Şan: 23
PENELOPEIA'NIN ODYSSEUS'U TANIMASI
İhtiyar kadın yukardaki kata güle sevine çıktı; hanımına kocasının evde olduğunu muştulamak için; sevincinden dizleri dincelmiş, basamakları atlaya atlaya gidiyordu. Hatunun başucunda durarak ona dedi ki:
— Kalk, Penelopeia! Sevgili kızım! Kalk da gece gündüz özlediğini kendi gözlerinle gör! Yoluna uzun uzun baktıran Odysseus nihayet konağına geldi! Ve hepsini tepeledi: evini yıkan, mallarını telef eden, oğlunu kahreden o azgın yavukluların hepsini!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi:
— Sevgili dadı, senin aklını tanrılar almış olacak! O tanrılar ki en akıllı olanı bile aptala döndürürler, ve en aptal olana sağlam akıl ihsan ederler! Sana da onların ziyanı dokunmuş olacak! Çünkü bundan önce sen, uslu, akıllı kadındın! Niye böyle abuk sabuk sözlerle gelip gamlı gönlümle eğlenmeye kalkıyorsun? Aziz göz kapaklarımı basıp kapayan tatlı uykudan beni niye uyandırıyorsun? Odysseus şu adı batası İlion'a gideli böyle derin bir uykuya dalıp varmış değildim. Ama, haydi, aşağıya inip odana dön! Kadınlardan bir başkası beni uykudan kaldırıp böyle bir haber vermiş olsaydı, inan olsun, hemen onu merhametsizce konaktan kovardım! Seni bu cezadan ihtiyarlığın kurtarıyor!
Eurykleia dadı ona karşı dedi ki:
— Seninle eğlenen yok, çocuğum; gerçekten Odysseus, söylediğim gibi konağına döndü! Herkesin hor baktığı garip yok mu, işte oydu! Telemakhos, çoktan, geldiğini biliyormuş, fakat sakıngan çocuk babasının niyetlerini saklıyordu, o, aşırı şımarık erlerin cezasını vermeye fırsat bulsun diye.
Böyle dedi ve Penelopeia sevincinden fırlayıp koca karıyı kucakladı, göz kapaklarından yaşlar dökerek kanatlı sözler söyledi:
— Eğer bana, sevgili dadı, doğruyu söyledinse; eğer, dediğin gibi, Odysseus konağa dönmüş ise, o utanmaz yavuklu kalabalığı ile tek başına, nasıl başa çıktı? Çünkü onlar konağa hep bir arada gelirlerdi.
Ona karşı sevgili Eurykleia dadı şöyle dedi:
— Bir şey görmedim, bir şey bilmiyorum; yalnız öldürülenlerin iniltilerini işitirdim. Bütün kadınlar, odalarımızda, kapalı kapılar ve sağlam yapılı duvarlar arkasında sinmiş, bekleşiyorduk, tâ ki oğlun Telemakhos divanhaneden seslenip beni çağırdı; onu babası gönderip beni çağırtıyordu.
Odysseus'u öldürülmüşlerin cesetleri ortasında, ayakta duruyor buldum; cansız gövdeler, onun çevresinde, katı döşeme üzerinde, üstüste yağılmış bulunuyordu. Onu göreydin gönülden ne kadar sevinecektin! Şimdi onları avlunun kapıları önünde istif etmişler; Odysseus büyük bir ateş yaktırdı, güzel divanhaneyi tütsüleyip arındırdı; ondan sonra seni çağırmaya beni gönderdi. Arkamdan gel, gönülleriniz bunca cefalar çektikten sonra, mutlu bir an içinde birleşsin! Uzun zamandan beri bütün dilediklerin artık gerçek oldu.
O, işte, sağ esen ocağına döndü, konağında seni de oğlunu da sağ esen buldu! Ve bütün o yaman işleri işleyen yavuklulardan yine kendi konağı içinde, öcaldı!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Sevincini biraz tut, sevgili dadı! Onu yine konakta görmek! Cümlemize ne büyük bir mutluluk olurdu, hele bana ve onunla birlikte dünyaya getirdiğimiz oğlumuza! Ama senin anlattıkların inanılacak gibi değil ki! Biri gelip çelebi yavukluları tepelediyse, bu, azgın suçlarıyla kızdırdıkları bir tanrı olmak gerek! Onlar, yanlarına gelen, hanlardan olsun budundan olsun, herkesi aşağı görürler, hor tutarlardı; yamanlıklarının cezasını buldular; yoksa Odysseus'um Akhaieli'nden uzak, yadellerde düşüp kalmıştır!
Ona karşı Eurykleia dadı dedi ki:
— Çocuğum, dişlerinin arasından kaçan bu nasıl söz öyle? O, senin bir daha gelmeyeceğini sandığın kocan, buraya, kendi ocağına döndü bile! Senin gönlün ise inanmak istemiyor. Fakat, sana inandıracak bir nişan da vereyim: ak azılı yaban domuzunun onun bacağında açtığı yara yok mu, izini ayaklarını yıkarken ben gördüm; sana haber vermek istedim, fakat o iki eliyle boğazımdan yakalayıp ağzımı kapattı. Meğer aklında tasarladıkları varmış!
—Fakat gel arkamdan! Başım sana teslim: aldatıyorsam en acıklı bir ölümle öldür beni!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Sevgili dadı, bengi tanrıların kararlarına bilerek karşı gelmek senin için de güçtür: bildiklerin ne kadar çok olursa olsun. Fakat gidelim oğlumun yanma çelebi yavuklular öldürülmüş mü, anlayalım ve onları öldüreni görelim.
Böyle deyip üst kattan indi. Yüreğinde ne kadar kararsızlık vardı: sevgili kocasına uzaktan sualler mi sormalıydı, yoksa yanına gidince başını ve ellerini tutup öpmeli miydi?
Bu kararsızlıkta iken taş eşiği aşıp içeri girdi; Odysseus'un karşısında ateşin ışığı içinde, öbür duvara arkasını vererek oturdu.
Odysseus, yüksek direğin altında oturmuş, gözlerini başka tarafa çevirip şanlı karısının onu görünce ne diyeceğini bekliyordu. O ise ağzını açıp tek bir söz söyleyemiyordu: yüreğini hayret almıştı. Durup durup yüzünün gözünün seyrine dalıyor, fakat bir türlü o çaputlar altında Odysseus'u tanıyamıyordu.
Bunun üzerine Telemakhos ona çıkışarak şöyle dedi:
— Ana! Yüreği merhametsiz, yaman ana! Niye böyle babamdan uzak duruyorsun? Niçin yanına gidip kendisiyle görüşüp konuşmuyorsun? Senden başka hangi kadının yüreği dayanır, yirmi yıl boyunca cefalar, mihnetler çektikten sonra yurduna dönen kocasından böyle uzak durmaya. Meğer senin yüreğin kayadan da katı imiş!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Çocuğum, göğsümde yüreğim hayret içinde kaldı: ağzımı açıp ona tek bir söz söyleyemiyorum, gözlerimi çevirip yüzüne bakamıyorum! Eğer gerçekten Odysseus olup evine dönmüş ise, birbirimizi kolayca tanıyacağız, çünkü aramızda öyle gizli nişanlar vardır ki başkaları bilmez.
Böyle dedi ve çok çekmiş tanrısal Odysseus gülümseyerek Telemakhos'a kanatlı sözler söyledi:
— Telemakhos, ananı bırak, divanhanede istediği gibi beni sınasın; çok geçmeden iyice tanıyacaktır elbet. Şimdi ben kirler ve çaputlar içindeyim; bunun için beni aşağı görüp Odysseus olduğuma inanmıyor.
«Fakat, en önce biz ikimiz aramızda danışalım, işleri iyice yoluna koyalım: Biri, ülke içinde birini öldürse, öcünü alacak çok kimseleri olmasa dahi, öldüren yurdunu ve hısımlarını bırakıp kaçar. Biz ise şehrin seçkinlerini, İthaka'nın en ileri gelen yiğitlerini öldürdük. Şimdi soruyorum sana, ne yapmalıyız?
Bunun üzerine akıllı Telemakhos dedi ki:
— Bu işlere sen karar ver, sevgili baba: danışmada senden üstün gelecek yokmuş, diyorlar! Ölümlü insanlardan, tedbirden yana, seninle kimse yarışamazmış.
Buna karşı çok ölçülü Odysseus dedi ki:
— Öyleyse, benim gözüme en iyi ne görünüyorsa, onu söyleyeyim sana: ilk önce hamamda yıkanıp temiz esvaplar giyinin, halayıklara da söyleyin, odalarına gidip çamaşır değiştirsinler. Sonra Tanrısal ozan gür sesli kopuzuyla bize oynak, hoplatıcı havalar çalsın dursun. Ta ki sokaktan geçenler veya yakında oturanlar cümbüşü işitip «içerde düğün var!» desinler. Çünkü şehirde çelebi yavukluların ölümü yayılmamalı biz kırlara, çok ağaçlı korumuza çekilinceye değin. Orada düşünüp taşınırız; bakalım Olympos'un sahibi Zeus aklımıza ne gibi öğütler getirir!
Böyle dedi ve cümlesi sözünü dinleyip baş eğdiler. Önce hamamda yıkanıp temiz esvaplar giydiler; kadınlar süslendiler ve Tanrısal ozan gür sesle kopuzunu çaldı ve onlarda tatlı türküler söylemek ve kusursuz oyunlar oynamak hevesi uyandı; bunun üzerine koca konak oynayan erkeklerin ve güzel kuşaklı kadınların ayaklan altında çınlayıp durdu.
Dışardan cümbüşü işitenler şöyle diyorlardı:
— Artık birine varıyordur çok yavuklulu Hatun! Mutsuz kadın! Gençlik arkadaşı kocasının büyük konağında oturup beklemek kısmet değilmiş zavallıya ta ki eşi yadellerden dönüp sılasına kavuşa!
Böyle deyip duruyorlardı, çünkü olandan bitenden haberleri yoktu. Bu ara odasına çekilen ulu gönüllü Odyssues'u kâhya kadın Eurynome yıkadı, yağla vücudunu oğdu, güzel entari ve kaftan giydirdi. Ve Athena başından aşağı güzellik saçıyordu; Hephaistos'un ve Pallas Athena'nın bütün sanatlarını öğrettiği bir usta altını gümüşe katarak nasıl bir güzellik anıtı yaratırsa, tıpkı onun gibi Athena Odysseus'un başına ve omuzlarına güzellik döküyordu: hamamdan çıktığında ölümsüz tanrılara benziyordu.
Hemen, kalkmış olduğu kürsüye geçip karısının karşısına oturdu; ve ona dönerek dedi ki:
— Cinlere uyan kadın! Güçsüz avratlardan hiçbir kişiye Olympos saraylarının sahipleri bu derece katı bir yürek vermiş değildir. Haydi Dadı, sen bana bir döşek yay da uzanayım, çünkü bu kadının göğsünde belki demirden bir yürek var!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
Cinlere uyan er! Ne kendimi ululadığım, ne seni hor tuttuğum var! Olan biten işlere de şaşmıyorum, çünkü uzun kürekli gemisine binip İthaka'dan ayrılanın nasıl bir kahraman olduğunu iyi hatırlıyorum.. Haydi, Eurykleia sağlam yapılı yatak odasına git, öz elleriyle yapmış olduğu yatağı hazırla: berk sedirin üstüne yay döşeği, keçeleri, postları ve hareli çarşafları!
Böyle söyleyerek kocasını sınamak istedi. Fakat Odysseus, sadık karısının hilesinden gafil, kızgın kızgın söylendi:
— Kadın, nasıl zalim bir söz söyledin öyle? Yatağımı yerinden oynatan kim imiş? Gücü kuvveti ne derece olursa olsun, bir tanrı yardımcısı olmadıkça, bunu kimse başaramazdı: bir tanrı evet, istese yerinden oynatabilir, lâkin insanların en yiğidi bile olsa başa çıkamaz! Bu yatağın ustalığında benim için emin nişan var: çünkü onu ben kendim, kimsenin yardımı dokunmadan, yapmıştım: Avlunun ortasında, yeşil dalları budakları her yana uzanmış, gövdesi bir direkten daha kalın bir zeytin ağacı vardı; onu sarmak üzere ağır taşlarla yatak odasının duvarlarını örmüştüm; üstüne bir tavan çekmiş, kanatları berk tahtadan kapılarla örtmüştüm, ondan sonradır ki, o zeytin ağacının yeşil yeşil sarkan dal ve budaklarını kestim ve köklere kadar gövdesini ustalıkla ve çırpı çekerek düzelttim; sonra tunç âletlerle cila vurdum ve içini oyarak yatağın sedirini tamamladım; sonra kakma altın, gümüş ve fildişi ile bezedim, sonra parlak kızıl sahtiyandan kayışlar gerdim... İşte sana verecek nişanım budur; fakat, kadın, anlamak istiyorum: yatak kendi yerinde mi duruyor, yoksa erlerden biri zeytin ağacını dibinden kesip onu başka yere mi nakletmiş?
Böyle dedi ve Penelopeia'nın dizleri ve yüreği çözüldü; Odysseus'un aşikâr nişanlar verdiğini görüyordu. Gözlerinden yaşlar boşanarak ona koştu, kollarını Odysseus'un boynuna doladı ve başından öperek dedi ki:
— Bana darılma, Odysseus! Sen ki bütün insanların en akıllısısın! Bize bunca mihnetleri tanrılar vermişler, gençliğimizi, birlikte yaşayıp ihtiyarlık eşiğine birlikte erişmemizi istememişler!.. Şimdi darılma bana, ilkin görür görmez kucaklamadığım için kınama beni; çünkü daima aziz göğsümün içinde yüreğim, biri gelir de sözleriyle beni aldatır diye korkardı: dünyada hile düzen düşünen az mı var? Zeus kızı Argoslu Helena da bir yabancının sevgi yatağına girip onunla birleşemezdi, eğer Ares'e benzer Akhai oğullarının gidip onu atalar yurduna, kendi evine geri çevireceklerini bilmiş olsaydı; fakat bu yakışıksız işe onu bir iblis kandırdı, yoksa durup dururken o, yüreğinden, bu uğursuz düşünceye karar vermiş değildi.
Fakat şimdi sen bana yatağımızın aşikâr nişanlarını birer birer söylemiş bulunuyorsun: bunu, senden ve benden başka, ölümlü insanlardan bilen yoktur; bir karavaşım Aktoris bilirdi: bu kızı bana, buraya gelirken, babam vermişti, yatak odamızın kapıcısı da o idi. Yüreğim bu derece işkilli iken, işte şimdi beni inandırmış bulunuyorsun!
Böyle dedi ve Odysseus büyük bir hıçkırma ihtiyacıyla ağlıyor, gönülden sevdiği karısını, sadık gençlik arkadaşını kolları arasında tutuyordu.
Poseidon'un bir dalgası ve yel çarpışı ile sağlam yapılı gemileri batmış olanların gözüne, uzaktaki kara ne kadar tatlı görünürse ve içlerinden, vücutları tuzlu köpüklere bulanmış olarak, kıyıya çıkanlar kazadan kurtulduklarına nasıl sevinip kutlulanırsa; tıpkı onun gibi Penelopeia da sevinmiş gözlerle kocasına bakıyor, ak kollarını boynundan ayırmıyordu.
Ve gül parmaklı Şafak doğuncaya değin onların hıçkırıp ağlaması sürüp gidecekti, eğer gökgözlü tanrıça Athena'nın aklına başka bir tasarı gelmeseydi: Tanrıça bir yandan uzun geceyi ufkun ötesinde tuttu, bir yandan da, Okeanos içinde altın tahtlı Şafağı, insanlara ışığı gösteren atları arabasına koşmaktan alıkoydu. Şafağı taşıyan taylar Lampos ile Phaeton'dur.
Bunun üzerine çok ölçülü Odysseus karısına dedi ki:
Ey kadın, henüz belâların sonuna varmış değiliz; benim başarmam gereken gayet güç, çetin bir iş daha vardır; bunu bana, yarenlerimin ve kendimin nasıl döneceğimizi sormak için Hades konaklarına indiğim gün kâhin Teiresias'ın tayfı haber vermişti.
Ama gel, yatağa gidelim, ey kadın, vakit varken uzanıp tatlı uykudan payımızı alalım!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:
— Yatağın, ne zaman gönlün dilerse, senin için hazırdır, çünkü seni atalar yurduna ve yüksek tavanlı konağına ulaştıran tanrılardır. Fakat, madem ki kendin söyledin ve bunu bir tanrı aklına getirmiştir, haydi geride kalan belâyı da söyle; nasılsa bir gün öğreneceğim; şimdiden bilmemde ne ziyan olabilir?
Ona karşı çok sakıngan Odysseus şöyle dedi:
—Cinlere uymuş kadın! Niye beni hemen söyletmeye bu derece çalışıyorsun? Sana hiçbir şey gizlemeksizin, hepsini anlatacağım; ama bu gönlünü açacak bir şey olmayacak, kendim için de kıvanacak bir şey olmayacak, çünkü Teiresias bana, ellerime bir gemi küreği alıp ülkeden ülkeye dolaşmamı söyledi, denizi bilmeyen insanların katına varıncaya değin.
Ve kâhinin ruhu bana aşikâr bir nişan bildirdi ki, onu da senden saklamayacağım: yolda giderken başka bir yolcuya rastlayacakmışım, o bana kıvrak omuzumdaki küreği yaba sanıp soracakmış! İşte o gün gemi küreğini yere dikmeliyim ve Poseidon Hana kutsal kurban olarak bir koç, bir boğa ve dişisine aşabilen bir domuz aygırı sunduktan sonra eve dönüp geniş göklerin sahipleri tanrılara tam yüzlük kurban kesmeliyim; bunları gereğince yerine getirirsem ölüm ancak mutlu kocalıkta, denizden gelip dirliğime son verecekmiş ve o zaman her yanımda gönenç budunlar bulunacakmış! İşte olacak diye kâhinin bildirdikleri bunlardır!
Ona karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi:
— Tanrılar gerçekten bize mutlu ihtiyarlık kısmet etmişlerse bütün öbür belâlardan sıyrılmayı umabiliriz.
Onlar birbirleriyle böyle söyleşmekte iken Eurykleia dadı ile Eurynome, meşaleler ışığında, yumuşak döşekler ve yaygılarla yatağı hazırlıyorlardı. Çarçabuk sağlam yapılı yatağı donattıktan sonra kocakarı kendi odasına yatmaya gitti; Eurynome ise, elinde meşale, önleri sıra yürüyerek yataklarına kadar götürdü; yatak odasına ilettikten sonra o da çekildi; ve onlar eski törelerince yataklarına uzanıp mutlulandılar.
Bu ara Telemakhos ile sığırtmaç ve domuz çobanı hora tepmeyi kestiler, kadınları yolladılar ve cümlesi gölgeli odalara çekilip yattılar.
Karı koca sevgi ile birbirlerinden murat aldıktan sonra aralarında konuşup sohbet safası da sürmeye koyuldular: Kadınların en tanrısalı, kendi yüzünden konağı basan çelebi yavukluların sıkılmaz kalabalığından çektiklerini, onlar sürü sürü sığırları ve koyunları kestikçe nasıl yürekten üzüldüğünü anlatıyordu. Tanrı soyu Odysseus da ona düşmanlara çektirdiği kaygıları ve kendinin çektiği mihnetleri, bütün başına gelenleri anlatıyordu. Penelopeia kıvanç ile bunları dinliyor ve hikâyelerin sonuna kadar göz kapaklarına hiç uyku girmiyordu.
Odysseus hikâyelerine başlayıp önce Kikonları nasıl yendiğini, sonra çelebi Lotophagosların mübarek iline gelişini anlattı. Kyklop'un ettiklerini, sadık yarenlerini merhametsizce yemesini ve ondan nasıl öç aldığını anlattı; ve Aiolos katına gelip sevgi ile karşılandıktan, yardım görüp uğurlandıktan sonra talihsizlikle sevgili atalar yurduna nasıl ulaşamadığını ve fırtınaya kapılıp inleye hıçkıra yeniden balıklı engin denize atıldığını söyledi.
Ve Laistrygonie'de Telepyle'ye gelişini ve orada teknelerinin ve bütün yarenlerinin mahvoluşunu; yalnız kendi başına bir kara gemi ile kaçıp kurtuluşunu anlattı; ve düzenbaz Kirke'nin hilelerini; ve Hades'in nemli konaklarına çok kürekti gemisiyle inip Thebaili Teiresias'ın tayfından geleceği sorduğunu ve orada eski savaş yoldaşlarını ve kendisini doğurup çocukken büyüten anasını nasıl gördüğünü uzun uzun hikâye etti.
Ve deniz Sirenlerinin seslerini nasıl işittiğini; ve sürüklenen kayalardan, başka bir kimsenin sağ esen aşmadığı korkunç Kharybdis ile Skylla'dan nasıl başını kurtardığını; ve yarenleri Güneş tanrının sığırlarını kesip yediği için yüksektengürler Zeus'un ak yıldırım vuruşu ile tez yürüyüşlü teknesinin nasıl parçalandığını ve yiğit yarenlerinin cümlesini helak edip yalnız kendisini kara Ecel cadılarının kemliğinden nasıl kurtardığını anlattı.
Ve Ogygie adasına ulaşıp Nymphe Kalypso'nun kendisini oyulmuş mağaralarında tutarken kocası olması için nasıl yanıp tutuştuğunu ve bu ümitle kayırıp ona ihtiyarlamayacak ve ölmeyecek bir dirlik vermek istediğini, fakat hiç bir zaman göğsünde gönlünü kandıramadığını söyledi.
Ve çok çektikten sonra Phaiakeli'ne nasıl yanaştığını ve kendisini bir tanrı gibi, candan ululayıp bir gemi ile aziz atalar yurduna nasıl uğurladıklarını ve tunçtan, altından, kumaşlardan armağanlar sunduklarını anlattı. Hikâyelerine son verdiği zaman tene uyuşukluk getiren tatlı uyku basıp gönlündeki kaygıları uyuşturdu.
Bu ara gökgözlü tanrıça Athena başka şeyler kuruyordu; Odysseus'un, doya doya, karısının sevgi yatağında uyuyup candan gönülden safa sürmüş olduğunu görünce, Okeanos'ta sabah sislerinin kızı altın tahtlı Şafağı, insanlara ışığı getirsin diye kaldırdı; Odysseus da yumuşak yataktan kalkıp karısına dedi ki:
— Kadın, her ikimiz belâya doymuş bulunuyoruz: sen burada inleye ağlaya bin bir kaygılı dönüşümü beklerken, Zeus ve öbür tanrılar beni belâlar arasından geçirip atalar yurdundan uzak tutuyorlardı. Fakat işte ikimiz, çok arzulanmış olan şu yatak içinde, nihayet birbirimize kavuştuk; şimdi artık şu konakta kalmış olan mallarıma bakmalıyım, aşırı azgın yavukluların telef edip bitiremediği sürülerimi toplamaya ve Akhaiların verecekleri ile ağıllarımı donatmaya çalışmalıyım.
Fakat ben en önce ağaçlı korularımıza gidip benim üzüntümden inleyip duran sanlı atamı görmeliyim. Kadın, senin ne kadar uslu akıllı olduğunu bilirim, ama şu öğüdümü dinle: Güneş doğunca, konakta öldürdüğüm yavukluların ölüm haberi yayılacaktır; sen karavaşlarınla yüksek katına çekil, otur; ne kimseyi yanına sok, ne kimseden bir şey sor!
Böyle deyip omuzlarına güzel silâhlarını astı, Telemakhos'u ve sığırtmaçla domuz çobanını uykudan kaldırdı ve cümlesine savaş pusatlarını ele almalarını buyurdu; onlar da hemen sözünü dinleyip tunçla vücutlarını donattıktan sonra kapıları açıp konaktan çıktılar. Odysseus başlarına geçmişti. Bu ara yeryüzü ışıklar içindeydi. Fakat Athena üstlerine gece rengi sis saçarak onları çarçabuk şehirden dışarı iletiyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro