Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Saklı Geçmiş


Bölüm öncesi ufak bir uyarı yapayım. Bölümü lütfen sakin kafayla okuyun. Bazı kısımları daha rahat anlamanız açısından. Ayrıca sinir krizi geçirmeniz de muhtemel, yorumlarınızda bunu belirtmenizi istiyorum. Bölüm sonunda da açıklama yapacağım.

Keyifli okumalar :) 


_Önceki Bölümden Kesit_

Alec'in gamzelerini ortaya çıkaran gülümsemesi yüzündeki yerini aldığında, göz kırptı.

"Tam da aradığım peri. Günaydın, Raphael."

Raphael kaşlarını hafifçe çatarken, kişilik değiştirdiğinden neredeyse emin olduğu sihirbazdan uzaklaşmak için harekete geçti. Ama Alec'in aniden kolunu tutmasıyla, kendini onun odasında buldu. Ama tuhaflık onun tarafından odaya çekilmesi değildi. Asıl tuhaf olan Alec'in sırtını kapıya yaslayarak dudaklarını öpmeye başlamasıydı.

Magnus

Alec'in yanından ayrılırken kararlı gözüksem de, Serenity'nin üzerimde yarattığı korkuyu görmezden gelemiyordum. Sonuçta birçok cadı ve büyücüye kafa tutan biri olsam da, beni tek bir hareketiyle yok edecek bir kadının ayağına gidiyordum. Üstelik son görüşmemizin, benim açımdan pek iç açıcı olmadığını var sayarsak, hislerim son derece normal olmalıydı.  

"Sonunda geldin, Magnus."

Catarina'nın konuşması düşüncelerimi dağıtırken, ürkütücü bakışlarına odaklandım. Otoriter yanını devreye soktuğunu, korkunç bakışlarıyla ifade ediyordu. 

"Neden bu kadar gerginsin, Catarina?"

"Sence neden olabilir, Magnus? Bana saatler önce mesaj gönderdin ve gelmen bu saati buldu. Ayrıca Serenity, sana hala kızgın. Diğer yandan, artık tek başınasın sevgili arkadaşım. Jonathan ve Clary'i daha fazla yalnız bırakamam. Senin için yapacaklarım buraya kadardı."

"Alec yüzünden gecikti, Catarina. Konuşmaya kalsan olmaz mıydı?" dediğimde, masum bakışlarım yüzümde yerini almıştı. Yine de bu Catarina'nın ifadesinin normale dönmesini sağlamadı.

"Yıllar süren dostluğumuzda artık masum bakışlarına kanmıyorum, Bane. Tek başınasın. Hem bu kadar korkak olma. Merak etme, Serenity seni öldürmez. Sadece acı verir. İyi şanslar..."

Su perisi açtığı portal ile gözden kaybolurken derin bir nefes aldım. İçime su serpmesi gereken Catarina bildiğiniz fitili ateşleyip öyle gitmişti. Serenity'i bekletmem, daha büyük sorunlara yol açacağı için korkularıma rağmen hızlı bir şekilde yürümeye başladım. Beni karşılayan iki hava perisi yavaşça önümden çekilirken, içeriye girdim. 

Malikanenin gösterişli yanı daha ilk adımda beni karşılarken, son seferden daha farklı görünen detaylarını inceledim. Duvarların mavi rengi, yerini yeşile bırakırken, biblolar hatta duvardaki tablolar bile değişime ayak uydurmuşlardı. Serenity'nin perileri kabul ettiği büyük salonun kapısından içeriye girdiğimde hala tedirginliğim sürüyordu. Bana hala sinirli olduğuna göre başım bela demekti.

Kırmızının farklı tonlarının kullanıldığı üçlü koltuğa yerleştiğimde, sessizce beklemeye başladım. Cadının beni nasıl karşılayacağını bile bilmiyordum. Neredeyse sonsuz olan büyü gücünden dolayı istediği yaşta, istediği görüntüde bulunabiliyordu. Tıpkı ikiz kardeşi, Lilith gibi...

Odanın kapısından gösterişli mavi elbisesiyle, kızıl saçlı genç bir kadının girdiğini görerek ayağa kalktım. Bakışları Serenity'i görüntüsü nasıl olursa olsun ele verirdi ya da bu durumu ben kolayca anlayabiliyordum. Gerçi bunu nasıl yaptığımdan tam olarak emin değildim.

"Görüşmeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim."

Serenity, yemyeşil gözleriyle yüzüme sert bakışlar yollasa da, çok geçmeden sinir içerdiğini belli edercesine kahkaha atmaya başladı.

"Cici peri numaraları yapmayı bırak, Magnus. Catarina'ı kırmak istemediğim ve söyleyeceklerini merak ettiğim için buradasın. Arkadaşın özellikle detaylar konusunda bilgi vermedi. Sanırım bu da planınızın bir..." dedikten sonra aniden sustu. Cadıya cevap vermek istesem de, aramızda bir adım mesafe kalana dek bana yaklaştığında, yutkundum.

"Sihirbazını bulmuşsun..."

"Evet. Ama bundan daha fazlasına sahip olma ihtimalim de var."

Aramızda oluşan kısa süreli sessizlik sonrasında, Serenity'nin sesi tekrar kulaklarıma ulaştı.

"Çok daha fazlasına sahip gibisin, Magnus..."

Kaşlarım çatılırken, cadıyı anlamaya çalışıyordum. Serenity zarif bir hareketle elini kaldırdığında yanağıma dokundu. Bunu neden yaptığını anlamamıştım. Dokunuşuyla birlikte bedenimi saran akım, tıpkı Alec'e dokunduğum zaman ortaya çıkana benziyordu. Kontrolüm dışında göz bebeklerim renk değişirken, kanatlarım benden bağımsız olarak ortaya çıktı. Serenity yüzüme biraz daha yaklaşırken soluduğum nefesi, yavaşça ciğerlerine çekiyordu. 

"Serenity..."

Nefesim kesilirken, cadının aniden temasını kesmesiyle olduğum yere çöktüm. Kanatlarım yok olurken, gözlerim normal rengine döndü. Şu an resmen üzerimden bir kaç tane arabanın aynı anda geçtiğini hissediyordum. 

"Gerçekten tam bir baş belasısın, Magnus..."

Serenity öfkeyle bağırırken, kulaklarım uğulduyordu. Bir şeyler oluyordu. Dahası konuşuyordu. Ama söylediklerinden tek bir kelime bile anlamıyordum. Çünkü telaffuz ettiği kelimeler perilerinde öncesinde, adı bile unutulmuş lisandan geliyordu. Zonklayan başımla, titreyen ellerimi alnıma götürdüm. Bedenim zangır zangır titrerken gözlerim kararıyordu. O an aklıma Alec gelirken, onun halini düşünmeden edemedim. Ölecekmiş gibi hissediyordum. Oda bu halimi hissediyor mu? Acaba şu an ne durumdaydı?

Cadının elini alnımda hissettiğim de, başımı hafifçe kaldırarak onunla göz göze geldim. Bedenim yavaş yavaş kendine gelirken sonunda normale döndüğümü hissederek ayağa kalktım. 

"Az önce neler oldu? Kızgın olduğunu biliyordum. Ama buraya gelirken beni öldürmek isteyeceğini düşünmemiştim."

"Seni öldürmek isteseydim. Şu an konuşacak halde olmazdın, Magnus."

Serenity'nin haklı kelimeleriyle geri adım atarken, saygısızlık yapmam gereken en son kişi olduğunu fark ederek bir adım geri çekildim. Sonuçta istese yapamayacağı çok az şey bir cadıydı.

"Açıklama yapacak mısın?"

"Önce sakinleşmem gerekiyor. Sende Asmodeus'u buraya çağır."

"Babamın konumuzla ne ilgisi var?" dediğimde bana attığı bakışlarla sustum. Sonrasında da büyük odada tek başıma kaldım. Hiç içimden gelmiyor olsa da, Serenity'nin istediği şekilde babama alev mesajı gönderdim. 

...

Dakikalar sonra babam Serenity ile odaya giriş yaparken kavga ettikleri belli oluyordu. Ben ise hala kafamda bir dizi soru işaretleriyle onlara bakıyordum. Resmen beynim durmuştu. 

"Sakinleşmen gerekiyor."

"Bana sakin ol deme! Magnus'un annesi kim Asmodeus? Sakın Gloria olduğu söyleme! Bunun yalan olduğu ortada..."

Annemle ilgili kısmı duyduğumda kaşlarım çatılırken, babamın yüzündeki ifade beni asıl korkutan şey oldu. 

"Bu neden önemli?" dediğinde, Serenity ellerini yumruk yaparak babamın iki büklüm olmasına sebep oldu. Odada babamın acı dolu çığlıkları yankılanırken, hiç bir şey anlamadığım gibi müdahale de edemiyordum.

"Sence neden önemli. Gerçi oğlunla pekte ilgilendiğini düşünmüyordum. Sihirbazdan muhtemelen haberin bile yoktur." 

"Konunun annemle ne ilgisi var." diye bir adım öne çıktığımda, Serenity bana odaklanırken babamın üzerindeki büyüyü kaldırdı. Ona yardım etmek gibi bir derdim olmadığı için bakışlarım tamamen cadının üzerindeydi.

"Sana dokunduğum da anlaman gerekiyordu, Magnus. Yeterince zeki bir perisin."

Karmakarışık olmuş düşüncelerimin arasından zorla sıyrıldığımda, Serenity'nin dokunuşuyla bedenime olanları anımsadım. Zaten tam da o anda her şey netlik kazandı. Bunu çoktan dile getirmem gerekirdi. Ama kafam o kadar karışıktı ki durumu anlayamamıştım.

"Alec ile ait olduğumuz cadı sensin."

"Öyle görünüyor. Yine de aynı zamanda bu durum imkansıza yakın..." dediğinde cadının cümlesini babam tamamladı. 

"Çünkü ailemiz aslında Lilith'e bağlı."

Babama dehşet içinde bakarken ne diyeceğimi bilmiyordum. Ailemiz Lilith'e bağlıysa, Alec ile bağlı olduğumuz cadı, Lilith olmalıydı. O halde bedenim neden Serenity'e tepki vermişti. 

"Kendimi kesmeye başlamadan önce birileri bana gerçek bir açıklama yapmalı. Annem Gloria değil mi? Lilith'e mi çalışıyoruz?"

Tepkimin ergenlere göre olan kısmını görmezden gelerek babama baktım. Alec'in bende değiştirdiği bir çok duygunun içinde böyle davranmak en sıradan olanı olmalıydı.

"O açıklamadan bana da lazım, Magnus. Bu yüzden babanı dinliyoruz." diyen Serenity'nin ardından babam konuşmaya başladı. 

"Düşündüğün gibi Gloria, Magnus'un öz annesi değil. Onun annesi Rebecca. Tam adıyla Rebecca Harris."

Serenity'nin yüz ifadesi değişirken, fazlasıyla korkunç görünüyordu. Bense ne düşüneceğimi bilmiyordum. Gloria kendimi bildim bileli benim annemdi. Hatta onu babamdan bile daha fazla severdim. 

"Bu durumda Magnus, aslında hem bana, hem de Lilith'e bağlı bir peri ve sen bu gerçeği benden sakladın, Asmodeus."

"Savaşta neler yaşadığımızı biliyorsun, Serenity. Lilith'in kölesi olmak istemiyordum. Taraf değiştirmek istediğimi söyleyerek yanına geldiğimde, bana yardım edeceğini söylemiştin. Bende o günden sonra kardeşimi yanıma alarak senin için savaştım. Gloria ile sen istediğin için evlendim. Ama bir süre sonra ikimizde bunu yürütemedik ve ben... Rebecca'a aşık oldum. Ne yazık ki mutluluğumuz kısa sürdü, çünkü Magnus'u dünyaya getirirken hayatını kaybetti. Gloria ise o kadar iyi bir periydi ki her şeye rağmen Magnus'un annesi olmayı kabul etti. Ayrı olsak bile..."

Bir köşede sessizce olanları dinlerken bulmak istediğim şey cevaplardı. Ama kafamda sadece daha fazla soru oluşuyordu. Birde ben Alec'i sorunlu ve karmaşık insan sanırdım. Benimde ondan kalan bir yanım yoktu. Gloria öz annem değildi ve gerçek annemin kim olduğunu bile bilmiyordum. 

"Birde Alec'in ölüm getiren olmasına şaşırıyorum. Birde benim hayatıma bakın." dediğimde sesli bir şekilde mırıldandığımı geç fark ettim.

"Ne dedin sen?" diyerek Serenity üzerime yürüdüğünde sertçe kolumu kavradı. Uyguladı baskı, cadı gücüyle artarken yüzümü buruşturdum. Cadı sanki canımı yaktığının yeni farkına varmış gibi elini çekerken, sızlayan kolumu ovdum. Acaba Serenity'nin bu halleri de Alec'in etkisiyle gerçekleşiyor olabilir miydi? Çünkü onu genel anlamda otoriter görmeye alışıktım: Dengesiz biri değildi. 

"Sihirbazım ölüm getiren gibi davranıyor. Güçleri oldukça fazla..."

"Ölüm getiren olması mümkün değil. Ölüm getiren tek bir cadıya bağlı bile değil." diyerek lafımı keserken gözlerimi devirdim.

"Fark ettiğin üzere bende tek bir cadıya ait değilim. En güçlü iki cadıya bağlıyım." dediğimde sustum. Belki de sırf bu yüzden lanetli büyüleri daha kolay yapabiliyordum.

"Bu öyle bir şey değil, Magnus. Ölüm getiren ritüel ile oluşturulan biri...  Ayrıca en az on iki çok güçlü cadı ve büyücü topluluğunun olması gerekiyor. Bunu çok iyi biliyorum, çünkü Lilith ile o grupta yer aldım. Ölüm getireni cadı avcılarından kurtulmak için yarattık. Ama onun getirdiği yıkım kontrolümüz dışında büyürken yıllar sonra anca yok etmeyi başardık. Alec, ölüm getiren olamaz."

"Alec'i tanıyana dek beklemeni öneririm, Serenity. Onun güçlerine maruz kalan biri olarak, kontrolsüz yanı yüzünden sana geldim." dedikten sonra Alec ile yaşadıklarımı, yakınlaştığımız kısımları atlayarak anlatmaya başladım. Konuşmam bittiğinde cadının kafasının karıştığını görebiliyordum.

"O zaman Alec'i buraya getir, Magnus. Onu inceler ve durumunu bir şekilde çözerim. Yine de ölüm getiren olduğunu sanmıyorum. Sadece çok güçlü bir sihirbaz olabilir hepsi bu. Şimdi diğer işlerimi bitirmeliyim ve Asmodeus, Rebecca konusu burada kapanmadı. Bana ait olan perilere nasıl davrandığımı, onları izlediğimi çok iyi biliyorsun ve bu yaptığın... Üstelik Magnus'un durumu fazla özel..."

"Biliyorum. Ama buna tek başıma karar vermedim. Gloria'da böyle olmasını istemişti." dediğinde, Serenity öfkeli bakışlarının ardından odadan ayrıldı. Bense babamla baş başa kaldım. Ona bakmak bile istemezken geçmişi düşündüm. Anneme ve bana olan uzaklığını... 

"Bu yüzden mi annemle hep birbirinize uzak oldunuz? Peki benden neden uzak durdun?"

"Annene çok fazla benziyorsun. Yani Rebaccea'a, Magnus. Ateş özelliğini benden almış olsan da, gözlerin, bakışların, hatta davranışların..." derken gözlerinin dolduğunu gördüm. Babamı daha önce hiç ağlarken görmemiştim. Hatta Gloria annemin ölümünde bile tek bir gözyaşı dökmemişti. Ondan yıllardır nefret etmemin bir nedeni de buydu. Ama şimdi resmen ağlıyordu. Tanımaya fırsatımın olmadığı öz annem için ağlıyordu. Ona bir adım atmakla, atmamak arasında gidip gelirken babam hızlı bir şekilde odadan çıkarak, beni içinde bulunduğum ikilemden kurtardı.  

Öğrendiğim gerçeklerin altında resmen ezilirken, malikaneden ayrıldım. Alec'i bir an önce buraya getirmem gerekiyordu. Ama kafamı toparlayacak gücü bile kendimde bulamazken, malikanenin bahçesinde bulunan banklara oturdum. Dinlediğim her şeyi anlamaya, daha çok özümsemeye çalışırken kaç dakika geçtiğini bile bilmiyordum. Başımı kaldırdığımda ise beni karşılayan yıldızlar, saatlerdir burada olduğumun kanıtı oldu.

"Sonunda aramıza döndün?"

Tanıdık sesle başımı çevirirken, Camille ile göz göze geldim. Onun varlığını bile fark etmemiştim. 

"Dalgınım, Camille. Saatler önce nelere maruz kaldığımı bir bilsen..." dediğimde sustum. Camille bir şeyler paylaşmak isteyeceğim bir peri değildi. Zaten yarım kalan cümlemi bile umursamadan, ayağa kalkarak arkama geçti. Ellerini omuzlarıma yerleştirerek yavaş yavaş masaj yapmaya başladı.

"Fazla gerginsin. Serenity ile yine zor anlar geçirdiğin belli. Seni rahatlatma mı ister misin?

Başımı hafif yana çevirdiğimde bana cevap verme fırsatı bile vermeden dudaklarımı öpmeye başladı. Tepki vermemen yüzünden kucağıma yerleştiğinde, daha sert öpmeye başladı. İçimden ona karşılık vermek bile gelmezken, omuzlarından yavaşça iterek uzaklaşmasını sağladım.

"Şu an rahatlamaktan çok kafamı toplamaya ihtiyacım var, Camille. Kucağımdan in."

Camille, püfleyerek kucağımdan inerken, tekrar yanıma oturdu. "Sen bu kadar sıkıcı biri değildin, Magnus."

"Sende hiç bir zaman boş kalan bir peri olmadın, Camille. Son sevgilinden çabuk mu sıkıldın?"

"Pek sevgili yapmadığımı biliyorsun, Magnus. Senin dışında uzun süreli bir birlikteliğim hiç olmadı."

 Camille'in cümlesi kontrolsüz bir şekilde kahkaha atmamı sağlarken, bunun sebebinin gerilmekten helak olmuş sinirlerim olduğuna emindim. 

"Herkesten daha fazla yatağına aldığın birini uzun süreli ilişkiden sayamazsın. Ama kabul eğlenceli anlarımız çok oldu. Belirli aralıklarla olsa da..."

"Doğru. O yüzden bir yenisini yaşamamıza herhangi bir engel olmadığına göre... Bence naz yapmayı bırakmalısın." dediğinde, yanağımı öptü. Dudaklarını inatla tenimden çekmezken parmaklarıyla, bacağıma dokunmaya başladı. Camille bir erkeği tahrik etme konusunda cidden iyiydi. Yinede bu halimle kesinlikle ilgimi çekmiyordu. Sahi neden ilgimi çekmiyordu? Alec'i evime aldığımdan bu yana onun dışında ilgimi çeken biride olmamıştı. Onu sevdiğimi söylerken aklımdan ne geçiyordu? Bana duyduğu sevgisi, o an başımı ciddi anlamda döndürmüştü. 

"Camille, eve gitmeliyim. Serenity'nin verdiği görev için yeterince boş vakit harcadım."

"Pekala başka zaman eğleniriz." diyerek yanımdan ayrıldığında, arkasından göz devirdim. Portal oluşturarak evime geldiğimde, dalgın halime lanet ettim. Alec evimde değildi ki, onu ailesine bırakmıştım. Yeniden büyü yapmak için harekete geçtiğimde, duyduğum sesle durdum. 

"Magnus."

"Asmodeus."

"Bana tekrar baba demeyeceksin, sanırım"

Ona başımı hayır anlamında sallarken, arkamı döndüm. Ama iç çekişlerini duyduğumda, gitmek için harekete geçemedim. Her şeyi ayala alan bir yapım olsa da, kalpsiz biri değildim. Bu yüzden yeniden ona döndüğümde kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Neden geldin?"

"Af dilemeye... Özür dilerim, Magnus. Anneni sana anlatmam gerekirdi ama Gloria'a o kadar bağlı bir yapın vardı ki bunu değiştirerek, seni bir kez daha üzmek istemedim."

"Arkasına sığındığın düşünce fazla basit değil mi? Şu an annemin Gloria olmadığını öğrenmek, ona olan sevgimi bir gram bile azaltmadı. Aksine onu daha çok sevdim. Hayatımın hiç bir anında, hiç bir hareketinde acaba gerçek annem olmayabilir mi diye düşünmedim. O her zaman anlayışlı ve sevgi dolu bir kadındı."

"Öyleydi. Keşke onun için, gerçek bir eş olmayı başarabilseydim. Denedim, Magnus. Ona her zaman sadık kaldım. Ama oldı. Ayrılmaya birlikte karar verdik. Annen ile onu asla aldatmadım. Ama Rebecca öldüğünde boşlukta gibiydim. Kucağımda sen vardın ve ben sığınmak için yine ona döndüm. Gloria'nın bebeği olmuyordu. Belki de bunu bildiği için ayrılmamıza ılımlı yaklaşmıştı. Senin varlığın ise onu mutlu etti ve ben annen olmasına izin verdim. Hepsi bu. Bu bizim sırrımız oldu."

Boğazıma oturan yumru yüzünden konuşamazken, koltuğa oturdum. Resmen çöktüm de denebilirdi. Babamın bana uzattığı elinin arasındaki kağıda anlamsızca baktım. Elime alıp arkasını çevirdiğimde resimde gördüğüm kadın, nedensizce gülümsememe sebep oldu. Aynı göz rengine, aynı tene sahip olduğum kadın mutlulukla yanında duran, babama sarılmış gülüyordu. Göbeğindeki hafif çıkıntı ise benimde resimde yer aldığımın kanıtı gibiydi. Başımı hafif yana çevirdiğimde, babamın üzgün suratıyla, gözlerim dolarken ona sarıldım. 

Duygu yüklü anın ardından merak ettiğim şeyler olduğunu bilerek onun evimde kalmasına izin verdim. Saatler boyunca annemle yaşadığı aşkın, en tatlı anlarını dinlerken artık ikimizde gülüyorduk. Hissettiğimiz burukluk ve kayıplara rağmen...  

...

Sabah bedenimi saran garip hislerle gözlerimi aralarken, odamda olduğunu gördüm. Babamla yaptığım sohbet fazla geç bir saatte bittiği için Alec'in yanına gitme işini bugüne bırakmıştım. Bedenimdeki normalden fazla miktarda olan ateşle boğazım kururken, tutkuyu hissediyordum. Bu ben değildim. Alec olmalıydı. Kimi arzuluyordu?

Hızlı bir şekilde portal açtığımda, saniyeler içinde Alec'in odasına geldim. Ama daha ilk anda orada olmak istemediğim gerçeğiyle yüz yüze geldim. 

Raphael, Alec'in altında çırılçıplak yatıyordu. Alec onu deli gibi öperken içinde olduğunu kalça hareketlerinden anlayabiliyordum. Raphael'in tam olarak kendinde olmadığını fark ettiğimde, Alec'i hızlı bir şekilde üzerinden çekerek duvara fırlattım. Raphael'in bedeninde hiçte normal olmayan morlukları gördüğümde, Alec'in kahkahası odanın içinde yankılanmaya başladı. 

"Ne oldu, Magnus. Kalbin mi kırıldı?"

Alec'in kendinde olmayan bakışlarına maruz kalırken, bunun karanlık yansıma olduğunu biliyordum. Ama yine de kalbimin kırıldığını hissediyordum. O an... Onu gerçekten sevdiğimi hissettim. Tutkumu daha önceki kelimelerime bahane olarak kullanabilirdim. Ama şimdi bu hislerin bir  bahanesi yoktu. Onu gerçekten seviyorum. Ama bu yaptığını kabul edemezdim. Alec'in kahkahaları kulağıma ulaşırken tüm bunların kabus olmasını diledim.

...


Kan ter içinde gözlerimi açarken, yutkunmak işkence gibi gelmeye başladı. Boğazım resmen kupkuruydu. Nerede olduğumun farkına vardığımda ise gözlerim irileşti. Odamdaydım. Az önce kabus mu görmüştüm? Kolumda hissettiğim acıyla dişlerimi sıkarken, yataktan kalktım. Nasıl göründüğümü bile umursamadan açtığım portaldan, Alec'in odasını düşünerek geçiş yaptım.

〽 Bölüm Sonu

Bölümdeki kabus kısmı Alec'in daha doğrusu karanlık yansımanın gerçekte yapmayı planladığı şeydi. Karışıklık olmasın diye yazıyorum. Hiç biri henüz yaşanmadı :) 

Sonraki bölümde görüşmek üzere...

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro