Samira
İthaf:meleksnd
Keyifli okumalar ♥
_Önceki Bölümden Kesit_
"Ah! Lanet."
Raphael'in acı dolu sesi kulağıma ulaşırken, göğsünün hemen alt kısmını tuttuğunu gördüm. Bedeni titrerken, onu kavrayarak ayakta kalmasını sağladım.
"Neler oluyor?"
"Ben... Izzy.... Isabelle... Gitmeliyiz, Magnus."
Alec
İçimdeki karmaşa geçen her dakika daha da artarken, kendimi Magnus'un yanına gitmemek için zor tutuyordum. Sanki zaman geçtikçe, bedenim, ruhumla daha fazla bütünleşiyor ona olan duygularımda katlanarak artıyordu. Yine de içlerinden, ona duymam gereken nefret duygusunu bir türlü bulamıyordum. Özellikle son konuşmamızda, onun tamamen bana ait olduğunu hissederken, her şey daha da karışık bir hal alıyordu.
Ama buna rağmen, konu affetmeye geldiğinde cevabım hala netti. Magnus'u sevmeye, onun için deli olmaya devam etsem de bir şeyleri kabullenip affetmem o kadar kolay olmayacaktı.
Karmakarışık düşüncelerin arasında, çalan kapı sesiyle yerimde doğruldum. Aslında yalnız içten içe kalmak istiyordum. Gerçi bu durum beni hiç bir şekilde çözüme götürmüyordu. Bu yüzdende odaya giren kız kardeşimi gördüğümde, gitmesini istemedim. Hatta hissettiğim rahatlamaya duygusuyla kendimi yeniden yatağa bıraktım.
Isabelle, yanında rol yapma ihtiyacımın olmadığı nadir insanlardan biriydi. Hepte öyle kalacaktı.
"Konuşabilir miyiz?"
Beklediğim soruyla, sessiz kalırken başımı aşağı yukarı sallayarak onu onayladım. Isabelle, yatağın üzerine çıkarak yanıma uzandığında, başını göğsüme yerleştirerek koluyla bedenimi sardı.
Kolumu kız kardeşimin beline sarıp, onu kendime daha da çekerken istemsizce gülümsedim. Aileden birinin verdiği güveni gerçekten özlemiştim.
"Seninle böyle uzanmayı çok özlemişim, Alec."
"Bende öyle... Ne zaman bir şeyler anlatmak istesen yatağıma yerleşir ve derdini o şekilde anlatırdın."
"Evet... Bunun sebebi de, sadece uyanıkken yanında yatmama izin veriyordun."
"Gece olanları biliyordun, Izzy."
"Biliyorum. Zaten geçmişi açmak için yanına gelmedim. Senin için buradayım. Bana olanları anlatır mısın? Aşağıda yaşadıkları anlatırken fazla dikkatli davranıyor, kelimeleri cımbızla seçiyor gibiydin. Normal bir zamanda asla böyle davranmazsın. Neler oldu?
"Öyle yapmak zorundaydım, Izzy. Herkesin içinde ağlamak bana göre değil. Eskisi gibi dağılmak istemiyordum."
"Artık baş başayız. Benim yanımda kendini saklamak zorunda değilsin."
Can sıkıntım aldığım nefese eşlik ederken, derin bir soluk verdim. Duygularım bu kadar yoğunken bir şeyler anlatmak hala zor geliyordu. Yinede anlatmayı tercih ettim, çünkü Isabelle'in haklı olduğunu biliyordum. Ondan sakınmak ve saklanmak zorunda değildim.
O andan itibarende kelimeler dudaklarımdan daha rahat dökülürken, Magnus'un gözlerinde gördüğüm William'a olan aşkından bahsettim. Çok daha fazlasını hissettiğimi, konuşmaları, geldiğim noktayı ve iç karışıklığı mı...
Son olarak nefret ettiğim bağ konusunu...
"Özetle bu şekilde, Izzy. Magnus'un, William'a karşı yaşadığını duyguların ve tensel temasın sonuna kadar yaşandığına eminim. Çünkü, Magnus'un sevdiğinde nasıl biri olduğunu biliyorum. İşin kötü kısmı ise, onu hala seviyor olmam... Çok mu acınası görünüyorum?"
Isabelle, yanımda hafifçe yükselirken, aktığından bile habersiz olduğum göz yaşlarımı parmaklarının ucuyla sildi. Ardından da yanağımı sevgiyle okşadı. Gözlerimin içine bakarken, güç veren gülümsemesini görebiliyordum ve bu güç beni de etkisi altına alıyordu.
"Hiç bir zaman acınası biri olmadın, Alec. Hala da değilsin. Güçlüsün. Duygularına rağmen gururunu bir adım önde tutabiliyorsun. Sizin konunuza gelince... Peri, sihirbaz bağı gerçekten çok karmaşık bir konu. Sana Jace ve Clary'nin durumunu anlatmıştım. Bana gelecek olursak, Raphael yüzünden en yakın arkadaşıma aşık gibi hissetmeye başladım. Bunu düşünürken, bazen Raphael'in de, Jonathan'a aşık olup olmadığını sorguluyorum."
Isabelle'in son cümlesi yanaklarımı yakan göz yaşlarıma rağmen gülümsememe sebep olsa da, bu durum oldukça kısa sürdü.
"Bu nasıl oldu? Sizi bıraktığımda, bağınızın bu kadar kuvvetli olmadığını söylemiştin."
"Biliyorum. Zaten en başta öyle değildi. Ama zaman geçtikçe, hislerin yoğunluğu daha da arttı. Birbirimize karşı, aşk konusunda hiç bir şey hissetmiyoruz. Ama, Raphael ne zaman Simon'a aşkla baksa, bende bazen kendimi Simon'a bakarken buluyorum. Bu tabi sizin konunuzla çokta alakalı değil. Ama bir peri, bağlı olduğu kişinin hisleriyle istemeden de olsa doluyor. Magnus, William ile de bağ kurduğu için bu normal karşılanabilir bir durum. Her ne kadar yaptıklarının haklı olduğunu göstermese de, ortada bağın yönlendirmesi var."
"Yani... Onu affetmem gerektiğini mi söylüyorsun?"
"Bunu sana söyleyecek olan kişi ben değilim, Alec. Affetmek istemiyorsan, affetmezsin. Bunun için seni kimse zorlayamaz. Yine de onu sevdiğin için, kendisini affettirmeye çalışmasına izin verebilirsin. Bu sayede senin için neler yapacağını görmüş olursun. Aşkınızı test ediyormuşsun gibi düşün. Sana verebileceğim tek tavsiye bu."
Biraz düşününce Isabelle'in haklı olduğunu kabul etmem gerekiyordu. Bağ gerçekten de garip bir şeydi. En başında beni Magnus'a çeken şeyde bu olmuştu.
"Bunu yapabilmem için onun yanına gitmem gerek, Izzy. Ama gidemem. İçten içe gitmek istiyorum ama yapamam."
"Gitmene gerek olacağını sanmıyorum. Eminim, Magnus sana kendisi gelecektir. Seni seviyor, Alec. Onunda seninle benzer bir durumda olduğuna şüphem yok. Hem Raphael'de onu görmeye gitti. Belki birlikte geri dönerler ve sen ona hislerini söylersin."
Isabelle'i çekerek tekrar göğsüme yatırdığımda ona sıkıca sarıldım. Kafamdaki düşüncelerin çözümünü kendim bulamazken, Isabelle her şeyi kendince çözmüş gibiydi. Bende bundan güç alarak kararımı verdim. Ondan kaçmak yerine Magnus'un kendisini affettirmesine izin verecektim. Affedeceğim günü ise elimden geldiği kadar uzatacak ve ona göre davranacaktım.
"İyi ki varsın, güzelim. Kendi kendime düşünmeye devam edersem, kafayı yiyeceğimi düşünüyordum. Bu yüzden senin planını uygulayıp, Magnus'a kendini affettirmesi için bir şans vermeye karar verdim. Yine de bundan kolay kolay kurtulamayacak."
"Bence kurtulmasın, biraz burnunun sürtülmesi iyi olacaktı. Ayrıca ne zaman istersen konuşabileceğimizi biliyorsun. Sana fikir vermekten mutluluk duyarım. Diğer yandan, William olmadan nasıl hissediyorsun?"
"Aslında... İçimde hala garip bir boşluk var. Ama aynı zamanda tam gibi de hissediyorum bu tuhaf geliyor. Birde, William'ın bazı duyguları hala benimle birlikte, yani aradaki farkı anlamak güç ama hissedebiliyorum. Rahatsızlık vermiyor."
"Anladım. Geride kalanın sen olmasına çok sevindim, Alec."
"Bende öyle, Izzy."
Hafifçe yan dönerek kız kardeşime daha sıkı sarılırken gözlerimi kapattım. Zihnimdeki yorgunluk gözlerime yansırken, nasıl olduğunu bile anlamadan uykuya dalmıştım.
〽 〽〽
Gözlerimi büyük bir gürültüyle aralarken, bir an için nerede olduğumu sorgulamak zorunda kaldım. Kısa sürede kendime geldiğimde, hızla yataktan uzaklaştım. Koridora çıktığımda, malikanede oluşan sarsıntıyla zar zor ayakta kalabiliyordum. Sendeleyerek bir kaç adım daha attığımda, merdivenin kenarından geniş salona baktım.
Sarsıntının tekrarlanması ile korkuluklara sıkıca tutunurken, alt kattaki duvarın yıkılışına tanık oldum. İçeriye giren peri ve büyücülerin arasından bir kadın dikkatimi çekerken, anlamsızca yüzüne baktım. Onu tanıyor gibiydim. Ama tanımadığıma da emindim. Kadının gözleri ise yerimi biliyor gibi beni bulurken, korkuyla yutkundum.
"Sonunda seni bulabildik. Daha ne kadar saklanmayı düşünüyordun, William?"
Jace, "William, burada değil." diye öne atılırken, merdivenlerden hızlı adımlarla indim. Bakışlarım ise kadından çok Jonathan'ın üzerindeydi. Ailemi buraya getirirken güvende olacaklarını söylemişti. Şimdiyse cadı ve onun küçük ordusu ile karşı karşıyaydım.
"Seninle konuşan yok, sihirbaz parçası."
Cadının büyüsü, Jace'i duvara doğru savururken, aynı büyü Clary'nin de yere düşmesine sebep oldu. Jonathan'ın buna karşı çıkmaya çalıştığını gördüğümde, sahip olduğum gücü kullanmaya çalışıyordum. Ama ortaya çıkan hiç bir güç yoktu.
"Onları hemen bırak!"
"Sen bu işe karışma, Jonathan! Tabi babanın boş kalan yerinde olmak istiyorsan. Ama tavrına bakılacak olursa, peri sever büyücülerle aynı kaderi paylaşacaksın. Zayıflarla birlikte yok olacaksın ve sen fazla sessiz duruyorsun, William."
Cadı aniden bana döndüğümde, tekrar yutkundum. Kadının yaydığı aura bile kalp atışlarımı arttırırken korkunun iliklerime dek işlemesine sebep oluyordu.
"Kardeşimi rahat bırak ve o haklı. William burada yok."
"Nasıl?"
Cadı şaşırmış görünürken, hala içten içe güçlerimi ortaya çıkarmaya çalışıyordum. Ama ne rünler tepki veriyor, ne de büyü yeteneğim devreye giriyordu. Ölüm getirenin gücü nereye kaybolmuştu? Sonrasında aniden hareketsiz kaldığımda odadaki herkeste benim gibiydi. Jonathan'ı devre dışı bırakmak içinse, cadı lanet kullanılıyordu.
Kadın, bana doğru bir kaç adımla yaklaştığında çenemi kavrayarak gözlerimin içine baktı. O an ruhumu görüyor olduğuna yemin edebilirdim. Beni bıraktığı anda ise, kahkaha atmaya başladı.
"Senin gibi bir sihirbaz, William'ı alt etti demek... Buna inanmak güç, üstelik önümde korkudan titrerken..."
"Burada değil işte. Sizinle bir derdimizde yok, kardeşlerimi rahat bırakın."
"William ile birlikte yaşamak sana hiç bir şey öğretmedi mi, çocuk?"
Yeterince şey biliyor olmama rağmen böyle davranmamın tek sebebi, zaman kazanmaktı. Ama hala kendi içimde hiç bir şey yapamıyordum. İşin gerçeği ise, kadim cadılardan biriyle ilk kez karşı karşıya kalıyordum. Bugüne dek, bunu yaşayan kişi hep William olmuştu ve şu an içten içe yine burada olmasını istiyordum. Ailemi nasıl kurtaracaktım?
"Ne istiyorsun?"
"Diğerlerine nazaran sen güzel bir seçeneğe benziyorsun. Güçlü bir sihirbazın köleliği oldukça işime yarar."
"Kimsenin kölesi olmayacağım."
Daha cümlem bitmeden kulağıma Isabelle'in acı dolu sesi dolarken, başımı çevirdim. Az önce yıkılan duvardan sökülen bir demir parçası, Izzy'in bedenine saplanmıştı. Jace ise bir perilerden biri tarafından hareketsiz öylece yatıyordu.
"Tekrar, düşün. Hem... Perin nerede? Onunla ilgili planlarım sadece köle olmasından ibaret değil."
"Burada değil."
Kadın, cevabım ile kahkaha atmaya başladığında, alay ettiği her halinden belli oluyordu.
"Ya gerçekten aptalsın ya da kendine çok güveniyorsun, sihirbaz. Yaşanılanlardan sonra ancak bir aptal, perisini geride bırakabilir. Ölüm getiren bile olsan, perine ihtiyacın var."
Cadı konuşurken, William'ın kelimeleri adeta zihnimde yankılanıyordu. En başta Magnus'a neden ihtiyacı olduğu, onları nasıl durdukları, işe yaramayan yeteneğimle her şey anlam kazanırken, ne yapacağımı bilmiyordum. Şu durumda Magnus ortaya çıkarsa, bir şeyleri düzelteceğim den bile şüphe eder olmuştum. Sanki karamsarlık duygusu tüm bedenimi ele geçirmiş gibi hissediyordum.
Sonra bir anda tüm kararsız düşüncelerin yavaşça silindiğini fark ederken, tenimdeki karıncalanmayı hissettim. Rünler var olduklarını hatırlatıyor gibi, derimde hafif titreşimler yaratıyordu.
"Samira."
"Magnus... Sonunda teşrif ettin demek. Bizde sihirbazın ile kölelik durumunu konuşuyorduk."
Gözlerim Magnus'u bulduğunda, onun bakışındaki güven veren ifadeyi gördüm. Şu an ne kalp kırıklığım, ne de duygularımız önemliydi. Sadece yapmamız gerekeni yerine getirmek zorundaydık.
"Alec'in köleliği kabul ettiğini hiç sanmıyorum."
"O halde biraz da sarışın kardeşe eziyet etmeliyiz. Sihirbazı ikna edeceğime eminim."
Diğer perilerin Jace'e yaklaştığını fark ettiğimde, hareket kabiliyetimi kazanarak varlığından bile haberim olmayan bir büyü mırıldandım. Büyü gücüm odada, Magnus ve ben hariç diğerlerini malikanedeki odaya götürdüğünde, onları koruma altına aldım. Aynı anda ise cadının şaşkınlığını izliyordum.
"Bunu yapamazsın. William'ın gittiğini söylemiştin! Bu gücü tek başına kullanman imkansız."
"Onun yok olduğundan bahsetmedim. William, hala benimle birlikte. Sadece her şeyin kontrolü bana ait."
"O halde bizimle işin yok, sihirbaz. Bunu kendin söyledin."
Cadının gözlerinde oluşan korkudan zevk aldığımı hissederken, bu kez sihirbaz yeteneğimi devreye soktum. Kadının arkasındaki perilerin çürümeye başlamasıyla gülümserken, kadına doğru yaklaştım. Büyü yapmak için kaldırdığı elini kavrarken, aşağı doğru çekerek diz çökmesini sağladım. Elin omuzunda, onu hareketsiz kılarken, bakışlarım bir anlığına Magnus'a kaydı.
Ortaya çıkan kanatları eskisinden bile daha görkemli ve büyüleyici görünüyordu. Önünde bulunan büyücüleri ise kolayca alt edebiliyordu.
Bakışlarım tekrar cadıya odaklandığında, korku dolu gözlerine baktım.
"Aslında haklısın sizinle işim yoktu. Ama sayenizde William'a bir kez daha hak verdim. Hepinizin yok olacağı an kadar da, durmayı düşünmüyorum."
Gözlerim, Magnus'un alev rengi kristallerine bürünürken, cadının acı dolu çığlıkları malikanede yankılanmaya başladı. Bedeni son derece yavaş bir şekilde çürümeye başlarken, kurtulmak için çırpınıyor ve büyü yapmaya çalışıyordu. Aynı anda belimdeki rünün karıncalandığını hissederken, büyüye engel olanın o olduğunu anladım.
Dokunduğum tenin çürümüşlük hissinden uzak kalmak için elimi çekerken, mimarı olduğum manzarayı izliyordum. Cadı, periler, hepsi acı içinde ölümü bekliyordu.
Öldürme arzusu tüm benliğimi ele geçirdiğinden Magnus'un kavga ettiği büyücüler de, ölüm lanetinden nasiplerini aldı. Duyduğum acı dolu çığlıklar katlanarak artarken, aldığım zevkin tüm benliğimi ele geçirmesine izin verdim. Ne kadar süre geçti bilmiyordum. Çığlıkların sayısı azalsa da, hala can vermeyi bekleyen bedenlerin olduğunu biliyordum. Son ana dek durmayı düşünmezken, Magnus'un elimi tuttuğunu hissettim.
"Alec."
Onu tamamen duymazdan gelirken, başımı ellerinin arasına alarak gözlerimin içine baktı. Benim ise gördüğüm onun yüzünden ziyade, çürümüş bedenlerdi.
"Alexander. Dur artık."
Magnus'un sesi kulaklarımda yankılansa da, ona cevap veremiyordum. İşin gerçeği durmakta istemiyordum. Çürüyen bedenlerin verdiği hissi yaşamak fazlasıyla hoşuma gidiyordu. Saniyeler içinde ise kavranan başımla, yüzüme solunan nefesi hissettim.
Saniyeler sonrada dudaklarıma kondurulan sevgi dolu öpücüğü...
Magnus'un yumuşak dudaklarının benim için aralandığını bilerek onu öperken, zihnimin içindeki karanlık yandan hızla uzaklaşıyordum. Saçlarımın arasında gezinen elin sevgi dolu dokunuşunu hissederken, Magnus'un belini kavradım. Nefeslerimiz tükenme derecesine geldiğinde birbirimizden uzaklaşırken, kendimi son derece dağılmış hissediyordum.
"İyi misin, Alexander?"
"Evet. Az önce..."
"Ölüm getiren etkisi sandığımızın aksine sürüyor olmalı, Alec. Artık William yerine bununla başa çıkması gereken kişi sensin."
O an, Magnus'un dudaklarından yine William'ın isminin duymaktan nefret etsem de, kendi içimdeki gerçekleri kabul etmem gerekiyordu. Magnus'a her şekilde, her şeyiyle ihtiyacım vardı. Tıpkı cadının söylediği gibi, sihirbaz perisiyle olmak zorundaydı.
"Onu anladım. Diğer yandan senin etkin, laneti durduruyor."
"Evet. Bu yüzden de sen kovsan bile yanında kalmaya devam edeceğim, Alec. Seni seviyorum. Çok fazla seviyorum. Son zamanlarda buna inanmıyorsun ama bunu sana ispat edeceğim."
"Kolay olmayacak."
"Biliyorum. Umurumda da değil. Seni kazanmak için her şeyi yaparım."
Magnus, yüzüme doğru yeniden eğilirken, başımı hafifçe geriye doğru çekerek öpüşüne izin vermedim. Kolay olmayacağını söylerken, son derece ciddiydim.
"Ailemle ve diğerleriyle ilgilenelim. Yalnız kaldığımız da konuşuruz."
"Nasıl istersen, Alec."
Magnus'un teslimiyetinden memnun olurken, az önce yarattığım ufak çaplı katliama baktım. Büyük salonda, yirmiden fazla çürümüş ceset olduğuna emindim.
"Cesetlerden nasıl kurtuluyor dunuz?"
"William, listedeki cadıyla ilgileniyor diğerlerini ise bırakıyordu. Ama şu an onları bu şekilde bırakamayız. Sonuçta burası Jonathan'ın evi. Sen, Samira ile ilgilen. Peri ve büyücüler bende."
"Samira listede miydi?"
"Evet. İsmini görmüştüm."
"Seni tanıyordu."
"Cadıyla ilgili can sıkıcı bir hikayem var, sana sonra anlatırım."
Gözlerimi devirerek Magnus'dan uzaklaşırken, burnumdan soluyordum. Geçmişini o kadar da kafaya takmamam gerekiyordu. Ama yinede düşünürken, onu daha fazla süründürmek istiyordum. Bir kaç adımla Samira'nın çürüyen bedenine yaklaştığımda, bedenimdeki bir rün kontrolüm dışında parlamaya başladı. Hemen ardından da, zihnimde isteğim dışında görüntüler oluştu.
İşkence aletine bağlı William'ın, bedeninde kesikler açan Samira'ı izlerken, canımın istemsizce yandığını hissettim. Kadın yaptığı işten zevk alır bir halde, hem müzik dinliyor hem de dansına eşlik edecek şekilde William'ın bedenine zarar veriyordu. Özellikle daha fazla kan kaybedeceği kısımları keserken, acıdan kendinden geçmek üzere olan adamın gözlerinde yalvaran bakışlar vardı.
"Öldür, artık... Bu kadarı yeter. Tüm bu işkenceler..."
Kadın elindeki bıçağı, William'ın yanağına batırdığında ortaya çıkan kanı izleyerek gülümsedi.
"Ölmeyeceksin. İşkence edecek birini bulmuşken, bunu asla bırakmam, William. Her zaman senin lanetine sahip birini bulamıyorum. Lilith, bu lanette kesinlikle bir uzman. Sıradan bir insan şimdiye dek çoktan ölürdü. Ama sen son altı saattir, nefes almaya devam ediyorsun."
William, acı dolu bir şekilde yutkunurken yarı baygın olsa da, zihninin tam anlamıyla açıktı. Tam da bu yüzden tüm acıyı hissediyordu.
"Size gerçekte hiç bir zarar vermedim. Özellikle sizlere, nefret ettiğiniz insanlar daha çok zarar gördü."
"Zarar görenlerin umurumda olduğunu mu sanıyorsun? Ben sadece acı vermek istiyorum. Hepsi bu. Hadi biraz daha yüksek sesle çığlık at. Sesin müziği bastırsın. O zaman daha zevkli olacak."
Cadının bedeni toz haline dönüşerek bedenimdeki rünün içine hapsolurken, görüntü yavaşça kayboldu. Yanaklarımda oluşmuş ıslaklıkları fark ettiğimde, gözyaşlarımı hafifçe sildim. Magnus ise hislerimi fark eder etmez yanıma gelirken, titreyen ellerimi ellerinin arasına aldı.
"Ne oldu, Alec? Ailen iyi durumda, bu kadar üzgün olmamalısın."
Üzgün olmam gerekmediğini biliyordum. Ama William'ın yaşadığı bu şeyler hem midemi bulandırıyor, hemde öfkelenmeme sebep oluyordu. Ellerimin titreyişleri yavaşça azaldığında, Magnus'un ellerini bırakarak ondan uzaklaştım.
"Listeyi bir an önce bitirmeliyiz."
"Tamam. Ama ailenin yanında kalmak istemiştin."
"Gördüğün gibi buna izin vermeyecekler. Ben istemesem de, bizi bir şekilde buluyorlar. Ayrıca, William'a bir söz verdim. Bunu bitireceğim."
〽 Bölüm Sonu〽
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro