İlk Aşama
_Önceki Bölümden Kesit_
Karşılaşmayı beklediğim kehribar rengi gözlerin yerini alan karanlığın, ruhumu çektiğini hissederken onu durdurmak istedim. Ama aralanmayan dudaklarımla, giderek halsizleşirken ayakta durmakta bile zorlanıyordum. Hala düşmemenin tek nedeni ise Alec'in belimi kavrayan elleriydi. Dudaklarımız tekrar birleşirken, kendime gelmeyi başaramadığım gibi daha fazla kaybediyordum.
Alec'in öpücüğü her saniyede daha sertleşirken, acı içinde inledim. Halsizliğimle başa çıkarmıyordum. Çok geçmeden de tamamen karanlığa teslim oldum.
Alec
Magnus'un bedeni, ellerimin arasından kayıp giderken, düşürmemek için onu daha sıkı kavradım. Öpüşmeye başladığımızdan bu yana, çoktan bana verdiği tadı ve hissettirdiği zevki unutmuştum. Yine de aramızdaki bağı kaybetmemek için ona asılıyor, dahası olması gereken sınırı bile yıkıyordum. Bu kontrolüm dahilinde olan mı, yoksa ölüm getirenin yaptırdığı bir şey miydi? Buna cevap veremiyordum. Sadece ortaya çıkan gücü kaybetmemek adına, hiç bir şey düşünmeden gücü kullanmaya devam ediyordum.
Kapalı gözlerimin önünde oluşan hiç tanımadığım yüze bakarken, içten içe onun Lilith olduğunu hissediyordum. William'ın zihnimde kendinden bıraktığı parçalar, rünler ile birlikte katillerini seçmemde de yardımcı oluyordu. Çok geçmeden, görüye dahil olan yeni bir yüzle başımı çevirirken, aynı şekilde cadının da ona baktığını fark ettim. William'ın zihninde yer eden nefret dolu Lilith'in bakışlarında tamamen sevgiyi görürken, odadaki yabancı yüz gülümsememe sebep oldu.
Sonunda onu bulmuştum.
Kapkara saçları ve masmavi gözleriyle, göz kamaştıran ateş perisi odak noktam haline geldiğinde bağlantıyı kaybetmemek adına daha sıkı tutundum. Lilith'i tamamen yok sayarak kızı takip ederken, içimde yeşermeye başlayan nefret duygusuyla derin bir soluk verdim. Onunla ne yapacağımı bilmiyordum. Ama içimde bir parça peri kızını yok etmek istiyordu. Tıpkı yıllar önce William'ın bedeninden Lea'ı kopartmak zorunda bırakıldığı anda yaşadıklarını, Lilith'e yaşatmak istiyordum.
İçimde büyüyen öldürme arzusunu zoraki bir şekilde bastırırken, aklıma gelen Lea gerçeği ile hareketsiz kaldım. Çok sonra, fark ettiğim şeyle alabileceğim her bilgiyi alarak gözlerimi açtım.
Magnus'un tamamen solgun görünüşü ve buz kesmiş bedenine dokunurken, ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum. Sadece, fazla sakindim. İçimde hissettiğim benzer hissin ışığında ne yaptığımı fark ederken, Magnus'un yüzüne doğru eğildim. Dudaklarımı buz gibi dudaklarına sürterken yavaş bir şekilde öptüm.
Ruhuma karışan ona ait olan parça, hızlıca asıl sahibine geri dönerken beden ısısındaki artışla yavaşça geriye çekildim. Magnus, saniyeler içinde şaşkın bakışlarıyla bana bakarken, içine yerleşen korku duygusunu hissediyordum. Sonraki saniyede benden kurtulmak için uyguladığı baskıyı, bileklerini kavrayarak engelledim. Kaçmak için çırpınması durmazken, çenesini kavrayarak gözlerime bakmasını sağladım.
"Sakin ol, Magnus."
Magnus, derin derin soluklar verirken bir kaç defa dudaklarını kapayıp açmak zorunda kaldı. Sesini arar gibi, tavrının ardından da kesik kesik kelimeleri kulaklarıma doldu. Sinir krizi geçirecekmiş gibi görünüyordu.
"Sen... Az önce... Beni... Yine..."
Yaşananları ona tam olarak nasıl açıklamam gerektiğini bilemediğim için, sessizdim. Onun hala uzaklaşmaya çalışmasıyla sinirlenirken, elimi kontrolsüzce daha sıkı hale getirdim. Bileklerinin acıdığını, tenimde hissediyordum.
"Acıtıyorsun, Alec."
"O zaman sende kaçmaya çalışma, Magnus."
"Bana ne yaptığının farkında mısın, Alec? Yine..."
Magnus'un çenesinde bulunan elimi dudaklarına yerleştirdiğimde sesini kestim. Bu durumu abartmasını istemiyordum. Sonuçta o hala benimleydi ve her zaman da öyle kalmaya devam etmesini sağlayacaktım. Sadece güce alışıyordum.
"Başta emin değildim. Sonrasında ise engel olmakta istemedim. Bağı aşmaya ihtiyacım vardı, Magnus. Sonuç olarak Liliana'ı buldum."
Onun şaşkın bakışlarını yakaladığım anda dudaklarını özgür bıraktım. Dehşete düştüğünü görebiliyordum. Onu bu şekilde hissetmek ve kaçtığını görmekse istemiyordum.
"Ne! Nasıl? Ben hiç bir şey görmedim."
"Aslında o sıralar benim bedenimdeydin."
"Hiçbir şey anlamıyorum, Alec."
"Sabırlı ol, açıklamaya çalışacağım."
Magnus'un tamamen şok olmuş haline gülümserken, bileğini tutuşumu gevşeterek onu yatak odasına doğru sürükledim. Sonraki hareketim onu yatağa itmek olduğunda, aslında planımın ne olduğunu bile bilmiyordum.
"Bu halde bile mi?"
"Aklına bir şey gelmesin."
Cümlemin aksine yavaş hareketlerle Magnus'un üzerine uzandığımda, hızlıca dudaklarını öptüm. Sonrasında da yanına uzanarak onu göğsüme çektim. Hala, açıklama kısmını düşünürken bir elimi havaya kaldırarak tavanı işaret ettim.
"Kelimelerimin yeterli olmayacağını düşünüyorum. Sadece izle..."
Zihnimden Magnus'un göremediği kısımlar, ağır çekimde odanın tavanına yansırken onun tepkilerini inceledim. Şu an içimde yer eden güç ve yaptıklarımla kendimi daha da iyi hissediyordum. Geçmişte özgüvensiz ve içe kapanık hallerimin tamamen tersini yaşarken, sonsuza dek olmak istediğim kişiyi bulmuş gibiydim.
"Bu nasıl bir büyü?"
"Hiçbir fikrim yok. Sadece... Sana ne yaptığımı biliyorum. Lea'ın son anlarını, William'ın bedeninde geçirdiğini biliyorsun. Liliana'ı bulabilmek için ruhuna ihtiyacım vardı ve onu kısa bir süreliğine senden ödünç aldım."
Magnus, hızla üzerimde doğrulurken başını bana çevirdi. Çatık kaşlarından ne düşündüğünü anlamak fazla kolaydı.
"Bu yine de beni öldürdüğün gerçeğini değiştirmiyor. Bu büyüler lanet gibidir, Alec. Bir gün..."
Cümlenin devamının ne olacağını bilirken, içimden büyü mırıldanarak Magnus'un konuşmasını engelledim. Aralanmayan dudaklarıyla sinirlendiğini hissederken, bir elimle sevgiyle yanağını okşadım.
"Konuyu nereye getireceğini biliyorum, Magnus. Sensiz olmak istemediğimi söylemiştim. Bana güvenmeni istiyorum. Hem... Bu tür güçleri sürekli olarak kullanmayacağım. Liliana, istisnai bir durum."
Konuşamadığı için başını aşağı yukarı sallayan Magnus'un haline gülümsediğimde, mührü ortadan kaldırdım.
"Bu yine de endişe verici..."
"Bana güveniyor musun?"
"Evet... Ama..."
Gözlerimi devirerek, Magnus ile yerlerimizi değiştirdiğimde onun üzerine çıktım. Gözlerine bakarken, sevgimi hissettiğini biliyordum. Aynı şekilde onun sevgisini hissederek dudaklarına yaklaştığımda nefesimi yüzüne üfledim.
"Aması yok... Seni her zaman yakınımda tutacağım ve senin hala itiraz hakkın yok, Magnus. Söz verdin."
"Evet, verdim. Sadece..."
"Korkuyorsun. Korkma ben hala benim..."
Gülümseyerek dudaklarını öptüğümde bu kez geriye çekilmemek için, alt dudağını dudaklarımın arasına aldım. Şeker gibi emdiğim dudakların, tadını keskinleştirmek için dudaklarını dişlerimle çizerken, bedenimi bedenine bastırdım. Aralanan dudaklarından sızan dilimle ateşlenen öpüşmede nefesim kesilmeye başladığında, geriye çekildim.
"Şu an ne yapmak istediğimi biliyor musun?"
"Tahmin etmek zor değil, Alec."
"Ama yapmayacağım. Liliana'a ne yapacağımızı düşünmek zorundayız."
"Aklında ne var?"
Görünün içindeki hislerim peri kızının düşünceleriyle geri gelirken, yatakta oturur pozisyona geçtim. Hissettiğim öfke duygusu ellerimin yumruk haline gelmesini sağlarken, avuç içlerime batan tırnaklarımı umursamıyordum. Magnus'un ellerimi tutuşuyla, düşüncelere daldığımı yeni yeni fark ederken, konuşmadığımı hatırladım.
"Lilith'e gitmemize gerek kalmayacak. Onun bize gelmesini sağlayacağız."
Magnus, avuç içlerimde narin dokunuşlarını gezdirirken, tenimdeki acı hissini ortadan kaldırdığını hissettim. Büyü yapıyor olsa da fazla düşünceli görünüyorduç
"Peri kızını kaçırmaktan mı bahsediyorsun?"
"Aslında sadece kaçırmakla kalmamayı düşünüyorum."
"Alec, bu? Liliana'ın suçu olmadığını biliyorsun."
Magnus'un sakin sesi, içimde yer etmeye başlayan öfkenin azalmasını sağlamazken, ellerini iterek ondan uzaklaştım. Sinir katsayım kontrolsüzce büyürken bağırmam oldukça kısa sürdü.
"Biliyorum. Aynı şekilde Lea'nın da hiç bir suçu yoktu. Annemin de hiç bir suçu yoktu. Ama her ikisi de öldü. Hatta biz bile, suçsuz kurbanlardan sadece geride kalanlarız. Yine de Serenity'nin çözümü bizi öldürmek olacaktı. Onlar masumlara zarar vermeyi umursamıyorsa, bende umursamayacağım."
"Yine de, bu değişim iyi değil."
"Daha fazla konuşmayalım, Magnus. Bana dikkat dağıtacak birileri gerekiyor. Babanı çağırabiliriz. Aklında birileri vardı."
Konuşmam biter bitmez yataktan kalkarken hemen ardımdan gelen Magnus'un, kolumu tutması ile durdum. Aslında şu an konuşmak istemiyordum. İçimde taşmaya hazır öfkem yüzünden, yapacaklarımı kestiremiyordum.
"Bir dakika durur musun? Görüntülerde kızın yerini bile görmedim. Ayrıca..."
"Ben onun nerede olduğunu hissediyorum, Magnus. Bu yeterli. Ona gidebilirim."
"Konuşmama izin verir misin? Hala bir ölüm getirensin, Alec. Güçlü olabilirsin. Ama öfken sonunu getirebilir. Ölümle bu kadar etkileşimde olman..."
Sinir bozucu bir kahkaha attığımda, Magnus'un kolumu tutan eline dokundum. Temasımızda ortaya çıkan ateşi normalde sevsem de, şu an ateşin ana sebebinin tamamen nefret olması can sıkıcıydı.
"Kimse ölümden bahsetmedi, Magnus. Bu defa öylece ölmeyecekler. Asmodeus'u çağırmalısın."
"Alec..."
"Yalnız kalmalıyım. Baban geldiğinde beni çağır. Merak etme sakinleşeceğim."
"Benden uzak durmayacağını söylemiştin."
"Sadece diğer odada olacağım, Magnus."
Magnus'un huzursuzluğunu hissederken ona doğru bir adım attım. Aramızdaki mesafeyi kapatarak yüzüne eğilirken, öfkeli halime rağmen gülümseyebiliyordum. Hızlıca dudaklarından çaldığım öpücük sonrasında yanağına dokundum.
"Merak etme iyi olacağım."
Cümlemin hemen ardından da, eskiden odam olan misafir odasına yürüdüm. Düşüncelerimi sakinleştirirken, sinir harbinin kısa sürmesini umuyordum.
Magnus
Alec'in ardından öylece bakarken, dudağıma yerleştirdiğim baş parmağımla derin bir nefes aldım. Bir süre sonra kollarım bedenimin iki yanına düştüğünde, yumruk yapmayı planlamamıştım. Ama şu an tıpkı Alec'in yatakta yaptığı gibi ellerimi sıkıyordum. Eklemlerimin sızısıyla orantılı olarak içimdeki öfke artarken, ne yapacağımı bilemedim. Alec, resmen öfke ve nefretin vücut bulmuş hali gibiydi. Aramızdaki bağdan da, duyguları kontrolsüzce bana yansıyordu.
İçinde olduğum ruh hali, can sıkıcı bir boyuta ulaşırken, derin derin nefesler aldım. Alec gibi bende bir an evvel sakinleşmek zorundaydım. En azından bunun ona da, yardımcı olacağını umuyordum. Kafamı dağıtmak içinse, benden istenileni yerine getirmeye karar verdim. Babamla aramızdaki kan bağını kullanarak onunla iletişim kurarken, bir dakika öncesinden daha sakindim. Bu halimin Alec'in de sakinleşmeye başlamasından kaynaklandığını düşünmek istiyordum.
"Baba?"
"Sonunda aile bağını akıl edebildin, Magnus. Geçen seferde kullanabilirdin."
"Olanları sana uzun uzun anlatmam gerekiyordu. Her neyse, bahsettiğin kişileri bulabildin mi? Alec, seninle konuşmak istiyor."
"Sayılır. Birazdan yanınıza geleceğim."
Babam aramızdaki bağlantıya son verdiğinde yapacak bir iş olmadığı için, koltuğa geçtim. Her ne kadar takmamak istesem de, Alec'in baskısını düşünmeden edemiyordum. Gücüne olan güveni ve yaptıkları ister istemez aklıma William'ı getirirken, canım daha da sıkılıyordu.
Ölüm getirenin, tüm bunların başında iyi olduğunu biliyorduk. Yine de kontrolü pamuk ipliğe bağlı bu durumun, raydan çıkmayacağına hiçbir şekilde garanti veremiyorduk.
"Asmodeus'tan haber var mı?"
Alec'in sesiyle başımı kaldırdığımda, banyodan yeni çıkmış haliyle karşılaştım. İster istemez onu bakışlarımla incelerken, iyi görünüp görünmediğini anlamaya çalışıyordum.
"Magnus..."
"Birazdan geleceğini söyledi. Sen, iyi misin?"
"Evet. Soğuk duş iyi geldi."
Alec, yanıma gelirken açılan portal ile durduğunda, babamın geldiğini bilerek ayağa kalktım. Hızlı gelmesine sevinmiştim.
"Sonunda işler bitti. Planınız nedir?"
Babamın direk konuya girmesinden memnun görünen Alec, aklındaki fikirleri paylaşırken merakla onu dinliyordum. Çünkü bende hiç bir detayı bilmiyordum.
"Liliana'ı seçtiğim bir noktaya getireceğiz. Onu hapsedeceğiz, belki biraz canını yakarız. Fazla da olabilir, çığlıklarını Lilith'in duyduğundan emin olacağız."
Babam ile aynı anda kaşlarımız çatılırken, kendinden fazlasıyla emin olan Alec'e baktık. Ciddi görünüyordu.
"İşkence?"
Babam ile dudaklarımızdan aynı kelime dökülürken, Alec'in yüzündeki ifadeye ne tepki vereceğimi bilemedim. Az önce fazlasıyla sakin görünüyorken şu an, herhangi birinin canını alacak biri gibi görünüyordu.
"Kötü bir şey söylemişim gibi bakmayın bana. Serenity, ikimize de işkence etti mi? Etti. Kız kardeşime ve anneme yapılanları söylemiyorum bile... Lilith, ne kadar ciddi olduğumuzu anlamalı. Bunun içinde Liliana acı çekmek zorunda..."
"Gerçek ölüm getiren böyle bir şey demek ki?"
Alec, babamın sözleriyle gözlerini devirirken, alayla gülümsedi.
"İkinizde kimseyi öldürmemiş ya da zarar vermemiş gibi, bana bakmayı keser misiniz? Sizler melek değilsiniz. Biriniz savaş görmüş, diğeriniz geçmişinde yeterince kişiye zarar vermiş. İstemiyorsanız peri kızına dokunmak zorunda da değilsiniz. Her şey ile ben ilgilenirim."
Ben konuşamadan babam araya girdiği için sessiz kalmıştım. İçten içe Alec'i sakinleştirmem gerektiğini biliyordum.
"Sakinleş, Alec. Sadece bu halin Magnus'un bahsettiğinden son derece farklı. Ayrıca yapılması gerekeni, yapma taraftarıyım. Sonuçta kendinden başka kimsenin ailesine değer vermeyen bir kadından bahsediyoruz."
"Teşekkürler, Asmodeus. Seni de dinlemek istiyorum, Magnus. Bu konuya bir itirazsın var mı?"
"Bence işkence kısmından uzak durması gereken kişi sensin, Alec. Geri kalan detaylar gerekliyse yapmalıyız."
"Gerekli ve yapacağız."
"Yapmayacaksın, Alec!"
"Liliana'ı size mi bırakmalıyım yani?"
"Gerekirse, evet. Onu getir, geri kalanları ben ve babam hallederiz. Sende Lilith ile iletişim kurarsın."
"Pekala... Şimdi bana, ilk aşamayı gerçekleştirmem için iki kişi gerekiyor. Gelmelerini sağlar mısın, Asmodeus?"
"Tamam. İsterseniz onlarla başka yerde konuşalım. Her ne kadar onları getiren ben olsam da, kimseye güvenemezsin."
"Haklısın."
Kısa sürede babamın ayarladığı yere geldiğimizde, iki perinin de bizi beklediğini gördük. Babam onlardan bahsederken, eskiden köle olduklarından ve bir dizi işkenceye maruz kaldıklarından söz etmişti. Sevdiklerini kaybettiklerini de öğrenmiştim. İntikamları almak adına, bu işte gönüllerdi. Bense hala Alec'in onları ne yapacağını bilmiyordum.
"Yapmanız gereken tek şey dikkat dağıtmak olacak. Oluşturduğum portaldan geçecek, ben ve Magnus gibi davranacaksınız."
"Lilith'i basit bir değişim büyüsüyle kandıramazsın."
Konuşan periye hak vermekle birlikte, Alec'in yapabileceklerini bildiğim için sessiz kaldım.
"Merak etmeyin, basit olmayacak."
Alec, iki periye yaklaşırken, bir eliyle yanıma gelmemi işaret etti. Tek elimizi birleştirirken, parmaklarımızla kenetlendik. Boşta kalan diğer eliyle önündeki perinin koluna dokunduğunda, saniyeler içinde adamın çığlığı dudaklarıma ulaştı.
Diğer adam korku dolu gözlerle olanları izlerken, ben yaptığı büyüyü çözmeye çalışıyordum. Alec şu an garip görünen işareti, perinin bedenine resmen dalayarak yerleştiriyordu. İşin gerçeği bu işlemin sadece tenine yapıldığını bile sanmıyordum. Çünkü bir anlığına perinin kemiği gördüğüme yemin edebilirdim. Sadece bir kaç dakika süren bu durumun sonunda peri kendini hızla geriye çektiğinde, değişimini gördüm.
"İşe yaradı."
Peri tamamen Alec gibi görünürken, içimdeki bağı bile tetiklediğini hissettim. Buda gerçekten basit bir değişim büyüsü olmadığının bir başka kanıtıydı. Peri her ne kadar başta canı yansa da şu an iyi hissediyor olmalıydı ki, kendini icleniyordu.
"Bu şey gerçekten inanılmaz."
Alec'in sesiyle konuşan periye döndüğümde, konuşmak istesem de elimdeki çekişle diğer adama yöneldim. Oda tıpkı diğeri gibi aynı büyüye maruz kalırken bu kez dönüştüğü kişi ben olmuştum.
"Hazır görünüyorlar."
"Bu büyü ne kadar sürecek? İçimde bile garip bir güç artışı hissediyorum."
Alec'in görünümdeki adamın yaydığı enerjiye kapılmamak için kafamı iki yana salladığımda, gerçek olana odaklandım.
"İstediğim süreye dek sizi idare edecekler. Şimdi hızlıca yapmanız gerekeni söylüyorum. Oluşturduğum portaldan geçecek ve savaşa hazır görüneceksiniz. Karşınıza çıkacak ilk periler zayıf olacak, onları öldürün. Cadılara gelindiği noktada geri çekilebilirsiniz. Bana sadece bir saatlik bir oyama gerekiyor. Bunu yapabilir misiniz?"
İki peri bir anlığına birbirlerine baktıklarında hemen sonra cevap verdiler.
"Evet."
"Yapabiliriz."
Alec'in memnun ifadesinin altında görünen şeytani yanı gördüğümde, yapacakları bekledim. Perilere yaklaşarak önlerinde durduğunda, neredeyse yaydığı karanlık auranın içinde kaybolacağımı hissediyordum.
"Bu arada... Asmodeus sizi getirmiş olsa da, bu size güvendiğim anlamına gelmiyor. Neler yaptığımı gördünüz. Sakın ihanet etmeye kalkmayın. Yoksa sizleri, Lilith'i aratacak hale getiririm."
"Merak etmeyin."
İki perinin de korkusunu hissettiğimden, ihaneti bir an bile düşünmediklerine emindim. Oluşan portaldan geçtiklerinde, hemen yanında oluşan yeni portal ile gitmeye hazırdım. Alec, ise elini göğsüme bastırarak beni durdurdu.
"Sen gelmiyorsun."
"Ama..."
"Beni dinle..."
Alec, birden bedenimi ittiğinde sonraki saniyede, tek bir kelime bile etmeden portaldan geçti. Bense hissettiğim boşluk hissiyle öylece kalakaldım.
"Gitti."
"Görebiliyorum, Magnus."
"Gitti! Gerçekten! Ah..."
"Bu kadar merak ediyorsan, onu takip edebilirsin. Ölüm getiren olsa da hala sesin sihirbazın."
Babamın cümlesiyle kahkaha atmaya başladığımda, içten içe sinirden ağlamak üzereydim. Öyle ki çoktan bir kaç damla göz yaşım yanaklarıma süzülmüştü.
"Sahiden mi? Nereye gittiğini bilmiyorum. Şu an aramızdaki bağı bile hissetmiyorum. Dahası onu aramaya başladığımda kendimi oluşturduğu diğer bedenin yanında bile bulabilirim. Aslında muhtemelen bulacağım şeyde o, olur."
"O zaman beklemekten başka çaremiz yok. Bir saatlik bir oyalamadan bahsetti. Çabuk dönecektir."
"Umarım."
Yapacak başka bir şeyimin olmadığı gerçeğiyle, olduğum yere çökerken babamın elini omuzumda hissettim. Rahatlatmaya çalıştığını anlayabiliyorum. Ama düşüncelerimi susturamıyordum. Alec, neden beni bırakmaya karar vermişti? Ne durumda geri gelecekti? Gelebilecek miydi? Dönmek zorundaydı!
〽 Bölüm Sonu〽
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro