Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Yükselen Ruh

Uzun bir aradan sonra hikayeme dönebildim. Umarım kurgu hoşunuza gider. Yaptığım planların bir şekilde dışına çıktım. 

Keyifli okumalar.♥



_Önceki Bölümden Kesit_

"Sevgimi kullanarak acımamı beklemiyorsun değil mi?"

"Sadece denedim."

"Bende seni seviyorum, sevgilim. Ama pes etmiyorum. Sende etmeyeceksin."

Alec'i başımda onaylarken, birlikte kahvaltı yapmaya başladık. Bense daha şimdiden onun bana yapacaklarından değil de, Brandon ile karşılaştığımızda olacaklardan endişelenmeye başlamıştım.


Magnus

Neredeyse masasın tamamını kaplayan çizelgeyi incelerken, bir türlü oturtamadığım düşüncelerin ışığında, fazlasıyla gergin hissediyordum. Brandon, ikiz cadılar dışında geriye kalan tek büyücüydü. Durum buyken, bu kez bizi, gizliliğin ya da her hangi bir oyunun kurtaracağını sanmıyordum. Daha da önemlisi Brandon'ı tanımıyordum.

"Planı bu şekilde yapmak zaman kaybı gibi, Magnus. Çok fazla boşluk var."

"Sanırım. Belki de senin güçlerine odaklanmalıyız, Alec. Ölüm getirenin..."

Cümlemi daha bitiremeden Alec'in beni çekmesiyle, bedenim ona çarparken derin bir soluk verdim. Son günlerde ortaya çıkan ani hareketlerine alışmaya çalışsam da, bunu başarmakta zorlanıyordum. O ise durmak nedir, bilmiyordu. 

"Yavaş ol, Alec."

"Olmuyorum. Madem güç istedin. O halde bağı sonuna kadar kullanalım."

Alec'in değişen bakışlarıyla dudaklarıma yapışması bir olurken sert öpüşü yüzünden canım yanıyordu. Çok geçmeden dudaklarımı kesen dişleri ve ısırıkları yüzünden inlemeye başladığımda, kendimi beni saran kollara teslim ettim. Her saniyede ise nefesimin kesildiğini hissediyordum. 

Ölüm getirenin gücünü aramızdaki bağı kullanarak ortaya çıkarmamızı anlıyordum. Anlamadığım şey, sadece masum bir öpücüğün bile yeterli olmasına rağmen, Alec'in tamamen vahşilikten yana olmasıydı. Yine de ona itiraz etmiyordum. Aslında edemiyordum. Dudaklarımı emen dudaklara aynı sertlikle karşılık verirken, saçlarını çekiştirdim. 

Tırnaklarımın kafa derisine batmasıyla bu kez inleyen Alec olduğunda, içten gelen zevkle gülümsedim. Bir anlığına, aslında ne yaptığımızı bile unuturken bedenimi saran alevlere teslim olarak gözlerimi kapattım. Onları görmüyor olsam da, rünlerin ışık saçtığını yaydıkları enerjiyle hissediyordum. 

İkimizden bağımsız olarak ortaya çıkan görüntüler yutkunmama sebep olduğunda, hareketlerim yavaşlayarak durdu. Alec'de benim gibi görüye odaklanırken, içimde yeşeren endişenin kaynağıyla karşı karşıya kaldım. Brandon, Lilith ile birlikteydi. Arkasında ise perilerden ve büyücülerden oluşan küçük bir ordu bulunuyordu.

Kadim cadıları bir şekilde sona bırakmak, William'ın planının en önemli noktası olsa da, şu an bizim seçme şansımız bile kalmamıştı. Onlardan kurtulmak için sadece hazır olmamız gerekiyordu.  

"Zor olacak."

"Evet."

Alec'i saran kollarım, bedenimin iki yanına düşerken, bir adım geriye çekildim. Nefesimin düzensizliği devam ederken, hızlı inip kalkan göğsümle Alec'e baktım. Hislerinde olduğu gibi bakışları da karmakarışık görünüyordu. Bu yüzden de, ne düşündüğünü çözemiyordum. 

"Ne düşünüyorsun?"

"Dudaklarını fazla ısırmışım. Dolgunlaşmışlar."

Bir an ne diyeceğimi bilemediğim için sadece yutkundum. Alec, aramızda var olan mesafeyi hızla kapatarak parmaklarını dudaklarıma yerleştirirken, sesimin nereye gittiğini merak ediyordum. 

"Biraz daha."

Alec'e verebildiğim tek tepki gözlerimi kırpmak olduğunda yeniden öpüşmeye başlamamız oldukça kısa sürdü. Dudaklarımı az önce yaptığı gibi dişlerinin arasına çekerek, şeker gibi emiyordu. Alec'e uyum sağlamak istesem de yapabildiğim tek şey beline sarılarak ona istediği şeyi vermek oldu. Dudaklarımı talan eden dudaklar, çeneme ulaşırken, yavaşça boynuma doğru ilerledi. 

Hissettiğim yumuşak öpücük sonrası, ısırığı bedenimde ona muhtaç olan her bir hücremi harekete geçiriyordu. Ona daha sıkı sarılmak, dahası onunla yeniden bir olmak istediğim anda ise, Alec'in aniden uzaklaşması ile tüm dengem alt üst oldu.

"Göreve dönelim."

"Ne?"

"Brandon diyorduk. Üstüne Lilith ve peşindeki ordu. Ne yapacağız?"

"Alec, az önce sen..."

Alec, işaret parmağını dudaklarıma dokundurduğunda susmak zorunda kaldım. Hareketlerini çözmek, aramızdaki bağa rağmen ciddi anlamda zor olmaya başlamıştı. Onu bazen gerçekten anlamıyordum. Neden böyle olduğunu da bilmiyordum 

"Her şeyin kontrolünün bende olduğunu hatırla, Magnus ve az önce olanları küçük bir ön gösterim olarak düşün. Aslında başarılı olmamız için teşvik olarak da adlandırabilirsin."

Duyduğum açıklama ile yutkunurken derin bir soluk verdim. Dudaklarımdaki temas yok olurken, aklıma gelenlerle sakinleşmeye çalışıyordum. 

"Anladım. Cezam. Tamam o halde, istediğin gibi göreve dönelim."

Alec, masaya yaklaştığında, az önce beni delicesine öpmemiş gibi, düşüncelere daldı. Duygularını bu kadar iyi nasıl kontrol edebiliyordu? 

"Brandon'ı tanımadığını söylediğini hatırlıyorum. Peki, Lilith? Onun hakkında kullanabileceğimiz bir şey var mı? Sadece ikimiz, ölüm getiren bile olsam. Yeterli olmayacak gibi görünüyor."

Alarm halindeki sinir hücrelerimi her nefeste sakinleştirmeye çalıştırırken, bir yandan da mantıklı düşünmeye çalışıyordum. Alec'in açıklamasından sonra ona hak vermiş olsam da, ilk etapta aklıma hiç kimse gelmiyordu. Aslında beynime oksijen bile gitmiyor olabilirdi. Sadece saniyeleri alan bir öpücük tüm dengemi alt üst etmişti. 

Bir kaç dakika sessizliğin ardından var oluş sebebim aklıma geldiğinde, can sıkıcı bir şekilde gülümsedim. Bunu çok önceden akıl etmem gerekiyordu. 

"Asmodeus."

"Asmodeus da kim?"

"Babam. Ben doğmadan, çok önce Lilith için çalışıyordu. Ona ait bir periydi. Bize yardımı dokunabilir."

Konuşurken bir yandan da, babamı en son gördüğüm anı düşündüm. Gerçek annemi öğrendikten sonra, ona olan nefretim biraz daha büyüse de, aynı anda yakınlaşmışta sayılırdık. En azından ona yıllar sonra kısa bir süre içinde olsa tekrar baba demeyi başarmıştım. 

"Onu bulup, hemen döneceğim."

"Bekleyeceğim."


Yaklaşık bir saatin sonunda eve döndüğümde, Alec'i yarım yamalak yapılmış planımızı incelerken buldum. Hemen yanı başımda duran babamın onu incelediği görmek ise garip hissettirirken, masaya doğru yaklaştım. 

"Alec."

"Gelmeniz uzun sürdü."

Babam yanımıza yaklaşırken, pür dikkat bir şekilde Alec'i incelemeye devam ediyordu. Ona, hayatında hiç görmediği bir şeye bakar gibi bakıyordu.  

"Olanları dinlemek, daha doğrusu algılamam biraz zamanımı aldı diyelim ve sen bir ölüm getiren için fazla normal görünüyorsun."

"Sana gelmeden önce ne demiştim?"

"Kötü bir şey söylemedim, Magnus. Bir peri hayatında kaç kez ölüm getiren görebilir ki? Daha da önemlisi ona bağlı kalabilir."

Alec'in güldüğünü içime karışan duygulardan hissederken ona döndüm. Bu durumla gerçekten eğleniyor muydu? Rahatsız olduğunu gösteren herhangi bir belirti yoktu. 

"Baban haklı, Magnus. Bu arada Magnus'un niyeti yok gibi o yüzden ben, Alec. En azından normal bir tanışmamız olsun."

"Asmodeus. Ateş perisiyim. Magnus'un babası olduğum kısmı zaten biliyorsun."

"Evet."

Sonraki saniyede ikisinin konuşmasını dinlerken, bir an için görünmez olup olmadığımı düşündüm. Babam ve Alec, iyi anlaşmak bir yana, bir sürü soru cevabın ardından benzer konulardan konuşmaya başlamışlardı. En büyük ortak konu olmama rağmense, benimle ilgili tek bir kelime bile etmemişlerdi. Bu durumun daha ne kadar devam edeceğini bilemediğim için sessiz kalsam da, bir nokta da öfkeme engel olamayarak bağırdım.

"Daha ne kadar sohbet etmeyi düşünüyorsunuz?"

İkisi de sonunda varlığımı kabul etmiş gibi bana döndüklerinde babamın yüzünde, eğlenirken takındığım ifadenin bir benzerini gördüm. Ona bakarken, babamı en son ne zaman mutlu gördüğümü bile hatırlamadığımı fark ettim. 

"Ne zamandır bu kadar ciddi birisin, Magnus? Alaycı ateş perisi lakabını, yüz yılardır sürdüren peri sensin."

Son derece mantıklı gelen açıklamayı dinlesem de, bunu umursamadım. İçin gerçeği o yanımın nereye kaybolduğunu bende merak ediyordum. Ama önemsemiyordum. 

"Ciddi bir konunun ortasında değilmişiz gibi davranıyorsunuz?"

"Sanırım tüm eğlenceli yanların sihirbazına aktarılmış, Magnus. Pekala ciddi olalım."

Babamın tavrına cevap veremeden, Alec'in sözleri ile dondum. Bu konuyu özellikle onun yanında açması gerekmiyordu. 

"Bu kez üstünlük kurmana izin veriyorum, Magnus. Patron sensin."

"İzin mi? Sihirbazından izin mi alıyorsun? Şu an seni daha bir sevdim, Alec. Elimden gelen tüm kaynaklarla size yardım edeceğim."

"Bana gelmeden öncede yardım edeceğine dair söz vermiştin!"

"Olabilir. Şu an daha bir istekliyim diyelim. Her neyse Lilith konusunda aklıma gelen tek bir zayıf noktası var. Ama ona ne denli ulaşabiliriz. Pek bir fikrim yok.

"O konuyu bir ihtimal halledebiliriz. Zayıf noktasını söyle, baba?"

Babamın, kullandığım kelimeye karşılık içtenlik gülümsemesini yakaladığımda sessiz kaldım. Tüm bu olanları ona anlatırken, hatta buraya çağırırken bile baba dememiştim. 

"Bildiğiniz gibi ikizler, yer yüzünde yaşayan en güçlü cadılar olarak biliniyorlar. Ama bunun yanında asla kurtulamayacakları bir laneti de içlerinde barındırıyorlar. Tüm güçlü özelliklerine rağmen asla çocuk sahibi olamayacaklar. Onlar için bir bebeğe, en yakın şey sihirbazlarıyla beraber oluşturdukları periler."

"Bu çok genel olmadı mı? Sende ona ait bir perisin. Ayrıca Serenity'nin yanına geçtin ki, bu Lilith'in umurunda olsaydı. Ben bile şu an hayatta olmayabilirdim."

"Biraz daha derin düşünür müsün, Magnus? Lea, Serenity'nin en değerli perisiydi. Bunun sebebi de aşık olduğu sihirbazla aralarındaki bağı temsil eden bir bebek olmasıydı.  Bir nevi onun gerçekten kızıydı. Tüm bu ölüm getirene yapılanların sebebi de o kız. Yani, Lea."

Serenity'nin, William'a karşı olan nefretinin sebebini hatırlarken, aynı şeyin Lilith içinde geçerli olması imkansız gibi görünmüyordu. 

"Lilith için kim?"

"Liliana."

"Biraz daha açman gerekiyor."

Alec ile aynı anda konuşurken, ikimizde dikkatlice babamın ağzından çıkan kelimeleri bekliyorduk. 

"Lilith ile kaldığım dönemde köle perilerin hala faaliyette olduğunu sana anlatmıştım. Ama tüm bu görev efendi olaylarının arasında Lilith için önemli birinin korumalığını da yapıyordum. Liliana... Sihirbazının kim olduğunu hiç bir zaman öğrenemedim. Bildiğim tek şey o perinin hiç bir zaman damga almamış olmasıydı ve sadece ateş perisi olduğum için beni onu korumakla görevlendirmişti. Aynı zamanda onu eğitiyordum."

"Sonrasında..."

"Sonrasında, bazı şeyleri daha fazla kaldıramadığım için Lilith'e karşı geldim. Ben nispeten karanlık tarafta iyi yaşayan periler arasındaydım. Ama kardeşim ve ailem hiç bir zaman benim kadar şanslı olmadılar. Bu konu hakkında konuştuğum anda ise, görevden alınıp bir dizi işkence gördüm. O andan itibaren de düşündüğüm tek şey kardeşim ile birlikte oradan çıkmak oldu. Aileme ise ne olduğunu hala bilmiyorum. Ama yaşadıklarını düşünmüyorum. Onları son kez, annem bana kardeşimi korumam için söz verdirdiğinde gördüm ve sözümü tuttum. Onu korudum."

Babamı dikkatlice dinlerken, aslında onu hiç tanımadığım gerçeğiyle sarsıldım. Onun ne geçmişini nede son zamanlarda yaşadıklarını tam manasıyla biliyordum. Benim ailesini umursamaz olarak nitelendirdiğim adamın yaptıkları...

"Bana bunların hiç birini anlatmadın, baba."

"Anlatamazdım. Bu yere ilk geldiğimde Serenity ile bir anlaşma yaptım. Burada kalmak istiyorsam, geçmişimi yakmam gerekiyordu. Hiç yaşanmamış gibi... Öyle de oldu. Tüm bunları onca yılın ardından sadece annene anlattım, Magnus. Yani Gloria'a, Rebecca'ya anlatacak fırsatım bile olmadı."

Babamın bakışlarındaki bir şey içten içe dağılmama sebep olurken, gözlerim dolmaya başladı. Hüzün tamamen bedenimi ele geçirirken, arkamdan bana sarılan Alec'in varlığı ile dik durmaya çalıştım. Onun hissettirdiği sevgiyle, kendimi toparlarken, odada oluşan can sıkıcı sessizliği bozdum. 

"Özür dilerim, baba."

"Özür dilenecek bir durum yok, Magnus. Sonuçta bende hatalıydım. Aslında yoruldum. Birilerini kaybetmekten gerçek anlamda yoruldum. Rebecca'yı da kaybedince... Boşlukta gibiydim. Gloria'nın seninle ilgilendiğini bilirken, sizden uzak durmak istedim. Yaptığım doğru demiyorum. Gloria'nın ardından kaçışım ise sana tüm bunları nasıl açıklayacağımı bilemiyor oluşumdan kaynaklanıyordu."

"Sana ihtiyacı var, Magnus."

Alec'in fısıltısı ile derin bir soluk verirken, bedenimi serbest bırakmasıyla babama yaklaştım. Gözlerini benim gibi dolu doluyken, ona sarıldığım anda ikimizde ağlamaya başladık. Annemi kaybetmenin verdiği acıyla babamdan nefret etmeye çalışırken, onun kayıplarının büyüklüğü altında ezildiğimi hissediyordum. 

Duygu dolu dakikaların sonunda babam beni kendinden uzaklaştırdığında göz yaşlarını silerek, hüzünlü olsa da gülümsedi. Şu an onun hiç düşünmediğim kadar güçlü olduğunu görebiliyordum. 

"Bu kadar yeter. İki koca adamın bu şekilde ağlaması doğru değil, Magnus. Damadıma zayıf görünmek istemiyorum."

Babamın sözleriyle anlık bir duraksama yaşarken, kulağıma Alec'in kıkırtısı ulaştığında istemsiz bir şekilde gülümsedim. Aramızdaki bağı en çokta bu yönden seviyordum. Birbirimizin mutluluğu, hüzünlerimizin üstünü örtebiliyordu.

"Benim için sorun değildi. Yine de bitirmemiz gereken bir liste var. İkinizde iyiyse, Liliana'a odaklanabiliriz."

"Olur. Ama onu nasıl bulacağız?"

Bakışlarım babamı bulduğunda, gözlerini devirmesini gördüm. 

"Bu konuda size yardım edemem. Liliana'ı asırlardır görmüyorum. Nerede olduğunu konusunda en ufak bir fikrim yok. Ama size başka bir konuda yardım edebilirim. Magnus, küçük bir ordudan bahsetti. Konu Lilith olduğunda ona zarar verme şansını kaçırmayacak bir kaç kişi tanıyorum."

"Bu işimize yarar."

"O halde bağa odaklanacağınızı düşünerek ikinizi yalnız bırakıyorum. Planınız bittiğinde bana haber verirsiniz."

Babamın, bana göz kırparak oluşturduğu portal ile gitmesinin ardından Alec'e döndüm. Onun neyi ima ettiğini anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Resmen siz oynaşın ben gidiyorum demişti!

"Aranızda ne yaşanırsa yaşansın, utanmazlığını babandan almışsın, Magnus."

Duyduklarımla gözlerimi devirirken, kendimi düşündüm. Eskiden neyse de artık öyle biri olduğumu sanmıyordum. 

"Son zamanlarda on duygudan bende pek kalmadı."

"Farkındayım. Hadi vakit kaybetmeden başlayalım."

Alec, bedenimi kavrayarak, kendine çektiğinde omuzlarını tutarak onu durdurdum. Her an her dakika hazır haliyle başa çıkmak yorucuydu. 

"Bir dakika bekler misin? Ölüm getirenin işaretlerini kullanırken ait oldukları cadıları görebiliyoruz. Liliana'ı nasıl bulmayı düşünüyorsun? Lilith, onu böyle bir savaşa dahil etmez."

"Doğru. Haklısın."

Alec bana hak vermiş olsa da, ellerini üzerimden çekmediği gibi aramıza mesafede koymamıştı. Düşünüyor gibi görünen hali yüzünden sessizliğe gömüldüğümde, üzerindeki tişörtü büyüyle yok etmesini izledim. 

"Lilith'in işaretini bulabilir misin?"

"Aklında ne var?"

"Periler cadının kanını taşıyor. Liliana, Lilith için bu kadar önemliyse aralarında kan bağının en kuvvetli olduğu kişi peri kızı olmalı."

"Doğru."

"Belki de bu bağ onu görmemi sağlayabilir. Ama ne kadar odaklanmamız gerekir, emin değilim."

"Denemekten zarar gelmez." dedikten hemen sonra Alec'ten bir adım uzaklaştım. Bedenindeki işaretleri incelerken, şimdiye dek öldürdüğümüz cadılara ait olanları hızlıca eledim. Geriye kalan üç işarete göz atarken, sırtında köle peri damgasına benzeyen rüne dokundum. 

"Bu olmalı."

"Güzel. Parmaklarını sakın çekme."

Alec'e uyarak parmak uçlarımı işarete yerleştirdiğimde, ona biraz daha sokuldum. Atak yapacağını bildiğim için bu kez ona izin vermeden dudaklarını öpmeye başladım. Onun aksine fazlasıyla yumuşak davrandığım dudaklarının tadını çıkarırken, diğer elimle çıplak tenine dokundum. Aynı anda Alec'in bedenime dolanan kollarıyla ona daha da yaklaşırken, kalp atışlarımın hızlandığını hissediyordum. Göğsümüz birbirine temas ederken onunda benden farksız olan kalp atışlarını duyabiliyordum. 

Sahip olduğumuz sevgi, ruhlarımıza dek ulaşırken aramızdaki bağ soyut olmaktan çıkarak, somut bir hal alıyordu. Gözlerim istemsizce kapanırken, bağa dokunabilecekmiş gibi hissediyordum. Ama o anlarda yaptığım tek şey, nefesimi kesen öpüşmeye devam etmekti. Fazlasıyla yavaş olan hareketlerim, Alec'in tüm kontrolü ele geçirmesiyle yeniden hızlanırken durdum. Onun dudaklarımı istediği gibi öpüp emmesine izin verirken, tüm bedenim ısınmaya başlıyordu. 

Dudaklarım boş kaldığında boynuma doğru ilerleyen dudaklarla derin bir soluk verirken, sırtımdaki karıncalanmayı hissettim. Kanatlarımın ortaya çıkışı tamamen benden bağımsız gerçekleşirken, asla yapmayı düşünmediğim bir şeyi yaptılar. Alev kanatlarım, Alec'in bedenini sararken kendimi endişe içinde geriye çektim. Yine de olduğum noktadan ayrılabilmiş değildim. Sadece öpüşmeye son vererek Alec'in yüzünü izleyebiliyordum. O ise tamamen transa girmiş bir halde gözleri kapalı halde duruyordu. Bedeninden yayılan mavi renkteki ışık, git gide daha da koyulaşırken bir noktada gözlerini açtı.  

Karşılaşmayı beklediğim kehribar rengi gözlerin yerini alan karanlığın, ruhumu çektiğini hissederken onu durdurmak istedim. Ama aralanmayan dudaklarımla, giderek halsizleşirken ayakta durmakta bile zorlanıyordum. Hala düşmemenin tek nedeni ise Alec'in belimi kavrayan elleriydi. Dudaklarımız tekrar birleşirken, kendime gelmeyi başaramadığım gibi daha fazla kaybediyordum.

Alec'in öpücüğü her saniyede daha sertleşirken, acı içinde inledim. Halsizliğimle başa çıkarmıyordum.  Çok geçmeden de tamamen karanlığa teslim oldum.

〽 Bölüm Sonu

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro