Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Uyanış

Bölüm aralıklarını açtığımın farkındayım ama dediğim gibi sağlıkla ilgili bir takım sıkıntılar yaşıyorum. 

Keyifli okumalar ♥ Yorum yaparsanız sevinirim ♥


_Önceki Bölümden Kesit_

"Sonunda bitti. Sadece beklemeliyiz. Magnus iyi olacak."

Asmodeus oğluna doğru koşarken, Catarina ve Raphael'in desteğiyle ayağa kalktım.

"Bundan emin misin?"

"Evet. Serenity, kendisinin uyanması gerektiğini söyledi."

Yarım yamalak kurduğum cümlenin sonunda gözlerim kapanırken devam eden konuşmaları duymadım bile... Sadece üzerimde oluşan rahatlık duygusuyla karanlığa teslim oldum.

Alec

Bedenimin her bir noktasında hissettiğim uyuşukluk hissiyle gözlerimi aralarken, zihnim çoktan nerede olduğunu sorgulamaya başlamıştı. Aklımda kalan son görüntüler Serenity'nin ölümünün gerçekleştiği terasta yaşananlardı. Daha fazlası yoktu. Neler olmuştu? 

Şimdiyse, hem tanıdık, hem de bir o kadar farklı gözüken odanın duvarlarını incelerken, evin başka bir bölümünden kulağıma dolan seslerin sahiplerini anlamaya çalışıyordum. Isabelle'in baskın sesini ayırt etmeyi başardığımda, yatakta gerinerek kendime gelmeyi denedim. Yine de uyuşukluk hissini üzerimden atmayı bir türlü başaramıyordum. 

Bir kaç dakikanın ardından açılan kapıyla, Isabelle ile göz göze geldim. Mutluluk yüzünde okumayı başardığım ilk duygu olurken, üzerime doğru atılan seri adımların sonucunu tahmin ediyordum. Saniyeler içinde boynuma dolanan kollarla nefesim kesilirken, tepki bile veremedim.

"Sonunda uyandın... Uyandın... Seni aptal! Neden bize en başında haber vermedin. Seni öldüreceğim..."

Isabelle'in bedenime dolanan kollarını tutarken en başta onu uzaklaştıracak halde bile olmadığım için resmen kıvranıyordum. Tutuşu o kadar sıkı olmasa bile nefes alamıyor gibi hissediyordum. 

"Sıkmaya devam edersen öleceğim zaten... Bıraksana... Izzy!"

Sesim kontrolsüzce yüksek çıkarken, Isabelle'in aniden benden uzaklaşmasıyla suratındaki gülümsenin solmasına şahit oldu. Buna karşılık derin bir soluk verirken toparlanmaya çalıştım. Onu kırmak istememiştim. Ama hissettiklerimin yansımasına da engel olamamıştım. 

"Ölüm getiren mi konuşuyor?"

Karşı karşıya kaldığım soruyla bir an duraksamış olsam da başımı iki yana salladım. Duygularımdaki karanlık yanı hissediyor olsam da, güçlü olmadığını biliyordum. Ben... Hala bendim.

"Hayır. Huysuz abin konuşuyor. Ne oldu? Magnus uyandı mı?"

Isabelle, kollarını göğsünde birleştirirken sinirli bir ifadeyle yüzüme baktı. Çoğu zaman yaptığı gibi kırgınlığını, öfkesinin arkasına saklıyordu.

"Hayır. Oda, sende bir haftadır aynı şekilde uyuyorsunuz. Uyanmanızı beklemek oldukça zordu."

Magnus ile ilgili endişelerim ortaya çıktığında, bedenimdeki uyuşukluğun kaybolduğunu hissederek doğruldum. Onu bir an evvel görmek istiyordum. 

"Nerede peki? Neden yanımda değil?"

"Anlaşılan bizi hiç özlememişsin, Alec. Bizi ne kadar endişelendirdiğinin farkında mısın? Raphael, Serenity'nin ölümünden hemen sonra bizi çağırdı. Anlattıklarına bir an için inanmak bile istemedim. Ama, Magnus'u o halde görünce..."

"Bir şey mi oldu?"

"Hayır... Sadece, Raphael onun uzun süredir bedeninde olmadığını bildiğinden gözlem altında tutmak istedi. Yan odada kalıyor. Yanına gidebilirsin."

Isabelle'in uzaklaşmaya çalışmasını bileğinden tutarak engellerken, onu tekrar yatağa çektim. Benim için her şey hala dün gibi olduğundan bir şeyleri anlamam zor olabiliyordu. Kaldı ki, şu an düşündüğüm tek kişi Magnus olmuştu. 

"Üzgünüm, Izzy. Sadece... Yaptıklarım... Sonuçları... Onu merak ediyorum. Beni anlamaya çalışmalısın."

"Sende bizi anlamalısın, Alec. Uzun süredir ölüm getiren yüzünden bizden ayrısın. Magnus'u merak etmeni anlıyorum. Ama bizi tamamen görmezden geliyorsun."

"Öyle olmadığını biliyorsun."

Isabelle'i daha da yakınıma çekerken bu kez onu sıkıca saran ben oldum. Ailem için, Magnus'u bile gözden çıkardığım gerçeğini ise o an için dile getirmek istemedim. İşin gerçeği, sadece eskisi gibi olabilmek istiyordum. En azından bunun gerçekleşmesini umuyordum. 

"Seni seviyorum, Isabelle. Abini kıskanmana gerek yok. Sizin güvende olmanızı istediğimi biliyorsun. Ama artık birlikte olmamamız için ortada bir sebep kalmadı."

"Biliyorum."

"Şimdi sevgilimi görebilir miyim?"

Birbirimizi saran kollarımız ayrıldığında, yanağımda hissettiğim öpücük ile gülümsedim. 

"İznime ihtiyacın olmadığını biliyorsun. Ama odadan çıkarken Jace'e dikkat et. Oda üzerine atlamak için an kolluyor. Seni Magnus'u gördükten sonrada dövebilirim."

"Öyle mi diyorsun?"

"Evet."

Isabelle'in gülümsemesine eşlik ederken ona yeniden sarıldım. Rahatladığını belli eden hareketlerini fark ederken, bu defa ondan daha çabuk uzaklaştım. Şu an her ne kadar iyi görünsem de, Magnus'u görene dek gerçekten iyi olmayacaktım. 

"Artık gidiyorum. Jace'i oyalarsın."

"Tamam. Umarım Magnus'da bir an önce uyanır."

"Umarım."

Isabelle'in ardından ayaklanırken, hızlı bir şekilde yan odaya geçtim. Raphael, beni fark ederek ayağa kalktığında, yüzündeki ifadeyi okumam oldukça kolay oldu. Rahatlamıştı. Muhtemelen ben uyandığım için Magnus'un da uyanacağını düşünüyordu. Bende ondan farksız düşüncelere sahipken, yatağa doğru birkaç adımla yaklaştım.

"Sonunda uyandın, Alec... Endişelenmeye başlıyordum."

"Magnus... O günden sonra hiçbir tepki vermedi mi?"

"Maalesef, hayır. Onu bir an olsun yalnız bırakmadım. Biliyorsun, bedeni öncesinde de çürümeye başlamıştı. Aynı şeyler olsun istemedim."

"İyi yapmışsın. Peki bu yer neresi? Evimize benziyor ama o yer çoktan kül oldu."

"Son görüşmenizden sonra, Jonathan, Isabelle'in daha rahat edeceğini düşünerek böyle bir büyü yapmıştı. Güvenli ev sizin malikanenin bir kopyası gibi. Bu yüzdende seni eski odanın bir benzerine yerleştirdik."

"Anladım. Diğer yandan bize olanlar lanetin yan etkileri de olabilir. Kendime gelmem, zihnim açılsa bile fazla uzun sürdü. Yine de hala birbirimize bağlıyız. Magnus'da kendine gelecektir."

"Umarım. Sizi yalnız bırakayım."

"Teşekkürler, Raphael."

Perinin gidişiyle yatağa yaklaşırken, Magnus'un hemen yanına oturdum. Parmak uçlarım yanağında gezinirken, önceki soğukluk hissinin yerini alan sıcaklık kalbimi ısıtmaya yetiyordu. Yüzünde neredeyse dokunmadığım hiçbir nokta kalmazken, üzerine doğru eğildim. Solukları dudaklarıma çarparken, kendimi masallardaki prens gibi hissediyordum. 

Dudaklarına, dudaklarımı değdirdikten sonra ona küçük bir öpücük verdim. Nefesim dudaklarında adeta dans ederken, kapalı olan gözlerine bakıyordum. 

"Artık uyanmalısın, güzelim."

Bir kaç dakika, sadece onun güzel yüzünü izlerken, Magnus'un kıpırdamaya başlamasıyla gülümsedim. Aramızdaki bağ gerçekten işe yarıyordu. Çok geçmeden de özlediğim kahverengi gözleri gördüm. İçimi saran mutluluk hissi, taşarcasına büyürken tepkilerimi kontrol edemez bir şekilde tekrar dudaklarına gömüldüm. 

Benim aşkla başlattığım öpücüğe karşılık Magnus, tepki vermezken geriye çekilme gereği hissettim. Gördüğüm manzara ise, mutluluğumun ellerimden kayıp gitmesine sebep oldu. Benim için her zaman hazır olan dudaklar tek bir çizgi halini almış, yüzünde ise okunabilen hiç bir duygu kalmamıştı. Bu durum kafamı karıştırmaya yeterken, sevdiğim adamın yanağını okşadım. 

"Magnus..."

Sesime bile tepki vermeyen haliyle yüzüme odaklandığında, giderek siyaha dönüşen göz bebekleriyle kalakaldım. Ters giden bir şeyler mi vardı? Belkide sadece bana kızgındı. Kızgın olmakta da sonuna kadar haklıydı. Yine de beni affedecekti. Affetmeliydi.

"Çekilir misin?"

"Magnus?"

"Üzerimden kalk, Alec. Uyuşmuş hissediyorum."

Magnus'un isteği gereği yataktan uzaklaşırken, hareketlerini anlamaya çalışıyordum. Serenity'nin açıklamalarına onlarca kez maruz kalmıştım. Hep en kötüsünün yaşanacağını söylüyor olsa da, şimdiye dek Magnus normal görünüyordu. Sadece, soğuktu. Çok geçmeden de soğukluğunun kaynağı olan gerçek yutkunmama sebep oldu. 

Magnus'un varlığını hissediyor olsam da, onun duygularını hissetmiyordum. Bu aramızdaki bağın kaybolması ya da başka bir etkiden dolayı değildi. Magnus'un hissettiği herhangi bir duygu yoktu. Hareketleri bile öylesine robotik bir haldeydi ki, yataktan uzaklaşır uzaklaşmaz tek bir kelime dahi etmeden banyoya gitmişti. Bense sadece endişeyle onun gidişini izleyebilmiştim.  

Magnus

Ölüm... 

Karanlık...

Ölüm...

Daha fazla karanlık...

Zihnimin içinde yer eden çığlıklar susmak nedir bilmezken, geldiğin banyoda aynadaki yansımama bakıyordum. Sanki Lilith hala içimde bir yerlerde ölümü tatmamı istiyordum. Bakışlarım giderek daha da sertleşirken, yansımamı tanıyamıyordum. 

Bu ben miydim? 

Gerçekten ben miydim?

Hislerim yoktu. Düşüncelerim yoktu. Boşlukta savrulan bir toz tanesine benziyordum. Nereye düşeceği meçhul olan yağmur damlasından farksızdım.

"Magnus..."

Alec'in sesi kulaklarıma ulaştığında, tüylerimi diken diken eden hisle dişlerimi sıktım. Yine de bunun öfke ve nefret duygusu ile uzaktan yakından alakası yoktu. Sadece rahatsızlık veriyordu. Ortada bir his olması gerekmiyordu. Sadece uzak durmalıydı. Onu duymazdan gelerek kendime bakmaya devam ederken, açtığım musluğu çoktan unuttuğumdan akan suya baktım. Bir kaç kez yüzüme soğuk su çarpsam da, bunun bile tenime etkisi yokmuş gibi hissediyordum. Musluğu kapatırken tekrar yansımama odaklandım. 

"Magnus..."

Duyduğum sese tepki olarak bu kez ellerim yumruk haline gelirken, nedensiz bir şekilde aynaya yumruk attım. Açığa çıkan sesle Alec'in banyoya girmesi bir olurken, elime batan ayna parçalarına baktım. Kanıyordu. Acıyordu. Aslında acımıyordu...

"Magnus ne oldu? Neden bunu yaptın?"

Alec, endişeli ve korku içinde elimi kavrarken, hissettiği acıyı fark ettiğim anda gülümsedim. Benim canım yanmıyordu. Ama onun canı acıyordu. 

"Bilmiyorum."

"Ne demek bilmiyorum. Canın acıyor..."

"Aslında acımıyor... Senin acıyor mu?"

"Evet."

"O halde dokunma... Böyle kalmasını istiyorum."

"Saçmalama Magnus, kan kaybediyorsun."

"Yani... Daha ne olabilir ki? Ölür müyüm? Çoktan öldüm. Daha fazla öleceğimi sanmıyorum."

Alec, dehşet içinde elimi bıraksa da, çok geçmeden elimi yeniden kavradı. Bense tamamen duygusuz bir halde olanları izliyordum. Mırıldandığı büyü ayna parçalarını tenimden uzaklaştırırken, dokunuşunun etkisi yaraların hızlıca kapanmasını sağladığında benden bir şey bekliyor gibiydi. Bense öylece ayakta dikiliyordum. Hareketsizliğime tepki olarak derin bir nefes aldığında, açılan musluğun altına elimi yerleştirdi. Elimin üzerini kaplayan kanlar suyla birlikte hızlıca lavaboya dolarken, temizlenen elimi çekerek Alec'den uzaklaştım. 

"Artık temizlendi. Memnun musun?"

"Evet."

"O halde işimiz bitti."

Banyoda onu öylece bırakırken, önce odaya sonrasında da koridora çıktım. Isabelle ve Jace'in, gülüşmeleri kulağıma ulaşırken, Clary'nin sesini duyduğumda dudaklarımda kıpırdanma hissettim. Aslında gülümsemek istemiş olabilirdim. Ama içten içe hiçbir şey yapmak istemiyordum. 

Oturma odasına attığım adımla bakışlar bana dönerken, beni şaşırtmayan su perisi üzerime doğru koştu. Clary, kollarını bedenime sararken, Raphael'in de diğer yandan bana sarıldığını fark ettim. 

"Sonunda uyandın... Sen çok özledim, Magnus."

"Magnus, hiç uyanmayacağını düşünmeye başlıyordum. Beklemek korkutucuydu."

Raphael'in kelimelerindeki duyguyu elimle tutuyor gibi hissederken, ikilinin beni serbest bırakmasıyla derin bir nefes aldım. Odadaki herkesin bana attığı mutlu bakışlara karşılık hiçbir tepki veremiyordum. Sonrasında ise odanın bir köşesinde duran babamı gördüm. Onunla aramızda olan bağ diğerleri gibi değildi. Aslında baba oğul ilişkimiz  son dönemde düzelse de, şu an onu bile fark edemiyordum. Yine de bendeki değişikliği ilk fark eden o olmuştu. 

"İyi misin, Magnus? Farklı görünüyorsun..."

"Yaşıyorum. İyi olmalıyım. Sadece... Evime gitmek istiyorum."

Babam kelimelerime tepki olarak bana yaklaşırken, sanki bir açık arar gibi bedenimi inceliyordu. 

"Neden bunu istiyorsun? Alec, nerede?"

Babama cevap veremeden, Isabelle'in sesini duydum. Açıkçası içten içe cevap vermek bile istemiyordum. 

"Abim senin yanındaydı. Birlikte gelirsiniz sanıyordum."

"Evet. Yukarıda... Ben... Kendimi toparlamak istiyorum. Kafam karışık."

"Belki de lanet yüzündendir."

Raphael'in mırıltısıyla gözlerim irileşirken ona doğru döndüm. Lanet derken ne demek istiyordu? İçten içe Lilith'in yaptığı lanetten bahsetmediğini anlayabiliyordum. 

"Ne lanetinden bahsediyorsun?"

"Anlaşılan hiçbir şeyin farkında değilsin..."

"Açıklamama izin vermedi."

Hemen ardımda duyduğum sesle rahatsızca kıpırdanırken, Raphael'in kolunu kavradım. Ne olursa olsun, Alec'den uzak durmak istiyordum.  

"O halde açıklamayı evimde dinlemek istiyorum. Burada kalmak istemiyorum. Senide istemiyorum."

"Benden kaçmana gerek yok, Magnus."

Boşta olan elimi Alec'in tutmasıyla, kendimi geriye doğru çekerken, Raphael'in bedenini aramızda bir duvar gibi kullanarak perinin arkasına geçtim.

"Seninle konuşmak istemiyorum. Ailenle kal. Sadece eve gitmek istemiyorum."

Hızla oluşturduğum geçide, yanımda Raphael'i de sürüklerken saniyeler içinde evimin oturma odasına gelerek derin bir soluk verdim. Burada kendimi daha güvende hissediyordum. Raphael'in endişeli bakışlarını üzerimde hissettiğimde ona döndüm. 

"Magnus, her şey yolunda mı? Alec..."

"Onun adını anma!"

"Tamam. Ama farklı görünüyorsun, Magnus."

"Farkındayım. Ne laneti olduğunu anlat. Olanları anlat."

"Hatırladığın son şey ne?"

"Alec'e güvenmem. Sonrasında da ölüm... Ölümüm... Öldüm..."

"Evet. Lilith'in yaptığı lanetin seni etkilediğini ve A..., senin öldürüldüğünü söyledi."

"Beni öldüren Lilith değildi. Beni öldüren, Alec'ti. Ölmeme izin verdi. Kendi hayatı için beni yok etmeyi seçti."

"Bu kısımdan da bahsetti. Ölüm getiren... Daha önce William'ın kızına yaptığı gibi, periyi sihirbazın hayatı için kurban etti."

Raphael'in açıklamalarıyla yüksek sesli kahkaha atmaya başladığımda, kafamdan geçen düşüncelerin sırasını bile bulamıyordum. Alec'in açıklamaları gerçekten bunlar mıydı? Ölüm getirenin kurbanı bir peri miydim? Bu kadarı olduğunu hiç ama hiç sanmıyordum. En azından bunun beni öldürdüğü ilk sefer olmadığını biliyordum. 

"Ona hak mı verdiniz yani? Ölüm getiren perisini öldürdü. Sihirbazın hiçbir suçu yok."

"Onu kimsenin affettiği yok, Magnus. Senin kaybınla neler yaşadığımızı bilmiyorsun. Seni tamamen kaybettik. Seni bir daha göremeyeceğimi düşündüm."

Duyduklarımla duraksarken, kafamın karıştığını fark ettim. Kısa sürede zihnimde çakan şimşeklerle nefesimi kontrol altına almaya çalışırken, olanları düşündüm. Öncesinde bu duruma anlık maruz kaldığımı biliyordum. Ama bu defa, ne kadar süredir ölüydüm. Dahası nasıl buradaydım?

"Ne kadar süre ölü kaldım?" 

"Birkaç gün. Ama ondan da uzun süredir kendinde değilsin."

"Nasıl hala yaşıyorum?"

"Söylediğim lanet. A... Sihirbaz, nekromansiye benzeyen laneti gerçekleştirdi ve şu an yaşıyorsun."

"Bunu sadece cadılar yapabilir."

"Evet. Ah lanet olsun adını söylemeden olanları anlatmak zor. Alec, Serenity'i ölüm getiren laneti ile kölesi yaptı. Sonrasında da seni hayata döndürmesini bekledi."

"Sonra..."

"Cadıyı öldürdü."

İstemsizce yeniden kahkaha atmaya başladığımda, sinir krizi geçiren biri gibi görünüyordum. Ama işin aslı gerçekten hiçbir şey hissetmiyordum. Sadece vermem gereken tepkinin bu olduğunu düşünüyordum. Bu komikti. Öyle olmalıydı. Ya da trajikomikti.

"Onun için bu durum alışkanlık yani... Sonrasında ne olacak? Canını sıktığımda beni yeniden öldürebilir. Sanırım yaşamaya çokta alışmamam gerek. Ne dersin?"

"Böyle düşünme. Alec, seni seviyor. Seni geri getirmek için çok şey yaptı."

"Bence yaptığı tek şey vicdanını rahatlatmaya çalışmak. Tüm o ölümlerin arasında, ölmemem gerektiğini düşünerek iyilik yapmaya çalışmış. Ama yaptığı iyilik bile lanetten fazlası değil. Ölümüm belki de huzurlu olabilirdi. Şimdiyse... Hiçbir şey hissetmiyorum. Gerçekten yaşıyor muyum? Sanki bir yanım hala ölü gibi ya da daha kötüsü çürümüş."

Raphael'in söylediklerimin ardından dehşete düşen ifadesine bakarken, derin derin nefesler alıyordum. Sanki, başka türlü yaşadığımı kendime kanıtlamayacak gibi hissediyordum. 

"Belkide geçici bir durumdur. Bu büyüye maruz kalan birini daha önce görmedim. Alec, sana iyi gelebilir."

"Hayır!"

"Magnus."

"Hayır dedim! Onun bana hiçbir faydası olmacayak."

Kükremeye benzer sesim adeta oturma odasında yankılanırken, aklıma gelen şeyle kanatlarımı ortaya çıkardım. Yapmak istediğim şey kristal kanatlarımı kullanarak evimi koruyacak bir lanet yapmaktı. Ama kanatlarımın varlığıyla odanın içine dolan karanlık resmen nefesimin kesilmesine sebep oldu. Raphael ise şaşkınlıktan tek bir kelime bile edemiyordu. 

Alevlerin etrafını sarması gereken kristallerim, tamamen siyahtı. Etrafını saran karanlık aura, çevresindeki renklerin tamamını soldurmaya yetiriyordu. İstemsizce çırptığım kanatlarımdan etrafa yayılan tozlar, dokundukları zemini karanlığa gömerken bu görüntü gülümsememe sebep oldu. 

"Magnus, kanatların..."

Raphael sesini yeni bulmuş gibi mırıldanırken, vakit kaybetmeden aklıma gelen lanetli kelimeleri mırıldandım. Siyah kristallerin bir tanesi yavaşça diğerlerinden ayrılırken hızla yere düştü. Ortaya çıkması gereken acının beni etkilemediğini bilirken, diğer yandan Alec'e verdiği zararı hissedebiliyordum. Bunun bana verdiği zevkle daha da gülümserken büyüyü tamamladım. Artık bu eve, ben istemeden hiç kimse adım atmayacaktı.  

"Ne yaptın?"

"Küçük bir lanet. Önemli bir şey yok. Ayrıca kanatlarım güzel değil mi?"

"Bu normal değil, Magnus."

"Olabilir. Onları sevdim."

"Yine de..."

"İstersen gidebilirsin, Raphael. Ama gelmek istediğinde önce bana haber vermelisin."

"Neden?"

"Evi lanetledim. Benim varlığım dışında kimseyi kabul etmeyecek şekilde..."

〽Bölüm Sonu

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro