Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Şan: 1

DUA

Söyle bana, Musa, o çok tedbirli eri ki, Troia'nın kutsal kalesini alıp talan ettikten sonra, bunca zamanlar dolaşmış durmuş, bunca insanların illerini görüp törelerinin ruhunu anlamış; engin deniz üzerinde, kendi başı ve yarenlerinin sılası için, candan gönülden çabalayıp bunca mihnetler çekmiş; ama o kadar emeği boşa gitmiş, tayfalarını kurtaramamıştı.

Onlar kendi taşkınlıkları yüzünden helak oldular! Akılsızlar Hyperionoğlu Güneş tanrının sığırlarını yiyip bitirdiler, o da onları sıla gününden mahrum etti. Zeus kızı tanrıça, bu olup bitenlerden anlat bize de.

TANRILAR DERNEĞİNDE

Helak uçurumundan sıyrılan bütün ötekiler, kavgadan ve denizden kurtulup yurda kavuşmuş iken, yalnız o sılasına ve karısına hasret kalmıştı; onu güçlü nymphe tanrıçaların en tanrısalı Kalypso, kocası olsun diye yanıp tutuşarak, oyulmuş mağaralarında tutuyordu.

Zaman çarhı dönüp, İthaka'daki evine dönmesi için tanrıların eğirdiği vade geldikten, kendi ve sevdiklerinin arasına ulaştıktan sonra bile cefaları sona ermiyecekti. Bütün tanrılar ona acıyorlardı, yalnız biri, Poseidon, tanrıya benzer Odysseus'a öz yerine dönünceye kadar sürecek bir kin bağlamıştı.

Bu tanrı uzakta yaşayan Yanıkyüzlüler'in1 katına varmıştı, o Yanıkyüzlüler ki, insanlığın öbür ucunda, ikiye ayrılırlar, bir kısımları Hyperion'un batısına, bir kısımları doğusuna doğru: Poseidon bunların boğalardan ve toklulardan ettikleri yüzlü kurban törenine gitmiş, neşe içinde, oturup şölenlerinden pay alıyordu. Öbür tanrılar ise, bu ara, Olympos'ta Zeus'un sarayında dernek kurmuşlardı; önlerinde insanların ve tanrıların babası söze başladı: düşündüğü şanlı Aigisthos'tu: bunu Agamemnon'un adı yayılmış oğlu Orestes öldürmüştü. Bu hatıra altında olan Zeus ölümsüzlere şöyle diyordu:

— Ne günlere kaldık! insanlar tanrıları suçlu tutmaktan çekinmiyorlar artık: kötülükler onlara bizden gidermiş! asıl kendileri, azgınlıklarıyla, kaderde olmıyan belâlara uğruyorlar.

İşte şu Aigisthos da öyle: kaderde yokken, Atreus oğlunun karısını almak istedi ve kendisini sılaya kavuşur kavuşmaz öldürdü; kendisi için de helâktan kurtuluş olmıyacağını bile bile; çünkü biz vazgeçirmek için akışıklı bekçimiz Hermes'i ona göndermiştik, hanın ne karısına göz diksin ne de kendisini öldürmeğe kalkışsın, diye, yoksa Orestes, gençlik çağına erişip yerini ele geçirmek arzusunu duyunca, elbette ki babasının öcünü alacaktı. Hermeias bütün bunları Aigisthos'a anlattı, ama iyi öğütleri onu niyetinden vazgeçiremedi: işte şimdi, birden, hepsini ödedi!

Buna karşı Gökgözlü tanrıça Athena şöyle dedi:

— Kronosoğlu, hanlar hanı, babamız, o elbette hakettiği cezayı buldu, kim onun yaptığını yapmaya kalkarsa yok olsun! Ancak benim yüreğim aydın gönüllü Odysseus için parçalanıyor; bu talihsiz, sevdiklerinden uzak, iki yanı su bir adanın üzerinde, kaygılanadurmakta. Denizlerin göbeği olan bu ormanlık adada bir tanrıça, kem gözlü Atlas'ın kızı oturuyor, bütün denizlerin derinliklerini bilen, ve göğü yerden ayıran yüksek direklere kendi başına bakan bu tanrının kızı inlemekte olan talihsizi esir tutuyor. Ara vermeden, yumuşak, sevgi dolu sözlerle avutarak ona İthaka'yı unutturmağa çalışıyor, ancak Odysseus, bir gün memleketinin yükselen dumanlarını görmekten başka emel beslemiyerek ölümü bekliyor. Olympos'un sahibi, senin kalbin hiç yumuşamak bilmez mi? Bir zamanlar Odysseus Argosluların gemileri yanında, Troia ovasında kurbanlar sunarak sana da sevgili olmamış mıydı? Şimdi aynı adama, bu derece öfke neden ey ulu tanrı?

Ona karşı bulut devşiren Zeus cevap verdi :

— Kızım, bu nasıl söz dişlerinin arasından kaçan öyle? Ben tanrısal Odysseus'u nasıl unuturum ki, bütün ölümlülerden, gerek akılca gerek geniş göklerin sahipleri tanrılara sunduğu kurbanlarca, üstün gelmiştir? Ancak yerin sahibi Poseidon, tanrıya benzer kyklop Polyphemos'un öcünü almak için, öfkesinde direnmekte; bütün kykloplar üzerine buyruğu geçen bu kyklopun gözünü Odysseus oyup kör etmişti; onu doğuran nymphe hasatsız denizin hanlarından Phorkus'un kızı Thosa'dır ki, oyulmuş mağaralarında Poseidon'a kendini vermişti; ondan beri, Yeri sarsan Poseidon, Odysseus'u ne öldürür ne ondurup vatanına ulaştırır... Ama, haydin, hepimiz, konuşup dönüşüne karar verelim, yolunu araştıralım. Poseidon da öfkesini gevşetir elbet, çünkü kendi başına bütün ölümsüzlere kafa tutup dileklerine karşı gelemez.

Buna karşı Athena, Gökgözlü tanrıça, cevap verdi:

— Kronosoğlu, hanlar hanı, babamız, eğer şimdi mutlu tanrıların dileği bu ise ki, çok akıllı Odysseus evine dönsün, vakit geçirmeden, akışıklı haberci Hermes'i Ogygia adasına gönderelim, ta ki, en tezden, güzel belikli Nymphe'ye cesur gönüllü Odysseus'un dönüşü için olan değişmez buyruğu eriştirsin ve nasıl döneceğini söylesin. Kendim de İthaka'ya varıp oğlunu bulayım, yüreğine cesaret vereyim, uzun saçlı Akhaiları dernek meydanına davet etsin de her gün sürü sürü koyunlarını ve paytak yürüyüşlü boynuzlu sığırlarını kesen yavuklulara bir iki söz söylesin, sonra onu, Isparta'ya ve kumluk Pylos'a göndereyim, hem babasının dönüşü üzerine ne mümkünse soruştursun, hem de insanlar gözünde iyi bir nam kazansın.

Tanrıça böyle deyip ayaklarının altına en güzel sandallarını bağladı ve Olympos'un tepelerinden dalarak, varıp İthaka'da Odysseus'un saray kapısı altında yere indi. Avlunun eşiğinde, tunç mızrak elde, bir yolcu gibi duruyordu:

Tophosluların hanı Mentes'i andırıyordu.

Taşkın yavukluları orada buldu: bunlar peçiç oynıyarak gönül eğlendirirken, kapıların önünde, kendi elleriyle boğazlanmış boğaların postları üzerinde oturmuşlardı; bu sırada çavuşlar ve koşucu kullukçular sebular içinde onlar için şarabı su ile karıyorlar veya çok delikli süngerle sildikleri birer kişilik masaların üzerinde bol etler parçalıyorlardı.

Tanrıçayı herkesten çok önce gören tanrı yüzlü Telemakhos oldu; yavuklular arasında yüreği üzgün oturmakta iken, gönülden tosun babasını düşünüyordu: onu yurda dönmüş, işinin başına geçmiş, konağında hükmünü yürütmeğe başlamış görüyordu! İşte Telemakhos, yavuklular arasında bunları düşünmekte iken Athena'yı farketti, ve seğirtip doğru sarayın dış dehlizine gitti; kapısında bir garibin ayakta bekletilmesine canı sıkılmıştı. Yanına gidip sağ elini tuttu, elinden tunç mızrağını aldı, ve ona seslenerek kanatlı sözler söyledi:

— Selâm sana, konuğum, bize hoş geldin; şimdi, önce övününü alırsın, sonra her ne dileğin varsa bize anlatırsın.

Böyle deyip tyol göstermek üzere öne geçti. Pallas Athenn arkadan yürüyordu. Yüksek binanın içinde bulundukları zaman elindeki mızrağı büyük direğin yanına getirip nakışlı silâhlığa dikti; orada ulu gönüllü Odysseus'un birçok mızrakları daha dikilmiş duruyordu. Gene kılavuzluk ederek konuğu üstünü keten bezle örttüğü bir koltuğa oturttu, kendine ancak alaca boyalı bir iskemle aldı; şu yavuklulardan uzaktılar, gürültülü arsızlıkları konuğu ziyafetten tiksindirebilirdi.

El yıkamağa oda hizmetçilerinden bir kız güzel bir altın ibrik getirmişti, gümüş leğen içinde ellerine su döküyor, sonra önlerine cilalanmış bir masa çekiyordu. Sayın kâhya kadın ekmeği getirip yanlarına bıraktı; ve baş sofracı yüksekten götürdüğü türlü türlü etlerle dolu tepsileri sundu, önlerine altın sağraklar koydu; bir çavuş da sık sık gidip gelerek sağraklarına şarap dolduruyordu.

0 aralık taşkın yavuklular içeri girdiler: sıralı iskemlelerle koltuklara geçip oturuyorlardı. Çavuşlar ellerine su döküyor, halayıklar sepetlerle bol bol ekmek getiriyor, onlar da önlerinde hazırlanmış seçkin yiyeceklere ellerini uzatıyordu.

1 Aitiops Aitiopes denilmiş ki yanıkyüzlü ler demektir: Habeşîler ve zenciler kastedilmektedir.

ATHENA'NIN ÖĞÜTLERİ

Yiyip içip keyifler yerine gelince, yavukluların canı şarkıdan ve danstan, ziyafetin bu ziynetlerinden başka bir şey istemiyordu. Bir çavuş kopuzların en güzelini Phemiosun ellerine vermişti, o da onların önünde isteksiz isteksiz destan okuyordu.

Bir peşrevden sonra, ozan güzel sesle okumağa başlamıştı ki, Telemakhos, başkaları işitmesin diye başını gökgözlü Athena'ya yaklaştırarak şöyle dedi:

— Aziz konuğum söyliyeceklerim gücüne gider mi? Bak şunlara: düşündükleri bir saz, bir söz! keyifleri yerinde! pervasız yedikleri içtikleri başkasının, öyle bir erin ki ağarmış kemikleri kim bilir nerede çürüyüp duruyor: yağmur altında bir sahilde, veya denizin dalgaları arasında? Ah, İthaka'ya onun bir döndüğünü göreydiler: daha çevik ayakları olmak için en ağır hazinelerini, altınlarını ve kumaşlarını verirlerdi! Lâkin işte alnının kara yazısı böyle yok olmakmış: Artık hiç bir umudum kalmamıştır, dünyada onun dönüşünü haber vermek için yanıma kim gelirse gelsin!... Onun için artık sıla günü yoktur! Lâkin şimdi sen, cevap ver bana, hiç bir şey gizlemeksizin, birer birer söyle: adın ne, kimlerdensin, nerelisin, kavmin kabilen hangisidir? Bize ilk defa mı geliyorsun, yoksa babamla konukluk hukuku olanlardan biri misin? Çünkü bizim eve gelip gidenler pek çokmuş, kendi de insanların ziyaretine gitmeyi çok severmiş.

Buna karşı Athena, Gökgözlü tanrıça, cevap verdi:

— Hay hay, sana bütün bunları açıkça söyliyeceğim! Adım Mentes'tir, aydın gönüllü Akhialos'un oğlu olmakla övünürüm; bizim Taphos'un iyi kürekçi olan ahalisine başkanlık ederim. Şimdi buraya gemimle ve yarenlerimle geldim; şarap yüzlü denizin üzerinde, yabancı dil konuşanlar iline, Temese'ye sefer ediyorum: tunçla değiş tokuş etmek üzere parlak demir götürüyorum. Gemim şehirden uzak, kırlarda, bağlanmış: Reithros limanında, Neios dağının koruluğu altında. Çok eskiden beri, övünç ile söylüyorum, birbirimizle aile dostlarıyız. Sor istersen, ilk seferinde, ihtiyar kahraman Laertes'e. O artık şehre hiç inmiyormuş dediler: tarlalara çekilmiş, yas içinde, münzevi bir hayat yaşıyormuş; yanındaki ihtiyar halayık yemeğini yedirir, suyunu içirirmiş: ne zaman bağ yamaçlarında uzun uzun dolaşıp bacaklarının takati kesilirse... Şimdi ben buraya geldim, çünkü bana babanın dönmüş olduğunu söylediler.

Fakat görüyorum ki tanrılar yolunu bağlıyorlar; çünkü o, tanrısal Odysseus, yeryüzünde ölmüş değildir; o hâlâ, bir tarafta, sağ esen yaşamaktadır, ancak tutsak; denizlerin ötesinde her yanı su bir adanın üzerinde, kaba ve vahşi insanlar onu zorla tutuyorlardır. işte ben sana haber veriyorum: tanrıların gönlüme bildirdikleri gibi; ve bunun gerçekleşeceğine inanıyorum. Ben ne falcıyım, ne alâmetleri açıkça anlıyan bilgeyim; fakat, çok geçmeden Odysseus dönüp atalarının yurdunu görecektir; demir zincir bağlı olsa dahi o dönüş yolunu araştırıp bulacaktır, çünkü o çok hünerlidir...

Şimdi sen de bana, açık açık ve birer birer cevap ver: sen gerçekten Odysseus'un oğlu musun? Bu kadar büyük bir oğul ha: fakat aşikâr: baş onun başı, gözler onun güzel gözleri! Biz birbirimize sık sık gelir giderdik, o Troia seferine çıkmadan önce; başka Argos uluları da onunla beraber kocaman karınlı gemilerine binip gitmişlerdi. O zamandan beri ne ben Odysseus'u bir daha gördüm, ne de o beni. Buna karşı akıllı Telemakhos cevap verdi:

— Hay hay, konuğum, sana bunları dosdoğru söyliyeceğim. Onun oğlu olduğumu bana annem söylüyor: ben de başka bir şey bilmiyorum; çünkü kimse babasının kim olduğunu başka türlü bilemez... Keşke talihli bir adamın oğlu olaydım, malları içinde kocayıp giden birinin! fakat dediklerine göre, ölümlü insanların en talihsizi imiş benim babam; soruyorsun madem, anla işte.

Athena, Gökgözlü tanrıça, ona karşı şöyle dedi:

— Tanrılar senin soyunu atsız sansız koyup bırakmış değildir, madem ki Penelopeia işte senin gibi bir evlât doğurmuş... Şimdi, haydi sen de söyle bana, açık açık, birer birer: Bu ziyafet niye? Bu cemiyet ne için? Bunlar sana ne gerekti? Bu bir şölen mi ya bir düğün mü? Çünkü bunun arfana ile olmadığı aşikâr. Bence bu adamların, senin evinde, toplanıp cümbüş kurması her haddi aşan bir küstahlıktır. Böyle bir rezaleti görüp de kanı kaynamıyacak az iz'anlı bir adam yoktur.

Buna karşı akıllı Telemakhos cevap verdi:

— Madem soruyorsun, konuğum, ve anlamak istiyorsun söyliyeyim: bu yurtta bir zamanlar bolluk da vardı şeref ve intizam da; kahraman kendi ilinde iken. Bugün ise, kemlik dileyen tanrıların varlığı ile hal değişmiş; çünkü onu bütün insanların arasından yok etmişler; ölümü bile bana o kadar yas vermiyecekti, eğer Troialıların memleketinde, yarenleriyle birlikte ölseydi. O zaman Panakhaylar kabrini yapacaklardı, ve bundan oğluna büyük bir şan kalacaktı. Şimdi ise Hrpyia'lar onu şansız ve şerefsiz kaldırıp yok ettiler. Gitti, görülmez işitilmez oldu, bana da ancak acılar, hıçkırıklar bıraktı. Ama şimdi böyle inlerken yalnız onun talihi için ağlamıyorum: tanrılar bana başka kaygılar verdiler. Bütün adalarımızda: Dulihios'ta, Same'de, ormanlık Zakyntos'ta ne kadar buyruğu geçer, bizim İthaka'nın dağında bayırında ne kadar zorbalığı yürür varsa, hepsi anama yavuklu çıkmış, benim de evimi barkımı sömürüp bitiriyorlar. Anam ise ne iğrenç bulduğu evlenmeyi reddediyor, ne de bir karar ile bu hale bir son verebiliyor. Malımı sömürüp ocağımı söndürenler yakında kendimi de paralıyacaklar.

Pallas Athena kanı kaynıyarak şöyle dedi:

— Vay başına gelenler! Odysseus'un yokluğu burada gerçek çok duyuluyor! Ancak onun kolları şu sıkılmazları sindirebilirdi! Onu şimdi, eve giderken, birinci eşiğe gelmiş, ayakta, miğferi alnına eğilmiş, kalkanı ve iki mızrağı elinde görüyorum: tıpkı ilk defa olarak bizim evde, oturup neşe içinde yiyip içerken gördüğüm gibi. Ephyre'den Mermeroğlu İlos'un yanından dönüyordu; Odysseus oraya tez yürüyüşlü gemisiyle oklarının tunç temrenlerine sürmek için insan öldüren zehir istemeğe gitmişti: Mermeroğlu daima var olan tanrılardan korktuğunu söyliyerek zehiri vermemişti; babam ise, büyük dostuna istediğini vermişti... İşte kendisini o zaman gördüğüm gibi şimdi, Odysseus içeri bir giriverse, şu yavuklulara dönüp bir iki lâkırdı söylese! Hepsinin eceli tez gelir, düğünleri yasa dönerdi.

Fakat kendi dönüp şu konağın içinde cezalarını verecek mi, yoksa dönmiyecek mi, bunu tanrılara bırakalım. Şimdi sana öğüdüm; şu yavukluları evinden defetmenin yolunu kendin aramalısın. Beni iyi dinle, söylediklerimi iyi anla: yarından geçi yok, Akhai erlerini dernek meydanına davet edip meclis kur; hepsine olanı biteni anlat, tanrılar da tanık olsun, yavuklulara ne istediğini bildir: evli evine köylü köyüne çekilsinler. Anan da canı evlenmek istiyorsa, çok kudretli olan babasının konağına gitsin. Bir çok düşünüp verdiğim şu öğüdü de sen iyi dinle: yirmi kürekli, en iyi bir geminin hazırlığını gör, tayfasını düz, bunca zamandan beri gurbette kalan babanın izini aramağa çık; insanlardan soruştur, veya Zeus'un dünyayı dolduran ünlerinden birini işitmeğe çalış. En önce Pylos'a gidip tanrısal Nestor'a sor, sonra Isparta'da Sarı Menelaos'un yanına var; tunç cebeli Akhailardan yurda en son döneni odur. Orada babanın sağ olduğunu ve döneceğini işitirsen, ne derece gezmiş, usanmış da olsan bir yıl daha bekle. Eğer öldüğünü, artık var olmadığını işitirsen hemen sevgili baba yurduna dön, ona bütün gereken törenle ve kurbanlarla kabrini yap, ananı da kocaya ver. Bu borçlar ödenip bittikten sonra, aklınla ve gönlünle başbaşa vererek, hile ile mi olur, kuvvet ile mi, konağındaki şu yavukluları nasıl temizliyeceğini düşün. Çocukluk etmenin lüzumu yok, çünkü artık o yaşta değilsin. Kulağına değmedi mi tanrısal Orestes'in cihana yayılan adı ki, şanlı babasını öldüren hilekâr Aigisthos'u tepeledi? Sen de, dostum, görüyorum: yakışıklı bir yiğit olup yetişmişsin, cesur ol ki bir gün torunlardan biri senin de şanını ansın. artık varıp gemime ulaşmalıyım; tayfa bekliyor ve şüphesiz homurdanıyor: sen iyi düşün, söylediklerime kulak ver.

Buna karşı akıllı Teiemakhos cevap verdi.

— Görüyorum, konuğum, bütün söylediklerin dost düşünceleri, bir babanın oğluna öğütleridir; hiç birini unutmıyacağım. Fakat yolculuk işin ne kadar acele de olsa az daha kal. Hamama gir, sonra biraz da gönlünü eğlendir; bir de, elden geldiği kadar, değerlice bir armağan kabul et, için açılsın da gemine öyle dönesin: bu benden sana, sevişen konuklar arasında verilmesi gereken bir andaç olsun.

Buna karşı Athena, gökgözlü tanrıça, cevap verdi:

— Beni fazla alıkoma, yola çıkmak arzusu ile içim içime sığmıyor. Bana vermek için gönlünden kopan armağanı ben döner, alıp evime götürürüm; seçeceğin o güzel andacın karşılığını da sen benden görürsün.

Bu sözler üzerine gökgözlü Athena, bir deniz kuşu gibi uçup uzaklaşarak gözden kayboldu. Telemakhos'un yüreğinde kuvvet ve cesaret uyandırmıştı: babasının hatırasını canlandırarak, içten anlamıştı; gönlü hayret içinde kalarak gelenin bir tanrı olduğu kendisine malûm olmuştu.

YAVUKLULARIN CÜMBÜŞÜNDE

Ve hemen tanrıların eşi yiğit, yavukluların yanına döndü. Önlerinde ozanların en ünlüsü destan okuyordu: onlar da sessizce oturmuş, dinliyorlardı. Ozan Akhaiaların hazin Troia dönüşünü ve Pallas Athena'nın üzerlerine saçtığı musibetleri okuyordu. Bu ara, İkarios kızı yüce gönüllü Penelopeia, üst katta, tanrılardan gelen destanı işitiyordu. Odasından çıkıp yüksek merdivenlerden aşağı indi; yalnız değildi: iki oda hizmetçisi kız arkasından geliyordu. Yavukluların yanına gelince tanrısal kadın durdu, geniş merdiven başının üstünde, yaşmaklarını yanakları üzerine getirdi; sadık odacı kızlar iki yanında, gözleri yaşararak tanrısal ozana şöyle dedi:

— Phemios, dinliyenlerin gönlünü açacak başka birçok destanlar, tanrıların ve erlerin işlerini anmak için ozanların okuyageldiği destanlar bilirsin; işte bunlardan birini seçerek onlara oku, onlar da sessizce şaraplarını içerek dinlesinler: tek şu hazin destanı kes ki ne zaman işitsem göğsümün içinde yüreğim parçalanır: Katlanılmaz yas bana çok dokunuyor. Ben kimin başı için ağlıyorum. Adı bütün Hellas ve Argos içinde yayılmış olan erin bir an bile aklımdan çıkmıyor.

Akıllı Telemakhos ona dönerek şöyle dedi:

— Anne, sadık ozanı bizi gönlünün istediği gibi eğlendirmekten niçin menediyorsun? Bunda ozanların suçu ne? Sebep herşeye gücü yeten Zeus'tur ki miskin insanlara dilediğini kısmet eder, her birine ayrı ayrı. Danaosluların hazin talihini okuduğu için Phemios'a gücenmemeli; yeni destan daima işitenlerce en çok beğenilir. Sen de yüreğini sıkı tut da bunları dinle.

Sıla günü elinden alınmış yalnız Odysseus değildir; daha birçokları bu Troia seferinde yok olmuştur.

Penelopeia, şaşarak, dairesine döndü: çocuğunun uslu akıllı sözleri gönlünü dolduruyordu; oda hizmetçileri kadınlarla birlikte üst kata çıktıkları zaman aziz eşi Odysseus için hâlâ ağlıyordu, ta Gökgözlü tanrıça Athena göz kapaklarına tatlı uyku ekinceye kadar.

Yavuklular gölgeli divanhanede gürültü patırdı ediyorlardı; hepsinin tek bir arzusu vardı; onun yanında yatmak.

Akıllı Telemakhos, onlara dönerek söz söylemeğe koyuldu

— Anamın aşırı cüret gösteren yavukluları, şimdi eğlencemize bakalım; bağırtılar kesilsin; en iyisi şu ozanı dinlemektir; sesi onu ölümsüzler mertebesine yükseltiyor; yarın da, tanlayın, hepimiz dernek meydanında toplanıp meclis kuralım; size açıkça söyliyecek bir çift sözüm var: divanhanemi boşaltmalısınız, artık birbirinizle anlaşın, gidip eğlentilerinizi başka yerde yapın: kendi evlerinizde, birbirinizi konuklayarak kendi mallarınızı yiyerek! yok hepiniz üşüşüp cezasız tek bir adamın malını yiyip bitirmek daha kolayınıza geliyorsa, ben artık sesimi yükseltip daima var olan tanrılara şikâyet edeceğim; işlediklerinizin cezasını Zeus versin; hepiniz şu konağın içinde helak olasınız, ve öcünüzü alacak kimse bulunmasın.

Böyle deyip kesti. Hepsi, dişlerini dudaklarına bastırarak, Telemakhos'un böyle yüksekten söylemesine sağıyorlardı. Bunun üzerine, Eupeithes oğlu Antinoos şöyle dedi:

— Ya, Telemakhos, artık tanrılar, bir meydan hatibi gibi böyle cesaretle, gururla söz söylemeyi demek sana öğretiyorlar. Ama şu iki yanı deniz İthaka üzerine hüküm sürmeği, atalarından kalma bir hak da olsa, Kronos oğlu Zeus kısmet etmesin sana.

Akıllı Telemakhos ona dönerek şöyle dedi:

— Antinoos, söyliyeceğim gücüne gitmesin: ama buranın hanlığını, Zeus bana lâyık görüp vermiş olsa, kabul etmeğe hazırım. Sana göre hanlık etmek insan için en fena talih mi oluyor? Bana inan, bu hiç de fena bir şey değildir; han olanın evi malla donanır, kendisinin de değeri artar, fakat hanlardan yana bizim iki yanı deniz İthaka zengindir: yiğitleri var, kocaları var; bu Akhailardan biri seçilsin, tanrısal Odysseus gerçekten ölmüşse. Ben de hiç olmazsa kendi evimin beyi olayım. Tanrısal Odysseus'un bana bıraktığı kullara karavaşlara hükmüm geçsin.

Buna karşı Polibos oğlu Eurymakhos şöyle dedi:

— Telemakhos, bu işler, şüphesiz, tanrıların dizleri üzerindedir; iki yanı deniz İthaka üzerine kim han olacak, o da onların bileceği şeydir. Malın mülkün senin olsun, sarayında da sen kendin hüküm sür: İthaka'da ahali var oldukça, mallarını, dileğin olmadan, gücüyle, senin elinden kim gelip alabilir? Yalnız, azizim, ben senden şu gelen yabancıyı sorup anlamak istiyorum: nereden geliyor sana bu adam? hangi yerden olmakla övünüyor? Bir tarafta soyu sopu, yeri yurdu var mıdır? Babanın dönüşünü müjdelemeğe mi gelmiş? Yoksa yalnız bir alacağını istemek için mi? Ne de çabuk çekilip gitti, kendisini tanımağa bile vakit bırakmadı, çehreden yana hiç de kötü kişiye benzemiyordu.

Akıllı Telemakhos ona dönerek şöyle dedi:

— Eurymakhos, biliyorum, babamın dönmesine ümit kalmamıştır; müjdeci kim ve nereden olursa olsun, ben inanmıyorum artık; kâhinliklere de, anam bir falcı çağırıp sorduğu zaman kulak asmıyorum. Bana gelen konuk ise Mentes adında Taphoslu bir baba dostu imiş; aydın gönüllü Ankhilaos'un oğlu olmakla övünüyor; Taphos hanı imiş ve Taphos'un iyi kürekçi olan ahalisi üzerine hükmü geçermiş.

Telemakhos böyle söyledi, lâkin gelenin ölümsüz tanrılardan biri olduğu gönlüne malûm olmuştu.

Öbürleri gene dansa ve neşeli çalgıya kendilerini koyvererek akşamı bekliyorlardı! onlar böyle eğlenirken akşam karanlığı basmıştı; o zaman yatıp dinlenmek üzere evli evine dağıldılar.

Telemakhos'un yattığı yer en güzel avlunun içinde yapılmış çok yüksek, dört yanı açık bir odaydı. Orada yatağına girdiği zaman zihninde düşünceler kaynaşıyordu. Elinde tutuşmuş çıralar tutan sadık dadı Eurykleia, Peisenor oğlu Ops'un kızı, önden yürüyordu; bunu çok genç iken Laertes kendi malından yirmi sığır pahasına almıştı; sarayında sadık eşiyle bir değerde tutardı, ancak karısını gücendirmekten çekinerek yatağına almamıştı. Telemakhos'un önünde yürüyerek tutuşmuş çıralar taşıyan dadı onu bütün halayıklardan çok severdi; daha emzikte iken ona dadılık etmeğe başlamıştı. Sağlam duvarlı odanın iki kanadını açınca Telemakhos yatağına oturdu; yumuşak kaftanını çıkarıp sağlam öğütlü ihtiyar kadının kolları üstüne attı; o da kaftanı dikkatle devşirip oymalı sedirin yanındaki çengele astı. Odadan dışarı çıkarak gümüş tokmağından kapıyı çekti, kayışı gererek çubuğu mandalı taktı. Burada, Telemakhos koyun yapağısı ile örtülmüş olarak, bütün gece Athena'nın söylediği yolculuğu düşünde gördü.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro