Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Şan: 14

ODYSSEUS'UN EUMAIOS İLE GÖRÜŞMESİ

Bunun üzerine Odysseus da limandan ayrılıp ormanlar arasında geçen taşlık patikayı tutmuş, yamaca yönelmişti: Athena'nın söylediği yere, ünlü domuz çobanının katına gidiyordu; o, tanrısal Odysseus'un mallarını, öbür kullarının hepsinden daha çok korurdu.

Onu, evin önünde otururken buldu; çoban orada, avlu içinde, yüksek duvarlı, her yanı yolla çevrilmiş güzel ve büyük bir domuz ağılı yapmıştı; beyi yokken, ne hanımından ne de ihtiyar Laertes'ten yardım istemeksizin, kendiliğinden burayı uyduruvermişti.

Çepçevre avluyu iri taşlarla kapamış, üstlerini de dikenli çalılarla örtmüştü; ağılın dışında, her yandan, sıra sıra kara meşe özü kazıklar çekmişti; içinde ise domuzlar için yanyana on iki mandıra ayırmıştı; her birinde elli gebe domuz barınırdı, erkeklerse dışarda kalırdı; bunlar çok daha azdı, çünkü tanrının belâsı fodul yavukluları ağırlamak için hep bunlar kesilirdi; çoban her gün onlara en yağlısını, en iyisini gönderirdi. Bunun için onlardan yalnız üç yüz altmış tane kalmıştı. Her biri kurda benzer dört köpek gece gündüz domuzları beklerdi. Köpekleri de çobanbaşı Eumaios besleyip büyütmüştü.

Kendi oturmuş, iyi boyanmış sığır gönünden bir çift çarık biçip ayaklarına göre dikiyordu. Adamlarının üçü, her biri bir yana dağılarak domuzları otlatmaya gitmişti; dördüncüsünü ise şehre, fodul yavuklulara tayınları olan domuzu götürmeye göndermişti; haydutlar her gün böyle birini kurban kesip etlerini sömürürlerdi.

Apansız, ulugan itler Odysseus'u gördüler, havlaya havlaya üstüne atıldılar. Hemen Odysseus, sakıngan davranarak olduğu yerde oturdu, değneği de elinden düştü. Kendi ağılının önünde felâketlerin en yamanı başına gelmek üzereydi ki, Eumaios çevik ayaklarla koşarak dış kapıya yetişti: çarık derisi elinden düşmüştü, itlere hızlı hızlı seslendi ve taş yağdırarak onları, her biri bir yana gitmek üzere dağıttı; sonra efendisine dedi ki:

— İhtiyar, az daha, köpeklerim seni bir saldırışta paralayıverecekti, benim de adıma leke getirecektin. Zaten tanrıların verdiği tasalar, kaygılar başımdan aşıyor: Tanrısal Hanım için ömrüm ah ile vah ile geçerken başkalarına yağlı domuzlar yetiştiriyorum; o ise, kim bilir hangi yad ellerde, hangi yabancı dil konuşan insanların şehir veya kırlarında, belki de aç aç dolaşıp duruyor; sağ olup güneşin ışığını görür olsaydı bari! Ama, ihtiyar, arkam sıra gel, kulübeye girelim; sen de onun ekmeğiyle, onun şarabıyla canın istediği kadar karnını doyurasın, sonra bana nerden geldiğini söylersin, neler çektiğini anlatırsın.

Böyle deyip, ünlü domuz çobanı önden yürüdü, onu kulübenin içine aldı; üstü bir yaban keçisinin sık tüylü postu ile örtülmüş çalıdan çırpıdan bir sedire oturttu; burası onun kaba saba döşeği idi. Çobanın bu iyi karşılamasını gören Odysseus sevindi ve söze başlayıp şöyle dedi:

— Zeus ve öbür ölümsüz tanrılar, sana, konuklayanım, gönlün her ne diliyorsa, versinler, beni böyle güler yüzle karşıladığın için.

Sen de ona, çoban Eumaios, cevap vererek dedin ki:

— Konuğum, garipleri ağırlamak âdetimdir, isterse kapıma gelen senden de daha yoksul olsun; çünkü garipleri, yoksulları bize Zeus gönderir; eh, «Yarım elma, gönül alma» demezler mi? Ben de elimden geleni yapıyorum: Bilirsin ki, kullar verirken elleri titrer, hele toy efendilere hizmet ederlerse. Ah, benim Hanım, dönüşüne tanrıların engel olduğu Han'ım! O şimdi olsaydı bana nasıl bakardı! Beni evlendirir, barklandırırdı: ev, tarla, çok hünerli avrat verirdi; sözün kısası, tanrıların ondurduğu bir kul, uğrunda çalıştığı efendisinin yumuşak yüreğinden ne bekleyebilirse, hepsini verir, bağışlardı. Ama elimizden gitti. Ah, şu Helena, bütün soyu sopu ile yok olaydı! Çünkü o da, Agamennon'un uğrunda, Troialılarla savaşmak için, İlion'a gidenlerdendir.

Böyle dedi ve çarçabuk kaftanının üstünde kemerini bağladı; sonra mandıralara giderek orada kapalı duran domuz yavrularından bir çift aldı, götürüp boğazladı ve ütüleyip etlerini doğradıktan sonra şişlere geçirdi.

Kebap kızarınca, burcu burcu dumanı çıkarken, şişleriyle beraber sofraya getirdi, etlere beyaz un ekerek Odysseus'un önüne koydu; çanağının içinde bal gibi şarap kardı, konuğun karşısına geçip oturdu ve onu yemeğe davet ederek dedi ki:

— Ye, konuğum, biz kulların payına düşen şu domuz yavrusu etinden; çünkü besili domuzları o sıkılmaz yavuklular sömürüyor: kimseden çekindikleri, kimseye acıdıkları yok: Mutlu tanrılar yaman işleri sevmezler elbet; doğruluğun, töresince görülen işlerin karşılığını verirler! Haydut düşmanların en alçakları bile, Zeus'un verdiği kuvvetle, bir yabancı memleketi çapul edip dopdolu gemilerle yurtlarına dönerken yüreklerinde tanrıdan belâlarını bulmak korkusu vardır. Ama bizim haydutlar, şüphesiz, tanrının gösterdiği bir nişandan Han'ımızın acıklı ölümünü bilmiş olacaklar ki, kadınına bile yolunca istekli olmuyorlar ve yurtlarına döneceklerine, rahat rahat oturup bizim malları yiyorlar, hiç bir şeyleri eksik kalmamacasına evimizi sömürüyorlar: Tanrının günü, sabah akşam onlara kurbanlar yetiştirmeli! Hem bir tane değil, iki tane değil! Şarap küplerini kurutuyorlar, kilerin dibine darı ekiyorlar! Han'ımızın dirliği genişti: ne karşıda, kıyısının karaltısı görülen karada, ne İthaka'nın üzerinde onun yaşayışını süren başka hiç bir er yoktu! Yirmisi bir araya gelse malları malına denk olmazdı. Sağısını bilmek istersen işte: Ulu kara üzerinde on iki sürü sığırı, o kadar da koyunu vardır; onları kulluğuna girmiş çobanlar veya konuklaştığı erler güderler. Burada, bizim İthaka'da, keçileri bulunur, hepsi on bir sürüdür; onlara da adanın öbür ucunda ehil çobanlar bakar; onlar da her gün oğlaklarının en tombulunu seçerek yavuklulara göndermek zorundadırlar. Ben de, gördüğün gibi, yetiştirdiğim domuzların en güzelini onlara yolluyorum.

Böyle diyordu, Odysseus ise etleri atıştırıp üst üste şarap içiyor ve sessizce yavukluların ocağına nasıl incir dikeceğini aklından geçiriyordu. Yiyip içip keyfi yerine geldikten sonra, Eumaios son olarak kendi içtiği çamçağı ağzına kadar doldurup ona uzattı. Odysseus, daha şen bir gönülle maşrapayı aldı ve sesini yükselterek kanatlı sözler söyledi:

— Ey dost, kendi malından verip seni satın alan kimdi? Çok varlıklı ve çok güçlü bir erdi, diyordun, Agamennon'un uğrunda helak olduğunu da söyledin. Böyle bir kahraman idiyse, adını söyle bana; onu bir yerde tanımış olabilirim. Zeus ve öbür ölümsüz tanrılar bilir ki, onu görmüşsem, benden doğru haber alırsınız; ben çok dünya gezmiş adamım.

Ona karşı, hemen, çobanbaşı Eumaios cevap verdi:

— İhtiyar, hangi dünya dolaşmış kişi buraya gelip onun haberini getirmiş olsa, artık karısını ve oğlunu inandıramaz. Maceracılar hacetlerini elde etmek için gelip her biri türlü yalan söyler, ağızlarından doğru bir lâf çıkmaz. Ne zaman bu serserilerden biri İthaka'ya düşse, Hanımımın yanına koşar, ona bir masal uydurur. O da onu iyi karşılayıp konuklar, gamlı gönülle dinler ve gözlerinden yaşlar dökülür, yadelde ölen kocası için ağlamak kadınların âdetidir.

Sen de, ihtiyarcık, hemen bir masal kıvırırsın, sana da entari, kaftan ve başka esvaplar versinler diye. Halbuki onu çoktan tazılar parçalamış, veya yırtıcı kuşlar etlerini kemiklerinden gagalamış, canı teninden uçup gitmiştir; belki de, onu, denizin dibinde balıklar yemiş, kemikleri bir kıyıya atılmış, üstlerine tepe kadar kumlar yığılmıştır. Şurada veya burada ölmüştür ve arkasından dostlarına ve hepsinden çok bana tükenmez kaygılar bırakmıştır: nereye gitsem ondan yüreği daha yumuşak bey bulamam. Anama babama kavuşsam, beni büyüttükleri eve dönsem avunamam; onların hepsini göresim geliyor ama hepsinden çok, gurbette kalan Odysseus'un hasretini çekiyorum. Onun adını, yabancı, kendi yokken dahi, saygı ile anarım; çünkü beni çok severdi, yüreğinde bana bir yer vermişti. O daima benim ağabeyimdir, varsın uzaklarda olsun!

Bunun üzerine çok çekmiş tanrısal Odysseus şöyle dedi:

— Dostum, sen bir kere inkâr yoluna sapmışsın, «o bir daha dönmez» demişsin; gönlünden inancın sıyrılmış. Öyle ise, sana masal filân anlatmıyacağım, Odysseus'un döneceğine and içeceğim; muştuluğumu da o konağına döndükten sonra versinler; ondan önce, yoksulluğum ne derece olursa olsun, hiç bir şey kabul etmem. Yoksulluk yüzünden yalan söyliyenler benim gözümde Cehennem kapılarından daha iğrençtir. Zeus ve bütün ölümsüz tanrılar tanık olsun! Şu nimet sofrasında and olsun! Her şey dediğim gibi olacak: ya bu ayın sonunda ya gelecek ayın başında Odysseus yurduna dönecek, ve bu adanın üstünde karısının ve şanlı oğlunun şerefine dokunanlara cezalarını verecek!

Ona karşı sen, çobanbaşı Eumaios, cevap vererek dedin ki:

— İhtiyar, sen benden hiç bir zaman böyle muştuluk alamıyacaksın, çünkü Odysseus evine dönmiyecek. Ama keyfini bozma, iç şarabını, ve başka beylerden söz açalım, çünkü ne zaman biri benim aziz Han'ımın adını ansa gönlüme keder basar... Haydi şimdi andı bir tarafa barakalım; Odysseus da, benim dileğim gibi, Penelopeia'nın, ihtiyar Laertes'in, şanlı Telemakhos'un arzu ettiği gibi aramıza dönsün!.. Benim şimdi en büyük tasam Telemakhos için, Odysseus'un sevgili oğlu içindir; soyunun bu biricik fidanını tanrılar büyüttü: boyu bosu, görklü yüzü onu andırıyordu. Ölümsüz tanrılardan biri mi veya bir insan mı, uslu tedbirli durup dururken, aklını çeldi de, kalktı, babasından haber soruşturmak için mübarek Pylos'a gitti; ve bizim şımarık yavuklular dönüşünü gözetliyorlar, İthaka üzerinde tanrısal Arkesios Hanedanını söndürmeği düşünüyorlar. Elimizden bir şey gelmiyor: yakalanacak mı? Kronos oğlu elini uzatıp onu kurtaracak mı? Ama şimdi, ihtiyarcık, sana gelelim; şimdi sen bize öz kaygılarını anlatmalısın; yalana dolana sapmadan söyle bana da anlıyayım: adın ne? kimlerdensin? Şehrin neresi? Anan baban kim? Hangi gemi ile buraya geldin? Denizciler seni İthaka'ya nasıl getirip atmışlar? Nereli olmakla kıvanırlardı? Çünkü bizim adaya yayan gelmiş değilsin, sanırım.

Ona karşı çok tedbirli Odysseus cevap vererek dedi ki:

— Hay hay! Bütün sorduklarına dosdoğru cevap vereceğim; ama bu yemeğe, bu tatlı şaraba uzun uzun devam etsek, buradan bir yere kımıldamadan başkaları işleri görse, tam bir yıl anlatadursam bütün çektiklerimi bitiremem.

Geniş ovalı Krete üzerinde doğmakla kıvanırım. Babam çok zengin bir adamdı; nikâhlı karısından, başka oğulları vardı, bunlar, öz çocuklarıydı ve konağında büyütüyordu; bense satın alınmış halayıktan doğmuştum; bununla beraber, bana da öz çocukları gibi bakardı, babam Hylakeusoğlu Kastor; onun kanından olmakla kıvanç duyarım. Çünkü bir zamanlar ona bütün Kreteliler, başarıları, malları ve değerli oğulları için bir tanrı gibi saygı gösterirlerdi. Ama ecel tanrıçaları Kere'ler onu alıp Hades konaklarına götürdüler, ve şanlı oğulları mallarını, kur'a çekerek, üleştiler. Bana da bir ev ile çok küçük bir pay ayırdılar. Ben de, erdemimle, çok zengin bir ailenin kızıyla evlendim, çünkü akılsız ve savaştan kaçar adam değildim; şimdi ise bütün bunlar geçeli çok oluyor! Ama samanına bakınca başağı anlaşılır: eh, ne çare, başıma bunca felâketler geldi!..

Ares ile Athena bana yılmazlık ve bahadırlık vermişlerdi; ne zaman düşmanları vurmağı aklımdan geçirsem, pusu için, yiğit erler seçerdim; cesur yüreğime, yılmaz gözlerime ölüm korkusu asla girmezdi; ön safta seğirtirdim, ve düşman erlerden benim kadar koşamayıp yetişebildiğim mızrağımla tepelerdim... Savaşta bu derece cesurdum, ama tarla işlerini hiç sevmezdim, övülen çocukları yetiştiren evcimentlikten de hoşlanmazdım; bayıldığım şeyler, kürekli gemilerdi, savaşlar, oklar, cilalanmış kargılardı; başkalarını titreten bütün ölüm pusatları benim sevgililerimdi, bir tanrı onları aklıma getirirdi; insanlar bir olmaz, herkesin zevk aldığı işler başka başka.

Öyle ki, Akhaioğulları Troia iline ayak basmadan önce dokuz sefer yiğit erlere başkan olmuş, tez yürüyüşlü gemilerimle yabancı ülkelere akın etmiştim: bu talanlardan pek çok kazançlarını olurdu: her seferde ilk önce, kendime bir ödül seçerdim, sonra kur'a çekerek payımı alırdım. Böylece gitgide evim barkım kutlu olmuştu; Kreteliler arasında da değerim şerefim arta gitmişti fakat gür sesli Zeus, bunca kahramanının dizlerini büken şu yaman seferi kararlaştırınca, İlion'a gemileri iletmeğe beni ve şanlı İdomeneus'u seçtiler; sıvışmıya yol yoktu: halkın gözünde adım aşağıya düşerdi. Orada biz Akhai çocukları dokuz yıl savaştık, onuncu yıl Priamos'un şehrini talan ettikten sonra, gemilere binip yurdumuza döndük. Ama bir tanrı Akhaiları darmadağın etti; ben bahtıkara için ise kaderin sahibi Zeus nice belalar göndermeği düşünüyordu !

Yalnız bir ay evimde barkımda kalıp çoluğumla çocuğumla hoş dirlik geçirdim, mallarımın hayrını gördüm; sonra kafamda bir Aigyptie Mısır seferi yeli esti: iyi yapılı gemiler donatıp çelebi yarenlerimle akma çıkmak hevesine düştüm. Dokuz tekne donattım, bir yandan da tayfalar üşüştü. Altı gün sevgili yarenler yiyip içip cümbüş ettiler; ben bol bol kurbanlar kestiriyordum: hem tanrılara sunmak, hem de erleri toylamak için. Yedinci gün gemilere bindik, geniş ovalı Krete'den uygun, dolu bir Boreas yeliyle açıldık, bir ırmak üzerinde sefer eder gibi gidiyorduk; gemilerin hiç birinde bir kaza çıkmadı; hepimiz, sağ esen, yerlerimizde oturuyorduk, gemileri rüzgârla kılavuzlar iletiyordu: beşinci gün güzel Aigyptos Nil ırmağına girdik.

Oraya ulaşınca sevgili yarenlere gemilerin yanında kalıp beklemelerini söyledim; keşif için de gözetleme yerlerine gözcüler yolladım. Ama bunların gözlerini gurur bürüdü, güçlerine güvenerek Aigyptieli Mısırlı erlerin şen kırlarını çapul ettiler, erkekleri öldürüp kadınları ve küçük çocukları sürüp getirdiler; hemen de şehrin içinde vaveyla koptu. Bağrışları duyan halk, şafak söker sökmez, yürüyüşe geçtiler; ovayı yayalar, atlılar dolduruyor, tunç parıltıları her yanda ışıldıyordu. Yıldırımın sahibi Zeus yarenlerin yüreğine fena ürküntü getirmişti; kimsede karşı durmağa cesaret kalmamıştı; ölüm her yandan bizi sarmıştı.

Orada bizimkilerin bir çoğunu tunç kılıçla öldürdüler, kalanları da angaryalarda çalıştırmak üzere götürdüler. O ara Zeus'un kendisi aklıma bir düşünce getirdi. Fakat keşke orada, Aigyptie'de ecelim gelip helak olaydım: çünkü ondan sonrası beni bunca belâlar bekliyormuş! Hemen tulgamı başımdan çıkardım, omuzumdaki kalkanı yere koydum, mızrağımı da elimden fırlatıp attım: öylece beyin atlarına koşup dizlerine kapandım, onları kucaklayıp öptüm. Yarlıgadı, ve beni koruyup arabasına bindirdi; gözlerim yaşlı, sarayına iletti. Kalabalık mızraklarını sallayıp ölümümü istiyordu: öfkeleri son derecede idi; ama bey onları uzaklaştırıyordu: garipleri koruyan Zeus'un hıncından korkuyordu, çünkü tanrı daima kemlik işliyenlerin cezasını verir.

Orada yedi yıl kalıp Aigyptieli erlerden çok mal biriktirdim, çünkü hepsinin vergisi boldu. Sekizinci yıl basınca, işi gücü yalan dolan, Foinikieli bir er geldi: insanlara çok kemliği dokunmuş biriydi. Beni Foinikie'ye iletmeğe kandırdı: onun evi barkı oradaydı. O yıl boyunca onun yanında kaldım. Günler ve aylar geçip yıl sonunda bahar dönünce, beni açık deniz seferine çıkan bir gemi ile Libie'ye iletti. Beni yüklerimle birlikte gemisine alabilmek için nice yalanlar kıvırmıştı; orada beni iyi bir paha ile satmağı düşünüyormuş. Gemisine bir kuşku içinde binmiştim başka çarem yoktu. Gemi gayet uygun bir Boreas yeliyle tez tez gidiyordu; Krete üzerine varıyorduk ki, Zeus bizi sındırmayı kurmuştu. Krete'den uzaklaşınca öyle bir zaman oldu ki, görünürde hiç bir kara yok: bir gök bir de deniz! O ara Kronos oğlu oyulmuş tekne üzerine bir kara bulut yolladı, ve onun altında deniz karardı. Zeus'un yıldırımı ile çarpılan tekne devrildi; içi dumanla doldu. Bütün yarenler gemiden dışarı atıldı. O ara, gönlüm gamlı iken, Zeus karabaşlı geminin uzun direğini kollarımın arasına koydu, ölümden kurtulayım diye. Sarıldığım direk üzerinde, ecel, rüzgârlarına göğüs gererek dokuz gün sürüklendim. Onuncu gün karanlık gece ortasında, iri bir dalga beni yuvarlayıp Thesprotların ülkesine attı. Orada Thesprotlar Hanı Phaidon alp kurtulmalık istemeksizin sığınmamı kabul etti: bu erin sevgili oğluna en önce rastlamıştım; beni soğuktan ve yorgunluktan bitkin bir halde görüp kılavuzum olmuştu, elimden tutmuş, babasının konağına iletmişti; bana giyecek vermişti: entari de kaftan da.

İşte orada Odysseus'un haberini aldım; Han, bana onu, atalar yurduna dönmek üzere geçerken konuklayıp ağırladığını söyledi. Odysseus'un biriktirmiş olduğu malları da bana gösterdi: Altını, tuncu, güçlükle işlenmiş demiri; o kadar boldu ki, on neslin erlerini geçindirmeğe yeterdi. Hanın konağında bu ağır pahalı mallardan bunca ve bunca vardı. Odysseus'un Dodone'ye gitmiş olduğunu söylüyorlardı: yüce Zeus Meşesinin tanrısal yapraklarından mübarek İthaka ülkesine dönmek için öğüt istiyecekmiş: bunca zamandanberi gurbette kaldıktan sonra, şimdi aşikâre olarak mı, saklanarak mı dönmeliydi? Odysseus konağından ayrılırken, Thesprotlar hanı tanrılara saçı kılarak and içmişti ki, onu sevgili atalar yurduna ulaştıracak gemi suya indirilmiş, tayfalar da hazırlanmıştı. Fakat bir Thesprot gemisi buğday pazarı Dulihion'a varmağa hazır bulunduğu için beni daha önce yola çıkarmıştı. Han adamlara beni sağ esen Akastos hanın yanına götürmelerini de tenbih etmişti. Ama onlar akıllarıyla fena bir karar verdiler, şüphesiz beni her türlü mihnetlerin içine atmak için. Gemi karadan açık denize açılınca bana kölelik günleri çektirmeyi kurdular, üstümden entari ile kaftanımı çıkardılar, ve sırtıma şu paçavraları, gözlerinle gördüğün yırtık pırtık abayı attılar. Akşama şen yüzlü İthaka iline ulaşıyorduk; beni gemi sıralarının altına, düğüm düğüm üstüne, iyi örülmüş bir iple bağladılar; sonra çarçabuk deniz kıyısına inip övünlerini aldılar. «Fakat tanrıların öz eli beni kolayca çözüverdi: hemen dümen, tarafından yüzükoyun denize atıldım, kollarımla yüzerek az sonra onlardan uzak, tehlikeden sıyrılmış bulunuyordum; çiçeklenmiş bir korunun en sık yerinde karaya çıkıp çömeldim; oradan koştuklarını, hızlı hızlı bağrıştıklarını işitiyordum; lâkin daha fazla vakit geçirmekten bir kazançları olmıyacağını görüp hemen oyulmuş gemilerine bindiler... Tanrılar beni kolayca saklamışlar, ve işte şu kulübede özü doğru bir adamın katına ilettiler. Daha yaşamak kısmetimde varmış demek.

Ve sen, çoban Eumaios, ona karşı dedin ki: — Ey gariplerin en mutsuzu, yüreğimi derinden sızlattın bu anlattıklarınla, başından uzun uzun geçen mihnetlerle; ama, bir nokta var ki gereğince söylemedin, sanıyorum: Odysseus üzerine söylediklerine beni inandıramazsın. Şu halinle bu boş yalanlar nene gerekti? Efendimin dönüşü üzerine kendim ne biliyorsam iyi biliyorum: şüphesiz o bütün tanrıların hoşlanmadığı bir erdir... Beni buraya, domuzlarımın yanına çekilmiş görüyorsun; şehre, ancak, akıllı Penelopeia bir taraftan salık alıp çağırdığı zaman giderim. Hepsi soruşturmağa koyulurlar: bir bölüğü gurbette kalan hanımız için tasalanmış olarak, bir bölüğü de mallarını pervasızca sömürmekten sevinerek! Ben artık haber soruşturmaktan ve işittiğimi nakletmekten hoşlanmıyorum, yalanlar kıvırarak bir Aitollu beni aldattığından beri: sözde bir adam öldürüp yad ellerde dolaşmış durmuş benim de kulübeme gelmişti; onu sevgi ile karşılamıştım; Krete'de, İdomeneus'un katında, efendimi gördüğünü ve orada fırtınalardan zedelenen gemilerini kalafat etmekle uğraşmakta olduğunu söyledi: onun dediğine göre Odysseus bu yaz veya bu güz dönecekti, bütün mallarıyla ve tanrıya benzer yarenleriyle beraber!.. Sen de, bir tanrının katıma gönderdiği çok çekmiş ihtiyarcık! Yalanlarla beni avutmaktan vazgeç, çünkü bunun için seni ağırlıyacak veya sana sevgimi verecek değilim. Ben seni garipleri koruyan Zeus aşkına esirgeyip konuklarım! Buna karşı çok tedbirli Odysseus cevap vererek dedi ki:

— Göğsünde ne kadar inanmaz bir gönül varmış senin. And içmişken bile seni inandıramadım. Haydi öyle ise şimdi aramızda ahdedelim, Olympos'un sahipleri Tanrılar da tanık olsun: Hanın bu eve dönecek olursa, o zaman sen de bana giyecek verirsin, entari de kaftan da; beni bir de gitmek istediğim Dulihion'a yollarsın; ama Hanın dönmiyecek olursa, dediğim yalan çıkarsa, kullukçularına buyur da beni Koca Kaya'nın üstünden atsınlar, tâ ki bundan sonra başka yoksullar yalanlar uydurup aldatmağa kalkmasınlar.

Çelebi domuz çobanı ona karşı şöyle dedi:

— Konuğum, böyle yapmış olsam adım sanım nice olur, bugünkü insanlar gözünde ve ondan sonrakiler katında?.. Seni ocağımda konuklayıp ağırlıyayım, sonra sana kıyıp canını alayım! Artık ondan sonra garipleri koruyan Zeus'a yalvarmaya ne yüzüm kalır? Ama işte yemek zamanı geldi, yarenler nerde ise şimdi yetişirler hep birlikte kulübede iyi bir övün hazırlarız.

Aralarında böyle konuşmakta iken, domuzlar ve çobanları ağıla geldiler. Dişileri, gecelemek üzere mandıralara sürdüler; kapatılan hayvanlar arasından bitmez tükenmez homurtulu sesler yükseliyordu.

Bu ara çelebi domuz çobanı yarenlerine seslenip dedi ki:

— Gidip sürünün en iyi domuzunu getirin, uzaktan gelen garip için kurban keseyim; biz de keyfimizi yerine getirelim, biz ki beyaz dişli domuzları yetiştirmek için bunca emek çekeriz, başkaları ise rahat rahat oturup yorgunluklarımızın mahsulünü sömürürler.

Böyle dedikten sonra keskin tunç balta ile odun yardı; öbür çobanlar da çok semiz beş yaşında bir domuz getirdiler, ocağın üstünde ayakta durdurdular; başçoban tanrıları unutmuyordu, çünkü aklında hep iyi düşünceler vardı; en önce beyaz dişli domuzun başından kopardığı kılları alevin içine attı, ve bütün tanrılara dua etti; sonra kolunu kaldırarak, yarılmamış bir meşe odunu ile kurbanı tepeledi: ve can hemen hayvanı terketti.

Domuzu boğazladılar, ütülediler ve parça parça doğradılar. Ve Eumaios, kanlı kanlı içirikleri çıkarıp geniş bir iç yağı tabakasına sardı: üstlerine beyaz arpa unu ektikten sonra ateşe saldı; kalan etler doğranıp şişlere geçirildi.

Hepsi gereğince kızardıktan sonra ateşten çekilen kebaplar ekmek tahtalarının üstüne serildi; o ara başçoban kalkıp payları böldü, çünkü o her şeyi töresince düşünürdü. Hepsini yedi pay ederek üleştirdi: Bir payı ilk olarak andığı Zeus oğlu Hermes'e sundu, öbürlerini hazır bulunanlara dağıttı; beyaz dişli domuzun kaburga kesimi ile de Odysseus'u ağırladı; ve bu şerefli pay Hanın keyfini yerine getirdi.

Bu ara çok terbiyeli Odysseus söze başlayıp şöyle dedi:

— Kısmet ola, Eumaios, seni Zeus ata benim sevdiğim kadar seve! Çünkü beni şu halde iken, en şerefli pay ile ağırladın.

Ona karşı sen, domuz çobanı Eumaios, cevap verdin:

— Ye, mutsuz konuğum, hazır bulduğun yiyeceklerden keyfini yerine getir. Bir tanrı bunları bize verir veya bizden alır; o günlünün dileğince işler; her şey onun elindedir.

Böyle dedi, bir yandan da bengi tanrılara kutsal payı sunuyordu; ve yanık yüzlü şarapla saçı kıldıktan sonra dopdolu çamçağı kaleler talancısı Odysseus'un elleri arasına koydu, kendi de öz payının önüne oturdu.

Bu ara Mesaulios önlerine ekmeği koymuştu bu köleyi Eumaios kendi malından vererek Taphos'lulardan satın almıştı, ve cümlesi önlerindeki hazırlanmış yiyeceklere ellerini uzattılar.

Yiyip içip keyifleri yerine geldikten ve Mesaulios ekmeği toplayıp kaldırdıktan sonra, ete ekmeğe tamamıyla doymuş, yataklarına çekildiler.

Bu ara gece bastı: hırçın ve karanlık bir gece; sabaha kadar Zeus yağmur yağdırdı, daima su taşıyan büyük Zephyros da esti durdu.

Odysseus domuz çobanını sınamak istiyerek söz söyledi; şunu anlamak istiyordu: bu derece ona baktığı gibi kepeneğini de çıkarıp verecek miydi, yoksa yarenlerden birinin kepeneğini mi istiyecekti!

— Hepiniz dinleyin, Eumaios ve arkadaşları! Sizlere geçmişi anmak için bir hikâye anlatacağım... Beni söyleten deli şaraptır, en akıllımızı türkü söylemeğe, hora tepmeğe, gözleri yaşarınca gülmeğe ileten, saklayacak sözleri ağzından kaçırtan odur. Ben de şimdi başlamışken susmak istemiyorum... Ah, hâlâ gençliğim, gücüm kuvvetim yerinde olaydı, Troia önünde pusu kurduğumuz bir günde olduğu gibi. Odysseus ile Atreusoğlu Menelaos başlarımız dı, beni de onlar üçüncü başkan olarak seçmişlerdi. Şehrin altına gelince bataklık içinde, sık sazlar arasına sokulup zırhlarımızın altında büzüldük; o ara hırçın gece bastı, dondurucu Boreas esmeğe başladı; üstümüze kar, tipi yağıyor, kalkanlarımız kırağı tutuyordu.

Benden başkalarının entarileri de kaftanları da vardı; kocaman kaftanlarıyla omuzlarına kadar örtünerek rahat rahat yatıyorlardı. Ben, havanın bu derece bozulacağını düşünmeyerek, kaftanımı arkadaşlarıma bırakmış bir kalkanla ve tunç kemerle yola çıkmıştım.

Gecenin son bölüğünde, yıldızlar batmak üzereyken, yanımda yatmakta olan Odysseus'a dirseğimle dokunup seslendim; o da hemen sözüme kulak verdi.

— Laertesoğlu, Zeus dölü, çok tedbirli Odysseus! Böyle giderse helak olacağım: boran beni öldürüyor! çünkü kaftansızım: bir iblis aklımı çelip beni bir entari ile yola çıkarttı; ve şimdi hiç çarem kalmadı!

Ben böyle deyince, o aklıyla bir yol düşündü: o daima böyle, danışmalarda tez, savaşlarda çevikti. En alçak bir sesle bana dedi ki: Sus şimdi, seni Akhailardan bir başkası işitmesin. Sonra, dirseği üzerine dayanıp başını açtı, şu sözleri söyledi:

— Kulak verin, arkadaşlar! Uykumda tanrısal düş görüp uyandım: Biz gemilerimizden fazlaca uzaklaşmış bulunuyoruz; içimizden biri budunlar çobanı Atreusoğlu Agamemnon'a seğirtip haber ulaştırmak gerek, tâ ki o da buyursun, gemilerden birçok er çıkıp yanımıza gelsin.

Böyle dedi; ve hemen Andremonoğlu Toos kalktı, üstünden erguvan rengi kaftanını atıp gemilerden yana yola çıktı. Ben de onun kaftanına bürünerek altın tahtlı Şafak sökünceye kadar rahat uyudum...

Buna karşı sen, domuz çobanı Eumaios, şöyle cevap verdin:

— Koca kişi, kusursuz bir hikâye dinlettin bize; içinde gerekmez ve faydasız tek bir kelime yok! Bunun için, bu gecelik, kaftandan, uzaktan gelen bir garibe verilmesi gereken hiçbir şeyden mahrum kalmıyacaksın, ama, yarın sabah, gene çaputlarını yamar, giyersin, çünkü burada fazla kaftanlarımız, yedek entarilerimiz yok: adam başına ancak bir tane vardır.

Böyle dedi, ve kalkıp ateşin yanında koyun ve keçi postlarından bir döşek hazırladı. Odysseus oraya uzanıp yattı. Eumaios onun üstünü kaba ve kocaman bir kaftanla örttü; bunu pek soğuk kış geceleri için yedek olarak saklardı. Uzanıp yatan Odysseus'un yanında Eumaios'un uşakları da yattılar; fakat kendisi domuzlardan uzak uyumak istemediğinden silâhlarını alıp dışarı çıktı. Odysseus, efendisi yokken, mallarına nasıl kaygı ile baktığını görerek kıvandı. Eumaios, en önce, güçlü omuzlarına sivri kılıcını astı; sonra rüzgârdan koruyan kalın bir kepenekle örtündü; iri bir yaban keçisinin postunu da üstüne attı; köpeklere ve serserilere karşı kullanmak üzere ucu sivri lobutunu eline aldı; bu haliyle çıkıp domuzların yattığı yere yakın, Boreas'tan kuytu, oyuk bir kayanın altında yatmağa gitti.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro