Onun Cenneti
_Önceki Bölümden Kesit_
William'a cevap olarak başımı aşağı yukarı sallarken derin bir nefes aldım. O ise üzerimden kalkarak odadaki koltuğa oturdu. Bedenim, güçlerimle yeniden bir bütün olurken onu hareketlerini izledim.
Saniyeler içinde de, bedenimden bir acı dalgasıyla, korkunun geçtiğine şahit oldum. Alec'in titreyen bedeniyle dişlerimi sıkarken kendimi ağlamamak için zor tutuyordum.
Magnus
Aldığım derin nefesle koltukta oturan Alec'e yaklaşırken ellerimi yumruk haline getirdim. Bedenimi kaplayan duyguların her biri öylesine acı veriyordu ki, kendimi bıraktığım anda ağlamak yapacağım ilk şey olacak gibi geliyordu.
William, Alec'i hapsettiği zihninde, gösterdiği kabuslarla işkence ettiğini söylemişti. Ama ben bu işkencenin ne kadar süre gerçekleştiğinden bile emin değildim. Zaman ve mekan kavramının olmadığı kabuslar da, Alec, aylarca hatta yıllarca işkence görmüş bile olabilirdi. Bundan bir haber olmaksa, kendimi berbat hissetmeme sebep oluyordu.
Elimi yavaşça havaya kaldırdığımda, Alec'in omuzuna dokundum. O ise titreyen bedeni ve kıpkırmızı gözleriyle yavaşça başını çevirdi. Beni gördüğü anda ise korkuyla yerinden sıçradı. Sonrasında da, yaratık görmüş bir ifadeyle, benden uzaklaşarak odanın bir köşesine çöktü. Bunu neden yaptığını bile anlamamıştım. Zihni hala gerçekliği kabul etmemiş olabilir miydi?
Alec'in korkmuş küçük bir çocuktan farksız görüntüsü içimi parçalarken, sakin kalmaya çalışmam gerçekten çok zordu. Kafamın içinde William'a yüzlerce kez küfür ediyor olsam da, Alec'e odaklı kalmaya çalışıyordum. En azından deniyordum. Onun hissettiği sayısız olumsuz duyguya, öfkemin eklenmesi durumu daha da kötüleştirmekten öteye gitmezdi.
Yavaş hareketlerle Alec'in önünde diz çöktüğümde, saçlarına dokundum. Gece karası saçlarının verdiği hislere odaklanarak, sevgimi hissetmesini istiyordum. Ona şu an ilaç olacak tek şeyin sevgim olacağını düşünüyordum.
"Alec, bana bak."
Bir kaç kez aynı cümleyi tekrar etmem gerekse de, Alec ısrarla başını dayadığı dizlerinden ayırmıyordu. Sürekli olarak kendince bir şeyler mırıldanıyor, anlamsız sesler çıkarıyordu. Boğuk çıkan sesi yüzünden kelimeleri anlamam zordu. Çok geçmeden de dayanamayarak onun omuzlarını kavradım. Yavaşça ittiğimde, güzel yüzü gün yüzüne çıkarken, kelimeler de anlam kazanmıştı.
"Sen gerçek değilsin..."
"Cadılar... Beni bulacaklar... "
"Yine yakalayacaklar... "
"Bana işkence ediyorlar."
"Neden canımı yakıyorlar?"
Alec, çıldırmış gibi aralıklarla konuşmaya başladığında, istemsizce gözlerimi kapattım. Zihnimde ortaya çıkan görüntülerse dişlerimi sıkmama sebep oldu. William'ın daha önce nasıl işkence gördüğünü biliyordum ve şu an o işkencenin Alec'in çekmesini sağladığını anladığımda, artık ağlamaya başlamıştım. Kendimi daha fazla tutmam mümkün olmamıştı. Alec'in de benden farksız görüntüsüyle, ellerimi yanaklarına yerleştirdim. Elime bulaşan göz yaşlarını silerken güçlü durmaya çalışıyordum.
"Alec, buradayım. Gerçeğim. William'ın sana gösterdiği kabuslar bitti."
Alec, şiddetle başını iki yana sallamaya başladığında, sabit durması için yanaklarına ellerimi koyarak başını kavradım.
"Buradayım, Alec."
"Hayır, değilsin. Burada yoksun. Ben yalvardım. Çok yalvardım, ama... Sen gelmedin, Magnus... Onlar ruhumu benden koparmaya çalışıyorlardı. Belki de başardılar. Artık yokum. Ben bile burada değilim."
Alec'in sinir krizi geçirir hali sürerken, nefesimi yüzüne üfleyerek gözlerine baktım. Hemen sonra da dudaklarını, dudaklarıma doğru çektim. Öpücük olması gereken en masum haliyle sadece dudakların birbirine temas etmesiyle sürerken, Alec'in duygularına odaklandım. Sevgisini hissetmek istiyordum. Ama acı ve korku o kadar baskın bir durumdaydı ki, sanki tüm iyi duyguların üstünü siyah bir örtünün altına gizliyordu.
Öpüşmeyi sona erdirerek yavaşça geriye çekildiğimde, Alec'in yüzüne baktım. Ağlamaktan kızarmış gözleri, içimi parçalasa da, bakışlarındaki delilik halinin yavaşça kaybolmasını bekledim. Yanağımda hissettiğim eline başımı yaslarken, ağlayan gözlerime inat gülümsemeye çalıştım.
"Gerçekten sensin..."
"Evet, Alec benim. Yanındayım."
Beni kendine çektiğinde, ona uyarak dudaklarımı öpmesine izin verdim. Az önceki masumlukla uzaktan yakından alakası olmayan öpücüğün ardından, bedenime sarılan kollarla, sevdiğim adama sıkı sıkı sarıldım.
Dudaklarım Alec'in tenine değerken, onun yaralarını sarmaya çalışıyordum. Aynı şekilde onunda bana ilaç olmasını istiyordum.
"Magnus... Ben... William..."
Alec'in saçlarını okşayarak başını omzuma daha fazla gömmesini sağlarken konuşmasına izin vermedim.
"Şşş artık geçti, Alec. Hepsi geçecek. İnan bana..."
Nefes seslerimiz odadaki tek ses olurken, derin derin nefesler alıyordum. Bir süre sonra Alec, aniden beni ittiğinde, afallamış olsam da, hiçbir tepki vermedim. Daha doğrusu veremedim.
"Ben oradan nasıl çıktım? William, çok kararlıydı. Beni yok edecekti. Şimdi sen... Sana bir şey mi yaptı?"
"Sakin ol, Alec. Ben iyiyim..."
"Hayır... Sana bir şey yaptı öyle değil mi? O... Karşılık almadan hiç bir şey yapmaz. Yapamaz. O bir şeytan... Beni..."
Alec'in omuzlarını kavradığımda, sakinleşmesi için tenini sıktım. Sinir krizi hali geçmiş gibi görünse de hala devam ettiğini şu an anlıyordum.
"Alec, lütfen sakinleş. Şu anda William'dan konuşmak istemiyorum. Bana bir şey yapmadı, sadece istediğini aldı. Hepsi bu."
"Seni... İstediği sensin dahası..."
Parmağımı Alec'in dudaklarına yerleştirdiğimde, daha fazla konuşmasına izin vermedim. Ona gerçekleri anlatamazdım. Ama duygular yüzünden yalan da söylemezdim. Kendime sadece saniyelik bir düşünme şansı tanıdığımda, derin bir nefes aldım. Gerçekler, yalanlar için kullanacağım tek araç olacaktı ve istemesem de bunu yapmak zorundaydım.
"Sana yaptıkları yüzünden kafan karışmış, Alec. Olan şey şu... William ile birlikte, listedeki iki kişiyi daha öldürdük ve o seni yine bana verdi. Anlaşmamız bu değil miydi? Ben onun perisi olacağım ve o da seni bana verecek. Şu an sadece sakinleşmen gerek."
"Ama..."
Alec'in yüzünü tekrar ellerimin arasına aldığımda, gülümsemeye çalıştım. Ne kadar başarılı olduğum tartışılsa da, aynı anda duygularımı dizginlemek asıl zor olan şeydi. Kendime bir odak noktası bulmak için Alec'in yüzüne doğru yaklaştım. Dudaklarını yavaşça öperken, karşılık alacağım anı bekledim. Çok geçmeden aldığım karşılıkla, onun tadı odaklandığım tek şey oldu. Kokusu, dilimde bıraktığı tat, hissettirdikleri yavaşça kalbimi ısıtırken öpüşmeyi kesmek istemesem de durdum.
Geriye çekildiğimde, Alec'in kehribar rengi gözlerinde kaybolmak istedim. Onunla kaybolmak... Ama bu düşüncenin imkansızlığı bir yana, yapmam gerekenin onu sakinleştirmek olduğunu biliyordum. Tıpkı kendimin de ihtiyacı olduğu gibi...
"Lütfen Alec, William'ı düşünmeyi bırakalım. O liste bitene dek kısıtlı zamanlarımız olacak. Böyle anları da o şeytanın kirletmesine izin vermemeliyiz."
"Haklısın, Magnus. Ben... Özür dilerim."
"Önemli değil, Alec. Hadi artık birbirimizle ilgilenelim."
Alec'i kollarından çekerek ayağa kaldırdığımda, aklımda olan yere banyoya doğru yönlendirdim. Her adımda onu incelerken, tükenmişliği canımı yaksa da görmezden gelmeye çalışıyordum. Dediğim şeyleri gerçekleştirmek zorundaydım. Ancak o zaman, Alec'in gerçek anlamda iyi olmasını sağlayabilirdim.
William, anlaşmanın sonunda yeni bir beden bulacağını söylemişti. O şeytanın belki de en iyi yaptığı şey, verilen sözleri tutmak olabilirdi. Tamda bu yüzden hiçbir şeyin mahvolmasına izin veremezdim. Sonunda ondan sonsuza dek kurtulma şansımız varsa, bu şansı sonuna kadar kullanmak istiyordum. Alec iyi olacaksa, kendimi göz ardı edecek bir durumdaydım.
"Daldın, Magnus."
Alec ile banyoya geldiğimizi yeni yeni fark ederken, banyodaki dolaba yaslandım.
"Üzgünüm, Alec. Cadı ve büyücü olayı beni biraz yordu da."
"Anladım. Ama neler yaşadığını bile bilmiyorum."
Alec ile konuşmamızın kısır bir döngü içerisinde sürekli olarak William'a geleceğini fark ederken işleri hızlandırmak için büyümü devreye soktum. İlk büyü, duşu bizim için hazırlarken, sonraki büyüyle çıplak kalmamızı sağladım. Onun elini tutarak duş kabinin içine girdiğimde, hızla ıslak hale gelen Alec'in bedenini inceledim. Mavi alev rengine sahip rünler, fazlasıyla ilgi çekici görünürken ona doğru yaklaştım. Şu an konuşmak istemiyordum. Sadece hissetmek istiyordum.
"Artık birbirimizle ilgilenelim."
Alec, yarım bir gülümsemeyle bana bakarken, beni yavaşça kendine çekti. Dudaklarımızın anahtar kilit misali uyumuna kapılırken, zihinlerimiz yavaşça boşalıyordu. Ellerim, Alec'in bedeninde gezinirken artık yerlerini ezbere bildiğim rünlerin üzerinde parmaklarımı gezdirdim. Dokunuşun yarattığı titreşim ikimizi de etkilese de, Alec'in sadece dokunuşumla titremesinin bana yaşattığı hazzı daha çok seviyordum. Bu yüzden öpüşmemizi sonlandırarak, dudaklarımı yavaşça tenine değdirdim.
Boynunda bulunan işaretin üzerinden dilim ve dudaklarımla geçerken, kulaklarıma dolan inleme ile gülümsedim. Aynı anda kalçalarım da hissettiğim dokunuş bedenlerimizin temasını arttırırken, tenini öpe öpe aşağı doğru kaymaya başladım. Göğsündeki işareti es geçmeden göbeğine doğru ilerlediğimde, Alec'in derinden aldığı nefesle omzumu sertçe sıkması bir oldu.
"Magnusss."
Daha da aşağılara indiğimde, tahrik olduğunun kanıtı olan kabarıklık ile göz göze geldim. Parmağımı yavaşça üzerine gezdirdiğimde, kasıklarına bir öpücük kondurdum. Alec, yeniden titrerken saçlarımı sertçe kavrayarak beni ayağa kaldırdı. Dokunuşumla çıldırmasına bayılıyordum.
"Niyetin altta olmak mı?"
"Olabilir. Yine de yatağa geçtiğimizde üstüne atlayacak kişinin ben olacağımı biliyorum."
"Öyle mi?"
Alec'e gülümseyerek karşılık verdiğimde, göz kırptım. O ise koyulaşan gözleriyle yerlerimizi değiştirirken, sırtımı banyo duvarına dayadı. Sert hareketlerini sevdiğimi bildiğin için dudakları hızla tenimi bulduğunda, boynumun ısırılmasıyla inledim. Bir elim saçlarını kavrarken, diğeriyle sırtına tırnaklarımı geçirdim. Alec ise dokunuşlarını ve dudaklarının hızını arttırarak zaten alev almış olan bedenimin, küle dönmesi için uğraşıyordu.
Parmaklarının verdiği hisle kısa sürede hazır hale gelirken, bedenimi kavramasıyla hafifçe yükseldim. Bir olan bedenlerimizin verdiği hazla dişlerimi sıkarken, tırnaklarımı Alec'in sırtına batırmıştım. Alec, başını boynuma gömerek hareketlerine başladığında, kendimi saniyeler içinde kaybetmişti. Bu pozisyonun verdiği haz bir başka olsa da, yorucu olduğu bir gerçekti. Sırf bu düşünceyle bir büyü mırıldandığım da, bu anın daha uzun sürmesini sağladım.
Kendimi tamamen Alec'e ait hissetmek istiyordum. Her ne kadar düşünmek istemesem de, William'a verdiğim söz yüzünden onu bir daha ne zaman görebileceğimi bile bilmiyordum. Bu yüzden de, en derinimde hissettiğim vuruşların arasında sürekli Alec'e ait olduğumu mırıldandım. Her inlemenin ardından dudaklarımdan çıkan "Seninim." kelimesinin, Alec'i en az benim kadar mutlu ettiğini biliyordum.
Alec, rahatlamış bir halde durduğunda, nefesini boynuma üfleyerek kendine gelmeye çalıştı. Bende uyuşan bacaklarımı yavaşça aşağı doğru indirdim. Saçlarını yorgun halime inat okşarken, sık aldığım nefeslerin arasında konuştum.
"Seni çok seviyorum, Alec."
"Bende, Magnus... Bende seni çok seviyorum."
Onu gülümseyerek hala akmakta olan suyun altına doğru ittiğimde, yanda duran şampuanı elime aldım. Büyü yapmış olsam da, onun durumu benden bir tık daha kötüydü. Hem bütün işi yapmıştı hemde insan bedeninin sınırlarını yaşıyordu. Saçlarını şampuanlarken, gülümseyerek elini beline yerleştirdi.
"Beni yıkaman güzel oldu."
"Hemen şımarma, sende beni yıkayacaksın."
"Ama yoruldum."
"Yatağa geçtiğimizde bunu sana hatırlatırım."
Gülümseyerek onu yıkmaya devam ettiğimde, işim bittiği anda şampuanı ona uzattım. Alec, yalandan sinir olmuş bir ifadeyle bana baktıktan sonra, saçlarımı yıkamaya başladı. Banyo keyfimiz bittiğinde de, birlikte odaya geri döndük. Sadece havlu sarılı bedenlerimizle yatağa uzandığımız da yorgunluk ikimizi, her ne kadar istemesek de ele geçirdi. Uykuya dirensem de, Alec'in çoktan uyumasıyla ellerimle saçlarını yavaşça okşamaya okşadım.
"Seni seviyorum, Alec ve söz veriyorum. Bu iş bittiğinde, William'dan kurtulman için elimden gelen her şeyi yapacağım."
Ellerim saçlarında gezinmeye devam ederken, yüzünde oluşan gülümsemeye odaklı kaldım. Çok geçmeden de zihnimde yankılanan cümleyle dişlerimi sıktım.
"Bende seni seviyorum, Magnus."
"William..."
Kaşlarım hafifçe çatılırken, Alec'in gözlerini açmasıyla geriledim. Kehribar rengi gözlerin yerini alan mavilikler den hoşlanmamıştım. William, az önce Alec'in saçlarını okşadığım elimi kavradığım da, gülümsemeye devam ederek konuştu.
"Surat asma, Magnus. Alec, uyuduğu için buradayım. Tıpkı sizin beni uyuttuğunuz zaman olduğu gibi..."
"Ne oldu? Bu kadar kısa bir veda mı olacaktı?"
"Aslında hayır... Sadece, sözünü tuttuğun için anlaşmanın benle ilgili kısmını gerçekleştirmek istedim. Alec'i nasıl bir yerde tutacağımı merak ediyordun."
Bedenimden bir endişe dalgası geçerken, kafamı aşağı yukarı salladım. William ise elimi alarak yanağına yerleştirdi. İtiraz etmek istesem de, kabul etmem gerektiğini biliyordum. Alec'e ne olacağını görmek zorundaydım.
"O halde izle ve gör."
Zihnim hızla derinlere çekildiğinde, karanlığın içine düşmüştüm. Etraf yavaşça aydınlık hale geldiğinde, bulunduğum yere baktım. Büyük bir bahçenin içinde olduğumu fark ettikten sonra, gözüme takılan ilk şey Lightwood malikanesi oldu. Ardından da bizi gördüm. Alec, ile el ele tutuşmuş ağaçlık arasında yürüyorduk.
Az ilerimizde Clary, eline aldığı çizim defterine bir şeyler karalarken, Jace onu izliyordu. Isabelle ise, Jonathan ile bahçeye yakın olan havuzun kenarında güneşleniyordu. Bakışlarım yeniden Alec ile kendimi bulduğunda, durumu garipsemiş olsam da garip bir şekilde mutlu hissediyordum. Özellikle Alec'in yüzündeki kocaman gülümsemeyi gördükten sonra... Ardından ortaya çıkan ifadesiyse gülümsememe sebep oldu.
Zaten çok geçmeden de bakışlarının anlamı olan öpücük gerçekleşirken, belime dolanan ellerle irkildim. Yine de tepkisizce Alec ile kendimi izlemeye devam ediyordum.
"Gördüğün görüntülerden hoşlandın mı?"
Kulağıma dolan farklı sesle başımı çevirme ihtiyacı duyduğumda, karşılaştığım farklı yüzle aniden uzaklaştım.
"Sen."
"Böylesi senin için daha kolay olur diye düşündüm. En azından zihninde beni, ben olarak görebilirsin."
William'ın açıklamalarıyla kaşlarım çatılırken, diğer yandan bunun benim için iyi olacağını düşündüm. Alec'in yüzüne nefretle bakmak istemiyordum. Artık nefret edeceğim kişinin yüzünü görebiliyordum.
"İyi düşünmüşsün. Şimdi ne olacak?"
"Listeye yarın akşam devam edeceğiz. Alec, uyandığında ona sadece listeden bahset ve bende onu zihnindeki cennetine geri göndereyim. Sonrasında neler olacağına bakacağız."
William'a arkamı döndüğümde, tekrar Alec'e odaklandım. O burada, kendi cennetinde mutlu olmaya devam edebilirdi. Buna hiç bir şekilde itirazım olmayacaktı. Çünkü sonunda onu gerçekten kurtaracağımı hissediyordum. Bunun bedelini ise dünyada kendi cehennemimi yaşayarak sağlamam gerekse bile, bunu yapacaktım.
"Anlaştık, William."
"Teşekkürler, Magnus."
"Ne için?"
"Bundan sonra yaşanacak güzel şeyler için... Şimdi uykuna dönebilirsin. Uyandığında Alec yine seninle olacak."
William'a cevap verme gereği duymadan gözlerimi kapattım. Zaten çok uzun sürmeden de uyku benliğimi ele geçirdi. Fark etmediğim şeyse rüyalarımın Alec'in cennetine uyanması olduğuydu.
〽 Bölüm Sonu〽
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro