Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Şafak Vakti


_Önceki Bölümden Kesit_

Ayağa kalkarak Catarina'nın elini sıkıca kavradığımda, Serenity'nin ilgisini çektiğimi görerek gülümsedim.

"Planın ne Raphael? Magnus gibi ölmek mi istiyorsun?"

"Hayır. İstediğim şey, sadece sensin."

Alec

Cadının bakışlarındaki ani değişimi görmek gülümsememi sağlarken, Catarina'nın elini daha sıkı kavradım. Onu tutmasam düşecekmiş gibi görünen hali yüzünden, ne kadar işime yarayacağını bilmiyordum. Bildiğim tek şey iki periye de şuan ihtiyacım olduğuydu. 

Etrafımızı saran peri ve büyücülere bakarken, Serenity'nin üzerime odaklı bakışlarını gördüm. Korkmamı bekliyor olabilirdi. Ama yüzüm, korkunun zerresini bile göstermezken, daha çok kendime olan güveni resmediyordu. 

"Ne saçmalıyorsun, Raphael? Saldıracak olursanız, buradan sağ çıkamazsınız..."

Duyduğum kelimelerle yüzümdeki gülümseme daha da büyürken, cadıya göz kırptım. Gerçekleri çözemiyor muydu? Yoksa aptalı mı oynuyordu?

"Bence neler döndüğünü çoktan anladın, Serenity. Aptalı oynamayı bırakman gerekiyor. Yoksa gerçekten bu kadar zeka yoksunu musun?"

"Alec?"

"Aferin..."

"Sen!"

Cadının tek kelimesinin ardından, maruz kaldığım korku dolu gözler içimde bir şeyleri harekete geçirdi. Bedenimden uzak olsam bile ölüm getirenin hala benimle olduğunu hissediyordum. Bir sonraki adımım çoktan hazır olduğundan, cadının atağa geçmesi için sessizce bekledim. 

Zaten çok geçmeden de cadının emriyle, peri ve büyücülerin saldırıya başlaması bir oldu. Etrafımı saran büyü ve lanetlerin arasında, Raphael'in kristallerinin büyük bir kısmının çürüyeceğini umursamadan, bedenlerimizi saracak kalkanı oluşturdum. 

Yaptıklarım karşısında herkesin anlık duraksamasına şahit olurken, Serenity'nin bir saniye öncesine dek düzelmiş olan bakışlarındaki, dehşeti gördüm. 

"Güç için Raphael'in bedenini kullanıyorsun.."

"Evet. Bunda bir sorun göremiyorum."

"Onu öldüreceksin..."

"Sahi mi? Daha az önce onları öldürmekten bahsediyordun. Fazla iki yüzlü davranmıyor musun? Perileri hangi noktada korumaya karar verdiğini bile bilmiyorum. Ama görünen o ki, sende Lilith kadar kötüsün..."

"Sen!"

"Evet."

"Öleceksin."

"Bunu bu aralar çok duyuyorum. Ama sen işime yarayana dek ölmeyeceksin."

Bir sonraki atağın başlayacağını bildiğim için Catarina'nın elini daha sıkı kavradım. Bu kez çürüyen kristallerin sahibi su perisi olurken, bir gözüm onun üzerindeydi. Canının acıyacağını bir kaç dakika öncesinde zaten dile getirmiştim. Şu an Raphael'in aksine tüm hasarı hissettiğini için yüzünde çektiği acı fark ediliyordu. Bakışlarına eşlik eden acı dolu inlemelerinin arasında, içten içe bir itiraz cümlesi bekledim. Ama o tek bir kelime dahi etmiyordu. Sadece yapacaklarıma sessizce izin veriyordu. 

Yeterli sayıdaki kristal teker teker ayaklarımızın dibine düşerken, hala kırılmayan kalkan ile etrafımdaki peri ve cadılara odaklandım. Oluşturduğum lanet bedenlerini delip geçerken, üzerinde bulunduğumuz zeminin bile değişmesini sağlıyordu. Beni tutacağından emin oldukları lanetin işaretleri tamamen yok olduğunda, Catarina'nın daha fazla dayanamayan bedeni kendinden geçti. Onu yavaşça yere yatırırken, zihnimde yankılanan kahkaha seslerini duydum. Ölüm getiren resmen aldığı ruhların ardından zevke geliyordu.

Perinin ise kanatlarını kabul eden bedeninin etrafında küçük bir kan gölü oluşmuştu. Normal bir insandan farklı olarak hala yaşıyordu. Ölmesine izin vermek gibi bir niyetim yoktu. Yine de şimdilik onu görmezden gelerek cadıya odaklanmam gerekiyordu. 

Az önceki lanetin bir kısmına maruz kalarak geriye savrulan cadı ile göz göze geldiğimde,  şaşkınlığını yüzümdeki yarım gülümseme ile karşıladım. 

"Tüm bunları nasıl yapabiliyorsun?"

Serenity'e doğru birkaç adım atarken aramızdaki mesafeyi yarıladığım da durdum.

"Korktun öyle değil mi? Lilith'de benzer bir tepki vermişti. Sizler... Yaptığınız lanete rağmen beni fazlasıyla hafife alıyorsunuz... Sonunda da bunun bedelini ödüyorsunuz."

"William böyle değildi... O... Onu tuzağa çektiğimizde... Hiçbir şeyi sorgulamadı."

"Onun bir zaafı vardı, Serenity. Beni etkilemiyorsun."

"Ne demek istiyorsun?"

Cadının sorusuna gözlerimi devirirken, artık Raphael'e ihtiyacım olmadığını bilerek gözlerimi kapattım. Saniyeler içinde ruhum ait olduğu bedenime dönerken, peri tıpkı arkadaşı gibi kendinden geçmişti. Onunda yere uzanmasını sağladığımda, sırtındaki kesiklerin oluşturduğu kanın bedeninden sızması gecikmedi. Bense kendim olmamın yarattığı etkiyle daha iyi hissederken tekrar cadıya döndüm. 

"Nerede kalmıştık?"

"Sana bir soru sordum?"

"Ciddi olup olmadığını anlamak istedim. Ama gerçekten de aptalsın sanırım. William senin gibi birini nasıl sevebildi? Şu an anlayamıyorum."

"Bunun sevgi ile ne alakası var? O, ölüm getirendi. Ölüm getiren sevgiyi hissedemez..."

Kadının cümleleri öfkelenmeme sebep olurken, zihnimin gerisindeki William'ın arta kalan anılarını anımsadım. Şu an sahip olduğu aşk, her ne kadar kalbimi kırmaya sebep olsa da, hala nefes almamın tek sebebiydi. Eğer karşımdaki kadın ona çok önceden şans vermiş olsaydı, başıma gelen tüm o kötü şeyleri yaşamayabilirdim.  

"Hissedemez mi? Peki ben neden buradayım? Neden seni öldürmek yerine sevdiğim adamı geri getirmeni isteyerek seninle anlaşma yapmaya çalışıyorum?"

"Hepsi yalandan ibaret... Senin oyunun..."

Öfkem adeta bakışlarımda can bulurken, yüksek sesimle kadının konuşmasını böldüm.

"Oyun falan yok Serenity. Önceden de yoktu. William senin yanına geldiğinde, düşündüğü tek şey sevdiği kadının ona yardım edecek olmasıydı. Ölümlerin durmasını istiyordu. Ama sen onun beklediğinin aksini gerçekleştirdi. Onu cellatlarının eline verirken bir an olsun, onun seni sevme ihtimalini düşünmedim. Günlerce, haftalarca işkence görerek aklını kaçırmasına sebep oldun."

"Bu doğru değil. O hiç acımadan kızımı yok etti. Lea'ı öldürdü. Senin için farklı olabilir ama o bir katilden fazlası değildi."

"William ile konuşmayı hiç denedin mi? Neler yaşadığını biliyor musun? Neler hissettiğini... Öylesine aptal bir durumun içindesiniz ki, sayenizde nefret ettiğim adamı size karşı savunmak zorunda kalıyorum."

"Ondan nefret ediyorsan tüm bunlara neden devam ediyorsun?"

Serenity'nin kurduğu cümle kahkaha atmama sebep olurken, içimdeki lanetin coşkusunu hissediyordum. Kan kokusu alan bir köpek balığı gibi sesi zihnimde yankılanıyordu. 

"Ona işkence etmeliyiz."

"Edeceğiz..."

"William'ın öldüğünü biliyorken, sen neden tüm bunlara son vermedin? Eğer onun gibi yanına gelmiş olsam, bana da işkence ettirir, sonunda da öldürürdün. Raphael ile Catarina'a yaptıklarını saymıyorum bile..."

"Bunu konuşabiliriz. Ben... Gerçekten... Sevgiyi hissedeceğini düşünmedim. Ondan farklı olacağını sanmıyordum."

"Yalan söylüyor."

"Biliyorum."

Serenity'nin dudaklarından dökülen kelimelerden ziyade beden hareketlerini incelerken, bir kaç saniye içinde savaşmaya başlayacağımı biliyordum. Tıpkı Lilith ile yaşadığımız andaki gibi... Tek fark Serenity'nin, Lilith'e göre daha kontrollü davranıyor olmasıydı. Öfkeli olmasına rağmen sakince cümleler kurabiliyordu. İşin özü bu durum, onu ikizinden bile daha tehlikeli kılıyordu. 

"Artık gerçekleri bildiğine göre belki de bana yardım etmelisin."

"Haklı olabilirsin."

Yüzümde, güven veren bir gülümseme oluşurken etrafımı saran kalkanı kaldırdım. Ardından üzerime atılan lanetin etkilerini hissederken, kulağıma dolan kahkaha sesleriyle olduğum yere çöktüm.

"William'dan farklı bir sonu hak etmiyorsun, Alec. Senin yaşamaman gerekiyor. Ölüm getiren laneti sizinle son bulmak zorunda."

Serenity'nin kelimelerinin arsında tüm kemiklerimin kırıldığını hissederken, ortaya çıkan acı yüzünden inledim. Kafamın içinde devam eden kahkaha sesleriyse durmadan devam ediyordu. Yaşadığım acıdan bile zevk alıyordu.  

"Devam et. Devam et. Devam et."

"Günlerce işkence etmekten vazgeçtin sanırım..."

Acı dolu bedenim yüzünden kelimelerim kesik kesik çıkarken, cadının yaklaşan adım sesleriyle başımı kaldırdım. Saçlarımı kavrayan elleriyle bakışlarımız kesişirken, kendinden emin ifadesini gördüm. 

"Sana işkence etmeme gerek yok. Sadece yok olmanı istiyorum."

"Hepsi bu kadar mı?"

Ağzıma dolan kan, dudaklarımın kenarından süzülürken bakışlarımdaki değişmeyen duygu yüzünden, Serenity'nin duraksadığını gördüm. O an bir şeylerin farkına varmış olabilirdi. Yine de her şey için çok geçti. Ayak bileğini kavradığım kadının yere düşmesini sağladığımda, kırılan kemiklerime inat onun bedenini altına altıma alarak, üzerine çıktım. Dizlerimin arasına sıkıştırdığım bedeniyle birlikte, bileklerini kavrarken başının iki yanına yerleştirdim. 

"Nasıl hareket edebiliyorsun?"

"William'da olmayan bir yeteneğim daha var, Serenity. Yaşamın gücü, kendimi yenilemem o kadarda uzun sürmüyor."

"O halde, Magnus'u neden kendin getirmiyorsun?"

"Denedim. Ama bunun için ne yazık ki sana ihtiyacım var."

"Sana yardım etmeyeceğim."

"Edeceksin."

"Etmeyeceğim."

"Seçme şansın olmayacak."

Bedenimi saran laneti, Serenity'nin bedenine gönderirken kulaklarıma ulaşan kemik kırılma seslerini dinledim. Bana uyguladığı lanet her ne ise şu an onu yaşayan kişi, cadıydı.

"Evet... Evet... Evet..."

Lanetin mutluluğu gülümsememi sağlarken, cadının acı dolu çığlıkları arasında yüzünü izliyordum. 

"Acına son verebilirim."

"Hayır..."

"Ölmek istiyor... Ölmek istiyor... Ölüm..."

"Sakinleş... Henüz ölmeyecek."

"Köle... Köle... Köle..."

"Evet."

Serenity'nin direnci tamamen kırıldığında, kendin geçmesiyle laneti durdurdum. Kan kaplı kolunu üzerimdeki kıyafetle silerken, oluşturduğum işareti tenine kazıdım. Tıpkı perilerde olduğu gibi bunun onu kölem yapması gerekiyordu. Tek sorun bunun ne kadar süreceğinin bilinmiyor olmasıydı. Bir periyi sonsuza dek köle yapmak kolaydı. Ama bir cadıyı sadece bir süre köle yapabileceğimi düşünüyordum. Zaten zaman önemli değildi. Magnus, geri geldiği anda onu yok edecektim.

İki Gün Sonra

"Bunun işe yarayacağından emin misin? Cadının söylediği gibi her şeyin mahvolması da mümkün."

"İşe yaramak zorunda. Kötü şeyler düşünmeyelim."

"Bunu ölüm getirenden duymak garip. Yine de sakinleştiğini görmek güzel, Alec. Lilith ile karşılaştığımız gün yaptıkların..."

Olanları anımsarken, yaşananların aksine geçtiğimiz iki günü düşündüm. Raphael ve Catarina'a sihirbaz gücümle iyileştirmiş, herkesin az da olsa normal olmasını sağlamıştım. 

"Özür dilerim. Lanet konusunda... Kendimi kaybettiğimi biliyorum. Ama bunu düşünmek istemiyorum. Şu an tek odak noktam, Magnus."

"Benim içinde öyle... Umarım lanet başarılı olur."

Asmodeus'un umutsuzluğu sesine yansırken derin bir soluk verdim. Olanları ve yaşananları değiştiremezdim. Zaten bu sebeple şimdiye odaklanıyordum. Ona karşı sessiz kalmayı tercih ettiğimden, açılan kapıyla dikkatimi o yöne verdim. 

Catarina, birkaç gün önce gördüğüm öfkeli yüzün aksine ifadesizce bana bakıyordu. Korkulu gözlerinin yerini alan sakinlikten memnun olurken, konuşacağı anı bekledim.

"Serenity, bir saat içinde başlamamız gerektiğini söyledi. Büyü şafak vaktinde hazır olacak."

"Sonunda..."

"Geleceğimizi haber verebilirsin."

Asmodeus, benden evvel odadan çıkarken, onun adımlarını takip ettim. Büyük merdiven basamaklarını teker teker çıkarken, terasa vardığımda karşılaştığım manzaraya hala alışabilmiş değildim.

Dünyadaki hiç bir bitkiye benzemeyen yeşilliklerin arasında, içime çektiğim havanın kokusu bile daha farklı geliyordu. Gökyüzü ise hiç olmadığım kadar yakındı. Sanki elimi uzatsam, bulutlara dokunacakmış gibi hissediyordum. 

"Hala alışamamış görünüyorsun."

Raphael'in cümlesiyle başımı çevirirken, bir kaç adım ilerimde duran periye baktım.  

"Evet. Bu yer hala garip geliyor."

"Lanet işe yararsa hepimiz geri dönebileceğiz. Ayrıca, hala ailene haber vermedik. Isabelle ile konuşmama bile izin vermiyorsun."

"Isabelle'i mi yoksa Simon'ı mı merak ediyorsun?"

"İkisini de..."

"Magnus geri geldiğinde, her şey düzelmiş olacak, Raphael. Isabelle ve Jace'in varlığı sadece işleri zora sokar. Daha fazla kişiye açıklama yapmak istemiyorum."

"Kontrol delisi yanın korutucu. Sonuç olarak her şey olmasını istediğin gibi devam ediyor."

Raphale'e cevap vermek istemediğim için terasın ortasına konumlandırılmış yatağa doğru yaklaştım. Magnus'un bedeni hala perinin uyguladığı koruma büyüsünün etkisi altındaydı. Tek fark gücünü bir kez daha kullanmak zorunda kalmış olmasıydı. Ama lanet işe yararsa, artık koruma büyüsüne ihtiyacımız olmayacaktı. 

"Güneş batmak üzere..."

Cadının sesi kulaklarıma ulaşırken, yataktan bir kaç adımla uzaklaştım. Serenity, bedenine kazınmış işaretin etkisiyle hareket ederken, her adımında onu izliyordum. Savaştan bu yana, Recondite şehrinden ayrılmamıştım. Daha doğrusu ayrılamamıştım. 

Serenity, ondan istediğim lanetin tehlikelerini anlatırken aynı şekilde büyülü boyutta olmamız gerektiğini söylemişti. Diğer yandan Magnus'un ruhunu geri getirmek istemiyordu. Yine de, mühre karşı koymasının olasılığı da yoktu. Mührün üzerindeki parlaklık yok olana dek ben ne istersem onu yapmak zorundaydı. 

"Artık başlayabiliriz. Periler gelebilirler."

"Perilere bir zarar gelmemeli."

"Biliyorum, Alec. Onlar sadece laneti beslemek için buradalar."

Asmodeus'un bakışlarını üzerimde hissettiğimde ona döndüm. 

"Bizim için endişelenme. Oğlum için ölmek o kadar da kötü bir durum değil. Ona annesinden bu yana zaten bir can borçluyum. "

"Yine de Magnus uyandığında babasının burada olmasını isteyecektir."

"Artık başlamalıyız."

Catarina, Asmodeus, Raphael ve adını öğrenme gereği bile hissetmediğim peri yatağın dört farklı noktasına geçtiklerinde kanatlarını ortaya çıkardılar. Dört elementi temsil eden kristal kanatların birbiri arasındaki ışık geçişlerinin görüntüsüyle, cadıya yaklaştım. Elime batırdığı büyülenmiş hançerin oluşturduğu acıyı umursamadan, kanımın akışını izledim. Daha önce dinlediğim şekilde kanımı Magnus'un alnına sürerken, aynı anda kırılan kalkan ile nefesimi tutmak zorunda kaldım. Eğer lanet olurda işe yaramazsa, onun bedenini daha fazla muhafaza edemeyeceğimizi biliyordum. 

Elimi alnından çekmeden Serenity'nin lanetli kelimeleri dile getirmesini dinledim. Lanetin kendisi gibi karanlık bir aura etrafımızı çevrelediğinde, perilerin acı içinde yere çökmesini izledim. Her biri tek dizlerinin üzerinde, dik durmaya çalışırken, kristallerinin çatlamaya başlamasıyla acı içinde kıvranmaya başladılar. Aynı anda bende içimde büyümeye başlayan acıyla, gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Elimin acısını umursamasam da şu an, sanki ruhumdan bir parça kopartılıyor gibi hissediyordum. 

Kendimden geçmek üzereyken içimi saran dürtü ile hafifçe doğruldum. Perilerin durumu hiç iyi görünmezken, Serenity'i de aynı şekilde büyük bir acının içindeydi. Etrafımızı daha da saran karanlığa inat ne yapmam gerektiğine hızlıca karar verdim. Sihirbaz yeteneklerim kendim ile birlikte hepsinin enerji kaynağına dönüşürken, dakikalar içinde göz alıcı bir ışığın Magnus'un göğsünde bir noktada patlaması ile geriye savruldum. 

Periler ve cadıda benden pek farklı olmasa da, onlardan daha iyi durumda olduğum için ayağa kalktım. Yatağa yaklaşırken her ne kadar endişeli olsam da, aniden içimde yer eden hisle gülümsedim. Magnus'un varlığını hissedebiliyordum. Belli belirsiz nefes alışlarını fark etmenin verdiği sevinçle neredeyse etrafımda olup bitenleri bile unutmuştum. 

Onu uyandırmak isteyen yanım harekete geçtiğinde, bileğimi kavrayan el ile durmak zorunda kaldım. 

"Uyanmasını beklemek zorundasın. Bunu kendi yapmalı."

"Uyanacak öyle değil mi?"

"Evet. Ruhu artık bedeniyle bir bütün oldu. Yapmamız gereken tek şey beklemek."

"O halde artık sana ihtiyacım kalmadı."

"Ölüm... Ölüm... Ölüm..."

"Ama..."

"Yaşamana izin veremem, Serenity. Söz dinleyen bir cadı değilsin."

"Alec..."

Serenity'nin bedenindeki mühre yaklaştığımda, onu elimin tersi ile sildim. Cadı kendine geldiği benliğiyle anlık bir duraksama yaşarken, olanları anlayarak bağırmaya başladı. 

"Sen... Beni... Lanet..."

"Laneti yaptın."

"Neyi geri getirdiğini bilmiyorsun, Alec."

"Magnus, olduğu sürece umurumda değil."

Cadı zayıf bedenine rağmen saldırıya geçtiğinde, onu içimdeki lanete sessizce teslim ettim. Bedeni yeterince yorgun olduğu için saniyelik bir direncin sonunda, tamamen taşlaşarak toza dönüşürken yorgunlukla olduğum yere düştüm. 

Son direncimi de perileri iyileştirmek için kullanırken, bana bakan meraklı yüzlerin arasında gülümsedim. 

"Sonunda bitti. Sadece beklemeliyiz. Magnus iyi olacak."

Asmodeus oğluna doğru koşarken, Catarina ve Raphael'in desteğiyle ayağa kalktım. 

"Bundan emin misin?"

"Evet. Serenity, kendisinin uyanması gerektiğini söyledi."

Yarım yamalak kurduğum cümlenin sonunda gözlerim kapanırken devam eden konuşmaları duymadım bile... Sadece üzerimde oluşan rahatlık duygusuyla karanlığa teslim oldum.

〽Bölüm Sonu

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro