Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Şan: 20

FODUL YAVUKLULAR TEPELENMEDEN ÖNCE

O ara tanrısal Odysseus dehlize gelip yatmıştı: Yere serdiği taze yüzülmüş bir sığır derisinin üstüne Akhaiların her gün kurban ettikleri koyunların pöstekilerinden birkaç tane yaymıştı. Yattıktan sonra Eurynome gelerek üstüne bir kaftan atmıştı; ama o anda Odysseus, aklıyla, yavukluların ocağına incir dikmeyi düşündüğünden, yattığı halde gözlerine uyku girmiyordu. Yattığı yerden, âdetleri üzere, yavuklularla buluşmak için, divanhaneden çıkan kadınları görüyordu; arasıra gülüşerek oynaşıyorlardı. Aziz göğsünde yüreği hopladı, aklıyla ve gönlü ile çok düşünmeğe koyuldu: Üstlerine saldırıp hemen hepsini gebertmeli miydi, yoksa, en son geceleri olmak üzere, azgın yavuklularla gidip birleşmelerine ses çıkarmamalı mıydı? Göğsü içinde yüreği uluyordu: Dişi köpek, depreşen enciklerini korumağa hazır, geçen yabancının üstüne nasıl havlayıp saldırmağa kalkarsa, yaman işler karşısında tiksinen yüreği öyle kuduruyordu. Fakat göğsüne vurarak yüreğine şu sözlerle çıkıştı:

Katlan, daha katlan, yüreğim! Bundan daha zalim cefalara katlanmıştın, o gün kim gücü yenilmez Kyklop yiğit yarenleri yemişti! Ölümden kurtuluş ummazken, sen sabretmesini bildin ve hilemle mağaradan sıvışabildik...

Böyle diyerek aziz yüreğine cesaret veriyordu; ve buna kanan sabırlı yüreği rahatlarken kendi o yana bu yana dönüyordu; nasıl ki, bir er, iç yağı ve kan dolu bir kursağı alevli ateş üzerinde döndüredurup çarçabuk pişmesine can atarsa, o da öyle o yana bu yana dönüyor ve tek başına utanmaz yavukluların kalabalığı üstüne nasıl saldıracağını düşünüyordu.

Bu ara Athena yanına geldi, başucunda ayakta durup şu sözleri söyledi:

— Niçin uykusuz kalıyorsun, ey insanların en mutsuzu? İşte, şimdi, evindesin: Karın da evindedir, oğlun da: Hem ne oğul: Her babanın gıpta edeceği gibi bir oğul.

Ona karşı çok tedbirli Odysseus şöyle dedi:

— Gerçek, tanrıça, her şeyi gereğince söyledin; fakat benim aklımla düşündüğüm şudur: Tek başıma utanmaz yavuklular kalabalığının hakkından gelmek nice olacak! Çünkü onlar burada hep cemaat halinde toplanıyorlar. Bir de aklımda bundan daha büyük bir düşünce var: Zeus'un yardımı ile ve seninki ile bunları tepeledikten sonra, nereye sığınmalıyım? işte bunu bildirmeni dilerim.

Ona karşı gökgözlü Athena şöyle dedi:

— A mutsuz kişi! Herkes yarenlerinden en kötüsüne, bir ölümlü ve bilgisi az kişi iken, güvenir; ben ise bir tanrıçayım ve seni durmadan korumaktayım ve koruyacağım, karşına çıkacak her belâ içinde; açıkça sana söylüyorum: Miskin ölümlülerden elli alay ikimizi sarıp seni türlü silâhlarla öldürmeğe kalksa, yine galip gelip onların sığırlarını ve semiz koyunlarını talan edecek sen olacaksın! Haydi, yat, uykuya var! Bütün gece uykusuz kalıp beklemek de ayrı bir belâdır: Güven, yakında cefaların sona erecektir.

Böyle dedi ve sonra göz kapaklarına tatlı uyku ekerek, tanrıçaların en tanrısalı Olympos'a vardı. Çok geçmeden Odysseus'u uyku basıp kaygıları dağıldı ve vücudu rahat etti. O ara karısı uyanmış, kaygılı gönülle, yumuşak yatağında oturup ağlıyordu. Doya doya ağlayıp gönlünü avuttuktan sonra, kadınların en tanrısalı, en başta, tanrıça Artemis'e dua etti:

— Ulu tanrıça, Artemis! Ey Zeus kızı! Kısmet olaydı da oklarınla beni göğsümden vurup hemen şimdi canımı alaydın! Veya beni kasırga kaldırıp gök yolundan tez akışlı Okeanus'un ağzına ataydı! Nitekim. vaktiyle Pandaros'un kızlarını da kasırga kapmıştı: Daha önce analarını, babalarım tanrılar alıp onları konaklarında öksüz komuşlardı; o zaman tanrısal Aphrodite onları peynirle, balla ve tatlı şarapla besleyip büyütmüştü: Hera onlara, başka kadınlara verdiğinden daha çok güzellik ve bilgi ihsan etmişti; suç işlememiş Artemis ululuğu bağışlamış, Athena ise güzel işler görmeği öğretmişti. Ve bir gün tanrısal Aphrodite yüksek Olympos'a çıkıp yıldırım savuran Zeus'tan onlara iyi bir koca kısmet etmesini dilemiştir: O, her şeyi bilir ve ölümlü insanların iyi talihi de, kötü talihi de onun bileceği iştir. Fakat Harpy' ler fırsat vermeyip bu ere varmamış kızları aldılar, Erinny'lere karavaş olarak verdiler. Keşke bana da Olympos konaklarının sahipleri böyle bir ölüm kısmet edeydiler! Keşke güzel belikli Artemis beni oklarıyla vursaydı! Ve hiç olmazsa korkunç yeraltında Odysseus'a kavuşaydım. Ve ondan aşağı bir erin keyfine oyuncak olmayaydım! İnsan kederlere katlanabilir, eğer bütün gün kaygılı gönülle ağlayıp sızladıktan sonra geceleri rahat bir uykuya varabilse! Çünkü göz kapaklarımızı kapayan uyku dirliğimizi, iyi olsun, fena olsun, unutturur. Fakat bana uyurken de, bir ifrit yaman düşlerle rahat yüzü göstermiyor. Bu gece, tıpkı O'nun benzeri, yanıma sokulup yatmıştı; ordu ile birlikte giderken olduğu gibiydi! Gönlüm sevinç içindeydi! O hale düş diyemiyordum, gerçeğin o kadar aynıydı!

Böyle diyordu ve Şafak hemen altın tahtı üzerine çıkıyordu. Bu ara ağlıyan Penelopeia'nın sesi kulağına gelen tanrısal Odysseus, düşünceli düşünceli ortalığı dinledi; onun kendisini tanıdığını, yanına gelip baş ucuna dikileceğini sandı... Hemen kaftanı ve üstünde yattığı pöstekileri toplayıp divanhanede bir koltuk üzerine koydu; sonra sığır derisini avluya götürdü ve ellerini kaldırarak Zeus'a dua etti:

Zeus ata, eğer tanrıların dileğiyle, karadan sudan, geze dolaşa yurdum olan bu yere gelmiş isem, bir alamet belirsin: içerde ayakta olanlardan bir ses ve dışarda senden başka bir ses kopsun!

Böyle deyip dua etti ve ulu tanrı Zeus, hemen, ışıklar içindeki Olympos'tan gürledi bulutların üstünden ve tanrısal Odysseus keyiflendi, ve yakınında, bir odadan, değirmen çeviren bir kadın seslendi: Orada budunlar çobanının on iki değirmen taşı vardı, onları kadınlar çevirirler, arpa ve buğday öğüterek insanlara ilik olan unu yaparlardı. Öbürleri danelerini öğütmüş oldukları için yatıp uyumuşlardı; yalnız biri işini bitirememişti: En güçsüzleri buydu, işte bu kadın değirmen taşını durdurup Hanına hayırlı fal olarak söz söyledi:

— Zeus ata! tanrıların ve insanların Hanı! Yıldızlı gökten ulu ulu gürledin; hiç bir yerinde ise bulut yok! Bu, senin bir alametindir! Öyle ise, ben kutsuz kişinin de dileğini kabul eyle: Bugün, Odysseus'un konağında, yavukluların kendilerine çekecekleri neşeli ziyafet son ziyafetleri olsun! Çok yorucu olan arpa öğütmek emeği ile onların yüzünden dizlerimde derman kalmadı; hay, son akşam yemekleri olsun bugünkü!

Böyle dedi ve Odysseus bu hayırlı duaya ve Zeus'un gürleyişine şadoldu: Çünkü artık azgınların cezasız kalmayacaklarına inanıyordu!

SON CÜMBÜŞ

Odysseus'un güzel divanhanesinde toplanan karavaşlar sönmez ateşin alevini tazeliyorlardı ki, yatağından çıkan Telemakhos göründü: Tanrıların eşi olan bu er esvaplarını giymiş, omuzuna sivri kılıcını asmış, tombul ayaklarının altına güzel çarıklarını bağlamıştı; tunç temrenli, sağlam mızrağını da elinde tutuyordu. Eşikte durup, geçmekte olan Eurykleia'ya şöyle dedi:

— Sevgili dadı, konuk ağırlandı mı: Kendisine yatak döşek verildi mi? Yoksa bakımsız mı kaldı? Çünkü anamı bilirim: Akıllı tedbirli kadındır, fakat çok defa en değersiz kişileri ağırlar da en lâyıklarını bakımsız yollar. Ona karşı sevgili dadısı Eurykleia dedi ki:

— Bugünlük, çocuğum, sebepsiz, ananı kınama. Şaraptan, konuk kendi istediği kadar oturup içti; ekmekten, karnım aç değil deyip fazla yemedi, anan yesin diye çok ısrar etmişken. yatıp uyumak vakti gelince de anan kadınlara, gidip ona bir yatak kurmalarını söyledi; ama kendi, kaygılı kederli kişi, bir yatağa uzanıp çarşafla ve yorganla örtünmesini istemedi; dehlizde, yere taze yüzülmüş bir sığır derisi ile koyun pöstekilerini yayıp yattı, biz de üstüne bir kaftan atıp örttük.

Böyle dedi ve Telemakhos konaktan çıktı; oradan dernek meydanına gidip güzel knemisli Akhailara ulaştı.

Ve hemen tanrısal kadın, Ops Pisenorides kızı Eurykleia halayıklara seslendi:

— Haydi, çabuk olun! Divanhaneyi bir bölüğünüz süpürüp sulasın, güzel işlenmiş koltukları erguvan rengi nalçalarla örtsün! Bir bölüğünüz de süngerle masaları silsin, sonra sebuları ve iki kulplu sağrakları temizlesin! Başkaları da su almak için çeşmeye gidip çabucak dönsün! Çünkü yavuklular geç kalmayıp erken erken konağa gelirler: Bugün genel bayram günüdür!

Böyle dedi, kızlar da onu dinleyip dediğini yerine getirdiler: Yirmisi suları yağız çeşmeye gitti, öbürleri de ustaca divanhanenin işlerine emek verdi.

O ara yavuklular gelip içeri girdiler; onların da bir bölüğü ustaca odun yardı; sonra, çeşmeye giden kızlar döndüler; onlardan sonra da domuz çobanı çıkageldi: Sürüsünün en semizlerinden üç domuz sürüp getirmiş güzel avluda çalı çırpı yiye dursunlar diye bırakmıştı.

Domuz çobanı hemen Odysseus'un yanına gelip tatlı sözler söyledi:

— Garip, artık sana iyi bir gözle mi bakıyorlar, yoksa divanhanede eskisi gibi hor tutmada devam mı ediyorlar?

Buna karşılık çok sakıngan Odysseus şöyle dedi:

— Hay tanrılar azgınlıklarının cezasını versin, Eumaios, onların! İşleri güçleri, başkalarının evinde, hakaret; zulüm, her türlü yamanlık; ve zerre kadar utanmıyorlar!

Anılarında böyle söyleşmekte iken keçilerin çobanbaşısı Melanthios yanlarına çıkageldi, sürülerinin en iyi keçilerini sürüp getirmişti. Keçileri, yankılı dışkapı altında bağladı, ve Odysseus'a yaklaşarak yine alaya başladı:

— Yine buradasın ha! Divanhanede masa masa dilenip âlemi rahatsız etmek için mi? Kapıyı boylamağa niyet yok mu? Elimizin gücünü sınamadan senin buradan ayrılacağın yok, sanırım; çünkü sen dilenciliğin haddini aşıyorsun! Halbuki başka Akhaiların kapılarında da ziyafetler var!

Böyle dedi ve ona karşı çok sıkılgan Odysseus hiç bir şey söylemedi, başını sallayıp sustu, fakat derinden öç almasını düşünüyordu.

Ondan sonra, üçüncü olarak sığırtmaçların başı Philoitios geldi, suyun geçit yerinden kayıkçılar geçirmişlerdi; o da kısır bir inekle semiz keçiler getirmişti. Yankılı dışkapının altında hayvanları bağlayıp Eumaios'un yanına geldi ve ona şöyle dedi:

— Çobanbaşı, konağımıza yeni gelen bu konuk kimdir? Hangi erlerden olduğunu söylüyor? Soyu sopu var mıdır? Hangi bereketli ülkedendir? Yoksul ama, boy boşça bir ulu kişiye, bir Hana benzer! Tanrılar dileğiyle gurbetlerde sürünenler çabuk yıpranır; ve belâlar herkes içindir, hattâ beyler, hanlar için de!

Sonra, Odysseus'a yaklaşarak sağ elini uzattı, selâmlıyarak kanatlı sözler söyledi:

— Sağ ol konuk ata! Dilerim ki yakında baylık bulasın, bugünkü mihnetlerden kurtulasın! Ey Zeus ata, tanrıların en merhametsizi! İnsanları kendin yarattın ve acımadan yine kendin en katı cefaların içine atıyorsun... Garip, seni görünce gözlerim yaşardı, vücudumu ter bastı, çünkü Odysseus hatırıma geldi; onu tıpkı senin gibi çaputlara sarınmış, ülkeden ülkeye dolaşır görüyorum; bu da şayet hâlâ sağ ise, güneşin ışığını görüyorsa! Eğer ölmüş ise ve Hades konaklarına göçmüş ise, daima onu anarak ağlıyacağım: Kusursuz Odysseus beni, uşak iken, Kefalonia ülkesindeki sığırlarını gütmeğe yollamıştı. Şimdi sürüleri sayısız üredi! Başka kimsenin geniş alınlı öküzleri bu derece üremiş değildir... Ve bunları yabancıların buyruğu ile buraya getiriyorum: Kesip kesip yiyorlar! Onun konağında, oğluna acımadan, tanrılardan korkmadan ve cezayı akıllarına getirmeden çoktan beri gurbette kalan hanın mallarını paylaşmağı düşünüyorlar! Bu hal karşısında göğsümün içinde aziz yüreğim çırpmıyor; Karar veremiyorum: Telemakhos sağ iken, sığırları alıp başka erlerin ülkesine gitsem yaman bir iş olur, diyorum; burada kalıp başkasının sığırlarını yabancılara yedirmek için gütmek de katlanılmaz bir belâlı iştir. Çoktan bu duruma dayanamayıp uzaktaki Hanlardan birinin ülkesine kaçardım, fakat daima mutsuz beyimi düşünüyorum: Bir gün dönse de şu konağın içinde çelebi yavukluları darmadağın etse! Buna karşı çok sıkılgan Odysseus şöyle dedi:

— Sığırtmaç! Yaramaz veya akılsız bir kişiye benzemiyorsun; akıllı ve tedbirli bir düşünüşte bulunduğunu da anlıyorum; bunun için sana söylüyorum ve büyük yemin ile and içerek haber veriyorum: Sen hazır iken Odysseus gelecektir ve istersen, burada zorba kesilen yavukluları tepelediğini kendi gözlerinle göreceksin.

Sığırtmaçların başı ona şöyle cevap verdi:

— Hay, Kronos oğlu dediğin günü bize kısmet eyliye, ey yabancı! O zaman, benim de güçlü kollarımın ne değerde olduğunu görüp anlarsın!

Aralarında böyle söyleşmekte iken, yavuklular oturup Telemakhos'un ölümünü tasarlıyorlardı. Fakat o anda alâmet belirdi: Sol yandan bir kartal uçup gelmişti ve pençesinde titriyen bir güvercin tutuyordu. O zaman Amphinomos söze başlayıp dedi ki:

— Dostlar! Telemakhos'u öldürmek için kurduğunuz olmıyacak! Artık yalnız ziyafeti düşünelim!

Amphinomos böyle dedi, onlar da sözünü beğendiler ve hemen tanrısal Odysseus'un konağına girdiler; kaftanlarını kürsüler ve koltuklar üzerine attılar. Boylu boslu koçları ve semiz keçileri kurban etmeğe başladılar, içirikleri önce kebap edip bölüştüler, sebular içinde şarabı kardılar; domuz çobanı da sağrakları dağıttı ve sığırtmaçların başı Filoitios ekmeği güzel sepetler içinde üleştirdi; şakiliği de Melanthios etti.

Telemakhos ise Odysseus'u, sağlam kuruluşlu divanhanede, taş eşiğin yanında oturtmayı faydalı saymıştı: Altına biçimsiz bir seki vermiş, önüne de küçük bir masa çekerek üstüne içirik kebabından bir pay komuştu ve bir altın sağrak alıp içine şarap doldurmuştu.

Sonra ona seslenerek şöyle dedi:

— Şimdi burada oturup erlerle bir arada şarabını iç: Seni alıp yavukluların elinden ve hor bakmasından korumak bana düşer, çünkü burası budunsal bir ev değil, Odysseus hanın konağıdır ve bunu o, benim için yaptırmıştı. Sizler de, yavuklular, elinizi çekin ve alçaltıcı dilinizi tutun; eğer arada kavga dövüş çıkmasını istemezseniz!

Böyle dedi ve cümlesi dudaklarını ısırarak Telemakhos'un böyle yüksekten söylemesine şaşıyorlardı.

Bunun üzerine Antinoos Eupeithes oğlu söze başladı:

— Ne kadar ağır da olsa lâkırdıyı yutalım. Bizi nasıl korkutarak söz söylediğini gördünüz!... Kronos oğlu Zeus istemedi... yoksa, divanhane içinde, şu meydan hatibini çoktan susturmuş olurduk!

Antinoos böyle dedi, Telemakhos ise lâfına aldırış etmedi.

Çavuşlar bu ara tanrılara sunulacak yüzlük kurbanları kasabanın içinden geçiriyorlardı; uzun saçlı Akhailar uzağa atan Okçu Apollon'un sık ve gölgeli korusunda toplanıyorlardı!

Kebap edilmiş kaba etleri ateşten çekip pay pay doğradılar ve oturup şanlı ziyafetle keyiflerini yerine getirdiler. Dağıtma işine bakanlar Odysseus'un önüne herkesinki ile denk bir pay koydular, çünkü tanrısal Odysseus'un sevgili oğlu böyle buyurmuştu.

Tanrıça Athena ise taşkın yavukluların alçaltıcı sövmelere son ve ara vermelerini istemiyordu, tâ ki Laertes oğlu Odysseus'un kafası daha fazla kızsın diye.

Yavuklular arasında töre tüze bilmez bir er vardı; Ktesippos adlı ve evden barktan yana Same adalı idi. Babasının mallarından burnu kalkmış, çoktan beri gurbette kalan Odysseus'un karısına istekli çıkmıştı. Bu er söze başlayıp aşırı azgın yavuklulara dedi ki:

— Coşkun yavuklular, kulak verin bana! Size bir diyeceğim var: Şu yabancı, işte çoktan, tam, payını almış bulunuyor; böyle de olmalıdır; Telemakhos'un, kendi keyfince, konağına aldığı konuklara saygı göstermemek iyi olmaz, doğrusu! Ben de şimdi ona bir diş kirası ilâve etmek istiyorum: Kendi beğenmezse hamam uşağına veya tanrısal Odysseus'un konağında kullukçuluk edenlerden başka birine versin.

Böyle dedi ve sepetten aldığı bir öküz paçasını etli güçlü kolu ile Odysseus'a fırlattı; küçük bir baş eğmesiyle Kendini koruyan Odysseus içten gelen bir gülümseme ile alay etti: Paça gidip kalın duvara çarptı.

Hemen Telemakhos söze başlayıp Ktesippos'a çıkıştı:

— Ktesippos, talihine gönülden şükret ki, attığın konuğa değmedi ve kendi korunabildi; yoksa seni mızrağımla bir yandan öbür yana sançıp geçirirdim ve çelebi baban düğün yerine senin cenaze şölenini düşünürdü.. Artık kimse, bu evde, böyle yakışmaz işlere kalkmasın! Çünkü ben her şeyi, yakışanı ve yakışmayanı, görüp anlıyacak haldeyim; artık çocuk değilim, halbuki neler görüp katlanmak zorunda kalıyorum: Davarlarım kesiliyor, şarabım içiliyor, ekmeğim yeniyor; ve tek başıma kalabalıkla başa çıkamayıp seyirci kalıyorum! Artık bu düşmanca kötülükleri kesin; eğer son dileğiniz tunç kılıçla bana kıymak ise, ben de buna razıyım; çok daha iyi olur: Öleyim de şu sonu gelmiyen yakışıksız işleri görmiyeyim; artık konuklarım alçaltılmasın, güzel konağımda karavaşlarımın şerefine dokunulmasın!

Böyle dedi ve cümlesi ağızlarını açıp bir şey söyliyemiyordu; neden sonra Damastor oğlu Agelaos şöyle dedi:

— Dostlar, böyle doğru söylenen sözlere gücenip ters cevapla karşı koymak yakışmaz, Telemakhos'a ve anasına da yumuşak sözler söyliyeceğim, isterdim ki öğüdüm ikisinin gönlüne hoş gelsin: Göğüslerinizde yüreğiniz çok ölçülü Odysseus'un yurduna dönüşünü ummakta oldukça yavukluların bekletilip konakta tutulmasına kimsenin bir diyeceği yoktu: Madem ki yurda dönmesi vardı, en doğrusu beklemekti; ama şimdi artık onun dönmiyeceği anlaşılmıştır. O halde, Telemakhos, var, anana öğütle, içimizden en seçkin ve en çok bağışlıyan kim ise onunla evlensin. O zaman sen de rahat rahat babandan kalan malları yer, içersin; anan da gider bir başkasının evine bakar.

Ona karşı akıllı Telemakhos dedi ki:

— Hayır, Agelaos, Zeus hakkı için ve İthaka'dan uzaklarda ölen veya gurbette kalan babamın çektikleri hakkı için, anamı düğünden alıkoyan ben değilim! Anama kendim de hoşuna gidenle ve en çok hediyeler verecek olanla evlenmesini söylüyorum;, ama sert sözlerle konaktan çıkıp gitmeğe zorlamak... Tanrı göstermesin, ben bundan sakınırım!...

Telemakhos böyle dedi, Pallas Athena ise hepsinin aklını çelerek onları kahkahalarla gülmekten katılttı ve niçin böyle avurt dolusu güldüklerini bilmiyorlardı ve bir yandan çiğnedikleri etlerden kanlar akıyordu; öbür yandan ise gözleri yaşarıp ağlamaklı ve hıçkırıklı oluyorlardı.

Bunun üzerine tanrı yüzlü Theoklymenos onlara dedi ki:

— Hay yaman kişiler! Başınıza ne belâlar gelecek! Gece sizi kaplamakta: Başlarınız da, yürekleriniz de, dizlere kadar bütün vücutlarınız da karanlık içinde kalmakta. Bir yandan da ağlıyorsunuz, yanaklarınız yaş olup eriyor! Şu direkler, şu duvarlar kanlara bulanmış! Avlu, dışkapı gölgelerle dolmuş! Bu tayflar Erebos'un karanlıklarına yollanıyor! Gökte güneş sönüyor, her şeyi ölüm sisi kaplıyor!

Böyle dedi ve sözlerini keyifli gülüşlerle karşıladılar. Söze Polybos oğlu Eurymakhos başlayıp dedi ki:

— Şu yeni gelen konuk aklını kaçırmış! Haydin, delikanlılar şuna yolu gösterin de dernek meydanını boylasın, madem ki burayı karanlıkta görüyor!...

Buna karşı tanrı yüzlü Theoklymenos dedi ki:

— Eurymakhos, senden kılavuz istiyen yok! Benim iki gözüm, iki kulağım, iki ayağım vardır; kafam da sağlamdır, asla bozuk değildir. Bunların yardımı ile buradan çıkıp gidiyorum, çünkü başlarınız üzerinde dolaşan belâyı görüyorum: Hiç biriniz bundan kurtulamıyacak, ey tanrısal Odysseus'un konağında insanları aşağılatan ve kötülükler işliyen fodul yavuklular!

Böyle deyip yüksek yapılı daireden çıktı, Peiraios'un yanına gitti, o da onu güler yüzle karşıladı. Yavuklular ise bu ara birbirleriyle bakışarak Telemakhos'a takılıyorlar, konuklarıyla alay ediyorlardı.

Bu aşırı şımarık gençlerden biri şöyle diyordu:

— Telemakhos, konuktan yana kimse senden daha talihsiz olamaz! Şurada kalan serseriye bak! Sıkılmaz bir dilenci: Ekmek ister, şarap ister, ama çalışmak yok; hiç bir iş elinden gelmez; yer yüzünde faydasız bir yük!... Şu kâhinliğe kalkan öbürü de bir başka türlü!... Dinle beni, en iyisi benim diyeceğim gibi karar vermektir: Bu yabancıların ikisini de bir kara teknenin içine atıp Sikel'lerin ülkesine yollıyalım: îyi bir paha ile satılırlar!

Böyle dedi, Telemakhos ise lâflarına aldırış etmedi. Susup babasına bakıyordu; ne zaman sıkılmaz yavukluların yakasına yapışacağını bekler gibi duruyordu.

Bu ara İkarios kızı bilge Hatun Penelopeia, merdiven sahanlığına güzel bir kürsü koydurup oturmuş, hepsinin ayrı ayrı söylediklerini dinliyordu. Divanhanede şimdi hepsi keyifli keyifli gülerek ziyafeti uzatıyorlardı: Çok kurban kesmişler, pek çok yiyip içmişlerdi; fakat sonra bir tanrıça ile yürekli bir er onlara uğursuzlukta benzeri görülmemiş bir cümbüş kuracaktı! Meheldi, çünkü en önce onlar yaman işlere başlamışlardı!

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro