Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Ölü Beden

    _Önceki Bölümden Kesit_    

Yıkılması gereken son taşta yere düştüğünde, lanetim bir sonraki kurbanını aramaya başladı. Nefes alan tek canlı olan Magnus'a yöneldiğinde, içten içe onu durdurmam gerektiğini bilsem de yapamıyordum.

"Alec..."

Magnus, acı içinde inlerken son nefesini vereceği anda belli belirsiz kelimelerini duydum. Her ne kadar belirsizlik olsa da ne dediğini net bir şekilde anlamıştım.

"Seni seviyorum."

   

Alec

Magnus'u duymuş olmama rağmen, sevgi dolu kelimeleri kalbime ulaşmayı başaramıyordu. Herhangi bir tepki vermem gerekiyor muydu? Olacaklara engel olabilir miydim? Daha da önemlisi engellemeliydim. İçten içeyse bunu istemediğime karar verdim. Sadece zevk almak istiyordum. Tamamen benliğimi saran karanlığın verdiği zevk, daha önce hissettiğim hiç bir duyguya benzemiyordu. Adeta ruhumu tatmin eden bu his sonsuza dek sürsün istiyordum. Hiç bir şey umurumda değilmiş gibi geliyordu. 

Yıkılan bina, toza dönüşen periler, yanarak can veren cadının cesedi ve Magnus...

Tüm olanları sadece bir anlık öfkemin ortaya çıkarak, her şeyi yok etme arzuma eşlik etmesine borçluydum. Kendimi zayıf ve aciz düşündüğüm zamanların aksine, istediği her şeyi gerçek kılacak güçlü bir yok edici olarak hissediyordum. İçimdeki güç hissi geçen saniyelerde daha da büyürken, listede kalan isimlerin yanına gitmek istedim. Şu an hepsini yok edebilirdim. Bu düşünce adımlarıma yön verirken yıkılan bina enkazından hızlı adımlarla uzaklaştım. 

Elimde oluşturduğum listeye bakarken gülümsüyordum. Bir sonraki kurbanın kim olması gerektiğine hızlıca karar verdim. İşin aslı kim olduğu da o kadar önemli değildi. Beni gördüğü anda zaten ölecekti. Bir an önce işe başlamak istediğimden, buradan gitmek için portal oluşturdum. 

Gitmek için attığım ilk adımda ise nedensizce duraksarken, göğsümde ortaya çıkan sızı ile hareketsiz kaldım. İçimde giderek büyüyen boşluk hissinin beni rahatsız etmemesi gerekiyordu. Karanlığı seviyordum. Boşluk duygusu da aynı şekilde hissettirmeliydi. Ama olmuyordu. Nefesimin kesildiğini hissederken oluşturduğum portal yok oldu. 

Bedenimdeki katran rengine dönüşmüş tüm rünler, yerini yavaş yavaş beyaz bir ışığa teslim ediyordu. Çok geçmeden de ortaya çıkan maviliklerin arasında zihnimde tek bir isim yankılandı. 

'Magnus'

Yaptığım, daha doğrusu gücüme izin verdiğim şeyle yutkunurken, boğazıma takılan yumru ile öksürdüm. Hemen sonrada yıkılan binaya doğru gerisin geri koşmaya başladım. Cadının beni getirdiği oda, daha önce ikinci katta bulunuyor olsa da, gücümün etkisiyle şu an her şey zeminle bütünleşmiş bir haldeydi. Parçalanmış yatağın hemen yanında ise Magnus'un bedeni öylece uzanıyordu. 

Canlılığın kanıtı olan koyu ten rengi, yerini ölümün solukluğuna terk etmişti. Aramızda olması gereken bağın, bana ulaştırması gereken yaşam enerjisi de ortada yoktu. Ölüydü. Gerçekten ölmüştü. Daha da önemlisi onu öldüren kişi bendim. Gözlerim yanmaya başlarken, kısa sürede yanaklarımdan göz yaşlarım süzülmeye başladı. Ağlıyordum.  

Gücüm onu yok etmişti. 

Ölüm getiren perisini öldürmüştü. 

Tıpkı Magnus'un evinde okuduğum kitapta yazdığı gibi... 

William'ın kendi perisine yaptığı gibi... 

Gerçi o bile bir süre perisinin içinde var olmasına izin vermişti. Bense Magnus'un yaşamına, bir anda tamamen son vermiştim.

Titremeye başlayan elim onun soğuk tenine dokunduğunda, ağlama hissim daha da artarken istediğim tek şey gözlerini açmasıydı. Çılgınlığımın ortasında bedenini sarstım, ona vurdum, gücümü ortaya çıkartmaya çalıştım. Ama dakikalar geçerken hiçbir şey olmuyordu. Sadece düşüncelerimle harabeye çevirdiğim yerin aksine, zihnimden geçen kelimeler Magnus'u bana geri getirmiyordu.  

Ne yapacağımı bilmez bir halde onu izlerken, çaresizce ağırlaşan bedenini kucağıma aldım. Oluşturduğum portal bizi eve getirdiğinde, hızla yatak odasına giderek yatağa uzanmasını sağladım. Ne yapmam gerektiğini ise bilmiyordum. Gücüm işe yaramıyordu. Raphael ya da Jonathan'dan yardım isteyebilirdim. Peki onlara Magnus'u öldürdüğüm gerçeğini nasıl anlatacaktım?

Bunu yapabildiğime hala inanamıyordum. Ama karşımda uzanan ölü beden her şeyiyle gerçekti. Magnus'u nefretimle kendimden uzaklaştırmaya çalışırken, karanlığa karşı savunmasız kalmıştım. Ölüm getirenin arzusuna yenik düşmüştüm. İçime dolan suçluluk duygusuyla yataktan uzaklaştığımda, aklımı kaçıracak gibi hissediyordum. Diğer yandan öfkem yeniden her şeyin kararmasına sebep oluyordu. 

"Sonunda isteğini gerçekleştirdin."

Zihnimde yankılanan sesle yerimden sıçrarken, William'ın sesini duyduğuma yemin edebilirdim, ama bunun imkansız olduğunu da biliyordum. Kendisini yok olmayı seçmişti. Bizi özgür bıraktığına emindim. Konuşma yeniden tekrarlandığında, karşımda beliren kişi nefesimi tutmama sebep oldu. Sahiden de onu görüyordum. 

"Sen gerçek değilsin."

"Haklısın. Gerçek değilim. Beni iç sesin olarak düşünebilirsin ya da vicdanın. Diğer yandan sana defalarca kez gerçekleri anlatmaya çalışmıştım. Merak ediyorum? Magnus'a verdiğin zarar, kalp kırıklığına iyi geldi mi, Alec?"

"Beni sorgulamaya hakkın yok. Burada olmaya da hakkın yok. Hem... Bunların hepsi... Her şey senin yüzünden oldu."

"Ben yeterli olmasa da gereken bedeli ödediğimi düşünüyorum, Alec. Bu durumda Magnus'da ödemiş oluyor. Oda benim gibi, artık bir ölü."

Öfkeyle burnumdan solurken, adeta nefret kusuyordum. 

"Kes sesini... Sus artık... Sen gerçekten değilsin! Aptalca bir hayalle uğraşmak istemiyorum."

Konuşmamın sonuna doğru, seri adımlar attığımda William'ın yüzüne yumruğumu geçirdim. Ama yumruğum havaya karışırken, neredeyse yere düşünüyordum. Kendimi zoraki bir şekilde toparladığımda, ardımdan gelen gülme sesiyle öfkeyle arkamı döndüm. 

"Ben çoktan öldüm, Alec. Başka bir konuya odaklanalım."

"Ama hala buradasın. Beni bir türlü rahat bırakmıyorsun. Senin bıraktıklarınla normal olamıyorum."

"Aslında bıraktım. Şu an gördüğün bu şey, vicdanının bir yansıması, Alec. Sana bir uyarıda diyebiliriz. Öfkene yetik düşmeye devam ettiğin sürece, beni susturabilirsin. Ama tamamen sesimi kestiğimde hayatındaki herkesi muhtemelen öldüreceksin."

"Ben sen değilim. Böyle bir şey yapmam mümkün değil"

"Bunu daha öncede söyledin. Tıpkı benim yaptığım gibi cadıları öldürdün. Benim yaptığım gibi karanlıktan zevk aldın. Ve benim yapmak zorunda olduğumun tersine perini kendi isteğinle öldürdün. Tüm bunları bana bağlayabilirsin, Alec. Ama temelinde sende karanlık bir yanının olduğunu çok iyi biliyorsun. Hem Serenity'e, hem de Lilith'e bağlı olmanın sonuçlarından biri de bu. Tıpkı yaşam ve ölümü aynı bedende tutuyor olman gibi..."

William'ı dinlerken çıldırmaya başladığıma neredeyse emindim. Gerçi çılgınlığın ortasında olduğumu çok önceden kabul etmiştim. Zihnimde yankılanmaya devam eden kelimelerden yaşama odaklandığımda, yatağa doğru yaklaştım. Magnus'un cansız bedeninin hemen yanına otururken yutkundum.

"Yaşam... Magnus'u daha önce iyileştirmiştim. Büyülerden çok önce... Yaşam... Ona yeni bir yaşam verebilirim."

Elimi Magnus'un yanağına yerleştirdiğimde, tenini soğukluğunu hissettim. Hemen ardından da  gözlerimi kapattım. Gücüm her neredeyse ona bir şekilde ulaşmak zorundaydım. Ama daha odaklanamadan duyduğum sesle öfkeyle arkamı döndüm. 

"Ona yaşam veremezsin, Alec."

"Neden? Onsuz olmamı istiyorsun öyle değil mi?"

"Onsuz olmanı istesem, nefes alan kişi ben olabilirdim. Buna gücüm vardı. Hem, aynada kendine bir bak, Alec. Tamamen öfke dolusun. Magnus'dan nefret ediyorsun. Onu affetmek için hiç bir çaba göstermiyorsun. Onun sevgisinden uzaklaşarak aranızdaki bağı kopartıyorsun."

"Sen bu konuda yorum yapacak son kişi bile değilsin. Bana yaptıklarınız... Beni..."

"Aldatmak... Bla bla bla... Tek bir kelimede takılı kalmaya devam ettiğin sürece, lanetin kölesi olmaya devam edeceksin, Alec. Bizim yaşadığımız şeyler, normal değildi. Bunu senden çok iyi biliyorsun. Tersi bir durumda sende Magnus gibi ikiye bölünebilirdin. Onu affet demiyorum ama onun pişmanlığını ve sevgisini bilmene rağmen kendini ona karşı kapatıyorsun. Aşkınızdan vazgeçiyorsun. Gerçi, Magnus'dan çoktan vazgeçtin."

"Hayır."

"Aksi olsa, Magnus ölü bir bedene dönüşmezdi. Beni her şey ile suçlayabilirsin. Ama Magnus'u öldüren kişi ben değilim. Sensin."

"Defol, defol! Her nereden geldiysen oraya geri dön. Kafamdan çık!"

Çığlıklarım odanın içerisinde yankı yaparken, tenimdeki işaretler yeniden titreşim yaymaya başladı. Simsiyah olan renklerin ardından odadaki eşyalar havalanırken, yere düşerek küçük olanlar parçalara ayrıldı. Magnus'un üzerinde olduğu yatağın tok sesinin zemine çarpmasıyla, ellerimin arasında olan başımı hafifçe kaldırdım. Onun cesedine bile zarar veriyordum. Bu gerçekten ben miydim?

Odada bulunan boy aynasının önüne geçtiğimde kendime baktım. Sadece rünler değil, gözlerim bile tamamen siyaha bürünmüş durumdaydı. Ruhumu kaybediyordum. Tamamen karanlığa dönüşüyordum. Titremeye başlayan ellerimle yanaklarıma dokundum. Biraz önceye dek ağladığımı sanıyordum. Ama yanaklarımda göz yaşlarımın oluşturması gereken şeritlerin yerinde, kurumuş siyah sıvılar bulunuyordu. 

"William."

"Will."

En çok nefret ettiğim kişinin sesine muhtaç olduğumu hissederken, bu düşüncenin zihnimde yer bulmasını istemedim. Saatler önce kendimi hiç olmadığı kadar güçlü hissederken şu an resmen, çaresizce çırpınıyordum. 

"William."

"Alec."

"Ne yapmam gerektiğini söyle... Ben çıkamıyorum. Dönüşüyorum."

"Dönüşmüyorsun. Sadece aklını kaybediyorsun. Benim işkencelerden sonraki yaşamım gibi..."

"Ne yapacağımı söyle?"

"Magnus'a odaklan."

"Ama sen... Onu öldürdüm... Yapamayacağımı söyledin."

"Sana nefretin yüzünden yaşam gücünü kullanamayacağını söyledim. İçten içe bunu yapabileceğine inanırsan yaparsın. Sadece öfken iyi şeylerin olmasına izin vermiyor. Sevgini kullan, Alec."

William'ın görüntüsü yeniden kaybolurken, saçma bir şekilde kahkaha atmaya başladım. Gerçekten de aklımı kaybediyordum. Sevdiğim adamın cesedinin yanında, ölü bir adamla konuşuyordum. Adımlarım yeniden yatağa yöneldiğinde, Magnus'un yaralı haldeki yüzüne baktım. 

Büyüle temizlediğim solgun tenine odaklanırken, duygularımı bulmaya çalışıyordum. Uzun bir süre ona olan sevgimi bastırmamın sonucu olarak sevgimi bir türlü bulamadım. Sadece nefrete dönüşen bir varlık olduğumu hissediyordum. 

Gözlerimi kapatarak anılara odaklanmaya çalıştığımda bile ortaya çıkan görüntüler Magnus ile yaşadığım kavgalar oluyordu. Son zamanlarda onunla kavga etmek dışında doğru düzgün hiç bir konuşma gerçekleştirememiştim.

Zihnimi oldukça zorlayarak her şeyin en başına, onunla tanıştığımız geceyi düşünmeye çalıştım. Derinlerden gelen bir kaç görüntüyü yakaladığımda, o ana sıkıca tutundum.

"Tam olarak tanışamadık, Alec. Ben, Magnus."

Adamın uzattığı eline öfkeli öfkeli bakarken, "Adımı kimden öğrendiğini sormayacağım..." dedikten sonra havada asılı duran eline baktım.

Magnus ise göz kırparak bana doğru yaklaştı. "Adam yemiyorum, Alec. Bu kadar korkmana gerek yok." dediğinde daha da öfkelendiğimi hissederek elini sıktım.

Ama tenlerimiz birbirine değer değmez hissettiğim elektrik akımıyla elimi hızla çektim. 

O gece bırakmak için acele ettiğim elini tutarken, hiç bırakmak istemezcesine sıkıca kavradım. Gözlerimi kapatarak en güzel anıların zihnimi ele geçirmesine izin verirken, bir süre sonra zorlanmadan ortaya çıkan görüntülerle gülümsedim. İlk tatlı atışmamız, ilk öpüşme, kalbimi ilk kez etkisi altına aldığı o an...

Avuç içlerimi saran elektrik akımıyla gözlerimi araladığımda, karanlığın bedenimi terk ettiğini görerek gülümsedim. İçime dolan sevgiye sessizce izin verirken, bir elimi yeniden Magnus'un yanağına yerleştirdim. Diğer elimse sıkı sıkı elini tutmaya devam ediyordu. 

"Bana geri dön, Magnus. Lütfen..."

Boğazıma takılan yumru ile konuşamazken, yeniden ağlamaya başladım. Yanaklarımdan süzülerek Magnus'un üzerine akan damlaları korkuyla incelerken, her şey normal görünüyordu. Karanlığı hissetmiyordum. Göz yaşlarım berraktı. Yine de tüm bunlar yeterli gelmiyordu.

"Ne yapmam gerektiğini gerçekten bilmiyorum, Magnus. Ben... Seni affetmemeye o kadar çok odaklandım ki... Sanki sensiz kalabilirmişim gibi... Ama kalamam... Sensin kesinlikle olamam. Bana geri dönmek zorundasın. Bana geri geleceksin."

Göz yaşlarımın arasında hala emir vermeye devam eden halimle, saçma salak bir şekilde güldüm. Önce gördüğüm halüsinasyonlar, şimdi bu... Gerçekten iyi değildim. Ama şu an önemlide değildim. Önemli olan Magnus'un tekrar benimle olmasıydı. 

"Bu halde bile sana emir verebiliyorum. Bunu son emrinmiş gibi düşün. Bana geri geleceksin. Uyanacaksın. Nefes alacaksın ve hayatının geri kalanında bana katlanmak zorunda olacaksın. Beni duyuyor musun?"

Duygularım sürekli olarak değişim gösterirken ağlamakla, gülmek arasındaki halimle Magnus'un üzerine doğru eğildim. Elini serbest bırakırken, bir elim göğsünün üzerine yerleşti. Diğer elimle de  saçlarını yavaşça okşadım. 

Nefesimi yüzüne üflerken, derin bir soluk verdim. Odaklanmam hiç bir işe yaramıyordu. Elini tutmamda öyle... Belki de başka bir temasa ihtiyacımız vardı. Peri masallarında olduğu gibi... Bense gerçek bir periye sahipken, bunu denememde hiç bir sakınca olmamalıydım. Bu yüzdende Magnus'un dudaklarını öpmeye karar verdim. Her zaman sıcaklık veren dudaklarının soğuk teması canımı yakarken, gözlerimi kapattım. 

Neredeyse nefesimi tutarak geçirdiğim zamandan sonra, hala hiçbir şey değişmiyordu. Sevgimi hissediyordum. Onu seviyordum. Ona gerçek bir öpücük veriyordum. Neyi yanlış yapıyordum? Artık resmen düşünemiyordum. 

"Özür dilerim, Magnus. Seni seviyorum. Seni gerçekten çok seviyorum. Yapabileceğim başka ne kaldı gerçekten bilmiyorum." dediğimde tekrar üzerine doğru eğildim. Ona olan sevgimi bir kez daha dudaklarına doğru fısıldarken, Magnus'u son kez öptüm. 

Aynı anda aramızda oluşan elektrik akımının hissiyle, kendimi geri çekmeden onu öpmeye devam ettim. Bedenimin içinden geçen gücün, Magnus'a ulaştığını hissediyordum. Çok geçmeden harekete geçen dudaklarının ardından onun kendimi onun hissettiği sıcaklığa bıraktım. 

Beni öpüyor oluşu, daha fazla ağlamama sebep olurken, hissettiğim mutlulukla geriye çekildim. Karşılaştığım tatlı kahvelerle, rahat bir nefes alırken gülümsüyordum. 

"Alec..."

"Magnus."

"Neler oldu? Sen... Biz... Öpüşüyoruz?"

Magnus, boş bakışlar ile etrafına bakınırken, büyüyle onun üzerindeki kıyafetleri ve odadaki dağınıklığı tamamen yok ettim. Buna hiç bir şekilde zorlanmıyor olmaktan memnun olmuştum. 

"Olanları hatırlamıyor musun?"

"Ben... Cadı... Tuzak..."

Magnus bir an duraksadığında kendini toparlayarak benden uzaklaşmaya çalıştı. Gözlerinde gördüğüm korku hissinden nefret ederken, daha fazla uzaklaşmaması için kolunu kavradım. 

"Lütfen, korkma. Gücüm kontrolden çıktı... Ben... Ölüm getirene dönüştüm, daha da önemlisi sana zarar verdim. Ama bu bir daha olmayacak. Senden uzak kalmayacağım. Hala seni derinlerde bir yerde affetmeyi başaramıyorum. Yine de gerçek olan şu ki seni seviyorum. Senin beni sevdiğini gibi..."

Korku hissinin uzaklaşmasıyla rahat bir nefes alırken, Magnus'un hareketlerini izedim.

"Beni artık sevmediğini söylemenden çok korkuyordum, Alec."

"Sana hissettirmemiş olabilirim. Ama seni seviyorum, Magnus. Sevmekten hiç bir zaman vazgeçmedim. Sadece... Sizi..."

Magnus, işaret parmağını dudaklarıma yerleştirdiğinde sustum. Sonrasında da beni çeken kollarının arasına sığındım. Başımı boynuna gömerken, içime çektiğim kokusuyla hala ağlamaya devam ediyordum. Rahatlamış olsam da, tamamen dağılan ruhumu toparlamayı başarabilmiş değildim. 

"Sana nasıl zarar verebildim?"

"Ağlama artık. Ben iyiyim, Alec. Yaşananları tam olarak kafamda oturtamıyorum. Ama iyiyim."

"Gerçekten iyi misin?"

Magnus'un sarılmayı sonlandırmasının ardından gördüğüm gülümsemesine karşılık vermeyi denedim. Parmak uçlarıyla göz yaşlarıma dokunurken, sevgisini tüm kalbimde hissediyordum. 

"İyiyim, Alec. Birbirimizi sevmeye devam ettiğimiz sürece, ikimizde iyi olacağız. Buna artık inanıyor musun?"

"Evet."

"Ve bir gün beni gerçekten affedeceksin."

"Evet... Bir gün..."

Daha fazla konuşmamak için Magnus'u kendime doğru çektiğimde, yeniden dudaklarını öptüm. Bana verdiği karşılıkla, kollarımı bedenine sararken ondan uzak kalmak istemiyordum.  Gerçekten istemiyordum. Yaşadığını hissetmeye daha doğrusu onun varlığına ihtiyaç duyuyordum. Nefessiz kaldığımız için bölünen öpüşme sonrasında, geriye çekilirken hala onun elini tutuyordum. 

"Bu gece benimle uyur musun, Magnus?"

"İstediğin her gece seninle uyurum, Alec."

Magnus uyku kıyafetlerini büyüyle giyinirken, bende aynı şekilde davrandım. Şu an saatin kaç olduğunu bile bilmiyordum. Sadece onu hissederek uyumak ve onunla birlikte uyanmak istiyordum. Magnus, yatağa uzandığında, yanına kıvrılarak başımı göğsüne yerleştirdim. Beni saran kollarına aynı şekilde karşılık verirken, gözlerimi yumdum.

"Seni seviyorum, Magnus."

"Seni seviyorum, Alexander."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro