Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Şan: 15

TELEMAKHOS'UN SEFERDEN DÖNÜŞÜ

Pallas Athena, o ara ovaları geniş Lakedaimon'a geliyordu, ulu gönüllü Odysseus'un oğluna dönüşünü hatırlatıp yola çıkmasını söylemek için. Telemakhos ile Nestor'un alp oğlunu buldu: Bunlar adlı sanlı Menelaos'un dehlizinde uzanıp yatıyorlardı; Nestor oğlu rahat rahat uyuyordu, fakat tatlı uyku Telemakhos'un gözüne girmiyordu: Tanrının tenha gecesinde aklıyla hep babasını düşünmüştü. Yanına gelen gökgözlü Athena ayakta durarak şöyle dedi: — Telemakhos, konağından daha uzun zaman uzak kalıp mallarını sıkılmaz erlerin elinde bırakmak gerekmez: sen geciktikçe, onlar evini barkını sömürüp varını yoğunu paylaşırlar, senin de bu yolculuğun boşuna gider. Çarçabuk gür nâralı Menelaos'un yanına gidip seni yola çıkarmasını söyle, eğer dönüşünde kusursuz ananı konağında bulmak istiyorsan; çünkü şimdiden babası ve kardeşleri onu Eurymahos'a varsın diye zorluyorlar; bütün yavuklulara armağandan yana üstün gelen odur, her gün de düğün harçlarını arttırıyor. Sakın haberin olmadan, konağından, mallarını biri alıp götürmesin! Kadının göğsünde nasıl bir gönül bulunduğunu bilirsin çünkü: kadın daima yeni vardığı erin evini zengin etmek ister; ölen kocayı unutur, ondan doğmuş çocukları artık hatırına getirmez. Onun için sen yurduna dönünce, mallarını halayıklarından gözünde en iyisi olana emanet et, tâ ki Tanrılar sana da kusursuz bir eş vereler. Ama sana başka bir söz söyliyeceğim, ve onu sen gönlünde sakla; yavukluların ileri gelenleri pusu kurup seni İthaka ile taşlık Same arasındaki boğazda gözetliyorlar; seni atalar yurduna dönmeden öldürmek istiyorlar. İyi yapılı gemini adalardan uzaklaştır ve yalnız geceleyin sefer et; ölümsüzlerden seni koruyan tanrı, arkandan, yurduna ulaştıracak rüzgârı yollayacak: Sen de İthaka'nın kıyısına yanaşınca gemiyi bütün yarenlerinle şehre yolla, sonra, herkesten önce domuzlarına bakan ve gönlü ile seni seven çobanı görmeğe git onun yarımda geceleyip kendisini kusursuz Penelopeiaya gönder, sağ esen Pylos'tan döndüğünü haber versin.

Tanrıça, böyle deyip gözden kayboldu, yüksek Olympos'a yollandı. Bu ara Telemakhos, ayağı ile dürterek, Nestoroğlu'nu tatlı uykusundan uyandırdı, ve ona şu sözleri söyledi:

— Kalk, Nestoroğlu Peisistratos, geniş duynaklı atları arabaya koş, hemen yola çıkalım. Nestoroğlu ise ona karşı şöyle dedi:

— Telemakhos, yola çıkmağa ne derece acelemiz olursa olsun şu gece karanlığında buna yol yoktur; çok geçmeden ise şafak sökecek. Ünlü mızrakçı kahraman Atreusoğlu Menelaos gelip armağanlarını arabaya getirinceye ve seni sevimli sözlerle uğurlaymcaya kadar sabret: bir konuk, daima, dostlukla onu konuklamış olanın hâtırasını saklar.

Böyle demişti ki, Şafak altın tahtına çıkıyordu, ve işte o ara gür nâralı Menelaos yanlarına geldi: güzel saçlı Helena'nın yatağından henüz kalkmıştı.

Odysseus'un sevgili oğlu Hanın geldiğini görünce, çarçabuk parlak kaftanını giydi, ve kahramanımız geniş harmanisini güçlü omuzlarına atarak dehlizden dışarı çıktı, ve Menelaos'a yaklaşarak şöyle dedi:

— Zeus'un büyüttüğü, Atreusoğlu, budunlar başkanı Menelaos! Vakti gelmişken beni atalar yurduna yolla; gönlümün yalnız bir dileği vardır, o da yurda dönmektir.

Gür nâralı Menelaos ona karşı cevap vererek dedi ki:

— Telemakhos, madem ki gitmek istiyorsun, seni daha çok alıkoyacak değilim; konuklarını aşırı ağırlamalar!; alıkoyan da onlara fazla soğuk davranan da bence kınan malıdır; her işi töresince görmek yeğdir: Daha kalmak istiyen bir konuğu yola çıkmağa zorlamak da, çabuk sıvışmak istiyeni alıkoymak da yaramaz; konuğa gerekli olan şudur: kalmak istiyorsa, güleryüzle tutmak, gitmek istiyorsa engel olmamak.

«Ancak sabret de armağanlarımı arabaya getireyim; onları gözünle görüp beğenmeni isterim: karavaşlara da konaktaki hazır yiyeceklerden bir övün hazırlamalarını söyliyeyim. Şerefe, şana gereken, faydalı da olan yiyip karın doyduktan sonra uzun sefere çıkmaktır! Bütün Hellas'ı ve Argos'u dolaşmak istersen kendim senin kılavuzun olurum; atları koşup seni şehirden şehre iletirim, ve göreceksin ki hiçbir yerde bizi fena karşılayan olmıyacak. herkes acele bir armağan sunacak: kimi tunçtan bir üç, ayaklı, kimi bir leğen, kimi bir çift katır veya bir altın sağrak.

Buna karşı akıllı Telemakhos cevap vererek dedi ki:

— Zeus'un büyüttüğü, Atreusoğlu, budunlar başkanı Menelaos! Yurdumuza hemen dönmek istiyorum, çünkü arkamdan mallarım üzerine bekçi bırakmadım ve korkarım ki tanrılara benzer babamı aramak için uzun zaman geçirirsem kendim yok olurum, veya konaktaki ağır pahalı mallarımdan aşıranlar bulunur.

Böyle diyordu, ve gür nâralı Menelaos hemen karısına ve karavaşlara konaktaki bol yiyeceklerden bir övün hazırlamalarını söyledi; O ara Boetosoğlu Eteoneus yatağından çıkageldi, çünkü oradan pek uzakta oturmuyordu; gür nâralı Menelaos ona ateşi yakıp etleri kızartmasını söyledi, ve Boetosoğlu çarçabuk dediğini yerine getirdi.

Ve Menelaos ıtır kokulu odaya girdi; yalnız değildi: kendisiyle birlikte eşi Helena ile oğlu Megapentes vardı. Ağır pahalı malların haznesine gelince kendi iki küplü bir sağrak aldı, oğluna da bir gümüş sebu götürmesini söyledi; Helena ise kendi elleriyle işlediği alaca kumaşların saklanmış olduğu sandığın önünde durdu. Kadınların en tanrısalı Helena onun içinden nakışlı bir tül seçip çıkardı: hepsinin altında durulmuş duruyor ve renklerinin parlaklığı ile bir yıldız gibi parıldıyordu. İverek konağın içinden geçip Telemakhos'un yanına geldiler; Sarı Menelaos ona dönerek şu sözleri söyledi:

— Telemakhos, yurda dönüşünü, Hera'nın gürler sesli kocası vere, aklınla düşündüğün gibi gerçekleşsin.

Böyle diyerek, kahraman Atreusoğlu iki kulplu sağrağı eline verdi; güçlü kuvvetli Megapentes parlak gümüş sebuyu önüne koydu: güzel yanaklı Helena da, elinde geniş tülü tutarak ileri geldi, ve ona şöyle dedi:

— Ben de, sevgili çocuk, sana bu armağanı veriyorum: Helenanın kendi elleriyle işlemiş olduğu bu andacı alacağın sevgili karına hediye edersin; düğün gününe kadar sevgili ananın yanında kalır. Buradan ayrılırken seni selâmlarım, yüksek tavanlı konağına ve atalar yurduna dönmeni dilerim.

Böyle diyerek büyük tülü eline verdi, o da onu sevinçle aldı. Kahraman Peisistratos, gönlünün içinden beğendiği armağanları aldı, arabaya binerek sepetin içine koydu Bu ara sarı başlı Menelaos önden yürüyerek onları divanhaneye iletti; orada sıra ile iskemlelere ve koltuklara oturdular. Bir halayık gelip güzel altın ibrikten gümüş leğen üzerine yıkasınlar diye ellerine su döktü ve önlerinde bir cilâlı masa kurdu. Sayın kâhya kadın da ekmeği getirip önlerine koydu ve hazır yiyeceklerden ikram etti. Boetosoğlu da etleri doğrayıp payları dağıttı. Şakiliği de şanlı Menelaos'un oğlu ediyordu. Onlar da önlerindeki seçme yiyeceklere ellerini uzattılar.

Yiyip içip keyifleri yerine geldikten sonra, Telemakhos ile kahraman Nestoroğlu atları koştular, ve parlak alaca renkli arabaya binerek dışkapıdan ve yankılı eşikten dışarıya sürdüler. Arkalarından gelen Sarı Menelaos, sağ elinde bal gibi tatlı şarapla dolu sağrağı tutuyordu; atların yanında durdu, uğurlama saçısını kılmak üzere sağrağı kaldırıp dedi ki:

— Esenlik dilerim çocuklar, size ve budunlar çobanı Nestor'a; o benim için, Akhaioğulları Troia elinde savaştığı müddetçe, yumuşak bir baba olmuştu.

Ona karşı akıllı Telemakhos dedi ki:

— Bütün söylediklerini, ey Zeus'un büyüttüğü, döndüğümüz gibi, Nestor'a nakledeceğimize emin ol. Ben de, İthaka'ya dönüşümde, Tanrılar vere, Odysseus'u ocağında bulayım, ve ona nakledeyim: Beni nasıl büyük bir dostlukla karşıladın ve bana nice ağır pahalı, güzel işlenmiş armağanlar bağışladın! Böyle derken, sağından bir kartal uçup havaya kalktı, pençelerinde büyük bir beyaz ev kazı tutuyordu. Kullar ve karavaşlar haykırışarak onu kovaladılar, ve kartal yaklaşarak atların sağ yanına geçti. Bunu görünce, gönülleri sevinçle doldu, ve Nestoroğlu Peisistratos ilkin söz alarak dedi ki:

— De bakalım, Zeus'un büyüttüğü, budunlar başkanı Menelaos, bu alâmeti Tanrı bizim için mi gönderiyor, senin için mi?

Böyle dedi, ve Ares dostu Menelaos buna nasıl sakıngan bir cevap vereceğini düşünüyordu; o ara geniş tüle bürünmüş Helena daha tez davranarak atıldı:

— Beni dinleyin! Ölümsüz tanrıların gönlüme bildirdikleri gibi kâhinlikte bulunacağım, ve bunun gerçekleşeceğini sanıyorum. Nasıl ki kartal, ırkının ve yavrularının bulunduğu dağlardan inip bizim konakta beslenmiş kazı kapıp gittiyse, bunun gibi Odysseus da, çok çekip çok dolaştıktan sonra, evine dönüp öç alacak; belki de şimdi bile yurdunda bulunuyor ve fodul yavukluların ocağına incir dikiyordur.

Ona karşı akıllı Telemakhos şöyle dedi:

— Hay Zeus, Hera'nın gürler sesli kocası, dileğini kabul ede! Ve bundan böyle sana bir tanrıçaya imiş gibi dualarımı sunayım.

Böyle dedi ve atları kamçılayıp tezlikle şehir arasından ovaya sürdü. Boyunduruk atların iki boynu üzerinde bütün gün titreşti durdu.

Güneş batıyor, bütün yollar gölgeleniyordu; o ara Pheres'e giriyorlardı; oranın hanı Diokleus, Orsilakhos'un oğlu ve Alpheios'un torunu, onları konukladı, geceyi onun konağında geçirdiler.

Sabah sisi içinde doğan gül parmaklı Şafak görünür görünmez atları koştular, ve güzel arabaya binerek avludan ve yankılı dışkapıdan çıktılar. Atları kamçıladılar, hayvanlar da istekli istekli ileriye atıldılar. Az sonra yüksek Pylos kalesine eriştiler, ve o ara Telemakhos Nestoroğluna dedi ki:

— Nestoroğlu, söyliyeceğimi yerine getireceğine bana söz verir misin? İkimiz konukluk bağlarıyla, hiç bozulmamak üzere, birleşmiş olmakla kıvanıyoruz: babalarımızın eski arkadaşlığı, yaşlarımızın bir olması ve bu son yolculuk aramızda daha büyük bir düşünüş birliği yaratacak, şimdi beni, ey Zeus'un büyüttüğü, geminin yanına ilet ve kumsalda bırak! Korkarım ki koca atan beni konağında uzun uzun alıkoyup ağırlamağa kalkışır; benim için ise tezlikle yola çıkmak gerek.

Böyle dedi ve Nestoroğlu gönlüne danışarak sözünü, kusursuzca, nasıl yerine getireceğini düşünüyordu; düşüne taşına en iyi olarak deniz kıyısına ve gemiye ulaşmağa karar verdi ve atları o yana çevirerek sürdü; şanlı armağanları, Menelaos'un verdiği kumaşları ve altını geminin kıç küpeştesine yerleştirdi ve Telemakhos'a dönerek kanatlı sözler söyledi:

— Şimdi, çarçabuk gemiye bin, ve bütün yarenlerini acele harekete getir, ben eve varıp koca ataya haber götürmeden önce! Çünkü aklımla ve gönlümle bilirim ki, o ulu, gönlü ile, seni salıvermek istemiyecek ve kendi buraya gelip arıyacak, buradan ellerin boş gitmene asla razı olmıyacak; mutlak buna çok kızacak!

Böyle deyip güzel yeleli atları Pyloslularm şehrine doğru sürdü ve az sonra konağa erişti.

Telemakhos da yarenlerini acele iş başına çağırarak şöyle dedi:

— Aygıtları, arkadaşlar, kara geminin içinde yerli yerine koyun; kendiniz de binin, hemen yola çıkalım.

Böyle dedi, onlar da söylediğini işitir işitmez gemiye binip kürekçi sıralarına oturdular.

O böyle hazırlık görürken ve geminin kıç küpeştesinde Athena'ya tütsü yakıp dua ederken yadelden bir er çıkageldi: bir adam öldürmüş olduğu için Argos'tan kaçıyordu. Menelampos soyundan bir falcıydı; dedesi eskiden koyun yatağı Pylos'ta otururdu ve Pyloslular arasında çok varlıklı olup, pek güzel bir konağı vardı; sonraları ise ata yurdundan kaçarak başka ülkelere gitmişti, çünkü yaşıyanların en şanlısı ulugönüllü Neleus, tam bir yıl boyunca, bütün mallarını elinden zorla almıştı, kendi de ağır bağlarla bağlanmış, Phylake konağında işkence altında tutuluyordu; sebep de yaman tanrıça Erinny'un, Neleus kızına karşı gönlüne koymuş olduğu belâlı delilikti. Ama sonunda böğürücü sığırları Phylake'den Pylos'a sürerek ecelden yakayı sıyırabilmiş ve tanrıya benzer Neleus'un kemliğinden öç almıştı; sonra, öz kardeşini istediği kadınla evlendirmiş, kendi de at yatağı Argos'a gitmişti. Argoslulardan ulu budunlar üzerine hüküm sürmek ona kısmet olmuştu. Orada bir kadınla evlendi, yüksek konak yaptırdı, güçlü kuvvetli iki oğlu dünyaya geldi. Antiphates ile Mantios.

Antiphates Oikleus adında ulugönüllü bir oğul oldu, bundan da fırtına koparan Zeus ile Apollon'un herkesten üstün tuttukları erler başkanı Amphiaraos doğdu. Ama ihtiyarlık eşiğine ayak basmadan, Thebai'de, armağanlarla aklı çelinen karısının hainliğine kurban olmuştu. Onun da iki oğlu dünyaya gelmişti! Alkmaion ile Amphilokhos Mantios'tan da Polypheides ile Kleitos doğmuştu; ve altın taht üzerinde oturan Şafak, Kleitos'u, çok güzel bularak yanına kaldırmış, ölümsüzler arasına getirmişti; Amphiaraos ölünce Apollon şanlı Polypheides'i falcıların en ünlüsü kıldı. Bu ise atasının gazabına çarpılarak, Hyperesie'ye çekildi orada bütün insanlar için kâhinlik etti.

Şimdi çıkagelen bunun Theoklymenos adında bir oğlu idi. Telemakhos kara geminin küpeştesinde saçı kılıp dua ederken yanına geldi ve ona şu kanatlı sözleri söyledi:

— Ey dost, bu yerde seni saçı kılar ve dua ederken görüyorum, öyle ise benim de yalvarışımı sen kabul et: sunduğun adak hakkı için, gök aşkına, başın için ve yanında gördüğüm yarenlerin başı için! Yalansız dolansız, sorduğuma cevap ver! Adın ne? Hangi erlerdensin? Atalar yurdun neresi? Soyun sopun kimlerdir?

Ona karşı akıllı Telemakhos şöyle dedi:

— Yabancı, sana her şeyi olduğu gibi, dosdoğru söyleyeceğim: soyum İthaka'dandır, babam da Odysseus'tur, eğer sağ ise; ama o ölmüştür, hem de en acıklı bir ölümle! Ben buralara, şu tayfalarımla birlikte, kara gemi üzerinde, çoktan beri gurbette kalan babamdan bir salık almak için gelmiş bulunuyorum.

Ona karşı, hemen, tanrı benzeri Theoklymenos dedi ki:

— Ben de bir eri öldürdüğüm için, doğduğum yerleri bırakıp kaçmak zorunda kaldım. Onun at yatağı Argos'ta Akhaiların ileri gelenlerinden o derece güçlü ve çok kardeşleri ve hısımları vardı ki, ölümden, kara ecelden sıyrılmak için kaçıyorum; benim artık nasibim ilden ile insanlar arasında dolaşmaktır. Beni gemine al, sana sığınıyorum: Beni öldüreceklerinden korkuyorum, çünkü her yerde kovalandığımı sanıyorum.

Ona karşı akıllı Telemakhos dedi ki:

— Seni artık, bana sığındıktan sonra, gemimden nasıl kovabilirim? Arkamdan gel; seni dost olarak yanıma almak için elden geleni yapacağım.

Böyle deyip elinden tunç mızrağını aldı, getirip iki küpeşteli geminin güvertesine dikti; kendi de engin deniz sefercisi gemiye binerek kıç küpeşteye yerleşti, Theoklymenos'u da yanına oturttu. Tayfalar palamarı çözdüler, Telemakhos yarenlerine işbaşına! emrini verdi, onlar da çarçabuk dediğini yerine getirdiler: çam direği kaldırıp güvertedeki yuvasına diktiler, çarmıhlarla berkittiler; iyi bükülmüş kayışlarla beyaz yelkenleri gerdiler. Gökgözlü Athena arkadan esen bir rüzgâr yolladı, gemi de denizin tuzlu suyu üzerinde tezlikle yol alıyordu. Güneş battı, bütün yollar karardı; ve gemi, Zeus'un uygun rüzgârıyla ilerliyerek Pheras'ı dolaştı ve Epei'lerin hüküm sürdüğü tanrısal Elide'yi aştı. Bu ara gemiyi sivri burunlu adalar arasına yönelttiler, ve Telemakhos ölümden kurtulacak mıyım, yoksa ele geçecek miyim? diye düşünüyordu.

KIRLIKTA

Bu ara, kulübede, ikisi: Odysseus ile çelebi domuz çobanı övünlerini alıyorlardı, bunların yanında öbür adamlar da yemeklerini yiyorlardı. Yiyip içip karınları kana kana doyduktan sonra, Odysseus domuz çobanını sınamak istedi: kendisini gönlü ile sevip yanında alıkoyacak mı, yoksa şehre gitmesini mi öğütleyecek? Bunu anlamak isteyerek dedi ki:

— Şimdi hepiniz, Eumaios ve öbür arkadaşlar, beni dinleyin: ben yarın erkenden şehre gidip dilenmeği düşünüyorum, daha fazla sizlere yük olmamak için. Bana şimdi sen salık ver ve beni şehre iletecek iyi bir kılavuz göster. Çaresiz, kapı kapı dolaşıp kiminden yiyecek, kiminden içecek ele geçirmeğe bakacağım; ve Tanrısal Odysseus'un konağına varırsam uslu akıllı Penelopeia'ya bildiklerimi haber vereceğim. Şımarık yavukluların da yanına varacağım: Madem ki bunca yiyecekleri vardır, benim de karnımı doyururlar. Onlara hizmet etmekten de geri kalmam; çünkü, —beni iyi dinle ve sözlerimi aklında tut— insanların işlerini rastgetiren tanrılar savcısı Hermes sayesinde ben kulluktan yana bir taneyim: ateş yakmada, kuru odunu yarıp ocağa yerleştirmede, etleri doğrayıp kızartmada, şakilik etmede, yoksulların zenginler katında edebileceği her kullukta bana üstün gelecek yoktur.

Buna karşı sen, domuz çobanı Eumaios, cevap verip dedin ki:

— Tanrı göstermiye! Böyle bir düşünce, ey garip, aklına nasıl geldi? Gerçek, yavukluların arasına karışmak istemek kendine kıymak demektir. Onların şımarıklığı, yamanlığı Demirgöğe kadar ün salmıştır. Uşakları da sana benzer insanlar değildir: güzel entariler ve kaftanlarla giyinmiş, saçları yağlanmış, güzel yüzlü delikanlılardır: onların kulluğunda durup ekmekle ve etlerle donanmış sofralarını kuranlar, şakiliklerini edenler. Bunun için sen bizimle kal; şikâyet eden mi var? Senden ne ben bıktım, ne yanımdaki arkadaşlardan biri. Odysseus'un sevgili oğlu dönünce sana entari de verir, kaftan da; ve gönlün nereye dilerse seni oraya ulaştırır.

Ona karşı çok çekmiş tanrısal Odysseus dedi ki:

— Hay, Eumaios çelebi, Zeus ata benim kadar senden razı olsun! Beni kapı kapı dolaşmak sefilliğinden kurtardın! insanlar için dilenmekten daha yaman ne olabilir? Ah, şu uğursuz karın! insana rahat yüzü göstermiyen dirliğini kaygılarla, mihnetlerle dolduran odur.

«Madem ki beni alıkoyup onun Telemakhos'un gelmesini beklememi öğütlüyorsun, tanrısal Odysseus'un anasından babasından söz aç bana: Onları o, giderken, ihtiyarlık eşiğinde bırakmıştı; hâlâ güneşin ışıkları altında yaşıyorlar mı, yoksa ölüp Hades'in konağına göçmüşler mi?

Ona karşı erler başkanı domuz çobanı dedi ki:

— Konuğum, sana, dosdoğru, sorduğunun cevabını vereceğim: Laertes hâlâ sağdır; ama her gün canını teninden söküp alsın diye Zeus'a dua ediyor; konakta oturup yaşamaktan usanç getirmiştir, oğlu gurbete çıkıp gideli ve dirlik yoldaşı karısı öleli beri! Onu kemiren en yaman dert Bilge Hatun'un ölümüdür: O bu yüzden, çok yaşlanmadan, çökmüş bir ihtiyar oldu! Kadın da gurbette kalan tosun oğlunun kederinden en acıklı bir ölümle göçtü: beni sevmiş ve korumuş olanları tanrı esirgesin, öyle ölümden. Hatun sağ iken, büyük yası içinde de, yanına gitmemden hoşlanırdı: benimle konuşur, benden her şeyi sorardı. Beni o büyütmüştü, şanlı kızı, uzun tüllü Ktimene ile bir arada. Ktimene onun en son doğurduğu kızıydı, ikimiz beraber büyütülüyorduk; ben de hemen onun kadar bakılıyordum; her ikimiz gençliğin çok hevesli çağına erişince onu Same adasından biriyle evlendirdiler ve ondan sayısız armağanlar aldılar. Beni de hanımım güzel entari ve kaftanla giydirdikten ve ayaklarıma çarıklar bağladıktan sonra kırlara gönderdi, ve eskisinden çok candan severdi.

Şimdi bütün bunlardan mahrum kaldım; ama mutlu tanrılar bu köşecikte emeklerimi ondurdular: onların bereketiyle yedim, içtim ve haketmiş yoksullara sadaka verebildim. Fakat bugünkü hanımımı görmemek, onunla konuşup halini soramamak bana çok ağır geliyor: Evi şımarık erler basıp kendisine kaygılar getirmişler! Ara sıra hanımın karşısına çıkıp onunla şundan bundan konuşmak, sofrasında yiyip, içmek ve yanından ayrılırken gönül sevindirecek bir hediye alıp kırlara götürmek kulların çok hoşlandığı bir şeydir.

Ona karşı çok tedbirli Odysseus dedi ki:

— Vah, vah! Demek ki sen, başçoban Eumaios, pek küçükken yurdundan kaldırıldın, anandan babandan ayrıldın! Fakat bana bu hikâyeleri anlat ve her şeyi olduğu gibi söyle: Ananın, babanın oturduğu geniş caddeli şehri yıkıp talan ederlerken mi, yoksa sen koyunlarının, sığırlarının başında bulunurken mi, düşman erler seni kapıp gemilerine götürdüler ve zengin bir erin konağına iletip ağır paha ile sattılar?

Buna karşı çobanlar başkanı Eumaios dedi ki:

— Konuğum, madem ki sorup anlamak istiyorsun, oturduğun yerde susup dinle, keyfini yerine getirmek için şarap da iç. Geceler çok uzun: Uykuya da hikâyeler anlatmak zevkine de vakit var. Saati gelmeden yatmamalı: Uykunun fazlası da yorgunluk verir. Buradakilerden canı yatıp uyumak isteyen varsa, gitsin yatsın ve Şafak sökünce karnını doyurup domuzların arkasından gitsin. Biz ikimiz ise, kulübede yiyip, içip geçmiş kaygıların hikayesiyle keyfimize bakalım. Bunca dolaşıp çok çeken insanlar başlarından geçenleri anmaktan pek hoşlanırlar. Şimdi beni soruya çeken konuğum, sabredip hikâye dinle benden:

«Syros adında bir ada vardır, —belki bu ismi işitmişsindir— Orgygie'nin altında, güneşin batı yönünde bulunur; ahalisi o kadar kalabalık değildir, ama bereketli bir ülkedir: Sığırı, koyunu çok, buğdayı, şarabı boldur. Orada hiç kıtlık olmaz, mutsuz insanları kırıp geçiren hastalıklar da bilinmez. Nesilden nesile, ihtiyarlık çağına erişenleri gümüş yaylı tanrı, Artemis'in yoldaşı Apollon, en yumuşak oklarıyla saldırıp öldürür, iki şehir bu ülkenin topraklarını aralarında paylaşır, babam tanrı benzeri Ormenosoğlu Ktesios her ikisinin hanı idi.

Buraya ünlü denizci Foinikeliler, madrabaz kişiler gelip kara gemileriyle binbir çeşit inci boncuk getirdiler. Babamın konağında, boylu boslu güzel bir Foinikeli kadın vardı; elleri evin güzel işlerine yatkındı. Kurnaz Foinikeliler bu kadını baştan çıkardılar: Bir gün, çamaşır yıkamağa gitmişti; onlardan birinin sevgisi gönlüne düşerek oyulmuş gemide yatağına girdi. Aşk ve yatak! Kadınların, en faziletli olanlarının bile aklını çelebilir! Sonra, o er, ona kim olduğunu ve nereden geldiğini sordu; kadın da cevap vererek, babasının yüksek konağından söz açtı:

— Tuncu bol Sidon'dan olmakla övünürüm; Arybas isminde çok varlıklı birinin kızıyım. Taphoslu korsanlar beni kırlarda iken kaldırıp buraya, Ktesios'un konağına ilettiler, ağır paha ile ona sattılar.

Buna karşı onu gizlice baştan çıkarmış olan kişi dedi ki:

— Şimdi de sen istersen, bizimle yurduna dönüp babanın ve ananın yüksek tavanlı konağını ve kendilerini görebilirsin; çünkü onlar sağ esen yaşıyorlar ve zengin sayılıyorlar.

Kadın yine söze başlayıp şöyle dedi:

— Öyle olsun, şayet bütün gemiciler and içerek söz verirlerse ki beni sağ esen yurduma ulaştıracaklar.

Böyle dedi, onlar da ona and içtiler; yemin töresince tamam olunca kadın yine söze başlayıp dedi ki.

— Şimdi ağzınızı kapayın! Bundan sonra içinizden biri bir yerde, yolda veya çeşmede, bana rastlamış olsa yanıma gelmesin; çünkü gören olursa gider, ihtiyara haber verir; o da şüpheye düşerek beni ağır zincirlere vurur, sizin de ölümünüzü kurabilir. Sırrımı kimseye açmayın! Kumanyanızı da acele tedarik edin. Geminin yükü, azığı tamam olunca bir haberci konağa gelip bana haber iletsin. Elimin altında ne kadar altın bulunursa hepsini size getireceğim, bundan başka navlun olarak bir armağan daha vermek isterim: Konakta Ktesios'un bir oğlunu büyütmekteyim: Afacan bir oğlan, ne zaman kapıdan dışarı çıksam arkam sıra gelir; onu gemiye iletsem... o yüzden kazancınız pek büyük olur, onu başka dil konuşan insanlar ülkesine götürüp satarsınız. Böyle dedi ve babamın konağına döndü.

Bütün yıl tamam olmuştu, onlar hâlâ orada kalıp oyulmuş gemilerinde mal biriktiriyorlardı; ambarları dolunca yola çıkmak üzere olduklarını kadına bildirmek için bir haberci gönderdiler. Bu çok kurnaz kişi babamın konağına gelip bir altın gerdanlık getirdi: Bir dizi kehribarla süslenmiş olan bu bezeği halayıklar ve uslu, akıllı anam elden ele dolaştırdılar, gözleriyle danlayıp paha pazarlığına giriştiler. Bu ara haberci, söz söylemeden, kadına kararlaşmış işareti ederek oyulmuş gemiye döndü. Kadın beni elimden tutarak konağın kapısına doğru yürüttü; dehlizde, davetlilerin masaları üzerinde altın sağraklar vardı: O gün babam konuklarına ziyafet çekmişti ve o ara onlar budunun işlerini görüşmek üzere dernek yerine gitmişlerdi: Kadın üç sağrak alıp koynunda sakladı, yürüyüp dışarı çıktı, ben de hiç bir şey düşünmeksizin arkasından gittim.

Güneş batıyor, bütün yollar kararıyordu. Biz de koşa koşa ünlü limana geldik, orada Foinikeli erlerin tez yürüyüşlü gemisi demir atmıştı. Denizciler ikimizi tekneye alıp kendileri de bindiler ve hemen denize açıldılar; Zeus da arkamızdan uygun rüzgârı estirdi: Altı gün, geceli, gündüzlü sefer ettik ve Kronosoğlu Zeus yedinci günü doğururken, yay sahibi tanrıça Artemis gelip kadını vurdu, o da bir deniz kuşu gibi geminin sintinesine yuvarlandı. Onu balıklar ve foklar yesin diye denize attılar; ben de kederli gönülle yalnız kaldım! Rüzgârla su bizi İthaka'ya iletti; orada Laertes malından vererek beni satın aldı... İşte gözlerimle bu ülkeyi görüp tanımam böyle oldu.

Buna karşı Zeus dölü, Odysseus dedi ki:

— Eumaios, gerçek pek derinden yüreğimi deprettin, candan bütün çektiğin mihnetleri anlatmakla. Ama Zeus sana kemlikle birlikte iyilik de verdi; çünkü birçok çektikten sonra yumuşak huylu bir adamın konağına girdin, seni bol bol yedirip içiriyor; dirliğin neşeli geçiyor; ben ise, nice erlerin şehirlerini geze, dolaşa buraya erişip geldim.

Aralarında böyle konuşurken uyku zamanının çoğu geçip pek az uyudular; ve hemen güzel tahtına çıkan Şafak göründü ve bu ara Telemakhos'un tayfaları karaya yanaşıyorlar, yelkenleri toplayıp direği yerinden söküyorlardı. Kendileri de karaya çıkıp övünlerini hazırladılar, yanık yüzlü şarap kardılar.

Yiyip, içip keyifleri yerine geldikten sonra, akıllı Telemakhos söze başlayıp şöyle dedi:

— Sizler, kara tekneyi şehre kadar iletin, ben ise kırlığa uzanıp çobanların yanına varacağım. Kır işlerini gözden geçirip akşama şehre döneceğim; ve yarın, erkenden, sizlere dönüş ziyafetini çekeceğim, bol etlerle ve en tatlı şarapla.

O ara tanrı yüzlü Theoklymenos söze başlayıp dedi ki:

— Ya ben, sevgili çocuk, nereye gideyim? Taşlık İthaka'da hüküm sürenlerden kimin evine baş vurayım, yoksa doğruca senin ve ananın konağına mı varayım?

Buna karşı akıllı Telemakhos dedi ki:

— Başka bir sırada olsa seni ancak kendi evimize gelmeğe davet ederdim, ağırlamada da kusurum olmazdı; ama bugünlük orası sana uygun düşmez; çünkü ben kendim bulunmıyacağım; anam da sana bakacak halde değil: Konakta yavukluların gözünden kaçarak, üst katta, bez dokuyup duruyor... Fakat sana bir başkasını göstereceğim; aydın görüşlü Polybos'un şanlı oğlu Eurymakhos'un konağına var; İthakalılar ona bugünden bir tanrı gibi saygı gösteriyorlar; bütün yavukluların da en iyisi odur; anamın kocası olmağa ve Odysseus'un şerefli makamına geçmeyi en çok arzu edendir. Ne olacağını Aither'de oturan, Olympos'un sahibi Zeus bilir, dilerim ki düğünden önce hepsine ecel gününü eriştirsin! Ona böyle söylemekte iken sağ yanından bir kuş, bir kara çaylak uçtu, Apollon'un bu çevik habercisi pençeleri arasında tuttuğu bir güvercinin tüylerini yoluyordu: Tüyler Telemakhos'la gemi arasında, yere saçılıyordu.

O ara Theoklymenos, tayfalardan uzak bir yana çekerek ve elini sıkarak, Telemakhos'a dedi ki:

— Telemakhos, hiç şüphesiz, şu sağındaki kuş bir tanrı dileği olmaksızın gelmiş değildir. Ben, onu iyice görüp bir hayırlı fal olduğunu bildim; şu İthaka ülkesinde hanlığa sizinkinden daha ziyade yakışır kan yoktur; daima burada siz hüküm süreceksiniz.

Ona karşı akıllı Telemakhos şöyle dedi:

— Taunlar vere, Garip, bu dediğin gerçek olsun! O zaman seni o derece seveceğim ve sana o kadar çok armağanlar vereceğim ki kimse kendisini senden kutlu ve mutlu saymasın.

Ve sadık arkadaşı Peiraios'a dönerek dedi ki:

— Klytis oğlu Peiraios, Pylos seferinde arkamdan gelen arkadaşlardan, her işte, bana en yakın ve en sadık olan sensin; şimdi sen bu garibi kendi evine ilet; gereğince bakıp konukla, ben gidip dönünceye değin.

— Telemakhos, dilediğin kadar kırlarda kal; bir konuğu nasıl ağırlamak gerekirse ona ben öyle bakacağım; bir eksiği olmıyacak.

Böyle deyip gemiye bindi ve arkadaşlarına binip palamarı çözmelerini söyledi. Telemakhos da ayaklarına güzel çarıklarını bağladıktan sonra, geminin güvertesinden tunç uçlu parlak mızrağını aldı. Tayfalar da palamarı çözüp gemiye bindiler ve emrettiği gibi kürek çekerek şehrin yolunu tuttular.

Telemakhos, çevik ayaklarla, çarçabuk, binlerce domuzun bulunduğu ağıla yollanıyordu: Efendilerine pek sadık, çelebi domuz çobanı da orada oturuyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro