Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Miley




_Önceki Bölümden Kesit_

"Aklından geçenleri anlayabiliyorum."

"Biliyorum. Yapabilir miyim?"

"Anlaşmamız var, Magnus."

"Evet."

İçimdeki isteğe ve aramızdaki elektrik akımına rağmen geriye çekildiğimde, Alec hızlı hareket ederek tişörtünü kafasından geçirdi. Sonrasında da kendinden emin bir şekilde gülümsedi.

"Bence Miley ile bugün ilgilenebiliriz."

"Karar senin."


Alec

"O halde hazırlanalım."

"Evet."

Magnus'un hala harekete geçmemesiyle, gözlerimi devirdim. Alt dudağına dişlerini geçiren haliyle, öpüşme için fazlasıyla hazır görünüyordu. İşin gerçeği bende aynı şekilde hissediyordum. Yine de duygular konusunda, son zamanlarda öğrendiklerimle bunu saklamam kolay oldu. Kendime verdiğim sözü çiğnemek istemiyordum. Bu yüzdende aramızda zaten var olan mesafeyi biraz daha genişlettim. 

"Karşımda dikilmeye devam ediyorsun, Magnus."

"Tamam. Affedersin. Gidiyorum."

Magnus'un hızlı hareketlerle uzaklaşmasının ardından, misafir odasına yöneldim. Bu sabah büyülere alışmayı denerken kıyafetlerimi, odadaki dolaba yerleştirmeyi başarmıştım. Üzerimi değiştirirken Magnus'u tamamen aklımdan uzaklaştırmaya çalıştım. İlişkimizi ve ona olan sevgimi düşünmek, direnicimin kırılmasına sebep oluyordu. Buna en alternatif yol ise Miley'e odaklanmaktı. Cadıyı bulma işini bitirmiş olsak da hala elimizde uygulanabilir bir plan yoktu. Bu da bir kez daha aynı sorunun zihnimde yankılanmasına sebep oldu. 

William tüm bu işlerle uğraşıp günün sonunda nasıl normal kalabiliyordu?

Cevapsız sorularla gözlerimi kapattığımda, istemsiz bir şekilde oluşturduğum görüntülerle geçmişe sürükleniyordum. Geçen sefer Samira'a temas ettiğimde, William ile aralarında geçenlere tanık olmuştum. Şimdiyse Miley'nin yanında bile olmamama rağmen, o olduğuna emin olduğum kadının yaptıklarını izliyordum. 

"Sonunda sıranın bende olmasına seviniyorum. Beklemek bana göre değil. Çok sıkıcı..."

"Brandon'ın yaptıklarından sonra, beni neyin beklediğini merak ediyorum."

Miley, kahkaha atarak ona yaklaşırken, William'ın yanmış ve yer yer çürümüş olan tenine dokundu. Bu görüntü içimin ürpermesine sebep olurken, bakışlarım William'ın acıdan oldukça uzak bakışlarında takılı kaldı. Samira ona işkence ederken, direnç gösteren bir yanı vardı. Şimdiyse tamamen çılgına dönmüş gibi görünüyordu. Bu kadar acının bir noktada aklını kaybetmesine sebep olması şaşırtıcı bir durum değildi. 

"İşkenceni merak edecek duruma geldiysen, belki de aklını kaybediyorsundur."

"Olabilir. Bunun umurunda olduğunu sanmıyorum. Hem sohbet etmeye gelmediğini bildiğimize göre, neden işini yapmaya başlamıyorsun? Hayal gücünü görelim."

"Yalvarmadığın zaman hiç bir zevki kalmıyor, William. Benim için çığlık atmaya ne dersin?"

"Uğraşmak istemiyorum. Sıkılıp beni bir an evvel öldürebilirsin."

"O işi, Serenity yapana dek beklemek zorundayız. Şimdi, aklını kaçırmış bile olsan acı eşiğin geçildiği anda istemsizce çığlık atmaya başlayacaksın. Sanırım bu seferlik, bununla yetinebilirim. Hadi eğlenelim."

Kadının el hareketiyle içeriye giren iki periyle onları inceledim. Gözlerindeki parlaklık hangi elemente ait olduklarını gösterirken, çok geçmeden asıl kaynakları olan kristal kanatlarını gördüm. 

"Bakalım hayal gücümü sevecek misin, William?"

"Sonuçta kararları ben vermiyorum."

"Doğru."

Miley, gülümseyerek William'ın göğsüne dokunduğunda, bedenindeki her bir yaranın iyileşmesini sağladı. Pürüzsüz tenini hafifçe okşarken, ateş perisi William'ın baş tarafına geçtiğinde, su perisi ayaklarının ucundaydı. Resmen nefesimi tutmuş bir halde olacakları izlerken sonraki sahnede gördüğüm şey, resmen dehşete düşmeme sebep oldu. 

Ateş perisi William'ın üst bedenini alevleriyle kavururken, su perisi bedeninin geri kalanını buz gibi suya maruz bırakıyordu. Tüm bu acının ardından ise William, tıpkı Miley'in istediği şekilde acı dolu çığlıklar atmaya başlamıştı. 

"Her şey hazır. Gidebiliriz."

Magnus'un sesiyle gerçekliğe dönerken, gözlerimi araladım. Yanaklarım gözyaşlarım ile tamamen ıslakken, ağladığımın farkında bile değildim. Neden ağladığımı bile bilmiyordum...

Dudaklarımın ucuna gelen kelimeleri telaffuz etmekte zorlanırken yutkundum. Kısa süre içinde Magnus, bendeki garipliği fark ederek, kapı eşiğinden hızla yanıma geldi. Önümde durduğunda, parmak uçları göz yaşlarımın üzerinde geziniyordu. 

"Alec. İyi misin? Bir şey mi oldu? Neden ağlıyorsun?"

Başımı iki yana sallarken, hala konuşamıyordum. William'a yapılan tüm bu işkenceler... Ondan her ne kadar nefret eden bir yanım olsa da, işkence görüntülerini kaldıramıyordum. Magnus elinin tersiyle göz yaşlarımı silmeye devam ettiğinde, gözlerimin içine baktı. Endişesini hissediyor olsam da, boş bakışlarımla ona verdiğim karşılık tamamen öfkeydi.

"Üzüntülüsün ama daha çok öfkeli olduğunu hissediyorum. Bana karşı hala..."

İşaret parmağımı Magnus'un dudaklarına yerleştirdiğimde susmasını sağladım. Şu anki duygularımı ben bile çözemiyordum. Sadece, hislerin Magnus kaynaklı olmadığının bilincindeydim. 

"Sana değil... Rün aktif olduğunda, bir şekilde anıların ortaya çıkmasına sebep oldum. Miley'in nasıl biri olduğunu kendi gözlerimle gördüm. Cadının yaptığı tüm o şeyler..."

Sesim istemsiz bir şekilde titrerken, Magnus büyüyle gözyaşlarımı temizleyip hafifçe yanağımı okşadı. 

"Bir süre beklemek ister misin? Dağılmış görünüyorsun."

Derin bir nefes aldığımda, başımı iki yana salladım. Listeyi sonuna dek bitirmeye kararlıydım. Vakit kaybetmek istemiyordum. 

"Gerek yok. Bir an önce gidelim. Onun ölmesini istiyorum."

"Nasıl istersen, Alec."


Magnus'un oluşturduğu geçidin bizi getirdiği noktada dururken, tanıdık gelmeyen detaylarla etrafımıza baktım. Karşımızda duran devasa malikanenin içinde Miley'ın olduğunu biliyordum. Geniş bahçede bulunan insan kalabalığının anlamsızlığı bir yana, neden burada olduğumuzu çözememiştim.

"Neden içeride değiliz? Büyünün onun yanına gitmemize yeteceğini düşünmüştüm."

"Kapıya bak, Alec."

Başımı çevirdiğimde, siyah takımlar içinde peri olduğundan tamamen emin olduğum adamın hareketlerini izledim. İçeriye aldığı kişilerin bileklerinde olan damgayı kontrol ediyor ve ona göre içeri girmelerini sağlıyordu. 

"Büyü kalkanı mı var?"

"Öyle olmalı. Bu yüzden portal bizi bu noktaya kadar getirdi."

"O zaman kapıdaki adamı kandırmamız gerekiyor."

"Durumun o kadar basit olduğunu sanmıyorum."

Magnus, sessizliğe gömülürken zor olanın ne olduğunu anlamamıştım. Büyüler, ölüm getirenin yeteneği bizi diğerlerinden daha güçlü kılmıyor muydu? Hatta onların bir kaç adım önünde olmamızı sağlıyor olmalıydı ya da ben fazla basit düşünüyordum. Hala doğru düzgün bir planımızın olmamasının sebebi de buydu. 

"Buraya daha öncede geldiğini söylemiştin. İçeriye nasıl girdin?"

"İçeriye girmek için başka bir perinin işaretini kullandım. Ama şu an olanlar bundan ibaret değil. Oradaki peri, işareti büyüyle kontrol ediyor. Sana Lilith'in cadılar kulübünü anlatmıştım. Miley, bir şeyleri işaretleme konusunda takıntılıdır. Bunu bir lanete dönüştürmesi muhtemel."

"Yine de bir şeyler yapmalıyız. Cadının dışarı çıkmasını bekleyecek halimiz yok."

Yeniden cevapsız kalmak sinirlerimi bozarken, Magnus'un koluna vurarak onu dürttüm. Magnus, yüzünü buruşturduğunda, rahatsızca geriye çekildi. 

"Düşünüyorum. Alec. Aslında içeri girmenin bir yolu olabilir. Ama senin hoşuna gider mi? Bundan pek emin değilim."

"Ne yapmamız gerekiyor? William son görevinde seks kölesi gibi görünmeme sebep olmuştu. Daha beter ne olabilir?"

"Bu öyle bir şey değil. Miley'nin işaretini kullanarak ikimiz içinde geçici bir damga oluşturabilirsin. Sevmeyeceğin kısımsa temas etmemiz gerekebilir."

Artık alışkanlık haline gelen hareketimle, Magnus'dan birkaç adım uzaklaştığımda gözlerimi devirdim. 

"Bilmece gibi konuşma. Bu işte yeni olduğumu biliyorsun. Ne yapmamız gerekiyorsa söyle!"

Öfkem kontrolsüz bir şekilde ortaya çıkarken, Magnus'un gözlerindeki hüznü gördüm. Şu an ona resmen emirler yağdırıyordum. 

"Pekala, ölüm getirenin periye ihtiyaç duymasının temeli büyülere dayanıyor, Alec. Sihirbazların yetenekleri dışında büyü güçleri olmadığını biliyorsun. Ölüm getiren ise bedenindeki cadı işaretleri ve perisinin sahip olduğu büyüyü kullanıyor. Bu yüzdende işaretine dokunmalı ve sana yaklaşmalıyım. Bu sayede güçlerimiz birleşecek."

 "Sadece bir dokunuş."

"Bilmiyorum, Alec. Belki de daha fazlası gerekebilir. Bağın gücünü kullanman gerekiyor."

William'ın zoraki bir şekilde beni dahil ettiği görevi anımsadığında, Magnus'un açıklaması mantıklı gelmişti. Beden değişimi yapılırken, birbirlerine oldukça yakınlardı. O anları hatırlamak sinirlerimi bozarken, burnumdan soludum. Bu düşünceyle, daha çok öfkeyle Magnus'un bileğini sertçe kavradığımda gözlerden uzak bir noktaya gelmemizi sağladım. Sonrasında da vakit kaybetmemek için üzerimdeki tişörtü çıkardım. 

"Hadi yapalım."

"Kabul ediyorsun?"

"Evet, yapalım işte. Buraya bahçeden malikaneyi izlemeye gelmedim."

"Tamam." diyen Magnus bana yaklaşırken, derin bir nefes alarak ellerini omuzlarıma yerleştirdi. Bende onun belini kavrayarak, büyü dokunuşunu bekledim. Parmak uçlarıyla tenime dokunurken, rünün harekete geçtiğini hissediyordum. Büyü yapmak cadılar yada periler için kelimelere dayalı olabilirdi. Benimse sadece hissetmem ve zihnimde canlandırmam gerekiyordu. Yine de dakikalar geçerken ortaya çıkan bir şeyin olmaması canımı sıkmıştı.

"Olmuyor."

"Belki de daha fazlası gerekiyordur, Alec."

Yavaşça başımı eğdiğimde, Magnus'un nefesini yüzümde hissediyordum. Ne yapmam gerektiğini içgüdüsel olarak biliyordum. Ama hala yapmak konusunda son derece kararsızdım. Buna gerçekten hazır mıydım?

"İstemezsen gitmemiz gere..."

Magnus'u aniden çekerken, dudaklarını öpmeye başladığımda, o an için içinde bulunduğum durumu düşünmemeye çalıştım. Biraz geç olsa da, öpücüğe karşılık veren Magnus'un tadını algılarken, elimden geldiği kadar hem ortaya çıkan hislerden, hem de ondan uzak durmaya çalışıyordum. Sonuçta bunu yapmamın tek sebebi damganın oluşmasını sağlamaktı. Sağ bileğimde ortaya çıkan yanma hissiyle, Magnus'u ittiğimde hızla geriye çekildim.

"İşe yaradı."

Magnus nefesini kontrol altına almaya çalışırken, bileğine bakarak başını aşağı yukarı salladı. Bense tişörtümü giymek yerine ikimiz için büyü yapmayı tercih etmiştim. İçeriye giren kişilerin üzerinde bulunan abartılı kıyafetlerin bir benzerini giyerken, Magnus'un elini kavradım.

"Gitmeden önce, içeride nasıl davranmamız gerekiyor?"

"Ben ortalardan kaybolurum. Miley sana kendiliğinden gelecektir. Bir şekilde cadıyla yalnız kalmaya çalış. Bende tuzak olup olmadığını kontrol ederim."

"William yaptığına göre çokta zor olmasa gerek."

"Öyle de denebilir."

Birlikte insan kalabalığına karıştığımızda sıranın bize gelmesini bekledik. Peri bileğimizde bulunan damgaları kontrol ederken, istem dışı nefesimi tuttum. Benim bu halimi fark eden Magnus, belimi kavradığında bir anlığına ona bakmıştım. Hemen sonrada perinin cümlesiyle rahat bir nefes aldım. 

"İçeri girebilirsiniz. İyi eğlenceler."

"Teşekkürler."

Geniş kapıdan attığım ilk adımla, büyük ve son derece gösterişli salonla karşı karşıya geldim. Dışarıdaki insan kalabalığından bile daha fazla kişinin burada olduğuna emindim. Magnus, hafifçe koluma dokunarak göz kırptığında, sonraki saniyede ortada kaybolmuştu. Bense derin bir nefes alarak arka kısımlara doğru yürümeye başladım.

Adımlarım buraya gelme sebebim olan kadının, biraz uzağında dururken Miley ile göz göze geldim. Cadının bakışlarındaki bir şey beni son derece tedirgin etse de geri adım atmayacaktım. Yüzünde oluşan gülümsemeye benzer şekilde karşılık verirken, yanımdan geçen garsonun tuttuğu tepsiden bir bardak aldım. 

Alkolün kokusu bile rahatsız olmamı sağlarken, ufak yudumlar alarak, ara ara Miley'i kontrol ediyordum. Bir süre sonra, Miley üzerindeki beyaz elbisenin eteklerini düzelterek yürümeye başladı. Bu hali ve beyaz rengin saflığıyla masum bir cadı görüntüsü veriyordu.  Bense onu bu halinin dışında, William'a işkence ettiği haliyle hatırlarken, nasıl bir şeytanla karşı karşıya olduğumu biliyordum. 

Cadı tam önüme gelip durduğunda, neredeyse nefes alacak mesafem kalmamışken hafifçe öksürdüm. Bunun nedeniyse cadının burnuma dolan ağır parfüm kokusuydu. Elimdeki içki bardağı aniden kaybolduğunda, Miley daha da yaklaştı. 

"Seni işaretlediğimi hatırlamıyorum."

"Unutmanıza üzüldüm."

Cadı yanağımı hafifçe okşadığında seksi olduğunu düşündüğü şekilde gülümsedi. 

"Böyle bir yüzü unutacağımı sanmıyorum. Belki de seni yeniden işaretlemem gerekiyordur."

"Çoktan damgalıyım." 

Konuşurken bir yandan da bileğimdeki işareti görmesini sağlamıştım. Miley ise kıkırdayarak ellerini göğsüme yerleştirdiğinde, kulağıma doğru eğildi.

"Öyle bir damgadan bahsetmiyorum. Yalnız kalacağımız bir yer biliyorum. Gidelim."

Cadı, cevap vermemi bile beklemeden bileğimi kavradığında, ona uyarak yürümeye başladım. İnsan kalabalığının arasından geçerken, gözlerim Magnus'u arıyordu. Nerede olduğunu anlayamamak bir yana, duygularını bile hissetmiyordum. Bahsettiği herhangi bir tuzağa yakalanmış olabilir miydi? Sanırım ortaya çıkmadan bir şey öğrenmem olanaksızdı. 

Miley ile büyük kırmızı kapının önüne geldiğimizde cadının büyü yapmasını bekledim. Karşıma çıkan koridor ve hafif hafif duyulan inleme seslerinin arasında başıma gelecekleri tahmin etmem zor değildi. Her adımda yükselen sesler can sıksa da, hala sessizdim. Koridorun sonunda diğer kapılardan farklı görünen kapı açıldığında, kırmızının neredeyse her tonunun kullanıldığı odaya baktım. 

Nasıl tepki vermeliydim?

Düşünme fırsatım bile olmadan aniden bana arkadan sarılan cadıyla, derin bir nefes aldım. Nefesi boynuma değerken, tedirginliğim daha da artmıştı.  

"Çekingen olma... Adım ne demiştin?"

"Adımı söylemedim."

"Demek gizemli olmayı seven birisin. Zaten adın o kadar da önemli değil."

"Bilmez miyim?"

"Bir şey mi söyledin?"

"Hayır." 

"Çok bile konuştuk."

Miley beni aniden kendine çevirdiğinde, dudaklarımı öpmeye başladı. Rolüm gereği bile olsa yaptığım bu şey midemi bulandırmaya yetmişti. Magnus'u aklıma getirme fikri bile kadını öpmemi sağlayamazken, Miley öfkeyle geriye çekildi. 

"Çekingen durulmasını severim ama bir yere kadar... Bana karşılık ver!"

Tekrar öpüşmeye başladığımızda bu kez istemeden olsa karşılık vermiştim. Kadın belini kavradığımda, kasıklarıma uyguladığı baskıyla inledi. Bedenimi çekmesi yüzünden yatağa yanaştığımızda, kendimi bir anda cadının üzerinde buldum. Buna ne kadar süre devam etmem gerektiğini bile bilemezken, dudaklarım boş kaldığında boynuma kondurulan öpücükler yüzünden yutkundum. Miley her ne kadar kendini kaybediyor gibi olsa da, beni etkileyen hiç bir durum yoktu. 

"Tadın çok güzel."

Cadının bir sonraki büyüsüyle onun altında kaldığımda, boynuma geçirdiği dişle inledim. Bunun sebebi gerçekten canımın yanmasıydı. Onu durdurmak için harekete geçeceğim sırada ise bileğime dolanan zincirlerle daha fazla gerildim.

"Bunlar."

"Biraz fanteziden zarar gelmez, seni damgalayacağımı söylemiştim."

"Evet. Yine de..."

Ağzıma uygulanan büyüyle sessizliğe gömüldüğüm de, derin bir soluk verdim. Buna daha fazla devam edemeyecektim. Bedenimi büyü ile kurtarmaya çalışırken, aynı anda çıplak kalmamıza sebep olan cadıya sinirle baktım. O ise çoktan şeytan görmüş gibi benden uzaklaşmıştı.

"William."

"Yanlış tahmin."

Konuşmamın ardından büyü yapmaması için bileklerine büyülü zincirler geçirdiğimde, sesinin kısılmasını sağladım. Konuşabiliyor olsa da, onu benden başka kimse durmayacaktı. Pantolonumu giydiğinde cadıya yaklaştım.

"O halde sende kimsin? Bu işaretler, ölüm getirenin..."

"Ölüm getiren olmadığımı söylemedim. Sadece, William değilim."

"Alec."

"Adımı duymuşsun. Daha hazırlık olmanı bekliyordum. Siz cadıların sorunu ne gerçekten anlamıyorum."

"Hazırdım... William gelse onu fark ederdim. Sen nasıl olurda, William'ın yok olmasını sağlayabilirsin? Onun yanında basit bir sihirbazdan başka bir şey değilsin."

"Düşündüğün kadar basit değilmişim demek ki... Nerde kalmıştık? Fantezi..."

Miley'i az önce uzaklaştığı yatağa yönlendirdiğimde, el ve ayak bileklerinden zincirlemesini sağladım. Zincirler deminkilerin aksine sadece gücünü emmekle kalmıyor, aynı anda teninin dağlanmasına yetecek kadar ısıyı bedenine yönlendiriyordu. Daha ilk anda atmaya başladığı çığlıklara karşılık sadece güldüm. Bu durumdan gerçek anlamda zevk alıyordum. 

"Dur."

"Durmayı düşünmüyorum."

"Perin... Perin hala önemli."

Magnus'u düşünerek bir anlığına büyüyü çektiğimde, öfkeyle soludum.

"Ne demek istiyorsun?"

"Hayatıma karşılık onu almanı sağlayabilirim."

"Magnus, elinizde değil."

"Onu hissetmiyorsun. Yanlış mıyım?"

Cadının haklı yanıyla burnumdan solurken onun üzerindeki büyüyü kaldırdım. Aynı anda kendimi de büyülerden koruma altına almıştım. Bedenimdeki rünlerin ışıltıları etrafa saçılırken, güçlendiğimi hissediyordum.

"Onu getirmelerinin sağla."

"Önce anlaşmalıyız. Sen William gibi değilsin, Alec. Benim derdim onunlaydı ve bitti."

"Anlaştık. Magnus'u buraya getirin."

Bir köşeye çekilip sırtımı duvara dayadığımda, hala çıplak olan kadının umursamazca yatağın kenarına oturduğu gördüm. Yaptığı büyü perilerine emirler vermekten ibaretken, kısa süre sonra açılan kapıyla başımı çevirdim. İki peri Magnus'u kollarından tutarak resmen yanlarında sürüklüyordu. Yüzünün bir kısmının çürüdüğünü bu mesafeden görürken, kırılmış kristalleri ile dondum. Ama hala onun acısını hissetmiyordum.

Periler Magnus'u değersiz bir eşya gibi cadının önüne attıklarında, ona doğru yürüdüm. Yanında diz çökerken, bedenindeki onlarca yarayla karşı karşıya kalmıştım. Hala yaşayıp yaşamadığını bile anlayamazken, nabzını kontrol ettim. Magnus, acıyla yüzünü buruşturarak bana bakarken elini bana doğru uzattı. 

"Alec..."

Ne kadar acı çektiği yüz ifadesinden belli olurken, cadının sesini duydum.

"Perini alarak buradan gidebilirsin. Anlaşmamızı unutmamak şartıyla."

Başımı hafifçe kaldırarak cadıya baktığımda, gülümsedim.

"Anlaşma... Elbette..."

Magnus'a tekrar baktığımda ortaya çıkan nefretimle sonraki saniyede, kulağıma acı dolu çığlıklar dolmaya başladı. Üzerimdeki rünlerin mavi parlak rengi, giderek koyulaşırken katran rengine dönüştü.

"Bir anlaşma yapmıştık."

"Biliyorum. Ama tek yalancı siz cadılar değilsiniz."

Ona göz kırparken, iğrendiğim çıplak teninin kavrulmasını izlemeye başladım. Magnus'u getiren perilerin çoktan nefesi kesilmişken, malikanenin her bir köşesinden acı dolu çığlıklar yükseliyordu. Uyguladığım lanet canlı olan her varlığın yok olmasını sağlarken, bense sadece gülümsüyordum. Çığlık sesleri yerini çatlayan duvarlara ve yıkılan tavanlara bırakırken bulunduğum oda dışında, malikanenin tamamen harabeye dönüştüğüne emindim. Bu his resmen başımı döndürüyordu.

Bacağımda belli belirsiz dokunuşla başımı çevirdiğimde, Magnus'un yara içindeki yüzüne baktım. Yutkunmakta  zorlandığı her halinden belliyken zoraki bir şekilde konuşuyordu. 

"Alec... Durman gerek..."

"Bu his... Çok güzel... Magnus. Durmak istemiyorum."

Yıkılması gereken son taşta yere düştüğünde, lanetim bir sonraki kurbanını aramaya başladı. Nefes alan tek canlı olan Magnus'a yöneldiğinde, içten içe onu durdurmam gerektiğini bilsem de yapamıyordum. 

"Alec..."

Magnus, acı içinde inlerken son nefesini vereceği anda belli belirsiz kelimelerini duydum. Her ne kadar belirsizlik olsa da ne dediğini net bir şekilde anlamıştım.

"Seni seviyorum."


〽 Bölüm Sonu

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro