Tutsaklar
Okurken sakin olun. Gerçi rahat rahat sayabilirsiniz de :D
_Önceki Bölümden Kesit_
"Seni istiyorum, Magnus."
Saçlarını sertçe kavradığımda, onun inlemesini duyarak gülümsedim.
"Fazla kirliyim."
"Bende öyle... O halde otelde devam edelim."
〽〽〽
Magnus
Otel odasına döndüğümüzde, hala nefes nefese bir haldeydim. Önce savaşırken yaşadığım adrenalin, sonrasında William ile öpüşmemiz... Şu an kalbim öylesine hızlı atıyordu ki, sanki birazdan göğüs kafesimi yararak, özgürlüğünü ilan edecek gibiydi. Aldığım derin nefesler, üzerimde büyücülere ait olan kanın, keskin kokusunu daha fazla almamı saplıyordu. Bir an önce yıkanmam gerektiğinden, banyoya doğru adımlar atmaya başladım.
Aslında temizlenmek için büyüde yapabilirdim. Ama kendimi fazlasıyla güçsüz hissederken bu durum pekte mümkün değil gibi görünüyordu. William'ın perisi olmak fazla yorucuydu. Kendi güçlerim bile bazen bana ağır gelirken, şu durumda ikimizin ağırlığını da ben çekiyordum.
Banyoya geldiğimde, üzerimi çıkartmak için harekete geçtiğim an, belime sarılan kolları hissederek durdum. Boynumda hissettiğim nefesle irkilirken, gözlerimin istemsizce kapanmasına engel olamamıştım. Tişörtüm benden bağımsız bir şekilde üzerimden çıkartılırken, ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum.
Sahiden ne yapıyordum?
William'ın öpüşüne karşılık verirken aklımdan neler geçiyordu?
Sorularıma verilecek cevaplarım yoktu.
"Kalbin çok hızlı atıyor, Magnus... Sakinleş..."
William'ın dokunuşlarını çıplak göğsümde hissederken, gözlerimi araladım. Ona dur demeliydim. Ama dudaklarımı her araladığımda, kelimeler dilimin ucuna gelse de bir şey diyemiyordum. William'ın elleri göbeğime doğru yavaşça inerken, çok geçmeden pantolon düğmemi buldu. Boynumda hissetmeye başladığım öpücüklerle, nefesim daha da sıklaşırken titriyordum. Tamamen hareketsiz oluşum, ona izin verdiğimin kanıtı gibi dururken, William dahada rahat bir şekilde hareket etmeye başladı. Pantolonun ardından, iç çamaşırımda çıkarıldığında tamamen çıplak kalmıştım.
"Magnus..."
William'ın ılık nefesi tenimi yalarken, belimi kavradığında kalçalarıma uyguladığı baskıyı hissettim. Benim aksime tamamen giyinik olan bedeni, aramızdaki kıyafetlere rağmen sıcaklığını hissettiriyordu. Dokunuşları kasıklarıma doğru ilerlediğinde, çok geçmeden erkekliğimi kavradı. Okşayışının bedenime yaydığı sinyaller bir yana, sanki hareket kabiliyetimi yeni kazanmış gibi kendimi geriye çektim. Arkamı döndüğümde, beni karşılayan ifadesini çözemiyordum.
Gözleri tahrik olmaya başlamanın etkisiyle parlıyordu. Hisleri tamamen sevgiyi barındırıyordu. Ama derinlerde bir yerde sinirini de hissediyordum. Ona devam etmek istemediğimi söyleyeceğim sırada, eliyle dudaklarımı örttü.
"Bu anı bozma, Magnus... Bir anlaşmamız var."
Bakışlarındaki bir şey itiraz etmeme izin vermezken, beni iterek duşa kabinin içerisine soktu. Dakikalardır dokunuşlarına odaklandığım için, üzerime sinen kanın kokusunu neredeyse unutmuştum. Şimdi ise aldığım nefesle kusmak istiyordum. Bakışlarım William'ı bulduğunda elinin hareketini gördüm. Bana yaptığının aksine büyü ile çıplak kaldığında, üzerime doğru gelmeye başladı. Sırtım fayans kaplı duvara değerken gidecek bir yerim yoktu.
"William..."
"Sessizlik, Magnus..."
William, başını hızla boynuma gömdüğünde, ondan beklemediğim sakinlikte tenimi öpmeye başladı. Ellerimi nereye koyacağımı bilemez bir halde, omuzlarını kavradığımda bekledim. Kendime sürekli olarak buda anlaşmamızın bir parçası diye hatırlatıyordum. Ama rahat değildim, gerçekten rahat hissetmiyordum.
"Kendini fazla kasıyorsun."
"Bunun kolay olduğunu mu sanıyorsun?"
"Aslında kolay... Kendini bana bıraktığında her şey güzel olacak, Magnus. Bazı şeyleri tekrar tekrar anlatmama gerek yok. Ayrıca, birazdan tüm şüphelerin yok olacak."
William'ın ne dediğini tam olarak anlamazken, dudaklarımın öpülmeye başlamasıyla sessiz kalmak zorunda kaldım. Tam olarak karşılık vermiyordum. Sadece öpmesine izin veriyordum, hepsi buydu. Bedenimdeki dokunuşlar bir anlığına kaybolduğunda, tenime değen sıcak suyu hissettim. Kan kokusu, suya karışarak yavaş yavaş bedenimi terk ederken, dudaklarıma bulaşan tadın giderek arttığını hissediyordum. Alec'in tadı damağıma karışırken, William'a karşılık verdiğimin farkında bile değildim.
Dudaklarım bir süre sonra boş kaldığında, boynuma kondurulan öpücüklerle William'ın omuzlarını daha sert kavradım. Boynumu yalayıp, emerken, bir eli bedenimi okşuyor, diğeri kasıklarıma doğru ilerliyordu. Beni nasıl tahrik edeceğini çok iyi bilirken, kısa süre içinde inlemeye başladım.
"İşte böyle, Magnus... Bırak kendini... Zevk alacaksın."
"William." diye mırıldandığım da, aslında itiraz etmek istemiştim.
Ama zevk aldığımı biliyordum. Bedenimin yaydığı ısı giderek artarken, nefesim yeniden hızlanıyordu. William'ın arzusu, hissettiğim tutkuya karışırken, bir elim sırtına doğru ilerledi. Parmak uçlarımda hissettiğim rünü hafifçe okşarken, William'ın inlemesini duydum. Nefesi tenimi yalıyor ve boynumu ara vermeden öpmeye devam ediyordu. Bir süre sonra dudakları göğsüme doğru ilerlediğinde, gözlerim tekrar kapandı.
Göğüslerimden başlayarak, kasıklarımda son bulan öpücüklerin arasında, kendimi sıkmadığım için ara ara inlemeye devam ediyordum. Elinin hareketiyse bir an bile durmazken, sınıra geldiğimi hissediyordum. Bunu kelimelere dökmek istesem de, beni anlamış gibi ellerini üzerimden çektiğinde, boşluğa düşmüş gibi hissettim. Sonrasında, belimi kavradığında anın geldiğini fark ederek ona yardımcı oldum. Aslında benden çok bunu yapanın bedenim olduğunu biliyordum.
Kasılan bedenim, ortaya çıkan açlığını bastırmak için William'ı arzuluyordu. Zaten çok geçmeden tek beden olduğumuzda, istediğini aldığı için rahatlamıştı. Fazlasıyla yavaş olan birleşmemizde, sırtım sürekli olarak duvara sürtünüyordu. Bunun canımı yakması gerekirken bile, verdiği garip zevk kafamı karıştırıyordu. İniltilerim devam William'ın bedenimi kavrayan kollarına tutundum.
En derinimde hissettiğim darbelerin hızı giderek artarken, kendimi kaybetmiş bir halde inliyordum. İkimizde sınıra geldiğimiz de, infilak eden bedenimle tırnaklarımı William'ın tenine batırdım. Bedenimi serbest bıraktığı anda nefes nefese bir halde duvara yaslandım. William ise, başını boynuma gömmüş, açılan kollarımın arasında soluklanıyordu.
"Bu... Harikaydı, Magnus."
"Evet." diyerek onu onaylarken, bunun sebebinin yaşadığım zevk yüzünden beynimin durmuş olmasına bağlamaya çalışıyordum.
Çünkü bu kez başlarda Alec'in tadını alsam da, devamında onu bir an bile düşünmediğimi fark ettim. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Dokunduğum teni istememin tek sebebi Alec'ti. Ama benim yaptıklarım... Düşüncelerimi zoraki bir şekilde bastırdığımda, suyun altına girerek hızlı bir şekilde duş aldım. William'a bakmadan, odaya döndüğümde oyalanmadan yatağa uzandım. Gözlerim yorgunlukla kapanırken düşünmek istemiyordum. Ama suçluluk duygum ortaya çıkmışken, düşüncelerim susmak nedir bilmiyordu. Şu an gerçekten Alec'i aldatmış gibi hissediyordum.
〽〽〽
William
Banyoda işimi ağırdan alırken, Magnus'un gidişine ses çıkarmadım. Bocaladığını ve dahası, gerçekten zevk aldığını biliyordum. Hisleri hala Alec'e odaklanmış olsa da, kafası karışıyordu. Bu benim için iyiydi. Gerçekten iyi... Edward'ın söylediği gibi ona ihtiyacım vardı.
Ölüm getiren olsam bile, en başında beni ele geçirmelerinin sebebi yalnız bir sihirbaz olmamdı. Ama şimdi yalnız değildim. Perim vardı. Dahası, sıradan bir peride değildi. İkizlerin kanını taşıyan güçlü bir periye sahiptim. Damarlarında hem Lilith'in, hemde Serenity'nin kanı dolaşıyordu. Tamda bu sebeple listedeki herkesin öleceğinden emin olabilirdim. En başından beride planım zaten tam olarak buydu. Tenimde izini bırakmış her büyücünün nefesini kesmek...
Ama şu an, planlarımın dışında ortaya çıkan duygularıma engel olamıyordum. Eğer, ölüm getirenin duygusuz kişiliğine sahip olsam Alec'i çoktan yok ederek, Magnus'u kölem haline getirebilirdim. Ama bunu istemiyordum. Garip bir şekilde onun üzülmesini istemiyordum. Magnus'u seviyordum. Daha önce aşkı yaşamış biri olarak, bu duyguyu çok iyi biliyordum.
İstediğim şey ona tam anlamıyla sahip olmaktı. Bunu Alec'in varlığıyla nasıl yapacağımdan hala tam olarak emin değildim. Sadece Magnus'un ortaya çıkan suçluluk duygusunu kullanabileceğimi düşünüyordum. Karanlık duygular, ölüm getirenin bir nevi yaşam kaynağıydı. Ben hislerime sahip olsam bile, Magnus karanlıkta hissizleşmeye başlayabilirdi. Aslında tam olarak beklediğim buydu. Alec'in sevgisinden tam anlamıyla arınan bir Magnus...
Banyoda işim bittiğinde, büyüyle giyindim. Bakışlarım ise Magnus'u arıyordu. Çok geçmeden de onu, arka kısımda buldum. Yatağa yerleşmiş bir halde öylece uyuyordu. Hızla onun yanına ilerlediğimde, kollarımı bedenine sardım. Kendine has harika kokusu ciğerlerime dolarken, derin bir nefes aldım. Titremeye başlayan bedenini fark ettiğimde, onu daha sıkı sararken ensesine öpücük kondurarak gözlerimi kapattım. Kabus gördüğünü hissediyordum. Benliğim hızla onun kabusuna çekildiğinde, gördüklerini görmeye başladım.
Alec'in anlaşmamızı öğrendiğini ve ona nefretini kustuğu kabusta, Magnus'un acısını hissediyordum. Normalde bu kabusa izin verir, onun uyandığında daha da zayıf olmasını isterdim. Ama göz yaşları, garip bir şekilde zaafım olurken onu kabusundan çekerek kendi rüyama yönlendirdim. Orada her şeyin hakimi benken, beni seven Magnus'un görüntüsüyle uyumaya devam ettim.
___Morgenstern Malikanesi___
Isabelle, kendini tam anlamıyla bir kapanın içinde hissederken can sıkıntısıyla derin bir nefes aldı. Aslında haksız sayılmazdı. Günlerdir, Morgenstern malikanesinden farklı tek bir yer bile görmemişti. Abisi ile ilgili aldığı son haberden sonra, Valentine'ın emriyle zorla buraya getirilmişlerdi. Geldikleri anda saatler süren nutukla birlikte, burada yaşamaya mahkumdular
Isabelle, Jonathan'ın ilk başta kendisini teselli etmesine izin verse de artık dayanamıyordu. Ama yapabileceği bir şey de yoktu. Kaçma şansını şimdiye dek, abisiyle iki kere kullanmışlardı. İlkinde, Valentine'ın kölesi olan periler onu ve Jace'i yakalamış, neyse ki liderlerine yerine Jonathan'a götürmüşlerdi. İkincisi ise daha acı verici olandı.
Valentine'ın üstüne basa basa söylediği koruma kalkanını, Isabelle, sihirbaz güçleriyle kırmaya çalışmıştı. Planının işe yaramaması bir yana, kalkanın uyguladığı güç yüzünden, iki kardeşinde bedenlerinin büyük bir bölümü yanmıştı. Kendisinden çok Raphael'in yaşadığı acıya üzülen Isabelle'in şu an iyi olmasının tek sebebiyse yine Jonathan'dı.
"Yine planlar mı yapıyorsun, güzelim?"
Isabelle, dudaklarını araladığı sırada, dudaklarına değen parmaklar ile sustu. Jonathan, ufak bir büyü yaptığında, derin bir nefes aldı.
"Böyle yapmaya devam edemezsin, Izzy."
"Beklemekten bıktım, Jonathan. Kaç gündür buradayız. Alec, oralarda bir yerlerdeyse bize ihtiyacı olmalı. Onu geri getirebiliriz. Ölüm getirenin ne olduğu önemli değil. O hala benim abim."
"Arkalarında bıraktıkları cesetleri biliyorsun, Izzy."
"Biliyorum. Ama onun öldüğüne inanmıyorum. Lütfen buradan gitmeme yardım et."
"Yapamam, Izzy. Babama yeterince karşı geldim. Sadece Jace ve senin yaşamana izin verdi. Rexha'nın ölümünden sonra çıldırdığını biliyorsun. İkinizi de yok edecekti."
Isabelle, o anları anımsarken ölüm korkusu hissetse de pes etmek istemiyordu. Alec'i özlemişti, bu yerden ise nefret etmişti.
"Ya bir ceset daha olursa o zaman ne olacak? Burada kurbanlık koyun gibi beklemek istemiyorum. Alec'i bulmak istiyorum."
Jonathan, sıkkın bir nefes aldığında sihirbaza hak veriyordu. Alec'in durumunu tam olarak bilmiyor olsa da, William'ın durmaya niyeti yoktu. Büyücü ölümleri kaçınılmaz bir gerçek gibiydi. Aynı şekilde Isabelle ve Jace'in ölümü de öyle...
"Tamam. Bir yol bulacağım. Ama dışarıda oluşturulan kalkan... O, sahip olduğum güçlerin çok üzerinde."
"Sadece dene..."
Isabelle'in göz yaşları yanaklarından süzülürken, Jonathan kalbinin sızladığını hissetti. Sihirbaza gerçekten değer veriyordu. Onu seviyordu. Bu yüzdende babasının sevdiği bir kişiye daha zarar vermesine izin vermek istemiyordu.
"Sadece.. Bana güven..." diyen Jonathan, Isabelle'in dudaklarını öptüğünde, aldığı karşılıktan memnundu. Öpücük kısa süreli huzur dolu bir an yaratsa da, oturma odasından hortum geçmiş gibi gelen sesle birbirlerinden ayrıldılar. Jonathan hızla odadan ayrılırken, bir adım arkasında Isabelle vardı. Valentine sihirbazı gördüğü an öfkesini ona yönlendirirken, kızın boğazını kavradı. Kısa sürede Isabelle'in nefesini kesmişti.
"Baba bırak onu. Yine neler oluyor?"
Valentine, Isabelle'i fırlatır gibi geriye doğru savururken, Raphael ve Clary ona yardım etmek için koştular.
"Olan şu, William durmuyor. Edwrad öldürülmüş. Neredeyse benim iki katım yaşında olan bir büyücü ölmüş."
Odadaki herkes nefesini tutmuş bir halde adama bakarken, Jonathan koruma iç güdüsüyle Isabelle'in önüne geçti.
"Sihirbazlara zarar vermen bu işin çözümü değil. Onlar Alec için değerliler. William için değil."
"Olsun yine de sinirimi yatıştırmam için bir araç olabilirler."
Jonathan, sinirlenirken, konuşacağı sırada araya Jace, girdi.
"Biz buradayız farkında mısın? Ayrıca oğlun haklı. Sürekli William hakkında konuşup duruyorsun. Ama Alec, sandığınız kadar zayıf biri değil. O yaşıyor olmalı ve onun için bize ihtiyacın var."
Valentine, öfkeli bir şekilde kahkaha attıktan sonra, Jace'in boynunu tek eliyle kavrayarak, ayaklarının yerden kesilmesini sağladı.
"Haklısın, kıza belki ihtiyacım olabilir. Ama sen... Sen sadece üvey evlatsın."
Isabelle, acı çeker şekilde, "Bırak onu." dediğinde araya Jonathan girmek zorunda kaldı.
"Alec için hepsi değerli, baba." dediğinde Valentine, ten rengi giderek koyulaşan Jace'i yere doğru attı.
"Onları çok düşünmeye başladın, Jonathan. Senin için bu kadar değerliler ise onları evcil kölelerin yap. Bu şekilde davranırlarsa fazla uzun yaşamayacaklar."
Valentine, gelişinin aksine sessizce uzaklaşırken, Jonathan yumruklarını sıkıyordu. Ne olursa olsun onları buradan çıkarmak zorundaydı.
"Clary, sihirbazın ile ilgilen." dedikten sonra Isabelle'i kucağına alarak odasına götürdü. Kıza yavaşça yatağa bıraktıktan sonra, alnına bir öpücük kondurarak tüm acısını aldı. Hemen sonra da sakince fısıldadı.
"Merak etme ne olursa olsun buradan gideceğiz. Hem de en kısa zamanda..."
Jace'in kulakları uğuldarken, peri kızının yardımıyla odaya girmişlerdi. Clary uzanmasına yardım ettiğinde, yanına oturdu. Jace, başını kızın dizlerine yerleştirirken, yutkunmanın acısıyla yüzünü buruşturdu. Peri kızı saçlarını yavaş yavaş okşarken, suyun gücüyle acısı azalsa da öfkesi artıyordu. Burada tıkılı kalmaları kız kardeşi kadar kendisi içinde bir işkenceydi. Cadılara, büyücülere, perilere karşı zaten var olan nefreti, burada kaldıkları süre boyunca daha da artmıştı. Tabi bazı istisna kişiler dışında... Kendisi de hala inanmak istemese de sihirbazlara dahil olmuştu. Ama ortada ne bir güç ne de başka bir şey vardı. Şu an hayatının en berbat anlarını yaşarken, iyi hissetmesinin tek sebebi Clary'di.
Onunla aralarındaki bağa da, alışması her ne kadar zor olsa da, yakınlaşmalarından sonra her şey daha iyi geliyordu. Duygularının birbirlerine bu kadar bağlı olmasıysa şaşırtıcıydı. Çünkü Isabelle ve Raphael'in aksine, ikisinin arasındaki durum daha başkaydı. Alec ve Magnus'a daha çok benzediklerini, Raphael söylemişti. Ama bundan kesinlikle rahatsız değildi.
"Daha iyi misin?"
"Değilim, Clary. Baban bugün olmasa da, sonraki gün elbet bizi öldürecek. Kendimi idam mahkumu gibi hissediyordum."
"Üzgünüm, babam böyledir. Jonathan ile bize de pek farklı davrandığını söylenemez ve ben onun aksine babama karşıda gelemiyorum."
Jace, öfkeyle doğrulduğunda, Clary'nin elini tuttu. Onun sakinliği içine işleyecek kadar kuvvetli olsa da, şu an kendini hiçte sakin hissedemiyordu. Öyle ki, kızın elini sertçe kavradığında, o çığlık atana kadar bunun farkına bile varmadı.
"Clary, üzgünüm. Canını mı yaktım?"
"Sen değil... Onlar, onlar her yerdeler." diyen Clary'e, şaşkın gözlerle bakan Jace, çok geçmeden etraflarını saran dev örümceklerle göz göze geldi. Jonathan, kız kardeşini koruma iç güdüsüyle odaya daldığında, "Yine Clary'e bir şey yaptıysan seni öldürmesem, bile ölmekten beter hale getiririm, Jace." diye bağırdı.
Clary, hissettiği korku ve dehşet içinde, "Jace değil. Örümcekler... Örümcekler, her yerdeler..." dediğinde, üzerine gelen dev yaratıktan kaçmak için yataktan hızla uzaklaştı. Jonathan ise ne olduğunu hala anlamamıştı.
"Odada örümcek falan yok, Clary. Neysen bahsediyorsun?"
"Sen onları görmüyor musun?" diye soru soran Jace'e, anlamsız bakışlar atan Jonathan sihirbazın yanına giderek kolunu kavradı. Yapmak istediği şey Jace'in üzerinde herhangi bir büyü olup olmadığını anlamaktı. Ama bedenine sızan şeyle, burnuna gelen kan kokusu bir oldu. Hemen arkasında, babasının elleri arasında cansız halde duran Isabelle'i gördü. Peri kızının bedeni tamamen kendi kanıyla kaplanmıştı.
〽 Bölüm Sonu〽
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro