Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Şan: 18

ODYSSEUS İLE IROS'UN YUMRUK DOĞUŞU

Bir yoksul çıkageldi, bütün ülke içinde tanılmıştı; çünkü İthaka kasabasında kapı kapı dilenirdi ve karnının doymazlığı ile anılırdı: durmadan, ne bulsa, yiyecekten içecekten, kursağına indirirdi. Gücü kuvveti hiç yoktu, lâkin boylu boslu ve görünüşte görklüydü. Amaios, doğunca sayın anasının ona koduğu ad idi; lâkin bütün gençler ona İros diyorlardı; şunun için ki nereye yollasalar, İris gibi gider, ısmarlanan haberi ulaştırırdı!

İros gelir gelmez Odysseus'u evinden kovmaya kalktı ve çıkışarak ona kanatlı sözler söyledi:

— Çekil, ihtiyar, kapının önünden; yoksa şimdi seni bacağından sürüklerim. Görmüyor musun ki, hepsi işaret ediyor seni dışarı atayım diye? Ama ben kendime yakıştırmıyorum. Haydi kendin kalk git, tâ ki çekişip iş yumruk yumruğa varmasın!

Çok tedbirli Odysseus ona yan bakarak dedi ki:

— A kutsuz kişi! Ne bir fenalığım dokundu sana, ne kötü bir lâf söyledim. Kimsenin sana istediği kadar vermesini de kıskanmam. Eşik büyük; oraya ikimiz de sığarız. Başkalarını kıskanmak da sana yakışmaz; sen de benim gibi bir dilenciye benziyorsun. Kısmetleri tanrılar üleştirir. Ama el kaldırıp kanımı kaynatma; çünkü kafam kızarsa, yaşlı olduğuma bakma, eğe kemiklerini kırar ağzından kan kustururum; yarından sonra da ben rahat ederim; çünkü sen artık bir daha Laestes oğlu Odysseus'un konağına ayak basamaz olursun sanırım!

Ona karşı öfkelenen dilenci İros dedi ki:

— Vay canına! Şu aç herif ne tok lâflar savuruyor, ocağının dumanına boğulmuş koca karı gibi! Şimdi ben iki elimle çullanırsam avurtlarından dişlerini söker, yere tükürtürüm: ekine dalan yaban domuzuna ettikleri gibi. Öyle ise hemen sıvan, kuşan da görsünler: kendinden genç biriyle savaşa kalkmak ne demek imiş!

Yüksek kapıların önünde, cilalanmış eşiğin üstünde, böyle, gönüllerinin bütün hevesiyle çekişiyorlardı.

Bunların ağız kavgası ettiğini görünce, erki kutsal Antinoos Han, tatlı tatlı gülerek yavuklulara şöyle dedi:

— Dostlar! Böylesi hiç görülmüş değil! Tanrılar şimdiye kadar, şu konakta, içimiz açılsın diye bundan büyük bir eğlence kısmet etmemiştir. Garip ile İros çekişiyorlar; yumruk yumruğa gelmek üzereler! Haydin, onları kızıştıralım.

Böyle dedi ve cümlesi gülerek ayağa kalktı, çaputlara bürünmüş dilencileri sardılar: ve Evpeithos oğlu Antinoos dedi ki:

— Kulak verin bana, coşkun yavuklular! Size söyleyeceklerim var! Akşam övünü için, keçi kursaklarını kanla doldurup iç yağları ile sarmış, ateşe vurmuştuk, ikisinden kim daha güçlü çıkıp ötekini yenerse, bu bumbarlardan beğendiğini seçip alsın; bundan sonra da yalnız o şölenlerimize gelsin; başka bir yoksula artık gelip aramızda dilenmeye yol vermeyelim.

Antinoos böyle dedi ve cümlesi söylediğini beğendi. Buna karşı çok tedbirli Odysseus bir hile düşünerek atıldı:

— Dostlar! Çok genç bir erin, cefalar çekip yıpranmış bir ihtiyarla savaşması nasıl olur? Ama beni şu zalim karın zorluyor! Yaraları bereleri gözüme alayım; hiç olmazsa cümleniz büyük yemin ile and için ki, İros'a yardım etmek için hiç biriniz güçlü eliyle vurup beni yendirmeyecek.

Böyle dedi ve cümlesi istediği gibi and içti; yemini töresince yerine getirdikten sonra, erki kutsal Telemakhos Han hemen söze başlayıp şöyle dedi;

— Garip, eğer gönlün, canın bu adamla savaşmayı istiyorsa, Akhaiların hiç birinden korkun olmasın; çünkü sana kim vurursa daha bir çoklarımızla başa çıkmayı gözüne almalıdır: en önce, burada seni konuklamış olan benimle, sonra beni onamakta olan iki han, iki doğru adam, Evrymakhos ve Antinoos ile.

Böyle dedi ve cümlesi söylediğini beğendi. Bu ara Odysseus, çaputlar ile erkeklik yerini sararak onlara güzel, iri butlarını gösterdi; geniş omuzları da, iki koynu ve güçlü pazuları da meydana çıktı. Bu ara Athena acele yaklaşmış, budunlar çobanının vücuduna kuvvet vermişti. Yavukluların cümlesi aşırı derecede hayret etti. Biri görüp yanındakine dönerek aralarında söyleştiler:

— Çok geçmeden zavallı İros İrosluktan çıkacak, aradığı belâ başına gelecek! İhtiyarın çaputları altında ne butlar, ne kalçalar varmış!

Böyle diyorlardı ve İros'un içine kaygı düştü; ama uşaklar zorla kemerini beline sarıp, getirdiler: bütün üyelerinin etleri korkudan titriyordu.

Bunun üzerine Antinoos çıkışarak ona dedi ki:

— Hay anan seni doğurmaz olaydı! Seni gidi tabansız! Cefadan yıpranmış bir ihtiyarın önünde titriyorsun! Bak sana önceden söyleyeyim, dediğim de olacak; eğer buna yenilip altta kalırsan seni bir kara gemiye bindirir, karşı yakadaki Ehetos hanın yanına gönderirim. Bütün insanların en zalimi olan bu han tunç hançerle kulaklarım burnunu keser, edep yerlerini koparıp kanlı kanlı köpeklere yedirir.

Böyle dedi ve daha büyük bir korku İros'un etlerini titretti! Onu ortaya sürdüler; her ikisi kollarını kaldırdılar. Bu ara çok tedbirli Odysseus düşünüyordu: bir vuruşta canını alacak gibi çarpsın mı, yoksa yere sermekle yelinsin mi? Ve bu düşünce sonunda Akhaiları şüphelendirmemek için yavaş vurmaya karar verdi.

İkisi kollarını kaldırıp hamle ettiler. İros hasmının sağ omuruna yumruğunu indirdi; Odysseus ise onun boynuna, kulağın altına vurdu; kemikleri kırılarak ağzı kanla doldu; bangır bangır bağırarak tozların içine yuvarlandı; ayakları ile yeri tekmeliyordu. Taşkın yavuklular gülmekten katılarak ellerini kaldırıyorlardı.

Bu ara Odysseus hasmını bir ayağından sürükleyerek, kapıdan avluya çıkardı ve oradan dışarıya kadar iletip arkasını duvara dayadı; eline bir değnek vererek şu kanatlı sözleri söyledi:

— Şimdi burada kal, domuzları ve köpekleri kov; ama bir daha yoksulların, dilencilerin başına buyruk kesilme; yoksa senin de başına bugünkü belânın daha büyüğü gelebilir.

Böyle deyip murdar heybesini iki omuzuna astı; sonra dönüp divanhanenin eşiğine oturdu ve öbürleri keyifli keyifli gülerek ona kutlayıcı sözler söylediler.

— Hay Zeus ve öbür ölümsüz tanrılar, ey garip, sana aziz gönlünün bütün muratlarını versin! Bizi şu uğursuz dilenciden kurtardın.

Böyle dediler ve bu duadan Odysseus'un gönlü şad oldu. Antinoos kanla dolu ve içyağı ile sarılı en büyük kursağı önüne korken, Amphinomos da sepetten iki ekmek seçerek getirdi ve altın sağrağını sunarak onu övdü:

— Sağ ol, konuk ata! Tanrı vere, dirliğin yine mutlu olsun! Çünkü şimdi gerçekten büyük sıkıntılar içindesin! Buna karşı çok ölçümlü Odysseus dedi ki:

— Ey Amphinomos, bana sen gerçekten çok akıllı görünüyorsun, tıpkı baban Nisos gibi; ben Dulihion'da onun iyilikten ve zenginlikten yana adlı sanlı olduğunu işitmiştim. Dedikleri gibi sen ondan doğduğun için ve uslu akıllı kişiye benzediğin için söyleyeceğim, sen de kulak ver de beni anla: yeryüzünde insandan daha güçsüz yaratık yoktur, başına bir felâket gelebileceğini asla aklından geçirmez: tanrılar ona mutlu dirlik ihsan ettikçe ve dizleri tuttukça. Ölümsüz tanrılar ona cefalar verince ve haline sabırlı gönülle katlanmaya razı olmaz. Sözün kısası, insanların anlayışında, her gün ölümlülerin ve tanrıların babası

Zeus ne korsa, ancak o vardır. Ben de bir zamanlar mutlu erlerden biri sayılabilirdim; ama gücüme, kuvvetime güvenerek, baba ve kardeş yardımına dayanarak pek çok yaman işler işledim. Bunun için diyorum ki insan asla doğruluktan ayrılmamalı, tanrılar ne verirse, ses çıkarmayıp ihsanlarına şükretmeli Şurada yavukluları yaman işlere bulaşmış görüyorum: bir erin mallarını sömürüp karısının şerefine saygısızlık ediyorlar; ve ben diyorum ki, o er sevdiklerinden ve atalar yurdundan daha çok zaman uzak kalacak değildir; o çok yakındadır! Dilerim ki bir tanrı seni evine kavuştura ve o, sevgili yurduna döneceği gün, seni karşısına çıkarmıya! Hiç şüphen olmasın, şu tavanın altına geleceği zaman, onunla yavuklular arasındaki dâva kansız ayrılmayacaktır!

Böyle dedi ve saçı kılıp bal gibi tatlı şarabı içtikten sonra sağrağı budunlar yasayıcısı Amphinomos'a geri verdi.

Amphinomos, kederli gönülle, divanhanenin ortasından, başını sallaya sallaya yerine döndü: çünkü aklından belâlar geçiyordu.

Ama o da ecelden kaçınamadı. Athena onun da yolunu bağlayıp Telemakhos'un eliyle ve mızrağıyla telef olmasına sebep oldu.

Yerine dönüp az önce kalktığı koltuğa oturdu.

Bu ara gökgözlü tanrıça Athena İkarios kızı bilge Hatun Penelopeia'nın aklına yavuklulara görünmek arzusunu getirdi, tâ ki onların gönlünü daha çok avutsun ve oğlu ile kocası ona karşı daha saygılı olsun diye. Bu düşünce ile Penelopeia, yersiz görünen bir gülümseme ile kâhya kadına seslendi:

— Eurynome, bak bana, yavuklulara görünmek için gönlüme bir heves geldi, onları tamamiyle iğrenç bulduğum halde.. Gidip çocuğuma bir öğüt vermek istiyorum: yavuklularla birlikte fazlaca bulunmaması onun için hayırlı olur onlar yüzüne gülüyorlar, içlerinden ise kemliğini düşünüyorlar.

Buna karşı kâhya kadın Eurynome şöyle dedi:

— Doğru, kızım, söylediklerinin hepsi doğru. Git, oğlunla konuş ve ondan hiç bir şey saklama. Ama önce, yüzünü, gözünü yıka, yanaklarına da düzgün sürün; yaşlara bulanmış bir çehre ile gitme; kaygılanıp durmadan ağlamak çok zararlı bir şeydir. Oğlun da artık, sakallanmış göreyim diye tanrılara dua ettiğin çağa geldi.

Buna karşı bilge Hatun Penelopeia dedi ki:

— Eurynome, sevginden gelen bu öğütleri bırak: ben nasıl yüzümü gözümü yıkar, düzgün sürünürüm! Benim güzelliğimi, göklerin sahibi tanrılar, erim kara teknelere binip sefere çıktığından beri harap etmişlerdir! Ama Autonoe ile Hippodameia'ya söyle gelsinler, divanhaneye çıkarken yanımda bulunsunlar: çünkü yalnız başıma erkeklere görünmekten sıkılıyorum.

Böyle dedi ve ihtiyar kadın odadan çıkıp halayıklara tez gelmelerini söylemeye gitti.

Fakat, bu ara, gökgözlü tanrıça Athena düşünüp gelmiş, İkarios kızının gözlerine tatlı uyku ekmişti. O böyle arkasına yaslanarak ve içi geçerek uyumakta iken tanrıçaların en tanrısalı ona ölümsüz güzellikler ihsan ediyordu. Akhailar görüp beğensinler diye: yüzünü yıkamak için güzel taçlı Kythere'nin sevimli Kharidesler korosuna girerken kullandığı «ambrosia» dan dökmüş, benzine toz fildişi aklığı vermişti.

Tanrıçaların en tanrısalı bu işleri görüp çekilirken, çağrılmış olan ak kollu kızlar odadan içeri giriyorlardı. O anda uykusu açılan Hatun ellerini yanaklarına götürerek şöyle dedi:

— Kederden yorgun düşüp içim geçmiş! Suçsuz Artemis bana böyle yumuşak bir ölüm ihsan ede! Ve ben artık gönülden inleyerek dirlik sürmeyeyim, bütün erdemlerde Akhailar arasında eşi olmayan şanlı erim için artık üzülmeyeyim!

Böyle dedi ve üst kattaki ışıltılı daireden indi, yalnız değildi: iki halayık arkasından yürüyordu. Tanrısal Hatun yavukluların yanına gelince, sağlam pervazlı geniş sofanın önünde durup parlak tüllerini iki yanağı üzerine getirdi; ve iki yanında sadık halayıklardan biri durup bekliyordu. Hemen yavukluların dizlerinin bağı çözüldü, gönülleri aşk ilebüyülendi; Hatun sevgili oğlu Telemakhos'a şöyle dedi:

— Telemakhos, aklın, düşüncen hiç de kararlı değil; çocukken sen aklınla çok daha ciddi düşünürdün; şimdi ise büyümüş, yiğitlik çağına erişmişsin; seni boylanmış, yakışıklı olmuş gören her yabancı beğenip mutlu bir babanın oğlu sayıyor; ama aklın düşüncen gereği gibi olgun görünmüyor. Konağın içinde olan biten işler nedir? Bir konuğa, bana anlattıkları gibi, hakaret edilirken susulur mu? Konağımıza sığınan bir garibin başına durup dururken böyle acıklı bir hal nasıl gelebilir? Bu yüzden sen insanlar arasında utanırsın, rezil olursun!

Buna karşı akıllı Telemakhos dedi ki:

— Anacığım, beni azarlaman gücüme gitmiyor; ben de aklımla ve gönlümle düşünüp her şeyi anlıyorum. Ama her işte aklımın erdiğine gidemiyorum, çünkü yanımdakiler ayrı ayrı aklımı çeliyorlar, kötü düşüncelerime karşı bana dayanak olacak kimsem yok. Fakat garip ile İros arasındaki savaşın sonu yavukluların gönlünce olmadı; garip gücü ile kuvveti ile üstün geldi. Tanrılar: Zeus ata, Athena, Apollon vere, yavuklular da, böyle divanhanenin içine yıkılıp başları sarsıla; kimi avluda, kimi odanın içinde, dizlerinin bağları çözüle; tıpkı İros gibi ki, şu anda dışkapıda, bir sarhoş gibi başı önüne bükülmüş duruyor; dizlerinin bağları öyle çözülmüş ki ayağa kalkıp yerine dönmek için yola çıkamıyor!

Böyle söyleşirken, Eurymakhos söze başlayıp Penelopeia'ya dedi ki:

— İkarios kızı bilge Hatun Penelopeia! Eğer bütün İasos Argon Akhaiları, seni göreydi, yarın şafaktan, daha bir çok hanlar isteklin olarak buraya gelirler, şölenlerimizden pay alırlardı, çünkü güzellikten, boydan bostan ve içindeki akıldan yana bütün kadınlardan üstünsün. Buna karşı bilge Hatun Penelopeia şöyle dedi:

— Eurymakhos, benim güzellikçe, boy bosça olan üstünlüğümü Tanrılar yele vermiştir, daha Argoslular ve onlarla birlikte olarak kocam Odysseus Troia seferine çıkarken. Ah, bir döneydi, hayatımı koruyaydı! Şerefim daha yüksek ve daha güzel olurdu. Şimdi kederim büyük, tanrının verdiği üzüntüler çok! Atalar yurdundan uzaklaştığı gün elimi tutup şöyle demişti: «Karıcığım, bilirim ki bu Troia seferinden güzel knemisli Akhaiların cümlesi sağ esen dönecek değildir. Diyorlar ki Troialılar iyi savaşçı erlermiş; iyi mızrakçı, iyi okçu, iyi binici kişilermiş: iki taraf için kararsız giden azgın savaşı onların bindiği ayağına çabuk atlar hemen kazandırırmış. Tanrının dileğiyle sağ dönecek miyim, yoksa Troia'da helak olup kalacak mıyım, bilmem. Burada her şeye bakmak üzere sen kalıyorsun. Anamı, babamı aklından çıkarma; konakta onları daha çok sev. Sonra, ne zaman oğlunun yanağında sakal biterse, beğeneceğine varıp konaktan ayrıl.» O böyle demişti ve bütün söyledikleri olmuştur; düğün hakaretine uğrayacağım gece de gelecektir; çünkü Zeus mutlu dirliği çoktan elimden aldı. Candan gönülden kahroluyorum, çünkü hareketleriniz yavukluların eski töresince değildir. Eskiden zengin bir adamın soylu kızı ile evlenmek için yarışanlar konağına sürü sürü sığırlar, semiz koyunlar getirirlerdi; nişanlı kız şerefine şanlı ziyafetler ve zengin armağanlar verilirdi; yoksa pervasızca başkalarının mallarını sömürmezlerdi.

Böyle diyordu ve çok çekmiş tanrısal Odysseus'un gönlü şadoldu: tatlı sözlerle gönüllerini avutarak armağanlarını çekmek fakat başındaki niyetleri saklamak istediğini anlamıştı.

Ona karşı Eupeithes oğlu Antinoos dedi ki:

— İkarios kızı bilge Hatun Penelopeia! Akhailar, diledikleri armağanları buraya getireceklerdir; sen de onları kabul et, çünkü verilen hediyeleri geri çevirmek doğru ve hoş bir şey değildir... Fakat sen Akhailardan beğeneceğin ere varmadıkça biz buradan kendi işlerimize veya başka tarafa gidecek değiliz.

Antinoos böyle dedi ve cümlesi söylediklerini beğenip alkışladılar; her biri hediyesini getirmek üzere çavuşunu gönderdi. Antinoos'un adamı büyük, çok güzel işlenmiş bir peplos şal getirdi: on iki altın halkasına ustalıkla kıvrılmış kopçalar iliştirilmişti. Ve hemen Eurymakhos'un da çavuşu işlenmiş altından, kehribarlarla bezenmiş bir gerdanlık getirmişti ki güneşe benzerdi. Eurydamas'ın iki uşağı ise dut tanesi büyüklüğünde üçer inci ile bezenmiş küpeler getirmişlerdi ki, güzellik içinde pırıl pırıl parlıyorlardı. Polyktor hanın oğlu Pisandros'un evinden de bir kullukçu bir gerdanlık, çok zengin bir bezek getirdi; ve sıra ile bütün Akhailar zengin armağanlar getirip sundular. O zaman, tanrısal Hatun yukarki katın merdiveninden dairesine döndü: halayıklar zengin hediyeleri taşıyorlardı.

Aşağıda Hanlar, hora teperek, neşeli türküler çağırarak eğleniyorlar ve akşamın gelmesini bekliyorlardı; nihayet bunlar böyle keyif sürmekte iken akşam da başlamıştı. O zaman divanhanede, ışık vermek için, üç meşale yeri kurdular; üstlerine çoktan beri ağaçtan düşüp kupkuru bir hale gelmiş ve tunç balta ile yeni yarılmış sakızlı çam dalları yerleştirdiler; bunlara çıralar kattılar. Çok çekmiş Odysseus'un halayıkları gelip bu çıraları tutuşturdular; o zaman tanrı dölü çok ölçümlü Odysseus onlara şöyle dedi:

— Odysseus'un, çoktan beri gurbette kalan hanın karavaşları! Sayın Hatunun dairesine gidin; odasında oturan hanımınızı oyalamak için iğlerinizi çevire durun! Bir yandan da yününüzü ditmeye bakın! Onların hepsi için, ben meşale yerlerine durup ışıklarına bakacağım; Şafak güzel tahtına çıkıncaya kadar beklemek arzusunda olsalar dahi beni yorup usandıramazlar, çünkü ben çok sabırlıyım.

Böyle dedi, onlar da birbirlerine bakarak gülüştüler; ve kızıl yanaklı Melantho ona sövmeye başladı. Dolios'un kızı olan bu kadını Penelopeia kendi kızı gibi büyütmüş ve istediği oyuncakları verip şımartmıştı; şimdi Penelopeia'nın kaygılarını aklına bile getirmiyordu; Eurymakhos ile de sevişerek onunla konuşmaktaydı...

Bu kadın aşağılatıcı sözlerle Odysseus'a sövdü:

— Sefil yabancı, sen aklını bozmuş olacaksın; bir bakırcı dükkânına veya bir toplantı yerine gidip barınacağına buraya gelip zevzeklik ediyorsun; şu İros serserisini yendiğine mi böbürleniyorsun? Bak, İros'tan daha güçlü biri kalkıp kuvvetli yumrukları ile kafanı patlatmasın, kanlara bulanmış olarak seni evden dışarı atmasın.

Bunun üzerine çok ölçülü Odysseus ona yan bakarak şöyle dedi:

— Şimdi Telemakhos'a gider, söylediklerini anlatırım: buraya gelir, seni kıtır kıtır keser, a köpek!

Böyle dedi ve sözleriyle halayıkları ürküttü, çarçabuk odalarına kaçıştılar; hepsinin, korkudan, dizlerinin bağı çözülmüştü: ciddi söylüyor sanmışlardı.

Bu ara Odysseus, ayakta, meşaleleri tazeleyip ışıklara bakıyordu, ama içinden başka niyetler besliyordu ve tasarladıkları geri kalmayıp hepsi yerine getirilecekti.

Athena ise durmadan taşkın yavukluları kışkırtıyordu, tâ ki hor tutmaları ile Laertes oğlu Odysseus'un kafasını kızdıra koşunlar diye.

Eurymakhos Polybos oğlu söze başladı, Odysseus'la alay ederek öbürlerini güldürüyordu:

— Kulak verin bana, en şanlı Hatunun isteklileri! Size göğsümün içinde gönlümün buyurduklarını söyleyeyim: Odysseus'un evine şu adam tanrıların dileği olmaksızın gelmiş değildir. Başı, üstünde saç namına tek bir kıl olmayan bir kafatası, bu benim gözümde, ışıldayan bir meşale gibidir.

Ve dönerek kaleler talancısı Odysseus'a dedi ki:

— Yabancı, çalışmak istemiş olsan seni tutardım, kırlığımın bir köşesine götürürdüm. Sana yetecek kadar yıllık da verirdim. İşin çalı çırpı devşirmek, uzun uzun ağaçlar dikmek olacaktı. Her günkü ekmeğine ben bakacaktım; üstüne giyecek, ayağına çedik giydirecektim. Ama sen çalışmaya alışmış değilsin; işin gücün kapı kapı dilenip doymaz kursağını doldurmaktır.

Buna karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki:

— Eurymakhos, keşke ikimiz arasında bir yarış olsa yaz mevsiminde, günler uzun iken; ikimizi de bir çayıra götürseler; ben elime yayı ile kıvrılmış bir orak alsam, sen de bir başkasını alsan; aç karnına işe girişip, akşama kadar, çayır biçe dursak, çayırı bitire kosak! Veya, beni bir de çift sürmede görsen: en iyi cinsten, kocaman iki kızıl öküz, karınları yeşil yemle iyice doyurulmuş; ikisinin yaşı bir, gücü bir, acarlıkları bir. O zaman anlardın, ne derinlikte sabanı toprağa batıra korum, kesekleri nasıl iki yana dizi dizi saçakorum! Veya, bugün Kronosoğlu kısmet etse de, bir savaş kopsa, benim de bir kalkanım, iki süngüm, tuncu şakağıma iyice yapışmış bir tulgam olsa, beni savaşçı erlerin ön safında görürdün ve bir daha aç kursağımla alay etmezdin! Fakat sen katı yürekli, taşkın bir adamsın; kendini büyük ve güçlü kuvvetli sanıyorsun, çünkü küçük ve değersiz kişilerle yatıp kalkıyorsun! Odysseus'un atalar yurduna döndüğünü bir göreydin kaçacak delik arardın, kocaman kapı gözüne dar görünürdü.

Böyle dedi ve Eurymakhos, yürekten, aşırı kızdı ve ona yan bakarak kanatlı sözler söyledi:

— Miskin herif! Şimdi senin cezanı vereceğim, çünkü kıvanç ile, yüreğin korkmadan, bunca erin içinde lâf söylüyorsun. Ya şarap senin aklını bozmuş veya daima böyle bozuk akıllısın da aptalca sözler savunuyorsun. Yoksa şu İros serserisini yendiğine mi böbürleniyorsun?

Böyle deyip bir seki yakaladı. Bu ara Odysseus Dulikhionlu Amphinomos'un dizlerine oturup Eurymakhos'un vuruşunu savdı. Seki sakinin sağ koluna değdi; adam acı bir ses çıkararak tozlar içine devrilirken, sebunun bir çınlayışla parçalandığı işitildi.

Yavuklular gölgelenmiş divanhanenin içinde birbirlerine girdiler; biri yanındakilere dönerek şöyle diyordu:

— Hay şu uğursuz garip! Başka yanda adı balaydı da buraya gelmez olaydı! Bari başımıza bu patırdıları getirmezdi. Şimdi serseriler yüzünden birbirimizle çekişiyoruz; bu kadar karışıklık hüküm sürünce en kibar ziyafetin rahatı kalmaz.

Bunun üzerine Telemakhos söze başlayıp dedi ki:

— Hay cin çarpmış kişiler! Çılgınlıktır bu; artık içiniz daha fazla yemeyi içmeyi götürmüyor; belli ki sizi bir ifrit dürtüyor. Güzelce karnınız doyunca, canınız ne zaman isterse, evlerinize çekilip rahatınıza bakın: ben, şüphesiz kimseyi kovmuyorum.

Böyle dedi ve cümlesi dişleriyle dudaklarını ısırdı; Telemakhos'un bu derece cesaretle konuşmasına şaşıyorlardı.

O ara, Amphinomos, Nisos Aredite'nin şanlı oğlu, söze başlayıp şöyle dedi:

— Dostlar, doğru söylenen sözlere gücenerek karşılık verilmez. Ne garibe vurun, ne de tanrısal Odysseus'un evindeki kullukçulardan birine. Ama, haydin saki sağrakları doldursun da saçı kılalım, sonra evlerimize çekilip yatalım. Garibi de Odysseus'un konağında bırakalım; ona, sevgili evinde kendisini konuklamış olan Telemakhos baksın.

Böyle dedi ve sözlerini cümlesi beğendi. Bu ara, Mulios çelebi, Amphinomos'un kulluğunda bulunan Dulikhionlu çavuş, sebu içinde şarabı kardı; töresince cümleye sağrak sağrak üleştirdi; onlar da mutlu tanrılara saçı kılıp canları istediği kadar bal gibi tatlı şarabı içtiler; sonra uyumak üzere evli evine çekilip dağıldılar.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro