Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Ölüm Getiren

Lütfen yorum bırakın :) Kurgu hakkında düşüncelerinizi cidden merak ediyorum. 

Keyifli okumalar ♥

İthaf: Mrvecn01


_Önceki Bölümden Kesit_ 

Duygularının o kısmı, tüm mantıklı düşüncelerine rağmen açlık çekiyordu. Beni istiyordu. Yinede korkusu kalbini öylesine ele geçirmişti ki, kesinlikle kendi kendine adım atamazdı. Bu yüzden de ondan bir adım uzaklaştım. Göğsüme batan ağrı, açıkçası canımı yakmaya başlamıştı. Alec, heyecandan kalp krizi geçirecek gibiydi.

"Anlaştığımıza göre gücün konusunda iyi şanslar. Bir kaç saat içinde dönerim." diyerek odadan ayrıldım. Ağrı Alec, sakinleştiği anda geçerdi. Bu yüzden sadece kendim için iyileştirme büyüsü yaparak evden ayrıldım. 

Alec


Nefes alamıyordum. 

Kesinlikle nefes alamıyorum.

Elimi, az önce Magnus'un elinin bulunduğu göğsüme yerleştirdim. Kalbim çok hızlı atıyordu. Boğazım kurumuştu. Atak mı geçiriyordum? Yani öyle olmalıydım. Bakışlarım boş olan odada, gezinirken yutkundum. Eğer gerçek bir şey olsaydı? Magnus gitmezdi. Yardım ederdi, öyle değil mi? O zaman bunun başka bir sebebi olmalıydı... 

Belki de etki? 

Etkilenmiştim!

Olamaz!

Hayır, bu kabul edilebilir bir durum değildi. Sadece bağ, Magnus ile yakınlığım yüzünden kendini göstermiş olmalıydı. Hepsi bundan ibaretti. Kitap ne diyordu?

Sihirbaz ve peri ne kadar yakınlaşırsa bağda o kadar kuvvetlenir. 

Sadece ondan uzak durmam gerekiyordu. Magnus gittiğine göre onu düşünmeden, etkilenmeden hareket edebilirdim. Evet yapacağım şey tam olarak buydu. Hem ben erkeklerden hoşlanmıyordum ki... Aslında kadınlardan da hoşlandığımı sanmıyordum. Araf da kalan ruh gibiydim.

Derin bir nefes aldığımda, kendimi biraz daha iyi hissettiğime karar verdim. İyiydim. Şimdi kitaplara dönebilirdim. Gerçi bu kadar çok sayıda olmaları gözümü korkutmuyor değildi. Yinede okumayı seven bir yanım olduğundan zorlanmayacağımı düşünüyordum.

Raftaki isimlerine göz gezdirdiğimde, kitaplardan birisi nedensizce ilgimi çektim. Elime aldığım kitabın kapağındaki kabartma desenler çok gerçekçi görünüyordu. Parmaklarımda kabartmalara dokunurken, bir an canlı olduklarını düşündüm. En azından hissettirdikleri bunlardı. Ama işin kötü kısmı kapaktaki kelimeleri anlamıyordum. Bu hangi dildi?

Kitabın kapağını açmamla, kitap sarı renkli ışıkla kaplanırken elimden bırakmayı düşündüm. Yazılı harfler okunur hale gelirken, şaşırmamıştım. Magnus'un yaptıklarından ve onun ne olduğunu kabul ettikten sonra şaşırma kotam dolmuş olmalıydı. Aklım ona odaklanıp, son hareketlerini zihnimde oluştururken kafamı iki yana salladım. Hayır periyi düşünmek yoktu. Bunu kendime yapmayacaktım. 

Hızlı adımlarla çalışma masasına yürüdüğümde, sandalyeye oturdum. Kitabın ilk sayfasında ilgimi çeken başlık için, birkaç sayfa çevirerek okumaya başladım. 

Kara Büyü Felaketi

Cadıların bile kullanmaktan korktuğu büyülerin, büyük bir kısmını kara büyüler oluşturur. Bu büyüler çok güçlü olmanın yanında, asıl korkulan yanları karşılığında ödenmesi gereken bedellerdir. Bir çok büyücü bedel ödememek adına bu büyüleri kullanmaz. Bazıları da bedel ödeme kısmını masum kurbanlarının üzerine yıkarak, büyüleri gerçekleştirir.  

Okuduğum kısım cadılardan korkmam için gerekli nedenler verirken, kendimi Magnus'a hak verirken buldum. Cidden tehlike altındaydık. Okumaya devam ettiğimde, kendimle ilgili bir şey bulamamıştım. Pes edecek duruma gelsem de, bir sonraki sayfada geçen sihirbazlar tekrar dikkatimi toplamamı sağladı. 

Uzun zaman önce cadıların bir kısmı, sihirbazları oluşturmak içinde kara büyüleri kullandılar. Ortaya çıkan peri ve sihirbaz karanlığın tesiri altına girdiklerinden, birer ölüm makinesine dönüştükleri görüldü. Hatta birçoğu zincirlerinden kurtulmak için ait oldukları cadıyı yok etti. Ama oluşan yıkım sadece tek bir cadının ölümüyle son bulmadı. Sihirbaz ve perinin içinde var olan  karanlık, kana olan açlıkla bir araya geldiğinde, karşılarına çıkan her canlıyı yok etmelerini sağladı.

Kitabı okumaya ara verdiğimde, kendimi fazlasıyla korkunç fantastik bir roman okuyor gibi hissediyordum. Ama işin gerçekler kısmı elbette rahat hissetmeme izin vermiyordu. Bir çok kıyımın yazıldığı dehşet içerikli yazılardan sonra, kendimle ilgili bir şey bulamayacağımı düşünerek başka bir bölüme geçtim. 

Ölüm Getiren

Bu kelime bir kişiden ziyade, bir düşünceyi temsil eder. Cadıların bulunduğu büyük bir topluluk, sayısız kurbanla ölüm getireni yaratacaklarını düşünmüşlerdir. Ölüm getiren, peri, sihirbaz hatta cadı olabilir. Kayıtları kesin olmamakla birlikte ölüm getirenin sadece bir kez ortaya çıktığı görülmüştür. Bu kişi, kara büyü ile oluşturulmuş sihirbazların arasında var olmuş, ismi ise hiç bir yerde belirtilmemiştir. 

Ölüm getiren yani sihirbaz, içinde bulundurduğu güçle dokunduğu her kişiyi ölüme sürükleyen bir güce sahiptir. Kurbanlarının bazıları hızlı, şansız olanları ise günler hatta aylarca acı çekerek ölüme kucak açmışlardır. Cadılar ölüm getireni kontrol edeceklerini düşünseler de, yanıldıklarını kısa zamanda acı bir biçimde öğrenmişlerdir. 

Cadılar ölüm getirenin yeteneklerine maruz kalarak teker teker can verirken, sihirbaz güçlerinin sınırlarını zorlamaya başlamıştır. Güç açlığıyla kendi perisinin ruhunu çalan sihirbaz, onunla bütün olduğunda kısa sürede periyi tüketmiştir. Bunun ona getirisi ise artık güçlerini kullanırken, temasa ihtiyaç bile duymaması olmuştur. 

Saatlerdir okumayı sürdürdüğüm kitap her bir kelimede beni daha fazla dehşete düşürmüştü. Son kısım ise resmen beynimde dönüyordu.

Ölüm getirenin, tek bir bakışı karşısındaki kişi her kim olursa olsun onu ölüme götüren yegane şey olacaktır. 

Ölüm getiren... 

Sihirbaz... 

Magnus, yaşam enerjisini çaldığımı söylemişti. Ölümü hissettiğini dile getirmişti. Yazılanlar ile onun söyledikleri, birbirine fazla benziyordu. Tüm bu güç anında, kendimde olmasam da ona dokunmuş olmalıydım.  Keşke gücü kullanırken bir şeylerin farkında olsaydım. Belki o zaman, bazı şeyleri tam olarak anlayabilirdim. Ama hala bir şey hatırlamıyordum. Sadece Magnus'un anlatıklarına sahiptim. 

"Magnus..."

Evde yankılanan kadının sesiyle, dikkatim dağılırken çalışma odasından ayrıldım. Oturma odasında, adının Catarina olduğunu hatırladığım kadın duruyordu. Beni fark ettiğinde gülümsedi. Ben ise kafamdaki düşüncelerden tepki bile veremiyordum. 

"Magnus, nerede?"

"Bilmiyorum. İşlerinin olduğunu söyledi."

"O halde iyi olmalı."

Kadının Magnus'u düşünen kelimelerine odaklandığım da, içime garip bir sıkıntı doldu. Magnus, kitapçı dükkanındaki perilerden biriyle karşılaşmış olabilir miydi? Gerçi, kendimi kötü hissetmiyordum. Ona bir şey olsa bende hissederdim.

"Evden ayrılırken iyiydi."

Catarina'nın bakışları biraz daha rahatlarken, koltuğa yerleşti. Bende ona ayak uydurmak adına tekli koltuğa oturdum. Anlamsız sessizlik ortamı ele geçirdiğinde, bakışlarım odadaki bir noktaya dalmıştı. Dalgınlığın etkisiyle kolumdaki dokunuşu geç fark ettiğimde, bakışlarım kadını buldu. 

"Sen iyi misin? Deminden beri sana sesleniyorum."

"Ben... Bilmiyorum." dediğim anda hissettiğim acıyla dişlerimi sıktım. Sırtım... Sırtıma bir şeyler batıyordu. Nefesim acıyla sıklaşırken, neredeyse gözlerimden yaş gelecekti.

"Alec?"

Ben cevap veremeden aniden odada hareket olduğunda, baktığım yerde Magnus'u gördüm. Bedeni odaya adeta fırlatılarak giriş yaptığından, duvara doğru savrulmuş. Sırtını acıyla duvara yaslarken, Catarina hızla onun yanına gitti. Bense hiç bir şey yapamıyordum. Acı çekmek dışında... 

"Seni görmek ne güzel, Catarina..."

"Seni böyle görmekten hoşlanmıyorum, Magnus..."

Kadın Magnus'u, çöktüğü yerden kaldırırken karşımdaki koltuğa oturdu. O andan itibaren kendimi görünmez adam gibi hissetmeye başladım. Catarina önce Magnus'un üstünü soydu. Sadece pantolonu ile kaldığında, arkasına geçerek oturdu. Elleri, Magnus'un çıplak sırtında gezinirken, bu durumun beni neden rahatsız ettiğini anlayamıyordum. Kısa sürede acım yok olduğunda, bedenimi dikleştirdim. Bu Magnus'un iyileştiği anlamına geliyor olmalıydı.

"Burada olduğuna cidden sevindim. Kendimi iyileştirecek halim kalmamıştı." diyen Magnus, kadının yanağını öptü. Sonrada yeni görmüş gibi bana döndü. 

"Ah Alec? Acıdan seni fark etmedim bile..."

"Bense acınla seni gayet iyi fark ettim."

Magnus ile Catarina birbirlerine baktıktan kısa süre sonra gülmeye başladıklarında, onların neye güldüğünü bile anlamıyordum. Catarina ayağa kalkarak , "Gelmişken size yiyecek bir şeyler hazırlayayım. Olanları sonra konuşuruz, Magnus." diyerek mutfağa gitti. Magnus, oturduğu koltuğa, uzanırken hala giyinmek için harekete geçmemişti. Ben ise ona bakıyordum. Neden onu izliyordum? Sonra aklıma gelenlerle kendime küfürler ettim. İlk elden düşünmem gereken buydu. Ailem...

"Bu durumunun ailem ile bir ilgisi var mı? İyiler değil mi?"


Magnus, başının altına çektiği yastıkla daha rahat bir şekilde uzanırken, gözlerini kapattı. Bu hali beni sinir ederken hızla ayağa kalktım. Dizimle bacağına dürterken de, hala sinirliydim. 

"Sana diyorum. Cevap versene..."

Magnus tek gözünü açtığında ters bir bakış attı. "Ailenle olayın bir ilgisi yok. Olanlardan habersiz mutlu mesut yaşıyorlar. Ben ise ölümden döndüm. Pek umurunda olmadı ama... Birde ben ölürsem sende öleceksin, hatırlatayım dedim."

Kitaptaki yazılanları hatırladığımda iç çekerek yere oturdum. Yine haklıydı.

"Haklısın. Ama Catarina iyi olmanı sağladığına göre bir sorun kalmamıştır." diyerek, sırtımı koltuğa yasladım. Saniyeler içinde de kulağıma dolan kıkırdama sesiyle başımı çevirdim. Magnus'un soluğu yanağıma değerken, "Küçük sihirbaz perisini mi kıskandı?" dedi. 

Anide kanıma karışan öfkeyle ayağa kalktığımda, o hala gülüyordu. Nasıl gülebiliyordu? Duygularımızda etkileşim halinde değil miydi? Benim öfkeli halim ona da yansımalıydı. 

 "Öyle bir şey yok. Çalışma odasında söylediklerinde tam bir saçmalıktı zaten. Hepsinin sebebi peri sihirbaz bağının lanet etkisi. Seni kıskanmam mümkün değil..."

Magnus, yeniden koltuğa uzandığında, "Nasıl diyorsan öyle olsun. Hem zaten ben bu bağ saçmalığından yılmak üzereyim." dedikten sonra, "Gücünle ilgili bir şey buldun mu?" diye sorarak konuyu değiştirdi. 

Okuduklarımı ben bile zar zor anlarken ona nasıl anlatacağımı bir süre düşündüm. Ama konuşmaya bile başlayamadan, odaya giren Catarina ile susmak zorunda kaldım. 

"Yemekler hazır."

Magnus hızla mutfağa giderken, bende peşinden yürüdüm. Yemek ikisinin arasında süren sohbetle geçerken iştahımın saniye saniye kaçtığını hissediyordum. Yaşadığım bir saçmalığa daha maruz kalırken, sinirle soludum. Bu bağdan kurtulmak için uzak durmam gerekliydi. O yüzdende ikisine afiyet olsun dedikten sonra hızla çalışma odasına geçtim. Bir kaç tane kitabı aldıktan sonrada, odama yürüdüm. Kitapları okuyacak ve Magnus'u düşünmeye son verecektim. 

Magnus

"O cidden kötü durumda?"

"Anlamadım?"

Catarina, yüzüme ciddi misin der gibi bakarken bakışlarım, Alec'in az önce kalktığı sandalyeye takıldı. Yemeği önünde dururken, birden gitmeye karar vermişti.

"Sihirbazın... Benden neden hoşlanmadığını hala çözemedim. Seni kıskanıyor olabilir mi?"

Catarina ile aynı düşüncelere sahip olmama kahkahalarla gülerken, kısa süre sonra derin nefesler almaya başladım. Alec, öyle görünüyor olabilirdi. Ama inadı, bahaneleri, bunu ölse kabul etmezdi. 

"Bence bunu ona sormayı bile deneme. Kendini en yakın camdan aşağı atar. Sonrada olan bana olur, Catarina..."

"Haklı olabilirsin. Asıl konumuza dönelim. Nasıl bu hale geldin? Hoş başına bela alma konusunda uzman sayılırsın..."

Kollarımı göğsümde birleştirirken hala üstsüz olduğumu hatırladığımda, küçük bir büyü yaptım. Tüm kıyafetlerim ve bedenim yenilenirken, yüzüm asıktı. Başımı çoğu kez belaya soktuğum doğruydu. Ama bu kadar büyüğü ilk kez oluyordu. 

"Evden ayrıldığımda ilk iş olarak Alec'in ailesiyle ilgilenmeye gittim. Maryse Lightwood bu zamana kadar tanıştığım en ürkütücü insan olabilir. Tabi Alec'den, hemen sonra... En başta, kadına Alec'in benim oluşturduğum bir kampa katılacağını söyledim. Annesiyse bize haber vermeden böyle bir şeye karar vermesi mümkün değil dedi. Sonrasında başına bir şeyler mi geldi diye resmen sorguya çekildim. O anı yaşadıktan sonra mecburen, kadına büyü yapmak zorunda kaldım. Resmen asosyal bir sihirbazım var, Catarina. Etrafında ailesi dışında olan tek kişi sanırım Simon adındaki çocuk. Neyse sonuç olarak ailesini etki altına aldım. Alec'in doktor kontrolünde küçük bir tatile çıktığını düşünüyorlar."

Catarina, yüzüme bakarak kıkırdadı. Alaycı ifadesine karşılık normal tepkim gülmek olurdu ama ben sinirleniyordum. Bu duygu... Alec'e ait olmalıydı. Resmen çocuk gibi davranıyordu. Bense onu görmezden gelerek, arkadaşıma odaklandım. 

"Savaştan çıkmış halinin sebebi neydi?"

"O mesele... Peşimize en hızlısından hangi cadının takıldığını merak ettiğim için, Recondite şehir merkezindeki bara gittim. Hata ettiğimi ise kısa süre de anladım. Yani üzerimde 'Sihirbazım var.' yazılı bir tabela ile gezsem muhtemelen daha az dikkat çekerdim. Alec'in ışıltısı bana bulaştığı için periler sihirbaza sahip olduğumu anladılar. Hala hangi cadı olduğunu kestiremediğim kişiye çalışan perilerin avı oldum. Sayılar çok fazlaydı, Catarina... Mecburen kaçmak zorunda kaldım. Geçen seferki gibi kara büyüde kullanamazdım. Biliyorsun, kanadımda oluşan çürüme, su perisinin gücünün yanında, kullandığım kara büyünün de etkisiyle oluştu."

Catarina anladığını belirten şekilde gülümserken ayağa kalktı. "Pekala. O zaman bir süre evden ayrılma, araştırma işini ben üstlenirim. Ragnor ve Raphael'de bana yardım edecektir. Onlardan bahsetmişken senin durumu ikisine de anlattım. Ragnor pek umursamadı gibi ama Raphael çok yakında buraya damlar. Seni çok seviyor biliyorsun."

"Biliyorum." diyerek güldüğümde, Catarina artık gitmesi gerektiğini söyleyerek evden ayrıldı. Bende iyileştirme büyüsünün daha fazla işe yaraması için odama çekildim. Uyumam gerekiyordu. Başımı yastığıma yerleştirdiğimde, gözlerimi kapadığım an dişlerimi sıkmam bir oldu. 

Yine acı çekiyordum!

"Alec." diye neredeyse kükreyerek yataktan kalktığımda koridora çıktım. Attığım her adım göğüs kafesimde ki baskıyı arttırırken, nefesim kesiliyordu. Zar zor odaya girdiğimde, Alec şaşırtıcı olmayan bir şekilde yatakta acıyla kıvranıyordu. Bir kaç adımla yatağın kenarına vardığımda, yanında duran kitabı yere attım. Sonrada elimi göğsüne yerleştirerek, büyümü mırıldandım.

Büyünün acısını azaltması gerekiyordu. Ama olan şey göğsümdeki baskının daha da artması oldu. Alec gözlerini birden açtığında, göz bebeklerinin tamamen siyah olduğunu görmemle dondum. Aniden bileğimi kavrayan el, acı dolu iniltinin dudaklarımdan dökülmesine sebep olurken, kendimi kurtarmaya çalıştım. Acı artıyordu, halsizliğim artıyordu. 

"Alec, Uyan!"

"Alexander." 

Onu konuşarak uyandırmaya çalışırken bir yandan da düşünmeye çalışıyordum. Kanatlarımı ortaya çıkarmayı başardığımda, biraz olsun iyiydim. Ateş gücümü kullanabilirdim. Ama Alec nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde harekete geçtiğinde, bedenim yine yatakta onun altında kaldı. Kanatlarım uyguladığı baskı ile ezilirken canım daha fazla yanmaya başladı. 

"Alexander!"

Gözlerim tüm direnmelerime rağmen kapanırken, pes etmek üzereydim. Sonrasında bedenim ani gelen rahatlamayla, normale döndüğünde gözlerimi açtım. Alec yüzüme odaklanmış, öylece bana bakıyordu. 

"Magnus..." 

Adımı acı çeker gibi telaffuz ederken, yan tarafıma geçti. Kanatlarımı bedenime geri çekerken olanları anlamaya çalışıyordum. 

"Alec." dediğimde, onun bana sarılmasıyla ne yapacağımı bilemedim. Başı göğsüme değerken, ağlıyordu. Aynı şekilde bende ağlamak üzereyken ona sarıldım. Kısa sürede de onun uyuduğunu fark etmemle, gözlerimi kapattım.

〽 Bölüm Sonu         














Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro