Sonuçlar
Bölüm biraz geç olduğu için üzgünüm. Araya tatil ve kurgu ile ilgili bir takım sıkıntılar girdi. Umarım bölümü seversiniz. Yorumlarınızı bekliyorum.
Keyifli okumalar. ♥
İthaflar
_Önceki Bölümden Kesit_
"O halde başlıyorum." diyen William, Alec'in yanına giderek, sağ omuzuna elini koydu. Diğer eli göbeğinin biraz üzerinde olan rüne dokunduğunda, ruhumdaki acı da geri geldi.
"Acı verici olup olmayacağını bilmiyorum, Alec."
"Acıyı umursamıyorum, William. Ne gerekiyorsa onu yap."
Dişlerimi sıkarak aralarındaki konuşmayı dinlerken, karşımda duran iki bedenin teker teker toz zerreciklerine dönüşmesini izledim. Her bir tane havaya karışırken, yavaş yavaş tozların sayısı azalmaya başlıyordu. Bir noktada geriye kalanlar, tekrar bütün olmak için bir araya gelirken, kalbime derin bir ağrı saplandı.
Acının büyüklüğüyle gözlerim dolarken olduğum yere çökmek zorunda kaldım. Kanatlarım benden bağımsız ortaya çıkarken, bir kaç alev kristal beni terk ederek tozlara eşlik etti. Sonunda ise her şey karanlığa gömülmüştü.
Magnus
Bedenimdeki uyuşukluk hissiyle gözlerimi aralarken, bir an nerede olduğumu sorgulamak zorunda kaldım. En son Alec ve William ile birlikteydim. Hangimizin zihninde kapalı olduğumuzu bilmiyor olsam da, gerçeklikten uzakta olduğumuzu biliyordum. Başka türlü aynı anda var olmamız imkansızdı.
Şimdiyse, evimi bile hatırlamaktan uzak zihnim ile odamın duvarına boş gözlerle bakıyordum. Zihnim havası alınmış balona benziyordu.
Sırtımda aniden ortaya çıkan sızıyla dişlerimi sıktığımda, hareket etmeye çalıştım. Ama uyuşmuş bedenim hareket etmekten o kadar uzaktı ki, bir santim bile kıpırdamıyordu. Acı biraz daha artarken, peri olduğum gerçeğini yeni akıl etmiş gibi kanatlarımı ortaya çıkardım. Büyü yapmam gerekiyordu.
Normalde kanatlarım sahip olduğu alev kristalleriyle ortaya çıktığında, acımı bir nebze olsun azaltır ve iyi hissetmemi sağlardı. Şimdiyse acı yüzünden onlara bakmaya bile korkarken, çaresizce başımı zoraki bir halde yan çevirdim. Alev kristallerin neredeyse tamamının çatlayarak çürüdüğünü gördüğümde, hissettiğim acının bile az olduğunu anladım.
Maruz kaldığım gerçek, acı eşiğinin giderek artmasına sebep olurken gözlerimden yaşlar akıyordu. Büyü yapmak için kelimelere odaklanmam gerekirken, resmen düşünme yetimi kaybetmiş gibi hissediyordum. Doğru kelime neydi? Harflerin bile zihnimi terk etmiş olduğunu hissettiğimden, yapabildiğim tek şey acıyla dudaklarımı ısırmak oldu. Sertçe ısırmam yüzünden ağzıma dolan kan tadının verdiği mide bulandırıcı etkiyle, her şey daha da kötüye gidiyordu. Resmen öldüğümü düşünüyordum.
Gözlerimin içinin bile acıyla yandığını hissederken, daha fazla açık tutmayı başaramadım. Kıvrandığım yatağın içinde kendimi büyük bir boşluğun içine bıraktım.
〽〽〽
Kabustan uyanır gibi nefes nefese gözlerimi açtığımda, panikle yaptığım ilk şey kanatlarımı ortaya çıkarmak oldu. Hissetmediğim acı bir yana, kristallerin iyi durumda olduğunu görmek rahat hissetmem için yeterliydi. Ama içinde bulunduğum durumla bunu bağdaştıramadığım gibi, hala bir şeylerin fazlasıyla tuhaf olduğunu hissediyordum. Çok geçmeden de gerçekten de odamda olduğum gerçeğiyle dondum. En son otel odasında olduğumuzu anımsıyordum.
Buraya nasıl geldiğimi bir anlığına sorgulasam da, bir sonraki saniyede Alec'i bulmak için yataktan uzaklaştım. Bana olanlardan sonra, ikisine ne olduğunu bilmiyordum. Attığım her adımda sahip olduğum duygulara ve bağa dikkat ederken, eskisinden daha farklı hissettiğimi fark ettim.
William ya da Alec olarak ayrılmayan duygularım tamamen bağlı olduğum sihirbaza yönelmiş görünüyordu. Boş olan oturma odasından, misafir odasına ilerlediğimde yatakta uzanan bedeni gördüm. Kiminle karşı karşı kalacağımı bilmezken, korkuyla yatağa doğru yaklaştım.
Büyünün sonuçlarına gerçekten hazır mıydım?
Yüzünde huzurlu bir ifadeyle uyuyan adamı izlerken, yatağın kenarına oturdum. Gördüğüm kabusu tamamen görmezden gelmeyi denerken, sihirbazın yanağını yavaşça, hissetiğim sevgiyle okşadım. Varlığımı hissetmesini isterken, çok geçmeden aralanan gözlerle harika görünen kehribar rengi gözlerle karşılaştım.
"Magnus..."
"Alec..."
"Biz..."
Alec, konuşmasına devam edemezken, yavaşça yatakta oturur pozisyona geçti. Yaptığı ilk hareket ise, bedenini saran rünlere bakmak oldu. Bunu neden yaptığını çözemezken, yapmak istediğim tek şey ona sarılmaktı. Yine de, yaşananlardan sonra kendimi frenleme gereği hissederken, dudaklarımdan soru cümlesi döküldü.
"Bir şey mi oldu?"
"İşaretler... Sanki... Sanki bana fısıldıyorlar. Çığlıklarını duyabiliyorum."
"Nasıl yani? Seninle konuşuyorlar mı?
Sihirbazı anlamsız bakışlarla izlerken, Alec aniden ayağa kalktı. Odada bulunan aynalı dolabın önüne geçtiğinde, üzerindeki tişörtü çıkartıp eline aldı. Bakışları tamamen rünlerin üzerinde gezinirken, yüzündeki garip ifadeyle onları izliyordu.
"Daha önceleri böyle hissetmiyordum. Her biri gerçekten canlı gibi hissettiriyor ve fısıldıyorlar... Cadılar..."
Aniden sessizliğe gömülen Alec, irileşen gözleriyle kolunda bulunan rüne dokundu. Bense sessizce onu ve yaptıklarını izliyordum. Mavi bir parıltılı dokunduğu noktadan diğer rünlere ulaşırken, resmen ışık saçıyordu. Yüzünde ise alışık olduğumdan çok farklı olan bir gülümseme oluşmuştu.
"Cadılar... Büyücüler... Öldürülenler... Rünlerin içindeler... Hepsini duyabiliyorum. Belki de hayatta olanları da duyabiliyorum. Bu çok garip."
"Sesler, seni rahatsız ediyor mu?"
Derin bir nefes alan Alec, başını iki yana salladığında çıkardığı tişörtü tekrar giydi. Şaşırmış gibi görünüyor olsa da, aynı zamanda kontrollü davranıyordu.
Alec, tekrar yatağın kenarına otururken, kesinlikle kötü görünmüyordu. Sadece bana karşı fazla soğuktu. Uyandığından bu yana bir kez bile yüzüme bakmazken, bu duruma daha fazla devam edemeyeceğimi hissederek ona doğru yaklaştım. Alec'e sarılmak istiyordum. Ama bu girişimim, onun kolları tarafından engellenirken tepki bile verememiştim.
"Şu an değil."
"Alec..."
"Şimdi değil, dedim."
Alec, yataktan uzaklaşırken, yatağın karşısında bulunan iki kişilik koltuğa oturdu. Benden uzak durmak isteğini gösterirken, yanına gitmeye cesaret edemediğim için öylece oturdum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Odada oluşan sessizlik, can sıkıcı bir noktaya geldiğinde Alec'in sesini duydum.
"William, düşüncelerinde haklı çıktı. Onu hissetmiyorum. Zihnimde de duymuyorum. Benim bedenim ve benim kararlarım. Her şey olması gerektiği gibi... Yine de işaretleri bu denli hissetmek biraz garip geliyor. Ölüm getiren mi oluyorum?"
Onu dinlerken, rünlere baktım. Eskisinden daha koyu renkte, tamamen Alec ile bütünleşmiş görünüyorlardı. Bu da William'ı gerçekten haklı çıkarıyordu. Ölüm getiren kısmı ise hala karmaşıktı.
"Herhangi bir canlıyı öldürmek istiyor musun?"
"İstemekten ziyade cadı ve büyücüleri öldürmem gerektiğini biliyorum. Ama hayır öldürme arzusu hissetmiyorum."
"O halde, sadece ölüm getirenin güçlerine sahip olmalısın. William'ın söylediği gibi..."
"Beni bulduğuna pişman mısın?"
Alec'in cümlesine ilk başta bir anlam veremezken, sonraki saniyede anladığım gerçekle dondum. Kalbimde oluşan sızıyı görmezden gelirken, sakince konuştum.
"Ne demek istiyorsun?"
"Belki de karşında olanın William olmasını istiyordun, Magnus. Hayal kırıklığına uğramış bile olabilirsin..."
Kanıma karışan nefret duygusunun kaynağı tamamen Alec olduğundan, benimde öfkelenmem normaldi. Yine de bunu sesime yansıtmamaya özen göstererek ona cevap verdim.
"Öldürme arzun olmasa bile, anlaşılan nefretin olduğu gibi duruyor. Ama sana açıklama yapmayacağım. Karşında olan benim. Aramızdaki bağı yeteri kadar biliyorsun. Yanına geldiğim andan itibaren neler hissettiğimi de çok iyi biliyorsun. Onları görmezden geliyor olman var olmadıklarını göstermiyor, Alec. Beni kendi düşüncelerinle suçlayamazsın."
"Yine de sana hala inanmıyorum. Belki de benim sana hissettirdiğim şeyler, William'ın arta kalan duygularından ibarettir."
"Kendime geldiğimden beri aradığım kişi sendin, Alec. William, değil. Onun bana neler hissettirdiğini hala hatırlıyorum. Ama bunun sebebinin peri-sihirbaz bağı olduğunu da çok iyi biliyorsun. Nefret mi kusmak istiyorsun? Benden uzak mı durmak istiyorsun? Her şeyi yoluna sokma şansımız varken, buna engel olmayı istiyorsan deneyebilirsin. Ama tüm bu uyanış etkisi geçtiğinde, yine döneceğin kişi benden başkası olmayacak!"
"Kendine fazla güveniyorsun?"
"Öyle mi dersin?"
Alec'in sert bakışlarına aynı şekilde karşılık verirken derin bir nefes aldım. Yeniden güçlü olduğumu hissediyordum. Çok uzun bir süre ikiye bölünmüş ruhum yüzünden zayıflamıştım. Peri olarak güçlenmiş olsam da, duygusal açıdan tamamen çökmüş durumdaydım. William ve Alec'e karşı hissettiğim hislerin karışıklığın içinde boğuluyordum.
Şimdiyse tıpkı William'ın bana söylediği gibi hissediyordum. Karışıklık artık yoktu. Eskisi gibi ateş perisi Magnus Bane olmuştum. Duygularına körü körüne bağlanmış zayıf bir varlık olmaktan uzaklaşmıştım. Ne istediğimi biliyordum. Alec'in karşı gelmek istese de, bana direnç gösteremeyeceğini de çok iyi biliyordum. Bu yüzden de sessizce ayağa kalktığımda, koltuğa doğru bir kaç adım attım.
Alec'in bakışlarım altında gerilediğini hissederken, bu kez beni durdurmasına izin vermeyecektim. Tam önüne geldiğimde, mırıldandığım büyüyle beni itmek için kullandığı ellerini hareketsiz hale getirdim. Yüzüne doğru eğilirken, aldığı nefesin hızlandığını görebiliyordum. İçimde var olan sevgiyi hissetmesi içinse onu zorluyordum.
"Magnus... Dur!"
"Neden? Kendine engel olamamaktan mı korkuyorsun?"
"Hayır."
"O halde, ortada çekinmen gereken bir durum yok."
Nefesimi Alec'in yüzüne üflerken, dudaklarımı dudaklarına yaklaştırdım. Bu mesafeden burnuma dolan koku bile, ona olan sevgimin arzuya dönüşmesine sebep oluyordu. Dudaklarımı dudaklarına sürterken herhangi bir öpme girişimi göstermeden gözlerinin içine bakıyordum. Bir elimi kalbinin üzerine koyduğumda, hızlanan kalp atışını hissettim.
"Kalbin çok hızlı atıyor, Alec."
Alec, dudaklarını ısırmak için dişlerini ortaya çıkardığında, dudaklarıma değen dişlerini hissederek hafifçe geriye çekildim. Onu öptüğüm an bana direnç gösteremeyeceğini biliyor olmama rağmen, ilk adımı inatla atmadım.
"Ben anlayacağımı anladım. Direncin çok dayanıklıymış, Alexander..."
Son cümlemi alay eder bir şekilde söylerken, bedenini hareketsiz kılan büyüyü ortadan kaldırarak bir adım geriye çekildim.
"Senden nefret ediyorum."
"Bunu görebiliyorum. Beni ararsan mutfakta olacağım."
Alec'i ardımda bıraktığımda, sessiz mırıltılarını duyabiliyordum. Muhtemelen bana ama daha da önemlisi kendisine sövmekle meşguldü. Ne kadar denerse denesin, geçmişte olduğu gibi bir arada olacağımızı bilmenin rahatlığı ile odadan çıktım.
Yeniden güçlü hissederken, bu hissi ne kadar özlediğimi yeni yeni fark ediyordum. Derinlerde bir yerlerde ise William'ın arta kalan duygularını hissediyordum. Onun verdiği kararla bulunduğumuz noktaya gelirken, içimde ona karşı nefret duygusu yoktu. Onu hala seviyordum. Sadece bu sevginin kaynağının aşka uzaktan yakından alakası yoktu.
Sanırım bunun sebebi de bize ne yapmış olursa olsun, yeniden toparlanmamız gereken anahtarı kendi elleriyle vermiş olmasıydı. Diğer türlü Serenity ve Lilith'e karşı hiç bir şansımız olmayacaktı.
Alec
Magnus'un ardından öylece bakarken, resmen tüm hücrelerim alarm haline geçmişti. Kalbim durdurulması güç bir hızla çarparken, aslında istediği tek şey ufak bir hamleydi. Magnus'un dudaklarını, dudaklarımda hissederken onu öpmem yapacağım en kolay şey gibi olsa da, düşüncelerim buna izin vermiyordu.
William, konusunu hala atlatamamışken onunla yakınlaşmak istemiyordum. Kalbim ise beynimin aksine şu an bile Magnus'un yanına gitmek için çırpınıyordu. Zorda olsa olduğum yerde hareketsiz kaldıktan kısa süre sonra, ayağa kalktım. Vücut ısım bile artmış bir haldeyken, aklıma gelen en mantıklı şey banyo oldu.
Üzerimdeki kıyafetlerden hızlıca kurtulduğumda, odada bulunan banyoya yürüdüm. Suyu soğuğun bir tık üstünde ayarlarken, gözlerimi kapattım. Vücut ısım giderek azalırken, tenimdeki karıncalanma hissinin geri gelmesiyle gözlerimi araladım. Çok geçmeden de fısıltıları yeniden duydum.
Bu durum, William ile olmaktan çok farklıydı. Sesler, sadece belli belirsiz kelimeler ve acı dolu çığlıkları içerirken onlara acıyıp acımam gerektiğini sorguladım. Ama cevap ortadaydı. Onları umursamıyordum. Sadece sessiz kalmalarını istiyordum. Bu düşünce sol kolumda bir rüne odaklanmamı sağladığında, parmağımı hafifçe üzerinde gezdirdim. Sesler tamamen yok olduğunda, bu güce alışabileceğimi düşünerek banyodan çıktım.
Kıyafetlerimi tamamen insani şekillerde giyerken, bedenimi yeni yeni keşfediyor gibi kendimi inceliyordum. Tabi bunu asıl yapma nedenim tamamen Magnus'u görmezden gelmeye çalışmam ile alakalıydı. Ne kadar süreceğini bilmiyor olsam da götürebildiğim yere kadar gidecektim. Diğer yandan ise bedenimi gerçekten tanımıyor gibi hissediyordum.
Duygularımın sadeliği ve William'ın yokluğu hala garip geliyordu. Onunla yaptığım baskın yan kavgalarımız, tüm o güçler... Şu an rahatlama ile boşlukta kalma hissini aynı anda yaşıyordum. Burnuma dolan koku ise aç olduğum gerçeğiyle yüzleşmemi sağlarken, kontrolsüz adımlarımda mutfağa yürüdüm.
Kapıdan girer girmez bakışlarım masadaki yemeklere odaklansa da, sonraki saniyede Magnus'un alaycı bakışlarına maruz kaldım.
"Demek soğuk duş aldın. Buda bir seçenek."
"Senle alakası yok... Sadece bedenim tuhaf hissettiriyor."
"Pekala, inanmış gibi yapıyorum."
Magnus'un cümlesinin tam tersi olan hareketlere maruz kalırken derin bir soluk verdim. Yalanını hisseden biriyle inat ederek kavga etmeye çalışmanın bir sonu yoktu. Bu yüzden de sessizce sandalyeyi çekerek oturdum. Aç olduğum gerçeğine odaklanarak yemeğimi yerken, ailemi düşündüm.
"Kardeşlerimi görmeye gitmeliyim."
"Bu kadar çabuk mu?"
"Evet. William'dan kurtulduğumu bilmeleri gerekiyor."
"Peki liste ne olacak?"
"William'ın isteklerinden bahsediyorsun."
"Bunun sadece onunla ilgili olmadığını biliyorsun. Peşimizden gelecekler. Ayrıca ona bir söz verdik."
"Anlaşılan onun hayaleti, gitmiş olmasına rağmen hala bizimle birlikte olacak."
Magnus, elindeki çatalı sertçe sıkarken gözlerinde yanan alevi gördüğüme yemin edebilirdim. Her an saldırmayı bekleyen aslan misali yüzüme bakarken, korkutucu görünüyordu.
"Ben listeden bahsediyorum. Sense William diyorsun. Cadıların asla durmayacağını bildiğin halde... Belki de sen William'a ihtiyaç duyuyorsundur."
"Bu da ne demek?"
"Bilmiyorum, Alec. Sen söyle... Uzun bir süre hatta ben hayatında yokken bile onunla yaşayan sendin. Senin için zor işleri halleden hep o olmuştu. Şu an tamamen kendini toparlamış olman gerekirken, sürekli kavga çıkarmak için bana saldırıyorsun. William'dan bahsediyorsun. Canın kavga etmek istiyorsa edelim. Ama odada söylediklerimde ciddiydim. Ne yaparsan yap, sonumuz aynı olacak."
"Bu yaptığın yüzsüzce bir davranış. Beni aldattığını bilirken..."
Cümlem dudaklarımın birbirine yapışmasıyla kesilirken, Magnus'un delici bakışlarına maruz kaldım. Fazla mı ileri gidiyordum? Diğer yandan Magnus'dan güçlü olmam gerekiyordu. Ama ölüm getirenin güçlerini tam olarak kontrol edebilmem şu an için imkansız görünüyordu.
"Beni sınama, Alec ya da tamam istediğin şekilde oynayalım."
"Nasıl?"
Magnus'u anlamaya çalışırken kendimi bir anda onun odasında, geniş yatağın üzerinde buldum. Yapacağı şeyi az çok tahmin ederken, içten içe yapmasını istemekle birlikte, bunların yaşanmasını istemiyordum.
"Ne yapıyorsun?"
"Kavga ediyoruz."
"Yatakta mı? Üstelik sen üzerime uzanırken. İn üzerimden..."
"Hayır. Çünkü gerçekleri görmen için bunu yaşamamız gerekiyor."
Başımı istemediğimi göstermek istercesine iki yana sallarken, Magnus başımı elleri arasına aldı. Soluklarını dudaklarımda hissederken istemsiz bir şekilde yutkundum.
"Şimdi önünde iki seçenek var, Alec. Ya bana karşılık verirsin ve yeniden biz oluruz. Ya da bana karşılık vermezsin ve seni portal açarak kardeşlerinin yanına gönderirim. Yinede ikinci seçenek benden kurtulduğun anlamına gelmeyecek, haberin olsun. Sadece bir süre bensiz kalmana izin verebilirim."
Magnus, tepki vermemi beklemeden dudaklarımızı birleştirdiğinde, nefesimi tuttum. Dilimin üzerinde gezinen dudaklarının vadettiği tek şey mutluluktu. Yine de içimdeki inadı bir türlü kıramıyordum. Bunu kendime yediremiyordum. Magnus, bedenini kasıklarıma doğru bastırdığında aralanan dudaklarımdan sızan dilini hissettim. Tamda o anda kırılan direncim yüzünden onu öpmeye başladım.
Onu ne kadar süredir öpmüyorum?
Bu soruya verecek bir cevabım olmazken, nefesim kesiliyor, beynimin uyuştuğunu hissediyordum. Beden hareketlerim tamamen iç güdüsel bir hal alırken, öpüşme boyunca ona sıkıca sarıldım. Onun sıcaklığını ve bana yaşattığı duyguları gerçek anlamda özlemiştim.
Sonunda ciğerlerimizde nefes kalmadığı için birbirimizden ayrılırken, Magnus'un gülümseyen yüzüne baktım.
"Kızardın."
"Hı?"
"Kızardın. Beyaz teninle ilgili en çok sevdiğim şeylerden biri de bu, Alec. Seni seviyor olmamın nedenlerinden sadece bir tanesi..."
"Magnus..."
"Hala gitmek mi istiyorsun?"
"Düşünmek istiyorum."
"Bu bir ayrılık değil."
"Hayır, değil."
Dudaklarımız tekrar birleştiğinde, bu kez onu sakince öptüm. Kalbime sızan sevgisinin ruhumu ısıttığını hissederken, bende onu seviyordum. Bu gerçeğin hiç bir şekilde değişmeyeceğini biliyordum.
〽 Bölüm Sonu〽
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro