İşkence
_Önceki Bölümden Kesit_
"Burada neler oldu?"
"Magnus..."
"Evet."
Jonathan panik halinde bana dönerken, gözlerindeki endişeyi net bir şekilde görebiliyordum.
"Izzy'e ulaşamıyorum. Raphael'e de aynı şekilde. Alec, kız kardeşini kaçıran perilerden bahsetti. Ama şu an oda ortada yok. Geride kalan tek şeyse bu..."
Alec
Portala adım attıktan hemen sonra, değişen ışık yüzünden gözlerimi kırpıştırdım. Etrafım bir anda daha fazla aydınlık olduğundan, gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Bir kaç saniyelik alışma sürecinin ardından ise etrafıma bakındım. Fark ettiğim detaylar ve önümde duran şato benzeri bina nerede olduğumu anlamamı sağladı. Bu yer kötü tarafın lideri Lilith'e aitti.
Yaşadıklarım ve olanları düşünmek hareketsiz kalmama sebep olurken, perinin sırtımdan sertçe vurmasıyla sendeledim.
"Yürü!"
"Seni..."
"Tehdit edecek durumda değilsin, ölüm getiren... "
Başımı hafifçe öne eğerek bileklerime dolanmış zincirlere baktım. Geçmişte bu zincirler beni kontrol etmeyi başaramamıştı. Serenity'nin şaşkın bakışları altında, onları paramparça etmiştim. Şimdiyse... Hiçbir şey yapamıyordum. Bunun anlamı neydi? Düşüncelerimle hala adım atmazken, perinin bu defa sırtıma attığı tekme yüzünden öne doğru düştüm. Dizlerim yere sertçe çarptığından, kızarmış bile olabilirdi. Peri ise bu halime kahkahalar atarak gülüyordu.
"Ölüm getireni tekmelemenin bu kadar kolay olacağı kimin aklına gelirdi."
Sıktığım yumruklarımla yerden destek alarak kalktığımda, arkamı döndüm. Bu durum daha ne kadar devam edecekti?
"Zincirlerden kurtulduğumda bunu tekrar söyle..."
"Kız kardeşini görmek istiyorsan, yürümeye başla..."
Sessiz kalmaya resmen insan üstü bir çaba harcarken yürümeye başladım. Bahçenin ortasına yerleştirilmiş taşlı yoldan ilerlerken, etrafımı saran kasvetli havayı hissediyordum. Buraya sadece bir kez gelmiştim ya da buraya gelen kişi ben değildim. William'ın bazı anılarının o gitse bile benimle olduğunun farkındaydım. Yine de tam olarak, geçmiş anıların hangimize ait olduğuna karar veremiyordum.
Sarmaşıklar tarafından adeta esir alınmış gibi görünen kulübenin önüne geldiğimde, durdum. Hemen sonrada yanımda dikilen periye döndüm.
"Şimdi..."
"Sabırsız olma..."
"Deminden beri acele ettiren sen değil miydin?"
"O, kontrolün kimde olduğunu anlaman içindi. "
"Artık kız kardeşimi görebilir miyim?"
"Onunda vakti gelecek... Sessizce bekle..."
Periye gözlerimi devirerek bakarken, onun hemen arkasından üzerimize doğru yürüyen kadını fark ettim. Duruşu ve yaydığı enerjiyle cadı olduğunu anlamam çokta uzun sürmedi. Bakışlarımız kesiştiği andaki gülümsemesiyle, başıma gelecekleri düşünürken sadece düşünmekle yetiniyordum. Sonuçta bir şeylere engel olacak pozisyonda değildim.
"Onu almayı başarmışsın."
"Evet. Düşündüğümden bile kolay oldu ve zincirler gerçekten işe yarıyorlar..."
"Bu konuda tereddütlerim vardı."
"Biliyorum. Yine de şimdiye dek sakin kalması başka türlü açıklanamaz. Güçleri baskılanıyor olmalı."
Aralarında ben yokmuşum gibi süregelen konuşmanın ardından, cadı bir kaç adımla yanıma yaklaştı. Elinin tersini yanağıma sürterken, kız kardeşimi görene dek bu saçma şeylere izin vermem gerektiğini fark ettim. Gerçi kurtulamadığım zincirler yüzünden, bir nevi buna mecburdum.
"Söyledikleri kadar güzel olman şaşırtıcı, Alec. Abartı olduğunu sanıyordum."
Kadının intikam almaktan ziyade cazibesini öne süren tavırları ile derin bir soluk verdim. Niyeti bu muydu yani?
"İntikam için mi buradayım? Tatmin olmanız için mi?"
"Hangisini tercih ederdin?"
"İşkence etmeye başlayabilirsiniz. Kız kardeşime özgürlüğünü verdikten hemen sonra..."
"Buna karar verecek durumda değilsin. Ayrıca sabırsız olma, eminim daha eğlenceli şeylerde yapabiliriz. İtiraz edemeyeceğin konusunda eminim."
Eğlence ile neyi kastettiğinin farkında olsam da sessiz kaldım. Isabelle'i merak ediyordum. Eğer buradakiler ona dokunduysa, beni zapt etmek için bileğimdeki zincirlerden fazlası gerekecekti. Gücümü kullanamasam bile yapabileceğim bir şeyler olmalıydı.
"Artık kız kardeşimi görebilir miyim?"
"Sert bakışlarım hoşuma gitti. Tekrar yapsana..."
Cadının değişen bakış ve hareketleriyle resmen burnumdan soluyordum. Öfkeli bakışlarım kadını bulduğunda, bana daha fazla yaklaşması ile bir adım geri çekildim. İşkence yapmasına bir şey demezdim. Ama bana dokunacak olmasının, düşüncesinden bile nefret etmiştim.
"Konumuza dönsek... Kardeşim..."
"Tamam. Tamam. Nasıl olsa istediklerimi sonra da alabilirim."
Yanağımı sıkan cadının ardından, perinin yönlendirmesiyle kulübeye doğru yürüdüm. Kapıdan girişimin ardından, dikkatimi çeken ilk şey oldukça geniş olan salon ve yüksek tavanlar oldu. Dışarıdan fazlasıyla küçük görünen kulübenin sadece bir yanılsama olduğu ortadaydı. Odayı bitirerek merdivenlerden indiğimizde ise bizi karşılayan başka bir perinin ardından kız kardeşimi gördüm.
"Izzy?"
Yarı baygın haliyle ona doğru koşsam da, kolumu tutan peri ilerlememe izin vermemişti. Çırpınmam bir işe yaramazken, çok geçmeden büyüyle durdurulduğumu anlamadım.
"Ne yaptınız ona? Cevap verin!"
"Merak etme henüz bir şey yapmadık. Uslu durursan ona ve diğerlerine zarar gelmez."
"Diğerleri mi?"
"Aşk kuşlarını getirin."
Perinin saçma cümlesiyle başımı çevirdiğimde, gördüğüm ilk kişi Raphael oldu. Bedenine elimdekilere benzer zincirler sarılıydı. Kıyafetleri yıpranmış ve yırtılan kısımlarından teninin morlukları kendini belli ediyordu. Benzer bir durum yanında duran Simon içinde geçerliydi. Sadece onun bedeninde daha az hasar olduğu görülüyordu. Diğer yandan kız kardeşime zarar vermediklerini bu manzaradan sonra nasıl söyleyebiliyorlardı.
"Isabelle'e bir şey yapmadınız öyle mi? Perisine yaptıklarınız ve arkadaşına..."
"Kız kardeşin işkence boyunca baygındı. Kaldı ki, Raphael toprak perisi... Sihirbazının bedeninde alacağı hasarı en aza indirmesini sağlayabilir. Bunu yaptı da..."
Raphael, yavaşça başını aşağı yukarı sallarken, tepki veremiyordum. Onun kız kardeşimi koruyacağından zaten emindim. Asıl öfkem onlara yapılanlardı. İkisinin de ağzı bağlı olduğundan tek kelime bile edemiyorlardı. Simon ise neredeyse yarı baygın bir halde, uyanık kalmaya çalışıyordu.
"Tamam... Burada olduğuma göre artık onları bırakabilirsiniz. İyi bir şekilde..."
"Buna evet diyeceğimizi düşünmüyorsun herhalde..."
"İstediğiniz ben değil miydim? Buradayım işte..."
"Evet... Ama onların birilerini başımıza bela etmeleri hala mümkün. Artık seninle ilgilenmemiz gerek... Onları götürün."
Simon ve Raphael'i adeta sürükler gibi odadan götürürlerken, hala beni tutmakta olan periye bakarak öfkeyle soludum. Bir gözüm Isabelle'in üzerinde gezinirken, az önce konuştuğum kadının yanıma geleceğini düşünüyordum. Fazlasıyla istekli olan tavrı başıma kesin bela olacaktı. Yine de tüm düşüncelerimin aksine odaya giriş yapan adam ile istemsizce yutkundum.
Nedensiz bir ürperti bedenime akın ederken, onu tanıyıp tanımadığımı sorguluyordum. Bakışlarım bir noktada, adamın yüzüne o kadar çok odaklanmıştı ki, yanımdaki perinin beni sarsması ile kendime geldim.
"Beni hatırlamaya mı çalışıyorsun, Alec?"
"Sen..."
"Beni tanımıyorsun. Beni tanıyan kişi William'dı."
Zihnimin içinde dönüp dolanan anıları karıştırsam da, bu adamla ilgili hiçbir şey hatırlamıyordum. Sadece bir şeyden emindim...
"Sen listede yoktun."
Adamın yüzünde acı bir gülümseme oluşurken yanıma biraz daha yaklaştı. Yaptığı ilk şey karın boşluğuma sertçe yumruk atmak olurken, bir an için gözlerim karardı. Darbesi o kadar etkiliydi ki, nefesim bile kesilmişti.
"Ama babam o listedeydi. William ile bir olup onu öldürürken zevk aldığınıza eminim. Bende sana işkence ederken zevk alacağım..."
Öksürüklerimin arasında adamın söylediklerini zar zor algılarken, durumu kavradım. Ama babasının kim olduğunu hala bilmiyordum. Gerçi bunun önemli olduğunu bile sanmıyordum. Listedeki cadı ve büyücülerin durumu ortadaydı. Hiç birinin iyi olmadığını biliyordum. Hem bu bir nevi öl yada öldür durumuydu. Sonucu değiştiremeyecekti.
"Babanın kim olduğunu bile bilmiyorum... Ama pişmanlık tarzı bir şey bekliyorsan... Bekleme! Listedeki herkes ölmeyi kendi istedi."
"Senden pişman olmanı beklemiyorum, ölüm getiren. Pişman edeceğimi biliyorum. Götürün onu..."
Başıma neler geleceğini düşünmeyi tamamen bırakırken, yapabileceklerime odaklanmaya çalıştım. Isabelle'i görene dek, ölüm getirenin ya da kendi güçlerimin ortaya çıkması için uğraşmamıştım. Sadece bileklerimdeki baskı yüzünden, hiç bir yeteneğimin işe yaramayacağını hissediyordum. Yine de ne olursa olsun denemek zorundaydım.
Beni tutan peri, daha karanlık bir odaya girmemi sağladığında ortada duran sandalyeyi gördüm. Tamamen metal olan ve sandalyeden çok koltuğa benzeyen şeye oturduğumda, soğukluğunu adeta tenimde hissettim. Bileklerimi saran zincirler perinin el hareketiyle uzamaya başlarken, kısa sürede tüm bedenime dolanan zincirlerle nefes alamadığımı hissediyordum. Diğer yandan güçlerimi ortaya çıkarmaya çalışıyordum. Ama hiç bir şekilde etki etmeyi başaramadığım gibi, giderek daha da zayıfladığımı hissediyordum.
Az önceki adam karşıma dikildiğinde fısıldadığı kelimelerle, bedenime bıçaklar saplanıyormuş gibi hissetmeye başladım. Bir şekilde yaşam enerjim tükeniyormuş gibi hissederken, üzerimdeki baskının bir anda azalmasıyla derin bir nefes aldım.
"Seni böylesine çaresiz görmek... Kadim cadıları öldürdüğüne inanasım gelmiyor."
"Ama gerçek bu... Babanı öldürmemiz gibi..."
Belkide dile getirmemem gereken kelimeleri bir bir sıralarken, içinde bulunduğum duruma küfürler ettim. Ölüm getiren laneti, hayatımı mahvetmişti. Şimdiyse hiçbir işe yaramıyordu. Bu lanet zincirleri neden kıramıyordum?
"Cesur mu görünmeye çalışıyorsun, Alec? Birazdan acıdan beni öldür diye yalvaracaksın..."
Ona cevap vermek yerine bir sonraki hamlesini beklerken elinde oluşturduğu silahla nefesimi tuttum. Bu silahları ölüm getiren lanetiyle ben oluşturmuştum. Önce bileğimdeki zincirler, şimdi de bu...
"Tanıdın mı?"
"Birilerinden yardım aldığını tahmin etmeliydim. Koruma büyülerini kırman imkansızdı."
"İmkansız değildi. Kırdık da..."
"Nasıl?"
"Ölüm getiren olsan da temelde basit bir sihirbazdan fazlası değilsin, Alec. Perin yanında olduğu sürece güçlüsün... Ama aranızdaki bağa her ne hasar verdiyse, yaptığınız büyüler dahil her şeyin zayıflamasına sebep oldu. Ben sadece... Magnus'un senden uzak durduğunu biliyorum ve bundan da memnunum. Sen öldüğünde sıra ona da gelecek..."
"Ondan uzak dur!"
Adamın kahkahası kulaklarıma ulaşırken, hissettiğim çaresizlik yüzünden dişlerimi sıktım. Bu denli güçlü olmamın asıl sebebinin her zaman Magnus olduğunu bende biliyordum. William'ın en başından beri onu istemesinin bir sebebi de buydu. Ama şimdi aramıza ördüğü duvarlar yüzünden hiçbir şey değil gibiydik. Varlığını hissettirmediği gibi gücünü de kullanmama izin vermiyordu.
"Bunu isteyecek durumda değilsin. Hem zaten yeterince konuştuk."
Adam üzerinde özel işlemeler bulunan hançerle yanıma yaklaştığında, ani bir hareketle hançeri sağ bacağıma sapladı. Her ne kadar tepki vermemek adına dudaklarımı ısırsam da, bacağımdaki yanmanın giderek artması yüzünden acıyla inledim. Hissettiğim tek şey hançerin bedenimi delmesinden ibaret değildi. Hançerin özel metali ve laneti yüzünden tenimin eridiğini hissediyordum ki bu acıya katlanamıyordum.
"Lanet... Ah!"
"Seni ağlatacağımı söylemiştim, Alec. Daha yeni başlıyoruz..."
Hançerin sertçe çekilmesiyle kanlarım adeta fışkırarak onu takip ederken, bu defa sol bacağımda aynı acıyı hissettim. Adam, hançeri özellikle bedenimde daha uzun süreliğine tutarak, daha fazla acı çekmemi istiyordu. İşin kötü kısmı ise bunu başarıyor olmasıydı.
"Nasıl hissediyorsun? Doğru, konuşacak durumda değilsin. O halde ben cevap vereceğim. Bacaklarını kessem muhtemelen canın daha az yanardı, öyle değil mi? Ama dediğim gibi bu işten zevk almak istiyorum. Her anından... Üstelik ölmeyeceğinden emin olacağım. Kolay kolay ölmene izin veremem."
Dişlerimi acı içinde sıkarken derin derin nefesler alarak acıyı görmezden gelmeye çalıştım. Ama bu konuda hiçte başarılı değildim. Diğer yandan bu çaresizlik öfkemi körüklüyordu. Bu adam benimle işini bitirdiğinde Magnus'a gidecekti. Bunu her ne kadar istemesem de nasıl engel olacağımı da bilmiyordum. Yine de onun daha fazla çaresizliğimden zevk almasını istemiyordum.
"Baban gibi sadist bir pislikten fazlası değilsin!"
"Babamı tanımadığını söyledin."
"O listede bir tane düzgün adam olmadığını biliyorum. Bu yeterli değil mi? Hepsi sadist ve acımasız yaratıklardı. Hak ettikleri şekilde de öldüler!"
"Güzel... Demek böyle oynayacağız. Daha zevkli olacak..."
Tenimden tekrar çekilen hançer bu defa omzuma saplanırken, acıyla nefesim kesildi. Gözlerim kararmaya çoktan başlamışken içten içe bayılmak istiyordum. Ama üzerimde var olan büyü kendimden geçmeme bile izin vermiyordu. Bedenimdeki hasar giderek artarken, acı yüzünden zaman kavramımı bile şaşırmış durumdaydım. Kaç dakikadır işkence ediliyordum. Belkide saatler geçmişti. Daha kötüsü ise saniyeler...
Saçlarımı kavrayan elle başım geriye doğru düşerken, yarı kapalı gözlerimle adamın gülen ifadesini gördüm.
"Kendinden geçmene izin vermeyeceğim, Alec..."
Uğultu şeklindeki sesini zar zor algılarken, cevap bile veremiyordum. Kısa süre sonra odanın dışından gelen seslerle adam saçlarımı serbest bıraktığında, başım önüme düştü. Kafamı dik tutacak bile halim yoktu. Bedenimin hali acı içinde gülmeme sebep olurken, aslında çoktan ölmem gerektiğini fark ettim. Resmen kan banyosu yapmış gibi görünürken, bedenimi saran kan tamamen bana aitti.
"Bu gürültü de ne?"
Adamın bağırışını bir dizi çığlık takip ettiğinde sertçe açılan kapı ile gördüğüm gözler, ölmek üzere olan kalbimi bile harekete geçirmeye yetti.
〽〽〽
Magnus
Alec'in tamamen bitik haliyle ona yaklaştığımda derin bir nefes aldım. Bedenimde tatlı tatlı kaşınmalara sebep olan durumun, çok daha beter olduğunu görürken, kan kaplı yüzünde gülümsemeye çalıştığı fark ettim. Bense... Duygusal bir tepki veremiyordum. O an için sadece doğru gelen şeyi yaparak Alec'i daha fazla acı çekmemesi için onu bayılttım. İyileştirme işini ise Clary'e bırakacaktım.
"Dışarıyı temizledim."
Jonathan'ın sesiyle arkamı döndüğümde, kucağındaki Isabelle ile yanlarında duran Simon ile Raphael'i gördüm. Halsizliği yüzünden ikisinin de yürüyecek hali bile yok gibigörünüyordu.
"Peki, Christian nerede?"
"Bu odadan çıkan adamı soruyorsan, perilerini bırakarak kaçtı. Fazla uzağa gidemez."
"Tamam Alec'i alarak buradan gidin. Benim onunla görüşmem gerekiyor."
"Yalnız yapabilecek misin?"
"Az önce yapabildiklerimi gördün, Jonathan. Gidebilirsiniz..."
Onların gidişiyle resmen kan kokusunu takip eder gibi, Christian'ı izliyordum. Bu yer ise artık katliam yapılmış bir yere benziyordu. Alec'in akıllılık ederek geride bıraktığı kristalden hem periyi hem de onun yerini bulmam fazlasıyla kolay olmuştu. Sonrasında ise kelimenin tam anlamıyla duygusuz bir canavar gibi davranarak karşıma çıkan herkesi öldürmüştüm. Kim olduklarını bile umursamıyordum.
"Saklambaç oynamak için fazla büyük değil misin, Christian? Oluşturduğum kalkandan çıkman mümkün değil..."
Kan kaplı sütunun hemen yanından çıkarak kendini gösteren adamla, göz göze geldiğimde yüzümde bir gülümseme oluşturdum. Sonuçta hissetmiyor olmak, taklit etmeme engel olmuyordu.
"Sen sadece bir perisin..."
"Ben iki kare lanetlenmiş, ölümden dönmüş, ölüm getirene perilik yapmış biriyim. Söylediğin cümleyi hakaret sayıyorum... Ve cezanı veriyorum."
Ortaya çıkardığım kanatlarımla, etraf bir anda kararırken, Christian'ın gözlerindeki korkuyu gördüm. Eski halimle bu işten gerçekten zevk alabilirdim.
"Babanın ölümünü unutmalı ve karşıma çıkmamalıydın, Christian... Aileme zarar vermeye çalışman ise en büyük aptallığın oldu. Ödülün ise babanın yanına gitmek olacak."
Christian, elindeki lanetli silaha sıkıca sarılarak, büyü yapmayı denedi. Ama sadece denedi. Bense ortaya çıkan kristal kanatlarımdan bir kaçını bedenine yönlendirerek, onun tenini deşmesini izledim. Christian acılar içinde yerde kıvranırken, kristallerini yönlendiğim yerler yüzünden kendini toparlayamıyordu.
"Acıyor öyle değil mi?"
"Seni..."
"Eskisi gibi zevk alabiliyor olsam bu işi uzatmayı tercih edebilirdim. Bu konuda şanslısın çabucak yok olup gideceksin, Christian..."
Başka bir kristali, Christian'ın boğazını delmek için kullanırken onun kanlar içindeki can çekişmesini izledim. Belki uzun uzun işkenceler etmeyebilirdim. Yine de son nefesini verene dek acılar içinde kalmasını istiyordum. Dakikalar sonra ölü bedenine bakarak kanatlarımı bedenime kabul ettim. Hemen sonra da, bedenine saplı kristallerden birini alarak büyüyle kanlı bir mesaj bıraktım.
İntikam almak istiyorsanız, bulmanız gereken kişi benim. Magnus
〽〽〽Bölüm Sonu〽〽〽
Yorumlarınız bekliyorum ♥
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro