Seviyorsun
_Önceki Bölümden Kesit_
"Esprili yanından hoşlanıyorum, Magnus. Ama şu an konuşmak değil. Uyumak istiyorum." diyerek dudaklarımı öptü. Ona karşılık vermememi umursamadan sürdürdüğü öpücük sonrasında hiç bir şey olmamış gibi yatağa yöneldi.
Bense cümledeki hoşlanıyorum kelimesinde takılı kalmıştım. William'ın sapıkça davranışlarına bir yere kadar katlanabilirdim. Ama hoşlanmak... Beni sevmesi hayal bile etmek istemiyordum. İstediğim tek şey bana tam anlamıyla güvenmesiydi. Sonrasında onu Alec'ten sonsuza dek uzak tutacak yolu her ne pahasına olursa olsun bulacaktım.
Magnus
William'ın düzenli nefes sesleri, hızla odaya dolarken olduğum yerde kala kalmıştım. Alec'e ait olan yüze bakışlarım odaklandığında, sıkkın bir nefes ciğerlerime dolmaya başladı. İçindeki ruhlardan biri sevdiğim adama aitken, maruz kaldığım kişilik ne yazık ki şeytanın suretiydi. Yatakta olmasını istediğim tek insan Alec iken, şimdi ona katlanmak zorundaydım. Dakikalar önce, sevdiğim adamın kollarımda olduğu yatakta, şu an William'ın olmasıysa ayrı bir rahatsızlık hissetmeme sebep oluyordu. Yine de tüm bunlara rağmen, çaresizlik içinde yatağa doğru yaklaştım.
Başka bir yerde uyumak, ne yazık ki seçeneklerim arasında yer almıyordu. Buradan başka bir yerde olmama, ölüm getirenin ne tepki vereceği belirsizken yatağın üzerine çıktım. William'ın bedenine temas etmeyecek şekilde, uzanırken odanın ışığını büyüyle söndürerek, gözlerimi kapattım.
Ölüm getirenden kurtulmayı düşünmem gereken zaman diliminde, kendimi başımıza açılan yeni belalara odaklanmış halde buluyordum. William ile aramızda oluşan bağ ve anlamından bir haber olduğum semboller, fazlasıyla kafa karıştırıcıydı. Cevapları bilmemem bir yana, en kötüsü, Alec ile birbirimize istemeden nasıl zarar verdiğimizi çözemiyor olmamdı.
Hala nasıl olup da, sevdiğin adamı büyüyle duvara fırlattığımı anlayamıyordum. Alec'in bedenine zarar vermek bir yana, onu kırmak bile istemezken, resmen kontrolümü kaybetmiştim. Sadece sembollere temas ederek onun canını yakmıştım.
Düşüncelerimin arasında yataktaki hareketlilikle, gözlerimi hafifçe araladım. William, koluyla belimi sararken, Alec'in yaptığı gibi başını göğsüme yerleştirdi. Sevdiğim adamın kokusu burnuma dolarken, aynı zamanda onun başka biri olma düşüncesine maruz kalıyordum. Onu itmeyi bir anlığına düşünmüş olsam da, uyumadan önce söyledikleri yüzünden uyanması ihtimalinden nefret ettim. Tacizlerini ve senden hoşlanıyorum kelimelerini kesinlikle yeniden kaldıramazdım. Bu yüzden tek seçeneğim uyumaktı. Alec'i göreceğim rüyaya bir an önce ulaşmak istiyordum.
〽〽〽〽〽〽
Bilmediğim bir zaman diliminde, kulağıma dolan uğultular eşliğinde, benliğim nerede olduğunu sorgulamak istiyor ve bu sebeple beynime baskı uyguluyordu. Anlamsızca etrafı incelediğimde, çocukluğumu geçirdiğim evin bahçesinde olduğumu fark ettim. Saniyeler içinde görüş açıma giren güzel, yüzse burukça gülümsememe sebep oldu.
Annem, emek verdiği çiçekleriyle ilgileniyordu. Toprak perisi olmanın en iyi yanını çoğu zaman bahçemizi güzelleştirmek için kullanırdı. Kısa süre sonra ortama küçük halim dahil olurken, hatırladığım anıyla suratım yavaşça asıldı.
Küçük ben, saniyeler içinde kontrol edemediği alev kristalleriyle bahçede yangın başlatmıştı. Annem çaresizce yangını kontrol altına almaya çalışırken, engel olamayacağımı bilerek sadece olanları izledim. Normal büyülerin aksine, kristallerin alevlerini, ait oldukları peri dışında söndürmek oldukça güçtü. Gerçi bu her element için geçerli bir durumdu. Bu yüzdende çocuk perilerin, gelişimleri boyunca yalnız bırakılması yasaktı.
Annem, bir kaç çiçeği veda ederek yangını durduğunda, küçük beni azarlamaya başladı. Suratımda bariz bir şekilde okunan yaramaz ifadeye odaklanırken, belime dolanan kollar irkilmeme sebep oldu.
"Çocukluğun çok tatlı görünüyor. O zaman bile baş belası olmanın hakkını veriyorsun, Magnus."
Kulağıma dolan sesle, belimdeki kollara tutunurken, duyguların bedenimi ele geçirmesine sessizce izin verdim. Kısa süre sonra arkama döndüğümde, Alec'in aşkla bakan kehribar rengi gözlerine odaklandım. Bedeninde anlamsız sembollerden eser yoktu. Dahası, kendi rüyamda olduğumu hissederken, onun William olma ihtimalini tamamen ortadan kaldırdım. Onun sevdiğim adam olduğundan emindim.
"Buradasın."
Alec, gülümseyerek omzuma elini koyduğunda, yüzüme eğilerek dudaklarımı öptü. Uzaklaşmasını istemediğim için, elimi beline yerleştirdiğimde öpüşmenin daha da uzun sürmesini sağladım. Koca günü birbirimize dokunarak, hissederek geçirmiş olsak da, hala ona aç olduğumu hissediyordum. Birbirimizin nefesini son anına dek tüketirken Alec, öpüşmemizi sona erdirdi. Hemen ardından da elini zarifçe yanağıma yerleştirdi.
"Bu William'ın öpücüğünü unutturmuştur, umarım."
"Böyle yaparak bana kim olduğumu bile unutturabilir, istediğin her şeyi yaptırabilirsin, sevgilim."
Alec, "Sevgilim." dediğinde gamzelerini belirgin hale getiren gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. Bende ona gülerken, büyüm ile etrafımızı tamamen değiştirdim. İkimizi getirdiğim sahil kenarı, Alec ile gerçekten olmak istediğim yerdi. Ama William yüzünden bir çok isteğim gibi bunu da gerçekleştirecek zamanım olmamıştı.
"Çok emin konuştun." diyerek konuşmasına devam eden Alec, etrafın değiştiğini yeni yeni fark ediyordu.
"Burasıda neresi?"
Onun elini tutarak biraz daha denize yaklaşmamızı sağladığımda, denizin kokusunu içime çektim.
"Sana periler ve cadılar için oluşturulan evrenden bahsetmiştim. İsmi Recondite. Bu nokta ise Abyssi sahili. Belki bir gün seni gerçekte buraya getirebilirim."
"Umarım." diyen Alec'in yüzü yavaşça solarken, "Şimdi başlamak istemediğim konuşmaya geçmemiz gerekiyor." dedi.
Belime yerleştirdiği elleri, tenimi daha sıkı kavrarken hissettiğim duygu geçişleriyle benimde yüzüm asıldı.
"Evet. William'dan nasıl kurtulacağız? Hala aklıma düzgün bir fikir gelmiyor, Alec. Yardım alacağımız kimse de yok gibi... Gerçi belki de Asmodeus..."
"Benim konuşmak istediğim konu bu değildi."
Alec'in sözleriyle kaşlarım çatılırken, cümleme devam edemedim. Yapabildiğim tek şey Alec'in duygu geçişlerini takip etmeye çalışmaktı. Kıskançlık yakaladığım en büyük duygu olduğunda, dokunuşu biraz daha sertleşmişti.
"William'ın aramızdaki bağı yok ettiğini hissediyorum. Daha doğrusu, gerçeklikte sen artık beni hissedemiyorsun."
Alec, canımı yaktığını biraz geç fark ederek, ellerini çektiğinde uzaklaşmaması için ellerini tuttum. Aramızdaki bağın hasar aldığının bende farkındaydım. Ama bunun sadece peri ve sihirbaz arasında var olan bağ olduğunu da biliyordum. Sonuçta Alec'i sevmem için onu tam anlamıyla hissetmem gerekmiyordu. Aradaki bağ olsun, olmasın kimi sevdiğimi çok iyi biliyordum.
"Bu durum benimde canımı sıkıyor. Ama anladığım kadarıyla ona yardım edebilmem için, bir nevi onun perisi de olmam gerekiyor."
"Kitapları birlikte okuduk, Magnus. Periler ve sihirbazlar, sen ve ben, bağ sayesinde çok fazla şey yaşadık. Şimdi onun seni benden çalmasını bir köşeden çaresizce izleyecekmiş gibi hissediyorum ve bu beni mahvediyor."
Alec'in en belirgin duygusu öfke ile korku arasında gidip gelirken, elimle yanağını okşadım.
"Bu öyle bir şey değil, Alec. Isabelle ve Raphael'i düşün."
Alec, sinirle dişlerini sıktığında, benden bir kaç adım uzaklaştı.
"Bizi onlarla kıyaslama! Bağlarının güçlü olmadığını sende biliyorsun. Sen ve ben, gibi değiller. Ayrıca ikisinin de tercihleri tamamen farklı. William ise geçmişte bir kadınla evli olmasına rağmen, seni kendine istiyor. Bunu biliyorum. Onun düşüncelerini duyabiliyorum."
Her kelime de Alec'in karamsarlığı içime işlerken, kararlı olmam gerektiğini bilerek ona biraz daha yaklaştım.
"Beni alamaz, Alec. Bunun imkanı yok. Onun bana dokunmasına mecbur kaldığım için izin verdiğimi biliyorsun. Bedeninle beni etkileyebilse bile, aşık olduğum ruh sensin. O değil. Artık kendini gizlemeyi bile denemiyor ve semboller aranızdaki farkı daha fazla göz önüne çıkarırken beni kandıramaz da."
"Yine de..." diyen Alec'in dudaklarına işaret parmağımı koyarak konuşmaya devam etmesine izin vermedim.
"Beni dinle. Birbirimizden şüphe duymamız, en kötüsü de korkularımız sadece William'ın işine yarıyor, Alec. Bunun yerine onun haberi bile olmadan, istediğimizi elde ettiğimize odaklan. Şu an derinlere gömülü olan kişi sen olmana rağmen, planımızla seninle yeniden birlikte olduk. O listeye devam ettikçe bu anların artacağına eminim. Sen sadece güçlü olmaya çalış. William'ın beni senden çalmaya gücü yetmez..."
Ona yaklaşıp dudaklarını öptüğümde, bedenine sıkıca sarıldım. Aynı şekilde bana karşılık vermesinden, kısa süre sonra onun ellerimin arasında kayıp gittiğini hissediyordum. Ardından da çaresizce gözlerimi araladım.
Boynumda hissettiğim ıslak dudaklar ile irkilirken, bir anlığına Alec'i düşünmüş olsam da şu an beni öpen kişinin sevdiğim adam olma ihtimali yoktu.
"William!"
Sihirbazın adı dudaklarımdan küfür gibi çıkarken, boynumu hafifçe ısırmasıyla, dişlerimi sıkarak kendimi uzaklaştırmaya çalıştım.
"William, kes şunu!"
Dudaklar tenimi özgür bıraktığında rahat bir nefes almış olsam da, sonraki saniyede William'ı üzerimde buldum. Elleri bileklerimi birleştirip, yatağa bastırdığında, yüzüme doğru eğildi.
"Ne oldu, Magnus? Yine ben zor erkeğim oyunumu oynayacaksın? Geçmişte seni yatağa atmaları pek zor olmamış. Bu yüzden de bana direnmen tamamen saçmalık."
"Sürekli beni geçmişimden mi vurmaya çalışacaksın? Adı üstünde geçmiş, William. Ben kimseye bağlanmadan önce... Alec'e aşık olmadan çok önce..."
Sert konuşmamın ardından odaya dolan kahkaha sesleriyle kaşlarım çatıldı. William, gözlerim içine baka baka dalga geçer gibi gülüyordu.
"Nedense Alec'e gerçekten aşık olmadığını düşünüyorum, Magnus. Özellikle bana güzelce kanarken, altımda inlerken... Birde sevdiğin adamın aslında burada olmadığını fark etmemen var."
Bir an olanları düşünürken, hüznün arkasına saklanan öfkem gün yüzüne çıkmaya çalışıyordu. Ama düşüncelerime odaklanmaya karar verdiğimde, sakin kalmam çokta zor olmadı.
"Ne yapmaya çalıştığını anlıyorum, William. Sinirlerimi bozmaya dahası Alec'i, sözlerinle parçalamaya çalışıyorsun. Ben duygularımdan eminim. Bana inanması gereken tek kişiyse, Alec. Düşüncelerin ise umurumda bile değil. Gerçekte ne istediğini söyle ve bir an önce işimize bakalım."
"Aptal aşık halinden çıkarak, zekanı konuşturmaya başlamışsın. Ne kadar güzel." diyen William yavaşça üzerime daha fazla eğildi.
"O halde bana harika bir günaydın öpücüğü ver. Sonrasında neler yapacağımıza bakalım."
Başımı hafifçe yukarı kaldırdığımda, dudaklarımı William'ın dudaklarına bastırdım. Yapmak istediğim şey sakince, basit bir öpücüktü. Ama William alt dudağımı ısırarak araladığı dudaklarımdan, dilini ağzıma soktuğumda istediği, şeyin ateşli bir öpücük olduğunu farkına vardım. Alec'in burnuma ulaşan kokusuyla sakin kalmaya çalışırken, dakikalar boyunca ateşli bir şekilde öpüşmemizi sürdürmesine izin verdim.
Nefessiz kalarak geriye çekildiğinde, dilini dudakları üzerinde gezdirdi. Daha fazlasını istememesini umarken, üzerimden kalkmasıyla sonunda rahat bir nefes aldım.
"Hadi kahvaltı yapalım. Aklında sorular olduğunu hissediyorum."
William'ın aniden değişen ruh haliyle fark ettiğim şeye, sessizce küfür ettim. Dakikalar önce Alec'in kokusuna maruz kalmış olsam da, duygularını hiç bir şekilde hissetmiyordum. Onun hissettiği neredeyse her bir duyguya yeterince maruz kaldığım için, şu an tam anlamıyla William'ı hissettiğimi anlayabiliyordum.
Yataktan bir anda sinirle kalktığımda, "Bunu nasıl yapabiliyorsun?" diye bağırdım. Onun ise yaptığı tek şey gülümsemek olurken, oda servisine kahvaltı siparişi vermek için telefona uzandı.
"Cevap ver, William."
"Sakin olur musun? Konuşacağız. Hiç bir yere kaçmıyorum. Ayrıca merak etme sevgili Alec'in de bir yere kaçmıyor."
William, sipariş verip, hızla banyoya yürüdüğünde, ellerimi yumruk haline getirdim. Alec ile yaptığımız konuşmada kendimden son derece emin konuşmuştum. Ölüm getiren beni çalamayacaktı. Ama şu an resmen onun perisi olmuştum. Konuşamadığımız her saniye, kafamda bir sürü berbat düşünce oluşurken William kahvaltı masasına oturana dek konuşmama konusunda ısrar etmeye devam ediyordu.
Sonunda gelen servisle, masaya geçtiğimizde onun yemek yemesini izledim. Aç olduğu her halinden belli olurken, zevkle yemeğini yiyordu. Yemediğim dikkatini seçtiğinde, sakince gülümsedi.
"Sende yemelisin, Magnus. Biliyorsun. Açlıkta paylaştığımız bir diğer şey..."
Masadaki çatalı elime aldığımda, kahvaltı tabağından bir parça peynir alarak ağzıma götürdüm. Onun hislerinden yansıyanlar yüzünden, boşta kalan elimi yumruk yaptığımda yemeğe çaresizce devam ettim. Ne kadar eğlendiğini hissederken, sakin kalmam zor olsa da başarmaya çalışıyordum. Yemek sonunda bittiğinde, kelimeleriyle ona odaklandım.
"Nasıl konuşalım istersin? Soru cevap olabilir."
"Fark etmez. Ayrıca ilk sorumu çoktan söyledim. Beni kendine nasıl bağladın?"
William, koyu kahvesinden bir kaç yudum daha içtikten sonra arkasına yaslandı. Kendinden emin duruşu her ne kadar sinirlerimi bozsa da, diğer yandan yalan söyleyemeyecek olacağı gerçeğine tutunmaya çalışıyordum. Duygularıyla bana asla yalan söyleyemezdi.
"İnanmayabilirsin ama bunu ben yapmadım."
Söylediği gibi inanmıyor olsam da, duyguları, bakışları yalan söylemiyordu.
"Yalan söylemediğini hissediyorum. Ayrıca duygusuz bir adam olduğunu söylemiştin... Bu kadar his nasıl bir anda ortaya çıktı?"
"Ona bir cevabım var. Sen."
Kaşlarım çatılırken, anlamsız bir şekilde gülmeye başladım. Söylediklerini ciddi anlamda anlamıyordum.
"Soru, cevap işinden sıkıldım. Neler olduğunu anlat, Willam. O sembollerin gerçek anlamını, aramızdaki bağı dolandırmadan anlat."
Konuşurken burnumdan solurken, her kelime dudaklarımdan emir gibi dökülüyordu. Normalde William'ın buna sinir olması gerekirken rahatlığını hissediyordum.
"Pekala... Öncelikle bu işaretlerin her biri oluşturduğum listedeki cadı ve büyücüleri simgeliyor. Serenity ölüm getiren lanetini, lanetle çözmeye çalışırken odaklandığı tek şey nasıl daha fazla acı çektirebilirim oldu. Lilith ile birlikte kadim büyülerin arasından sembolleri buldular ve bana işkence etmek isteyen herkes bedenimle, ruhumda kalıcı bir iz bıraktı."
William, konuşurken görüşüm bulanıklaşmış ve onun anlattıklarını görmeye başlamıştım. Zincire bağlanmış bir beden ve ona işkence etmeye hazır diğerleri... Ne kadar acı çektiğini düşünmek dişlerimi sıkmama sebep olduğunda, William konuşmaya kaldığı yerden devam etti.
"Ruhum bedenimi terk ettiğinde, izler bedenimde kalmıştı. Şu an ortaya çıkmalarına bende bir anlam veremiyorum, diğer yandan beni güçlendirdikleri kesin. Aynı zaman da senide güçlendiriyor. Ayrıca sana yardıma ihtiyacım olduğunu söylemiştim. Bana ait olan peri kızım olmadığı göre, bir periye bağlanmam gerekliydi ve şu an sen bulduğum hazır yemek gibisin."
"Kısacası Alec'in bedenini kullandığın gibi, ona ait olan periyi de kullanıyorsun."
"Bunun kötü bir şey olduğunu düşünme, Magnus. Cadının yanında olanları hatırla. Kanatların bana itaat etmeseydi, ikimizde daha doğrusu üçümüzde ölebilirdik."
"Düşünmeme gerek yok, kötü olduğunu bizzat yaşayarak görüyorum. Senin yüzünden Alec'e zarar verdim. Semboller tenime tepki vererek onun canı yakıyorlardı."
Sembollerin alev rengine dönüşerek, Alec'in acı çektiği an gözlerimin önüne geldiğinden sıkın bir nefes aldım.
"Doğru sen Alec, açısından bakıyorsun. Bense bizim açımızdan... Hadi ama Magnus, bir anlaşmamız var. Sen bana yardım edeceksin, bende sana Alec'i vereceğim. Tabi arada sırada beni de memnun etmen şartıyla. Diğer türlü yapacaklarımı biliyorsun."
Diğer türlüyü Alec için düşünmekten kaçınırken, öfkeyle soludum.
"Yine tehdit ediyorsun. Bende duygularının olduğuna inanmıyorum, William. Bu hisler belki de, Alec'in sana yansımasından ibaret."
Aniden ortaya çıkan öfkemin asıl kaynadığını çok geçmeden fark ettiğimde, William ateş saçan gözleriyle ayağa kalktı. Kendimi savunmak istediğim an kaybolan büyüm yüzünden, tekrar tekrar lanet okurken bedenimi duvara yaslanmış halde buldum. William, kızgın bir boğadan farksız halde burnundan solurken, boğazımı kavradı. O anda bakışlarında gerçekten alev gördüğüme yemin edebilirdim. Tıpkı kristallerdeki gibi alevler, irislerinden bana yansıyordu.
"Öfkemi yeterince hissedebiliyor musun, Magnus? Peki ya nefretimi..."
Nefesim kesilirken söylediği her bir duyguyu kendi duygularım gibi net bir şekilde hissediyordum. Konuşmak fazlasıyla zor olduğunu için, başımı aşağı yukarı salladım. Boğazımdaki baskı kaybolduğunda derin nefesler alarak, kendime gelmeye çalışırken bu defa nefesim William'ın dudaklarını, dudaklarıma bastırmasıyla kesildi. Karşılık vermiyor olmamı umursamadan öpücüğü sürdürdüğünde, hissettiğim duygularla şok içinde gözlerim irileşti.
William, kendini geri çektiğinde, nefesini yüzüme üflerken gülümsedi.
"Şimdi ne hissediyorsun, Magnus?"
Hissettiğim duygulara inanmak istemezken "Bu imkansız." diyerek mırıldandım. O ise nefesini yüzüme üflemeye devam ediyordu.
"Ne hissettiğini söyle..."
"Hayır."
Dudaklarımı konuşmamak için adeta birbirine bastırırken, William parmağını dudaklarımda gezdirmeye başladı. Gözlerimin içine bakarken, kalp atışları kulaklarımda uğulduyordu.
"Ne hissettiğimi söyle, Magnus."
William'ın parmağını alt dudağıma bastırırken, yavaşça aşağı çekerek aralamaya başladı. Bunu yaparken, bir an olsun gözlerimden, bakışlarını çekmezken terlediğimi hissediyordum.
"Söyle, Magnus."
Neden itaat etmek istediğimi çözemezken kelime bir anda dudaklarımdan döküldü.
"Seviyorsun."
William, aramızdaki mesafeyi kapatarak dudaklarımı tekrar öptüğünde bu kez, fazla uzatmadan geriye çekildi.
"Güzel. Hadi şimdi sıradaki kurbanımızı seçelim."
William, hızlı hareketlerle listenin olduğu sehpaya yürürken, yaslandığım duvardan yavaşça aşağı doğru kaydım. Kafamın içinde resmen davullar çalarken, nefes alamadığımı hissediyordum.
〽 Bölüm Sonu〽
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro