entari kattı, sonra ona seslenerek kanatlı sözler söyledi:
— Şimdi, çabucak, kendin kapağı gözet, bir düğümle iliştirip bağla, ta ki yolda, gene biri sana hile yapmasın, kara gemide yatıp tatlı uykuya daldığın bir sırada.
Çok görgülü tanrısal Odysseus bunu işitir işitmez kapağı yerleştirdi ve çarçabuk acaip bir düğümle onu iliştirdi: bunun sırrını vaktiyle ona kutsal Kirke öğretmişti. Bu ara Kâhya kadın gelip kendisini yıkanmağa çağırdı; Odysseus hamam odasına gitti, sıcak banyoyu görünce yüreği neşe ile doldu: beden umarına gereğince bakamamıştı: güzel belikli Kalypso'nun evinden ayrılalı beri; orada iken ise bir tanrı gibi arası kesilmiyen bir bakım görüyordu.
Halayıklar onu güzelce yıkayıp yağla oğduktan sonra güzel bir entari bir de kaftan giydirdiler. Hamamdan çıkıp işret etmekte olan erlerin yanına gidiyordu; güzelliğini tanrılardan alan Nausikaa sağlam yapılı odanın eşiğinde durmuş, gözlerini hayran hayran Odysseus'a çevirmiş bakıyordu; ona seslenerek kanatlı sözler söyledi:
— Sağ, esen ol, konuğum! Bir gün, atalarının yurduna dönünce, beni de hatırla ki, hayatının kurtuluş bedelini en önce bana borçlusun.
Ona karşı çok görgülü Odysseus cevap vererek dedi ki:
— Hera'nın gürler sesli kocası Zeus vere, sıla günümü göreyim, evime kavuşayım! Orada, şüphesiz, yaşadıkça her gün, bir tanrıça gibi sana dua edeceğim; çünkü benim hayatımı kurtaran sensin, ey ere varmamış!
Böyle dedi ve gidip Alkinoos hanın yanında bir koltuğa oturdu. Erkekler etleri paylara ayırıyorlar, şarabı karıyorlardı; bu ara çavuş gelerek şanlı ozanı, bütün halkın hürmet ettiği Demodokos'u getirdi; onu davetlilerin ortasında, koltuğunu yüksek direğe dayıyarak, oturttu.
Bu ara çok görgülü Odysseus, çavuşu çağırdı, beyaz dişli bir domuzun yağla sarılmış kaburgasından en büyük dilimi keserek şöyle dedi:
— Çavuş, bu payı al, ozana götür, safa ile yesin! ve kendisine de ki, büyük kaygılarım arasında onu ağırlamak istedim: yeryüzünde kimse yoktur ki gördüğü saygı ve şerefte ozanların payı olmasın! çünkü onlara destanları öğreten, ozan kısmını seven Musa'dır.
Böyle dedi, ve çavuş eti elleriyle götürüp Demodokos ere sundu; ozan gönülden sevinerek kabul etti. Davetliler önlerinde hazırlanan seçkin yiyeceklere ellerini uzattılar.
İçip yiyip iştahalar yatıştığı sırada, çok görgülü Odysseus üemodokos'a seslenerek dedi ki:
— Demodokos, bütün insanlar arasında sana çok saygım vardır, çünkü senin öğretmenin Zeus'un kızı Musa'dır, veya belki de Apollon'dur. Akhaiların alınyazısı destanını büyük bir sanatla okuyorsun: Akhailar neler yapmışlar, başlarına neler gelmiş, ne cefalar çekmişler! Sanki kendin görmüşsün veya başkasından işitmişsin! Haydi şimdi bir de Epeilos'un Athena ile birlikte yaptığı tahta at destanını oku: onu hile ile tanrısal Odysseus iç kaleye nasıl sokmuş, İlion'u alıp talan eden erleri içine doldurduktan sonra? Bunları bana gereğince hikâye edebilirsen, ben de o zaman herkese diyeceğim ki, okuduklarını sana ilham eden koruyucu bir tanrın vardır.
Böyle dedi, ve ozan tanrının ilhamı ile destanı örmeğe başladı: Argos erlerinin güzel güverteli gemilerine binip sefere çıktıkları ve çadırlarını ateşe verdikleri noktadan girişti; az sonra başkanlar, şanlı Odysseus'un etrafında, Troia'nın içinde, atın karnında saklanmış olarak bulunuyorlardı; atı Troialıların kendileri sürükleyip iç kaleye götürmüşlerdi.
At, meydanda, dikilmiş duruyordu; Troialılar ise etrafında oturup geveze geveze konuşuyorlardı; üç fikirden biri üzerine bir türlü karar veremiyorlardı: bir kısmı, tunçtan bir balta ile merhametsizce karnını deşmek; bir kısmı, kayanın kenarına sürükleyip oradan aşağı yuvarlamak; başkaları ise tanrının hoşuna gidecek büyük bir adak olarak onu saklamak istiyorlardı; sonunda münakaşaları bu kararla nihayet bulacaktı, çünkü kaderlerinde helak olmak vardı: şehirlerinin surları o ulu tahta atı içlerine alıp sardıkları andan, artık, karnındaki Argos ulularının Troialılara ölümü, kara eceli getirmesi şüphesizdi. Ozan Akhai oğullarının şehri nasıl alıp yağma ettiklerini okuyordu; atın içinden, o kocaman karınlı tuzaktan fırladıkları gibi her biri yüksek şehrin bir bucağını talan etmişti; bu ara, Ares'e benziyen Odysseus, tanrı eşi Menelaos'la birlikte Deiphobos'un evini kuşatmışlar, orada bahadırlıkla en korkunç bir savaşa girişmişler, ve sonunda ulu gönüllü Athena'nın yardımı ile yenmişlerdi.
Bunları şanlı ozan okurken sanki Odysseus'un yüreği eriyor: göz kapaklarından sızan yaşlar yanaklarını ıslatıyordu. Bir kadın, surların altında, şehrinden ve çocuklarından felâketi uzaklaştırmaksızın, budun uğrunda düşen kocasını kucaklarken nasıl ağlarsa; onun kıvranıp can çekiştiğini görünce üstüne kapanıp nasıl figan ederse; arkadan nıızraklarıyla sırtını ve omuzlarını delik deşik eden düşmanların eline köle düşüp başına gelen musibetten, yas acılarından yüzü nasıl harap olursa... onun gibi. Odysseus'un zavallı gözlerinden acı yaşlar akıyordu.
Yaş döktüğünü herkesten gizleyebilmişti, yalnız Alkinoos farkına varmış ve nihayet görmüştü: yan yana oturdukları için hıçkıra hıçkıra ağladığını işitmişti; bunun üzerine usta kürekçi Phaiaklara seslenerek dedi ki:
— Dinleyin, Phaiak hanları ve danışmanları! Demodokos ahenkli kopuzunu sustursun! Çünkü anlaşılan okudukları herkes için neşe verici şeyler değil; yemeğe başlayıp da ünlü ozan okumağa giriştiğinden beri konuğumuz acı acı inlemeyi kesmemiştir: canı büyük bir kaygı içinde kalmış olmalı! bunun için ozan destanını kessin ki, davet eden bizler de, konuğumuz da, hepimiz neşeli olalım; böyle yaparsak daha iyi olur. Bizim şurada toplanmamız da şanlı konuğumuzu ağırlamak içindir. Şimdi, sevdiğimiz konuğun sefere çıkması için her şey, ve sunduğumuz bütün armağanlar hazır; gelip sığınan konukla onu konuklayan kardeştir! Bunu gönlünde pek az duygusu olan bile kabul eder!
Bunun için, sen de şimdi, konuğumuz, hilekâr bir maksatla hiç bir şey gizlememelisin; her ne sorarsam açıkça cevap vermen doğru olur. Şimdi, bize ismini söyle: sana orada, ananın babanın, şehir halkının ve komşu yerlerde oturanların verdikleri ismi; çünkü insanlardan hiç bir kimse adsız olamaz; ister şansız bir aileden olsun, ister şanlı, herkese doğduğu gün bir ad verirler; adı çocuğa onu dünyaya getiren anası babası verir. Bize yerini yurdunu, ilini ülkeni, köyünü bildir ki, bizim akıllı olan gemilerimiz seni ulaştırmak için ne tarafa yöneleceklerini bilsinler, çünkü bizim gemiler kılavuzsuz sefer ederler, hattâ bütün gemilerde bulunan dümen bile onlarda yoktur; insanların ne arzu ettikleri ve ne düşündükleri onlara malûm olur, onlar bütün dünyanın şehirlerini ve feyizli topraklarını tanırlar; açık denizlerde sefer ederler ve bir kazaya uğramaktan, veya her yandan onları saran sisler ve bulutlar içinde yollarını kaybetmekten korkmazlar. Ancak, vaktiyle, babam Nausithoos'tan şöyle bir haber işitmiştim: Poseidon bize kızıyormuş, çünkü bütün garipleri kazasız geçirmekle gururlanıyormuşuz; bunun için bir gün Phaiakların bir güçlü gemisi bir selametleme seferinden dönerken, sisli denizde kazaya uğrayıp mahvolacakmış, ve yüksek bir dağ dikilip şehrimizin üstüne sarkacakmış! İhtiyarların bu sözleri bir gün gerçekleşecek mi? neticesiz mi kalacak? Herhalde tanrının dilediği gibi olacak. Şimdi açık açık, birer birer cevap vererek dolaştığın yerleri, gördüğün memleketleri söyle; illerin törelerini, şehirlerin güzelliğini anlat; bunlar vahşi, adaletsiz haydutlar mı, yoksa insanları iyi karşılayan, tanrıları sayan budunlar mı idi? Söyle bana, bir de döktüğün göz yaşlarının sebebi neydi? Danaos erlerinin ve İlion halkının başından geçenleri işittiğin zaman niçin gönlün öyle derinden kaygılanmıştı? Bu tanrıların işidir: bunca insanların ölümünü eğirmişlerse geleceklere destanları okunsun diyedir. İlion önünde ünlü hısımlarından birini mi kaybettin? Şanlı güveyin veya kaynatan mı idi? öz kanından olanlardan sonra, en çok sevdiğin kimselerden biri mi; sadık, vefalı, necip bir arkadaş mıydı? Çünkü uslu akıllı bir arkadaş kardeşten aşağı değildir.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro