Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Mutlu musun?


Eklediğim şarkıları dinliyor musunuz? Bundan pek emin olmasam da, dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Şu an bu şarkıya denk gelmesem peri bölümü yazmayacaktım. Bence çok uyumlu oldu *-*

Keyifli okumalar.

Yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen ♥


_Önceki Bölümden Kesit_

"Alec. Rose'a ne yaptın? Ayrıca oğlum nerede?"

"Rose... Uyandığında normale dönecek."

"Magnus."

"Ben... O... Benimleydi."

"Evet."

"Şu an da varlığını hissetmiyorum."

Alec

Söylediğim kelimeleri beynim yeni yeni algılarken, yakama yapışan adam ile hala kendime gelmeyi deniyordum. Başarılı olduğumdan ise hiçte emin değildim. Açıkçası cidden neler olduğunu anlamıyordum. Lilith'in yok olmasından daha önemli ne olabilirdi? 

"Ne demek onu hissetmiyorum! Oğluma ne yaptın, Alec?"

Asmodeus resmen bedenimi sarsarken, yakamı kavrayan elleri yüzünden bileklerini sertçe sıkarak onu kendimden uzaklaştırdım. Şu an bu yaptığının bana hiç bir yararı yoktu. Dahası gerçekten neler olmuştu? Neden böyle davranıyordu? Cevaplar hala ortada yoktu.

Sessizliğim devam ederken bu kez yanağımda fazlasıyla sert olan tokadı hissetmemle, başım yana doğru düştü. Bunun bendeki tek etkisi öfke olurken, ellerim hızla yumruk haline geldi. Bana böyle davranamaya hakkı yoktu. 

Bakışlarım tüm öfkemi gözler önüne sererken, Asmodeus'u büyü gücümle önümde diz çöktürdüm. Bir perinin bu şekilde beni aşağılamasına izin veremezdim.

"Lanet olası, sihirbaz! Magnus'a ne yaptın!"

"Ölüm getiren olduğumu unutma! Kanatlarını ortaya çıkar."

Perilerin en acı verici noktalarının kanatları olduğunu bilirken, bekledim. Söz dinleyeceğini düşünmediğim için ortaya çıkmayan kanatlar beni şaşırtmazken, ona başka şekillerde zararda verebileceğimi biliyordum. Sonuçta işkence konusunda uzmanlaşıyordum. Bunu kullanmalıydım.

Laneti uygulamak için elimi kaldırdığım anda, Asmodeus ile arama giren peri kızı yüzünden anlık bir duraksama yaşayarak derin bir nefes aldım. Periler canımı giderek daha fazla sıkıyordu. 

"Ona zarar verme!"

"Sen bu işe karışma, pericik. Hala nefes alıyor olman bile benim sayemde."

"Beni öldürebilirsin. Umurumda bile değil. Ayrıca sen, Magnus'un anlattığı gibi biri de değilsin. Onun kölen olduğunu söylemiştin. Yoksa Magnus'u çoktan öldürdün mü?"

Liliana'ın son cümlesiyle tüm bedenim kasılırken, beynimin içinde aynı soru dönüp durmaya başladı. 

"Magnus'u öldürdüm mü?"

Bunun cevabından kesinlikle emin değilken, içimde kontrolsüzce büyüyen öfke duygusuna rağmen Asmodeus'u özgür bıraktım. Yine de sakinleşemiyordum. Tüm uzuvlarım karşısında duran her canlıyı yok etmek için adeta kendini parçalıyordu. Kan görmek istiyordu. Buna ihtiyaç duyuruyordu.

Asmodeus her şeye rağmen korkusuzca önümde dikildiğinde, derin bir soluk verdim. Bu gidişle gerçekten onu öldürecektim.

"Kendinde değilsin, Alec. Tamamen ölüm getiren gibi görünüyorsun. Gerçekten onu öldürmüş olabilir misin?"

"Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum."

Gerçekten verecek bir cevabım yokken perinin yeniden yakama yapışması ile gözlerimin tamamen siyaha döndüğüne emindim.  

"Yapmış olabilirsin. Buna ona nasıl yapabilirsin? Oğlumu..."

Asmodeus'un boynunu kavradığımda onu kendimden uzaklaştırdım. Fiziksel gücümün bile arttığını hissederken periyi tıpkı bir oyuncak gibi tek elimde tutabiliyordum. Ayakları yerden kesilirken, nefes alamadığından emindim. Liliana, periyi tutan kolumu kavradığında sinirle Asmodeus'u ileri doğru fırlattım. 

"İkinizi de öldüreceğim."

Zihnimin içinde dönüp duran çeşitli öldürme senaryolarıyla, konuşamazken dişlerimi sıktım. Sadece tek bir hamle, tek bir hareket ikisinin de yok olmasını sağlardı. Kan kaplı bedenler, parçalanan uzuvlar, ölüm... 

Ölüm, özgürlüğün bir diğer adıydı. Onları özgürleştirmenin en iyi yollarından biriydi. Bedenimdeki mühürler en koyu renkleriyle parlamaya başladığında, oluşan kaşınma hissiyle perilerden uzaklaştım. Resmen can almak için yanıp tutuşan yanımı bastırmaya çalışıyordum. Ne kadar öldürmeyi düşünsem de, bir şey içten içe beni tutuyordu. 

"Ölmek istemiyorsanız, benden uzak durun!"

Hemen ardımda oluşturduğum geçitten geçerek, Magnus'un evine döndüm. Evin etrafını saran bariyer büyüsünün sadece bir kaç kişinin geçmesi için ayarlandığını biliyordum. Bunu ortadan kaldırmak için ufak bir ekleme yaptığımda, kimsenin gelmeyeceğinden emin oldum. Yalnız kalmak istiyordum. 

İsteklerimi, düşüncelerimi bir sıraya koymaya çalışırken farkında bile olmadan yatak odasına gelmiştim. Yavaş hareketlerle yatağa uzandığımda, bakışlarım beyaz tavanda takılı kaldı. İçimde resmen üstünlük savaşı yaşanırken, hangi tarafta olacağıma bile karar veremiyordum. 

Sadece nasıl hissetmem gerektiğinin farkındaydım. Magnus'un varlığını gerçekten hissetmiyor olmamın bana acı vermesi gerekiyordu. Kalbimde oluşan boşluk dayanılmaz bir acı yaşatmalıydı. Daha öncesinde olduğu gibi... Şimdiyse, orada olan hiçbir şey yoktu. İyi duygular yoktu. Her biri hiçliğin içinde dağılarak kaybolmuş gibiydi.

Gözlerimi sımsıkı kapatarak ruhumun derinliklerine gömülürken, Lilith ile yaşadığım haz dolu anlara döndüm. Onun acı dolu çığlıklarının verdiği zevk, hatırladığım her anda beni daha fazla ele geçiriyordu. Biraz daha geriye dönerek ölüm getiren fısıltıları duyduğum ana odaklandım. Bir anlığına neredeyse ölüme kucak açacak olsam da, en başta yaptığım planım işe yaramıştı. 

Cadının laneti beni etkilemek yerine, Magnus'un ruhunu ele geçirmişti. Onu ölümün pençesine atmıştı ve ben buna engel olmaya bile çalışmamıştım. Tek yaptığım kendimi kurtarmak için Magnus'un ruhunu parçalara ayırmak olmuştu. Ya da sadece Lilith'in lanetinin onu yok etmesine izin vermiştim.

Gözlerimi aralayarak yaptığım şeyin gerçekliğiyle yüzleşmeye çalışırken saçma bir şekilde gülümsedim. İçten içe üzülmem gerektiğini biliyordum. Ama aradığım duyguların hiç birini orada bulamıyordum. Sahi ne yapıyordum?

Çok sonra zihnimde yankılanan ses yüzünden, içimde bir şeylerin parçalandığını hissettim. 

"Magnus'u öldürdün."

Bir anda kalbimde oluşan sıkışma ile gözlerim dolarken, tüm bedenim titremeye başladı. Nefes almak gittikçe daha da zorlaşırken bağırdım. 

"Bunu gerçekten yaptım. Magnus'u öldürdüm."

Yüksek sesle söylediğim kelimelerin etkisi yüzüme çarpan tokattan farksız olurken, sonunda kendime geldim.

Yanaklarımdan süzülen yaşlar tenimi ıslatırken, ruhumu da yıkıyor gibiydi. Hala nefes alamıyordum. Derinlerdeki duygular teker teker kendini hissettirirken, üzüntü ve korku arasında sıkışıp kaldım. 

Magnus'u bu defa gerçek anlamda yok etmiştim. Belki de sadece Lilith'in onu yok etmesine izin vermiştim. Yine de her iki türlü de sonuç aynıydı. Onsuz kalmıştım. Sevdiğim adamın lanete kurban gitmesine izin vermiştim. 

Suçluluk ve vicdan azabı eşliğinde yanağımdan süzülen göz yaşlarını sildim. Kesilen nefesim giderek sıklaşırken, göğsümdeki yanma hissi daha da artıyordu. Sakinleşmeliydim. Sakinleşmeli ve Magnus'u geri getirmeliydim. Bunu daha önce de yapmıştım. Onsuz olmamak için yapmak zorundaydım. 

Hızla ayağa kalktığımda, aynadaki yansımam ile göz göze geldim. Kapkara olan mühürlerden hiçbir enerji hissedemezken, kendime öfkeliydim. Ölüm için harekete geçen her bir iz, konu yaşam olduğunda tepki bile vermiyordu.

Resmen lanete olan öfkem ile dişlerimi sıkarken, William'ın açıklamalarını anımsadım. Tüm bu güçler ona aitti. Benim ise, elimde sadece sihirbaz yeteneklerim vardı. Yaşam ve ölüm... Temsil ettiğim iki zıt gücün arasında odaklanmam gereken hayattı. Bu yetenek, Magnus'u bana geri verecek olandı. 

Kendimi bir saniye öncesinden daha sakin hissederken, ellerimi birleştirerek yüzüme yaklaştırdım. Dudaklarım parmak uçlarıma değerken, odaklanmam gereken yeteneği düşündüm. Çoğu zaman büyüleri düşünce gücümle ortaya çıkardığım gibi yeteneklerde bundan farksızdı. Bilmeden yaptığım her şeyi şu an isteyerek ortaya çıkarmalıydım. 

Çok geçmeden etrafımı saran yoğun enerji dalgasıyla derin bir nefes aldım. Bunun verdiği güven hissiyle biraz olsun rahatlarken, tek bir düşünceye sığındım onu geri getirecektim. Magnus'u hayata döndürecektim. 

Dakikalar sonra gözlerimi araladığımda havaya karışan toz taneciklerini gördüm. Yavaş yavaş yoğunlaşırken, onların ne olduğunu anımsayarak gülümsedim. Magnus ile ruhumuzu birleştirirken onun bedeninin parçalanışını hatırlıyordum ve şu an her biri havada karışarak yeniden bir araya geliyordu. Ne kadar sürdüğünden emin olamadığım bir sürede, yatağımızda Magnus'un bedenini gördüğümde heyecanlandım. 

Onun yeniden benimle olmasının verdiği sevinçle yatağa yaklaştığım anda ise, zihnimde beliren karartı ile engele takılmış gibi durmak zorunda kaldım. Sanki görünmez bir duvar ona yaklaşmama izin vermemiş gibiydi. 

"Gerçekten mi?"

"Ne?"

Duyduğum kahkahalara bir anlam veremezken, yalnız olmadığımı hissederek arkamı döndüm. Karşımda gördüğüm yüz, gözlerimin dehşet içinde irileşmesine sebep oldu. O kişi bendim. Ama aynı zamanda ben değildim. Yine aklımı mı kaçırıyordum?

"Merak etme delirmiyorsun. Sadece içindeki lanet ile konuşuyorsun."

"Nasıl?" 

"Sanırım beynin tek kalma konusunda oldukça başarısız. Önce olmayan William ile konuştun. Sonra içinde Magnus ile kaldın. Şu an yalnız olduğun anda da beni ortaya çıkardın."

"Ve bunun normal olduğunu mu düşünmem gerekiyor?"

"Evet. Delirdiğini düşünmek istemezsin. İstemeyiz."

Bir an kendi kendime kavga ettiğim gerçeğini göz ardı etmeye çalıştım. Şu an bunu düşünemezdim. Magnus'a odaklanmam gerekiyordu. 

"Tamam normal olduğunu düşünelim. Az önce gerçekle neyi kastettiğini açıkla..."

"Özetle, Magnus'u öldürdük. Daha doğrusu ölmesine izin verdik. Şu an ise geri getirdiğin tek şey, boş bir kabuktan ibaret."

Duyduğum kelimelerle tüm bedenim kasılırken laneti boş vererek yatağa yaklaştım. Bu gerçek olamazdı. Onu geri getirmiştim. Yaşam gücümü kullandığıma emindim. Yine de az önceye dek fark etmediğim şeyle yutkunmak zorunda kaldım. Onun varlığını hala hissetmiyordum. Titreyen ellerimle, Magnus'un yanağını okşadığımda hissettiğim soğukluk aynı şekilde buz kesmeme sebep oldu. 

"Gördün mü? O sadece ruhu olmayan bir beden."

Durdurduğum göz yaşlarım tekrar yanaklarımdan süzülürken, ellerim titriyordu. Hıçkırıklar içinde ağlarken, sinir krizi geçirecek gibi hissediyordum. 

"Bunu söyleme o geri gelecek. Bedenini getirdiğime göre ruhunu da aynı şekilde geri getirebilirim."

"Boşuna uğraşıyorsun."

"Kafamı karıştırmayı kes!"

Ben gibi görünen ama benimle alakası olmayan yansıma, Magnus'un diğer tarafına oturduğunda saçlarını okşadı. Ellerini kırmak istemem normal miydi?

"Yaşam ile alakamız olmadığını damarlarında hissediyor olmalısın. Bizim işimiz ölüm. Daha da güçlendiğimize göre yapmamız gereken şey sıradaki kurbanı seçmek. Hem Serenity'i bile yok edebiliriz. Üstelik Lilith ile harcadığımız zamandan bile daha sürede."

Yansıma konuşmasının sonunda Magnus'dan uzaklaşırken, hala gülümsüyordu. Bense resmen düşünme yetimi kaybetmiş gibiydim.  

"Önceliğim Serenity değil. Hala Magnus. Onu geri getireceğim."

Bıkkınlıkla kollarını önünde birleştiren yansıma gözlerini devirdi. 


"Gerçekten anlamıyorsun. Ölümü beslemeliyiz. Eğer onu beslemezsen asıl o zaman aklını kaybedeceksin. Şu an kurbanları seçebilecek özgürlüğe sahibiz. Cadılardan kurtulduktan sonra yapabileceklerimizi bir düşün. Sana karşı gelen perilerin yaşamına o an, son verebilirsin. Daha da geriye gidersek, çocukluğundan bu yana sana inanmayı reddeden tüm doktorlar ölebilir. Son gördükleri şeyde sana inanmamalarının onlarda yarattığı pişmanlık olur."

Yansıma konuşurken resmen söylediği kelimeler, zihnimde görüntüler oluşmasını sağlıyordu. Küçüklüğümden bu yana yapılan terapiler, verilen ilaçlar, her biri beni olduğumdan bile daha kötü hale getirmişti. O anlardan o kadar çok nefret etmiştim ki doktorların ölmesini istemişti. 

"Hayal edebiliyorsun öyle değil mi? Hayalinin bile verdiği hazzı düşününce, yaşayacağımız şey muazzam bir zevk olacak."

Kafamı itiraz edercesine iki yana sallarken, yutkundum. Bunu düşünmemeliydim. 

"Saçmalıyorsun. Ben... Yani sen..."

Gerçekten ne diyeceğimi bilemez bir halde, Magnus'tan uzaklaşarak ayağa kalktım. Bir kaç adım ötemde olan lanetin üzerine yürürken onu parçalara ayırmak istiyordum. Birbirimize temas ettiğimiz anda ise oluşan toz tanecikleriyle kala kaldım. Çok geçmeden de çaprazımdan yükselen kahkaha sesleriyle derin bir soluk verdim.

"Tamam vazgeçiyorum. Sanırım cidden aklını kaybediyorsun. Pardon... Aklımızı kaybediyoruz. Ben William gibi içindeki bir asalak değilim. Senim... Kendini öldüremezsin."

"Magnus olmadan yaşamak istediğimi nereden çıkardın?"

Yansıma yeniden kahkaha atmaya başladığında, resmen kafamı duvarlara vurmak istiyordum. Kendimi mi öldürecektim? 

"Bunu da yapamazsın. İntihar etmek bize göre değil. Ayrıca ölürsen aileni kim koruyacak? Magnus, Magnus diyorsun. Öldürdüğümüz onca cadının, büyücünün, perinin de ailesi olduğunu unutma. Isabelle ve Jace'in ölmesine izin mi vereceksin?"

Kardeşlerimi düşünürken bunu onlara yapamayacağımı biliyordum. İçten içe tüm bu ölüm getiren oyununu kabul etme sebebim ailemdi. Magnus'un yaptıklarını düşünerek, sadece bu iş bitsin istemiştim. Yine de onu seviyordum. Onsuz eksik kalacaktım. Onu geri getirecektim.

"Yapamazsın."

Yansıma zihnimdeki düşüncelere cevap verirken ellerimi yumruk haline getirdim. 

"Yapacağım. Buna engel olamayacaksın!"

Bir anda öyle çok bağırmıştım ki, sesim odanın duvarlarından yankılanarak bana geri dönerken yansımanın olduğu noktada olmadığını gördüm. Sonrasında da yeniden yatağa yöneldim. Magnus'un ruhu hala benimle birlikte olmalıydı. Yapmam gereken tek şey, ruhumdaki parçalarını asıl sahibine göndermedi. Bu kadar basitti.


Basit değildi. Hiçbir şey basit değildi. Neredeyse saatlerdir, sihirbaz gücümle uğraşırken tüm bedenimdeki enerjinin tükenmesine sebep olmuştum. Mühürleri kullanmaya çalışmak bile yeterli değildi. Tüm bunların yanında karşımda çürümeye başlayan bir beden vardı. Az önceye dek görmezden geldiğim ceset kokusu burnuma ulaşırken, son enerjimi Magnus'un bedeninin bozulmamasını sağlamak için kullandım. Büyünün ne kadar süre yeterli olacağını bilmiyordum. Sadece, ben onun ruhunu bulana dek bu halde kalmalıydı. 

"Söylemiştim."

"Kes sesini!"

"Umutsuzsun. Başaramayacağını biliyorsun."

"Vazgeçmiyorum."

"Zamanını boşa harcamaya devam et."

Pes etmek istemiyor olsam da saatler geçerken, yansımanın söylediği gibi içimde yaşatmaya çalıştığım umudu giderek daha fazla kaybediyordum. Onu geri getiremeyecektim. William'ın, Lea'a yaptığı gibi onun ruhuyla ruhumu beslemiştim. Yeniden ağlamaya başladığımda, çaresizce olduğum yerde çırpındım. Belkide yardım almalıydım. Sadece... Magnus'u öldürdüğüm gerçeğini nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum.

Avuç içimi alnıma yaslarken, parmak uçlarımla şakaklarımı ovaladım. Sonrasında da, Raphael'e odaklandım. Magnus ile aralarındaki bağı kullandığımı hissederken zihnimde yankılanan sesle, yutkundum. 

"Magnus... Sana ulaşmaya çalışıyordum. Çok uzun süredir, sessizsiniz."

"Raphael."

"Alec... Bu Magnus ile aramdaki bağ. Sen..."

"Açıklama yapacak zamanım yok. Diğerlerinden uzaklaş ve senin için açtığım geçidi kullan."

"Neler oluyor?"

"Sadece dediğimi yap. Magnus için..."

"Tamam."

Saniyeler içinde Raphael oluşturduğum geçitten geçerek, oturma odasına giriş yaptı. Tamamen dağılmış olan görüntümün onda çoktan endişe yarattığını bilirken, kelimelerimi toparlamaya çalışıyordum. 

"Ne oldu? Isabelle'e bile söylemeden buraya geldim. Magnus nerede?"

"Şey... O... Odada..."

Raphael, kesik kesik kelimelerimi tamamlamama izin vermeden odaya geçtiğinde, onun peşinden ilerledim. Gerçeği kendi gözleriyle gören perinin ne tepki vereceğini beklerken, yüzüme yediğim sert tokatla hiçbir şey diyemedim. 

"Onu sonunda yok ettin. Ölürdün. Mutlu musun?"

〽Bölüm Sonu



Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro