Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Yıkıntı

Herkese iyi bayramlar. Bayramın son günüde olsa bitirdim bölümü. 

♥ Keyifli okumalar. 

İthaf: Duygu_303


_Önceki Bölümden Kesit_

"Eminim istersen William olduğunu ona göster."

"Göstereceğim ama o gün, bugün değil, Alec. Şimdilik bu güzelliğin tadını çıkarmak istiyorum. Aklıma gelmişken büyük güne az kaldığının farkındasın öyle değil mi?"

Alec tekrar sessizliğine gömüldüğünde bu kez umursamadım. İki gün sonra benim için büyük gündü. Max'i öldürerek var oluşuma hazırladığım zeminin yıl dönümü. Herkesin Alec'in doğum günü için planları olduğunu düşünüyordum. Benimse o güne özel daha harika planlarım, o güne dek eğleneceğim harika bir oyuncağım vardı.

Magnus

Göz kapaklarımı aralama çabam, göz alıcı parlak ışıkla hüsrana uğrarken derin bir nefes aldım. Uykuya geri dönüp orada uzun süre kalmak istiyordum. Ama çok geçmeden kulağıma dolan uğultular yüzünden, öfkeyle gözlerimi açmak zorunda kaldım. 

Yerde yattığım gerçeği bir yana, bulunduğum yerin düşüncesiyle yutkundum. Ayağa kalktığımda, "Siktir." diyerek etrafıma bakarken durumu gerçekten anlamıyordum. 

Yine neredeydim?

Binaların olmadığı bomboş bir arazinin tam ortasında bulunuyordum. Uğultular artarken başım ağrımaya başladığında, büyü yapmayı denedim. Ama sadece denedim. Saniyeler içinde rüyada olduğum gerçeğiyle yüz yüze gelirken, çıkışı bulmak zorunda olduğumu biliyordum. Yine de zihnimi kaplayan lanet uğultular düşünmeme bile izin vermiyordu. 

"Magnus."

"Magnus."

Adımı söyleyen sesi zar zor duymayı başardığımda, onun Alec olduğunu düşünüyordum. Gerçi bu düşünce değildi. Daha çok onu hissediyor gibiydim. Avuçlarımı şakaklarıma yerleştirdiğimde, kafamı toparlamayı denedim. Ama sadece denedim. Uğultular bir anlığına azaldığında tekrar Alec'in sesi kulaklarıma doldu.

"Magnus, beni bulmak zorundasın."

Duyduğum cümleyle kaşlarım çatılırken, Alec'in beni duyup duyamayacağından emin olmasam da bağırdım.  

"Neler oluyor, Alec? Yine mi rüyanda hapis kaldık. Neredesin?"

Uğultu sesleri yeniden yükselirken çaresizce etrafıma bakındım. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Resmen kulaklarımı ele geçiren sesler, yön duygumun içine de etmiş gibiydi. Alec'in sesinin nereden geldiğini bile söyleyemiyordum.  

"Alexander. Konuşman gerekiyor. Gerçi konuşuyorsan bile seni duyamıyorum oda ayrı bir sorun..."

Bir süre beklesem de Alec'in sesini duyamamak sinirlenmeme sebep oldu. Durup beklemekse ayrı bir sıkıntıydı. Harekete geçmeliydim. Nereye gittiğimi bile bilmeden atmaya başladığım adımlarla, ilerleme kat ettiğimden bile edim olamıyordum. Çünkü etrafımdaki hiç bir görüntü değişmiyordu. Sanki yürüyen bandın üzerinde ilerliyordum. Koşabilirdim. Ama hiç bir yere gidemezdim. 

Uğultular yeniden azalmaya başladığında, bu kez bedenimde meydana gelen karıncalanmayı hissettim. Çok geçmeden de Alec'in varlığını... Sadece bir kaç adımla onun yüzünü görmek rahat bir nefes almamın ardından, gülümsememe sebep oldu. 

"Sonunda seni buldum."

"Evet beni buldun. Şimdi dinlemen..."

Alec'in aniden sesi kesildiğinde ne anlamam gerektiğinden emin değildim. Dudakları hareket ediyordu. Kelimeler dudaklarının arasındaydı ama ben onu duyamıyordum. Bir kaç kelimeyi ayırt etsem de yan yana geldiklerinde oldukça anlamsız cümleler oluyordu. Zaten çok geçmeden de kolumdaki dokunuşla bir kez daha gözlerimi araladım. 

Alec'in endişeli yüz ifadesine bakarken, başımı sağa doğru çevirdim. Hala otel odasında olduğum gerçekliğe alışmaya çalışırken, "Neler oldu?" demeyi başardım. 

"Bilmiyorum, Magnus. Sanırım kabus görüyordun. Senin üzerinde gerçekten kötü bir etkim var, üzgünüm."

"Sorun değil." desem de karmakarışık zihnim ile yataktan uzaklaştım. Hala çıplaktım ama bu umurumda bile değildi. Alec ise çoktan giyinmiş ve hazır görünüyordu. Üzerime doğru attığı ilk adımla, tedirgin olarak bulunduğum konumu değiştirdim. 

"İyi misin, Magnus?"

"İyiyim. Sadece... Sen çoktan hazırsın. Bende duş almalıyım. Sonra da yemek yeriz." diyerek hızla banyoya doğru yürüdüm. İçeriye girer girmez kapıyı kilitlediğim de bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum. Tek bildiğim tenimdeki karıncalanma hissinin olduğu gibi duruyor olduğuydu. 

Duşa kabinin içine girip kapısını kapattığımda, suyu açtım. Buz gibi su bedenime çarparken titriyordum. Yine de inatla sıcak suyu açmıyordum. Zihnimde ise rüyada, Alec'in dudaklarından okuduğum kelimeler dönüyordu. 

"Yalan."

"William."

"Doğum günü."

Kelimeleri yüksek sesle söylediğimde bile, birden fazla anlama geldiğinden neyi bulmam gerektiğini bilemiyordum. Ortada bir yalan vardı. Ama kimin yalanı? Serenity hala zihnimde oyunlar mı oynuyordu? Yoksa bu işi tamamen Willliam mı üstlenmişti? William zaten kendi başına tehlikeyi çağrıştırıyordu. Alec'in ise yaklaşmakta olan bir doğum günü vardı. Bunun yanında her şeyin mahvolduğu günde, onun doğum günüydü. 

Rüyadaki gibi başım ağrımaya başladığında, nedensizce ağlamak istedim. Banyodan çıkmak istemiyordum. Ama sonuç olarak, sonsuza dek burada da kalamazdım. Suyun ılınmasını sağladığımda, şampuanı alarak saçıma sürdüm. Yavaş hareketler eşliğinde duşu tamamladığım da, odaya döndüm. Belime sardığım havluyla yerde olması gereken eşyalarıma göz attım. Ama hiç biri ortada yoktu. 

"Kıyafetlerim nerede, Alec?"

"Giyinebilecek durumda değillerdi. Tıpkı benimkiler gibi... Görevlilere sana kıyafet getirmelerini söyledim."

Kafamın karışıklığı yüzünden Alec'in kıyafetlerinin, dünden farklı olduğunu bile şu an fark ediyordum. Diğer yandan kıyafet sorun değildi. Büyüler de işimi görürdü. Ama öncesinde başımın ağrısı için büyü yapmayı denedim ama mırıldandığım hiç bir kelime işe yaramıyordu. 

"Yine büyü yapmıyorum."

"Serenity büyülerine el koymuştu, Magnus."

"Hayır o büyü kalkanı yapmıştı. Sadece o odada büyülerimi kullanamıyordum. Bu başka bir şey." dediğimde Alec'den biraz daha uzaklaştım. Aklıma gelen tek şey karşımdaki kişinin Willliam olduğuydu. Güçlere el koyma konusunda uzman bir pislikti. 

"Yeniden ortaya çıktın."

"Ne demek istiyorsun, Magnus?"

"Güçlerimi bloke eden kişi William olmalı. Yani sensin! Numara yapmayı bırak artık."

Konuşmamın sonunda William'ın yüzünde acımasız, alaycı bir ifade görmeyi umuyordum. Ama gördüğüm tek yüz Alec'in üzgün yüzü oldu. Ardından gelen duygulara hazırlıksız olduğum için hayal kırıklığı tüm bedenimi ele geçirmeye başladı. Başımın ağrısı da çabası... 

"Karşında olan benim, Magnus. William, değil. Yine de... Seni anlıyorum." diyerek üzerime geldiğinde yapamadığım büyüler yüzünden lanetler okumaya başladım. 

Alec gözlerimin içine bakarak elini alnıma yerleştirdiğinde, ağrım azalarak hızla yok oldu. Beklemediğim bir anda dudaklarıma kondurulan öpücüğe tepki bile veremezken, Alec karşılık beklemeden geriye çekildi. Yanağıma uyguladığı hafif dokunuşla gözlerime bakarken sevgisini iliklerime kadar hissediyordum. 

"Lütfen onun aramıza girmesine izin verme. Seni seviyorum, Magnus."

Ne diyeceğimi bilemezken, çalan kapıya minnettar bir şekilde başımı çevirdim. Alec, görevliyle konuşup yanıma döndüğünde bana giyinmem için gereken kıyafetleri uzattı. Hızla kıyafetlerimi giyinirken, kafam allak bullaktı. Dün bitirmediğimiz konuşma bir yana hala buraya nasıl geldiğimizi tam olarak bilmiyordum.

"Biz buraya nasıl geldik? Ayrıca burası neresi? Görevliler geldiğine göre gizli de değiliz."

"Otelde olduğumuzu biliyorsun, Magnus. William'ın büyüsü bizi şehrin merkezine kadar getirdi.  Legends Oteli, Lightwood şirketine bağlı işletiliyor. Buraya yakın olduğumuzu fark edince, baygın halde seni buraya taşıdım. Hatta babamın, annemi aldatırken buradaki odaları kullandığını öğrendim. Çalışanlar beni tanıdığı içinde seslerini çıkarmadılar ve boş olan odaya yerleştik."

Alec, sakin bir şekilde olanları anlatırken hiç bir kelimesinde yalan yoktu. Yine de neden büyü yapamadığımı anlamıyordum. Serenity'nin büyülere el koymadığına gerçekten emindim. Odadaki kalkanı görmüştüm. 

"Anladım. Yine de büyümü bir şekilde William aracılığı ile bastırıyor olmalısın. Düzeltmeyi dene Alexander. Ailenin yanına gitmeliyiz. Serenity bizi bulmak için önce onlara gidecektir. Onu daha önce böylesine acımasız biri olarak görmemiştim. Her ne kadar bazı zamanlar canıma okusa da şu an apayrı bir durumda."

Endişem Alec'in, duygularıyla katlanırken yanıma gelerek elimi tuttu. Ailesi için korkuyordu. Hala William olmasından şüphe ediyor olsam da, duyguları, bakışları tam anlamıyla, Alec'ti. Kafam ise ciddi anlamda karışıktı. Belki de o saçma rüya bile William'ın eseriydi. Zihnimde oyunlar oynayarak huzursuz olmamızı istiyordu. Sonuçta beni bir çok kez kabuslara hapis eden kişi oydu.  

Alec, "Denerim." dediğinde dudaklarını alnıma bastırdı. Bunu neden yaptığını sorgulama şansını kendime tanımadan sessizce bekledim. Benim varlığımla Raphael'i iyileştirmişti. Yine benimle güçlerimi bana geri verebilirdi. Dakikalar geçerken Alec'in dudakları alnımdan uzaklaştı. Avuçlarımda hissetmeye başladığım kıvılcımlar memnun olmamı sağlarken, Alec geriye çekildi. 

"Sanırım işe yaradı. Ama nasıl yaptığımı bilmiyorum."

"Önemli değil, Alec. Şimdi izninle."

Büyü yapmak için ellerimi hareket ettirdiğimde ortaya çıkan enerjiyle gülümsedim. Bizim için oluşturduğum yemek masasına baktığımda, sonunda rahat bir nefes almıştım. Alec, bana yaklaştığında yeniden dudaklarıma yöneldi. Başımı geriye çektiğimde, "Acele etmeliyiz." diyerek masaya doğru yürüdüm. 

Bu tedirginlik ortadan kalkmadan ona yaklaşamayacak gibi hissediyordum. Alec, "Haklısın." diyerek masaya yöneldiğinde hızla yemeğimizi yedik. Oteldeki sıradanları kuşkulandırmamak için normal yollarla dışarı çıktığımızda, ilk ara sokakta oluşturduğum portal bizi Lightwood malikanesinin bahçesine getirdi. 

Gördüğümüz manzarayla bir süre sonra hareketsiz kalırken, Alec hızlı bir şekilde evin yıkılmış duvarına doğru yürüdü. Yerdeki kan izleri bir yana hissettiğim enerji yoğunluğundan, burada bir savaş olduğuna emindim. Hatta birden fazla ölüm gerçekleşmiş olabilirdi. Yavaşça kaybolan enerjilerin bir kısmı perilere ait olduğundan, endişelerim ikiye katlandı. 

Raphael'de aralarında olabilirdi. Serenity bizimle uğraşırken hiç birinden haber alamamıştım. Yinede iyi düşünmek istiyordum. Belki de benim evime geçmişlerdi. Ama bu ölümlerin gerçek olmadığı anlamına gelmiyordu. 

"Burada neler olmuş?"

"Bilmiyorum, Alec. Raphael ve diğerlerini bulmalıyız. Evime gidelim."

Alec, kafasını olumlu anlamda salladığında evime ulaşacak olan portalı oluşturdum. 

Saatler önce

"Anneciğinin ölmesini istemezsin. Öyle değil mi? Benimle gelmelisin, Isabelle Lightwood."

Isabelle ve Jace annelerine endişeyle bakarken, sihirbaz düşüncesizce öne atıldı. Raphael onun bileğini kavradığı anda uzaklaşmasına engel olduğunda sinirlenmişti. Annesi tehlikedeyken bekleyemezdi. 

"Bırak beni. Cadı anneme zarar verecek."

"Sen yanına gitsen de annene zarar verecek durur musun biraz?"

Jonathan bir adım öne çıktığında, Isabelle'in diğer bileğini kavradı. Cadıya istediğini vermekle, vermemek arasında hiç bir fark yoktu. 

"Raphael haklı Izzy. Cadılara güven olmaz, özellikle Lilith için çalışan cadılara..."

"Anneciğin senin için önemli değil mi, sihirbaz?" diyen cadı perisine işaret ettiğinde, peri kadının kolunda derin bir yanık oluşturdu. Isabelle çırpınırken, bu kez öne atılan kişi Jace oldu. 

"Annemi hemen bırakın!" 

Cadı, Jace'e baktığında onu umursamadığını bakışlarıyla ifade ediyordu. 

"Seninle konuşmuyorum, gereksiz insan. Konuştuğum kişi sihirbaz. Perini al ve bana gel güzelim. Seninle yapılacak bir sürü işimiz var."

Jace, duyduklarıyla daha da öfkelenirken perilere doğru yürüdü. Jonathan, "Aptal." diye mırıldandığında oluşturduğu kalkan, Jace'e uygulanan peri büyülerinden onu korudu. Kalkan olmasa ateş okları, Jace'in bedenini delik deşik edecek güçteydi. 

"Clary şu aptalın yürümesine engel ol." diyerek öne doğru bir adım attı. 

"Sihirbaz seninle gelmiyor. O benimle birlikte ve sen kiminle uğraştığını bile bilmiyorsun."

"Perilerle yakınlık kuran aptal büyücülerden birisin. Seninle de konuşmam son derece yersiz. Isabelle çabuk karar vermelisin. Yoksa peri birazdan güzel annenin iç organlarını yakmaya başlayacak."

"Raphael, anneme... Anneme zarar verecek." diye konuşan Isabelle'i bakışlarıyla susturan Jonathan, cadının kendisine odaklanmasını sağlamak için konuştu. 

"Sihirbaz ve periyi ilk önce biz bulduk cadı ve onu babama götüreceğim." 

"Kim olduğunu sanıyorsun." diye kahkaha atan cadıya tiksinerek bakan Jonathan sadece güldü. 

"O halde tanışalım. Ben Jonathan Morgenstern, babamın kim olduğunu söylemeye gerek olduğunu bile sanmıyorum. Sonuçta Valentine Morgenstern ismini duymaman imkansız ve küçümsediğin gibi perilerin cici büyücü arkadaşı değilim."

Arkasında bulunan herkes Jonathan'a soru dolu bakışlarla bakarken, onun odaklandığı tek kişi cadıydı. Korkusunu bu mesafeye rağmen gözlerinde görebiliyordu. Banasının ismi bile bir çok cadının titremesi için yeterliydi.  

Bu durumun onda yarattığı güçle başını çevirerek Raphael'i göz hapsine aldı. "Izzy'i almama engel olmayacaksın. Öyle değil mi Raphael?" dediğinde, Raphael. "Evet efendim diyerek, sihirbazın bileklerini bağladı. Jace, "Kız kardeşimi rahat bırakın diyerek kükrediğinde Catarina ona sessiz kalması için büyü yapmıştı. İnsanlara nazaran periler, Jonathan'ın neler planladığının farkındaydı. 

Aralarında en zayıf görünen Clary olduğu için, perilerin dikkatinden kolayca kaçtı ve hemen  Maryse Lightwood'u kurtaracak büyüyü yaptı. Ateş perisi ne olduğunu anlamadan hissettiği suyun etkisiyle geriye çekildiğinde, Clary kadını uzaklaşması için korudu. O saniyeden itibarende aralarındaki savaş başladı. 

Raphael ve Catarina ateş perileriyle savaşmaya başladıklarında Clary, Lightwood ailesini koruyordu. Jace 'in dudaklarından mühür kalkmış, Izzy ise bu şekilde durmak istemediğini haykırıyordu. "Çöz beni Clary onlarla savaşabilirim. Güçlerimi kullanabiliyorum." dese de Clary başını iki yana salladı. 

"Perilere karşı pek şansın olmaz, Izzy."  

"Lütfen, Clary."

Isabelle'in ısrarcılığı yüzünden, Clary "Çözeceğim ama aileni koruman için. Daha fazlası değil." dediğinde sihirbazın onayıyla onu çözdü. Açıkçası Clary de Raphael ve Cataria'a yardım etmek istiyordu. Karşılarında çok fazla sayıda peri ardı. Clary onlara yardım etmeye gittiğinde, Magnus'un ona öğrettiği, daha doğrusu onun yanlışlıkla oluşturmayı başardığı portalı açtı. Bir kaç ateş perisi suyun itme gücüne kapılıp, portaldan geçerken acı içinde çığlıklar atmaya başladılar. Clary, neden olduğunu bilmese de bundan korkutucu bir şekilde zevk aldığını düşündü. 

Perilerin sayısı giderek azalırken, Jonathan hala cadıyla savaşmaya devam ediyordu. Birbiri ardına oluşturulan lanetli büyüler, ikisininde bedeninde derin yarıklar meydana getirdi. Jonathan son ve en güçlü büyüyü cadıya gönderirken, cadı ise son lanetli büyüyü karşısındaki büyücü yerine insanların bulunduğu noktaya yönlendirdi. Jonathan bunu oldukça geç fark ederken, periler ise hiç bir şeyin farkında değillerdi. Isabelle gördüğü enerji kaynağını gücüyle durdurmayı denese de, annesi kendisini koruyamayacağı düşüncesiyle bunu yapmasına engel olarak önüne geçti. 

Büyü kadının bedenine temas eder etmez çürüme başladığında, Maryse'in acı çekecek fırsatı bile olmadı. Isabelle korkuyla annesine sarılmaya çalışırken, kollarının arasında toz taneciklerine dönen bedenle olduğu yere çöktü. Jace'de ondan farklı değildi. Isabelle ağlamaya başladığında, Jace yanına çökerek onu kollarının arasına çekti. 

Isabelle, Raphael'i hissettiğinde, abisinden uzaklaşarak ayağa kalktığı gibi perisine döndü.

"Raphael annem. Annemi geri getirin. Büyü yapın bir şeyler yapın o ölemez. Ölmedi. Lütfen."

Izzy sinir krizi geçirirken, Raphael'in yapabileceği hiç bir şey yoktu. Simon, Isabelle'in elini tuttuğunda, kızı kendine çekti. Raphael ise, "Yapabileceğim bir şey yok, Izzy. Üzgünüm." dediğinde Jace, Jonathan'ın üzerine doğru yürüyerek yüzüne yumruğu geçirdi. 

"Annemizi hemen geri getirin. Her şey sizin yüzünüzden oldu. Ailemize getirdiğiniz tek şey bela! Alec ortalarda yok ve şimdi annem öldü. Sizler..." Jace'in konuşması kendinden geçmesiyle son bulurken, Catarina düşmemesi için bedenini tuttu. Benzer bir büyüyü Raphael'de Izzy'e uyguladığında Simon olanları şaşkınlıkla izliyordu. Onunda yanakları göz yaşlarıyla doluydu. 

"Onlar, iyi olacaklar mı?"

"Evet Simon merak etme. Sadece sakinleşmeleri gerek. Maryse Lightwood içinse yapacağımız hiç bir şey yok. Magnus'un evine gidelim." diyerek sevdiği adamın elini kavradı. Jonathan portal oluşturduğunda, hep birlikte saniyeler içinde Magnus'un evine geldiler.

〽 Bölüm Sonu

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro