Korkular
_Önceki Bölümden Kesit_
"Odada örümcek falan yok, Clary. Neyden bahsediyorsun?"
"Sen onları görmüyor musun?" diye soru soran Jace'e, anlamsız bakışlar atan Jonathan sihirbazın yanına giderek kolunu kavradı. Yapmak istediği şey Jace'in üzerinde herhangi bir büyü olup olmadığını anlamaktı. Ama bedenine sızan şeyle, burnuna gelen kan kokusu bir oldu. Hemen arkasında da, babasının elleri arasında cansız halde duran Isabelle'i gördü. Peri kızının bedeni tamamen kendi kanıyla kaplanmıştı.
Jonathan gördüğü görüntüyle şoka girerken, gözleri doldu. Babası... Yine yapmıştı. Değer verdiği birini daha bu hayattan hiç düşünmeden silmişti. Isabelle'in solgun tenine odaklanan Jonathan, şu anda babasını yok etmek istiyordu. Çok önceden yapması gereken buydu. Jonathab'ın hareketsizliği, Jace'in yüzüne geçirdiği yumruk ile bozulurken onun bağırarak söylediği kelimeleri duydu.
"Isabelle'i koruyacağına söz vermiştin. Sizler... Hepiniz... Ailemi ele geçiren virüs gibisiniz... Önce annem, sonra Alec ve şimdi de Izzy..."
Jonathan ne cevap vereceğini bilemezken, Jace'in yumruğuna karşılık vermeyi bir an bile düşünmedi. Zaten bunu yapmayı istemiyordu da... Çünkü, sihirbazın haklı olduğunu çok iyi biliyordu. Onları buraya zorla getirmiş olasalar da, aynı zaman verilen bir sözde vardı. Isabelle'i koruyacaktı.
"Haber mi geldi bu gürültü de ne?"
Jace ve Jonathan aynı anda, Isabelle'e baktıklarında, Jonathan neler olduğunu sorgulamakla meşguldü. Hala babasını ve Isabelle'in cesedini görüyordu. Ama hemen arkasında canlı haldeki, Isabelle'i de görüyordu.
Böyle bir şey nasıl mümkün olabiliyordu?
"Bu nasıl olabilir?"
Jace'in mırıldanması ile hala onun kolumu tuttuğunu fark eden Jonathan, hızla elini geriye çekti. Saniyeler içinde de az önce dehşete düşmesini sağlayan görüntü yavaşça yok olmuştu.
"İkiniz iyi misiniz? Hayalet görmüş gibi bakıyorsunuz..."
Hiç bir şey anlamayan Isabelle kendince konuşurken, Jonathan, hızla sihirbaza doğru yürüdü. Onu sevdiğini biliyordu. Ama böylesine bir görüntü, onu düşündüğünden de daha fazla sevdiğinin kanıtı olmuştu.
Duygularını dizginlemeyen Jonathan "Seni seviyorum, Isabelle." derken, kızın tepki vermesine bile izin vermeden dudaklarını öpmeye başladı. Korkusu, öfkesi hala olduğu gibi dursa da, sihirbaza duyduğu sevgi hepsinin üzerini kısa sürede örttü. Öpücük aldığı karşılıkla daha da derinleşirken, Jonathan, Jace ve kız kardeşini tamamen unutmuş sayılırdı. Yine de Jace, kendini hiç bir zaman unutturmayı başaran biri olmamıştı.
"Aşkınızı sonra yaşarsınız. Az önce ne oldu? Baban bizimle oyun mu oynuyor?"
Jace'i dinlemek için geri çekilen Jonathan, kız kardeşinin mırıltısını duydu.
"Örümceklerde gitmiş."
Jonathan onlara cevap vermek için harekete geçse de, bir kaç santim uzağında olan odaklar daha fazla dikkatini çekmişti.
"Ben... Ben de seni seviyorum, Jonathan."
Kimseyi umursamadan Isabelle'i dinleyen Jonathan gülümsese de, onun sorusu da fazla uzun sürmeden gelmişti.
"Yine de burada neler döndüğünü hala merak ediyorum."
Derin bir nefes alan Jonathan, soru dolu bakışların odak noktasıydı.
"Bana bir kaç dakika verin. Her şeyin mantıklı bir açıklaması olmalı. Ayrıca babam böyle oyunlar oynayacak biri değildir. Birini öldürmekle tehdit etmekle uğraşmaz. Eğer istiyorsa direk öldürür."
Sonunda odada oluşan sessizlikle düşünmeye başlayan Jonathan, görmediği örümcekleri ve az önce gözlerinin önündeki vahşeti bir kalıba sokmaya çalıştı. Bunların arkasında bir cadı olsa bunu anlayabilirdi. Ortada cadı falan yoktu. Magnus kadar güçlü bir peri aralarında olmadığından, perileri de eleyebilirdi. Bu durumda geriye tek bir kişi kalıyordu.
"Bunu sen yaptın."
Jace, büyücüye anlamsız bakışlar atarken kafasını iki yana salladı. Jonathan'ın ise suçluyu bulduğunu düşünen kararlı bakışları, sihirbazın üzerindeydi.
"Nasıl yapabilirim? Ben hiç bir şey yapmadım."
"Clary, örümcekler ortaya çıkmadan önce Jace'e temas ettin mi?"
"Evet, sinirliydi. Konuşurken bileğimi tutuyordu."
"Ve bende senin koluna dokunduktan sonra babamın, Isabelle'i öldürdüğünü gördüm."
"Hala bir şey anlamıyorum." diyen Jace, anlamaz bakışlarla büyücüye bakıyordu.
"Bir şekilde bize en büyük korkularımızı yaşatıyorsun, Jace. Clary örümceklerden her zaman korkmuştur ve bende..."
Jonathan konuşmasını keserken, Isabelle elini kavradı. Olan biteni kısmende olsa anlamış sayılırlardı. Jonathan ise, çoktan bu gücü nasıl kullanabileceklerini düşünüyordu. İşe yarar olduğunu gerçekti.
"Yani sihirbaz güçlerim var."
"Evet, Jace var. Clary, bunu senden istemem kötü olacak ama Jace'e bir şekilde eğitim vermek zorundasın. Hatta Raphael'de size yardım etsin. Benim plan yapmam gerekiyor. Jace bu gücü doğru düzgün kullanabilirse sizi buradan çıkarabilirim."
"Sahi mi?"
Isabelle'in umut dolu sesini duyan Jonathan ona gülümseyerek döndü.
"Merak etme, güzellik. Yakında buradan gideceğiz, düşündüğümden bile çabuk olabilir."
〽〽〽
Yaklaşık iki haftadır, Jace güçlerini kontrol etmeye çalışıyordu. Clary ise kabus üstüne kabus yaşarken, garip bir terapiye maruz kalıyor gibiydi. Korkularınla yüzleş, onlardan kurtul. Gerçi pek işe yaradığını söyleyemezdi. Hala ölümüne korktuğu çok fazla şey vardı.
"Bence bu kadar yeterli, Jace. Daha fazla kabus istemiyorum."
"Olmaz hala kabus süreleri kısıtlı, Jonathan'ın istediği şeye yaklaşamadım bile..."
Clary can sıkıntısıyla bakışlarını Raphael'e çevirdi.
"En azından sende denemeye başlasa..."
Raphael başını iki yana sallarken, bakışları Simon'a odaklanan Clary, onunda isteksiz olduğunu görerek dudaklarını büzdü. Bu işten nefret etmeye başlamıştı. Her gün çocukluk kabuslarına maruz kalıyor. Dahası sevdiği insanların cesetlerini görüyordu.
Jace, Clary'nin korktuğunu iliklerine kadar hissederken, derin bir soluk vererek ona yaklaştı. Ellerini peri kızının yanaklarına yerleştirdiğinde, dudağına kondurduğu öpücük sonrasında konuştu.
"Tamam. Devam etmeyelim. Ama Jonathan buraya geldiğinde ne olacağını biliyorsun."
"Ona Raphael ile Simon'ı veririz."
"Beni karıştırmayın. Hele Simon'ı asla... Aranızda tek insan o. Sihirbazların güçlerine de sahip değil."
"Raphael, haklı. Ayrıca kaç gündür ailemin kabusları ile uğraşıyorum. İşin acı yanı onları görme ihtimalim bile yok."
Jace'i, Raphael ile Simon'ı dinlerken, Clary'nin elini sıkıca tuttu. Sonrasında da sessizce tekrar odaklandı. Niyeti, Jonathan'ın istediği şekilde kabuslarını bir kalıba sokmaktı. Bu işten en az onlar kadar hoşlanmıyor olsa da, uzun zamandır işe yaramaz biri gibi davranıyordu. İşin kötü yanı Magnus'a inanmayıp, Alec'i, William'a teslim eden kişi olmasıydı. Bu yüzden kendine duyduğu öfkeyle gücü aktif hale geldi. Kulağına önce Simon'ın çığlığı ulaşırken, ardından da Raphael'in nefes nefese kaldığını gördü.
Clary, olanları sessizlik içinde izlerken, Jace'in yaşattığı kabusu olduğu gibi görüyordu. Raphael ve Simon, birbirlerinin ölümlerine maruz kalırken, canlı hallerinden izole edilmiş gibi görünüyorlardı.
"Birbirlerini göremiyorlar."
"Evet, göremiyorlar."
Jace, sesindeki karanlık ve soğuk yana anlam veremezken, bundan hoşlandığını düşündü. Gücü yavaş yavaş azaltırken, kısa sürede birbirlerine sarılan iki aşığı gördü. Çok geçmeden de Raphael tarafından oldukça sert bir yumruklanmıştı.
"Bunu bir daha sakın yapma!"
"Yapacağımdan emin değildim. Ama yaptım. Bence mutlu olalım. Buradan çıkacağız."
"Seni!" diye söze başlayan Raphael, göz yaşları içindeki sevgilisini gördüğünde derin bir soluk vererek onun yanına gitti. Kısa süre sonrada odadan ayrıldılar.
〽〽〽
Plan günü, Jonathan'ın istediği şekilde hazırlanan Jace, kendini tam anlamıyla hazır hissediyordu. Yapması gereken, Valentine'ın kabuslarında Lilith'i bulup çıkartmaktı. Çevrili oldukları kalkanın kırılmasını ondan başka kimse sağlayamazdı. Clary ile güçlerini daha kontrollü bir şekilde kullandığını fark eden Jace, peri kızının elini sıkı sıkı tutarken büyücünün gelişini bekliyorlardı. Jonathan, babasına önemli bir konu olduğunu söyledikten sonra gelmesini söylemişti. Büyücü ortaya çıktığında ise, her şey fazla hızlı gerçekleşti.
Valentine'ın korkularından ortaya çıkan Lilith'in verdiği kesin emirle, Valentine kalkanın kırılmasını sağladı. Saniyeler içinde, tutsakların çıkışını sağlayan Jonathan bundan memnun olurken, Jace için durum biraz daha farklıydı. Raphael ve Simon sayesinde gelişen yeteneği sayesinde, Valentine, kabusuna saatlerce maruz kalacaktı.
Magnus
Kendimi garip bir şekilde huzurlu hissederken, kollarımın arasında olan bedene daha sıkı sarıldım. Burnuma dolan koku gülümsememi sağlasa da, çok geçmeden dün gece olanları hatırlayarak doğruldum.
Nefes...
Nefes alamıyorum.
Ben...
William...
Kalbim deli gibi çarparken William ile göz göze gelmen bir oldu. Yüzüme odaklı bakışlarından rahatsız olurken, yataktan hızlı bir şekilde uzaklaştım. Elimi göğsüme yerleştirirken, kalp krizi geçirmek üzere olduğumu hissediyordum. Göğsüm sıkışıyordu. William'da yataktan uzaklaştığında, elini sırtıma yerleştirdi.
"Hey... Neyin var, Magnus? Kalp krizi geçirmek üzere olan biri gibi görünüyorsun."
"Benden... Benden uzak dur."
Kalbim göğüs kafesimden çıkmak için uğraşırken zar zor konuşmuştum. Ama William'ın hala uzaklaştığını hissetmiyordum.
"İstersen Alec'in gelmesini sağlayabilirim. Ne dersin? Sana iyi gelebilir."
Duyduklarımla korkum artarken çığlık attım.
"Hayır! Kesinlikle olmaz!"
Yapabildiğim en hızlı şekilde oturma odasına geçtiğimde, derin nefesler alıyordum. Aldığım nefes ciğerlerime az geliyor gibi hissediyordum. Tüm bunlar... Yaptıklarım... Hepsi, Alec'i korumak içindi. William'ın kölesi gibi davranmam bu yüzdendi. Yine... Yinede dün banyoda olan şeylerin normal olmadığını biliyordum. Kendimi tutkularım da kaybetmiş olsam bile, düşünmem gereken kişi Alec'ti. Ama benim yaptığım tek şey, William'a karşılık vermek oldu. Bu durumda, Alec'in yüzüne nasıl bakacaktım? Onu resmen aldatan kişi olmuştum. Koltuğa oturduğumda, başımı ellerimin arasına alırken, dişlerimi sıkıyordum.
"Hala sakinlemiş görünmüyorsun."
"Çünkü sakin değilim! Uzak dur benden... Nefes alacak alan istiyorum."
"Yine asi peri haline döndün demek. Pekala kendini suçlamaya devam edebilirsin. Dünden sonra gayet mutluyum. O yüzden de sadece dinleneceğim. Sana da aynısını öneriyorum. Yarın yeniden yola çıkacağız."
Başımı kaldırarak William'a ters bakışlar atarken, bana yansıyan duygularıyla yutkundum. Mutluluğu, sevgisi olduğu gibi bana yansırken, midemin bulandığını hissediyordum. Kusma hissiyle midem ağzıma gelirken, hızla banyoya doğru koştum. Panik atak halimden bir türlü kurtulamıyordum.
Dünü hafızamdan, dahası bedenimden nasıl silebilirdim? Ellerim titrerken, düşüncelerim karmakarışık bir haldeyken büyü de yapamıyordum.
Duşun altına girdiğimde, kıyafetlerimi umursamadan buz gibi suyun altında durdum. Bedenim titriyordu. Ateş perisi olmamın getirisi soğuğu çok fazla hissetmemem olsa da, şu an durum farklıydı. Fazla güçsüz hissederken, beline dolanan kollarla, kaçmaya çalıştım. William, bedenimi sıkıca kavrarken çırpınmam hiç bir işe yaramıyordu.
"Sakinleş, Magnus. Sana yardım edeceğim."
"Benden... Uzak dur... Anca bu şekilde yardım edebilirsin."
Dişlerim birbirine çarparken, zorda olsa konuşmayı başarmıştım. Yinede onun pes etmeyeceğini adım gibi biliyordum. Zaten her şey tamda beklediğim gibi oldu. Bedenime yapışık halde olan kıyafetlerimi çekiştirerek benden uzaklaştırırken, ağlamaya başladım. Ağlıyordum.
Ona karşı güçsüz olmaktan.
Dün gece yaptıklarımdan.
Alec'i düşünürken çok fazla suçlu hissediyordum. Bedenimin tamamen çıplak kaldığını, tenime değen ılık suyla anca fark edebildim.
William, tenimi sevişmeye hazırlamaktan ziyade yumuşakça okşarken, titremelerim azalmaya başlıyordu. Göz yaşlarım ise bir an olsun durmuyordu. Başımı öne eğip ağlamaya devam ederken, William'ın bedenimle ilgilenmesine sessizce izin veriyordum. Başka yapabileceğim bir şey yoktu. Çok sonra bedenime sarılan havluyla, kendimi yatakta uzanırken buldum. Atak yüzünden, kendimi oyuncak bir bebek gibi hissetmeye başlamıştım.
Bedenime sarılan kollara rağmense hala titriyordum. Bunun üşümek olmadığını biliyordum. William'ın nefesini ensemde hissederken, tenimdeki ürperti daha da artıyordu.
"Magnus."
"Söyle..."
"Böyle yapma..."
"Neden işe yaramaz hale geldiğim için mi?"
"Hayır. Üzülmeni istemiyorum. Kendini suçlamayı bırak. Sana sarılan kollar Alec'in olmasa bana karşılık vermezdin."
William'ın neden böyle davrandığını anlayamazken, bana yansıyan duygularına odaklandım. Dakikalar önce mutlu ve neşeli halinin aksine şu an üzgündü. Gerçekten üzülüyordu ve bu durum daha fazla kafamı karıştırmanın yanına bana hiç bir şekilde yardımcı olmuyordu.
"Öyle hissetmiyorum. Ben..."
"Ben öyle olduğunu biliyorum. Zihnini rahatlat, Magnus. Bunu benim için olmasa bile Alec için yapabilirsin."
Onun bunu içtenlik söylediğini hissederken, kollarının arasında döndüm. Başımı yukarı kaldırırken Alec'in sahip olduğu harika gözlere baktım. Şu an onları kullanan kişi bir başkası olsa da, sevgiyle bakan bakışlarına ihtiyaç duyuyordum. William dudaklarıma doğru eğildiğinde öpücüğüne izin verdim. Bunu yapmamam gerekiyordu. Ama bir yanım gerçek anlamda Alec'i ne şekilde olursa olsun hissetmek istiyordu.
Gözlerimi kapatarak onun kokusuna ve tadına odaklanırken, yeniden ruhumun bedeninden çekildiğini hissettim. William'ın yapmaya çalıştığı şeyi fark ederken, bunu yapmamızı isteyecektim. Buna kesinlikle hazır değildim. Ama ben tek bir kelime dahi edemeden kendimi, Alec'in cennetinde buldum. Yine de bu kez geçen seferkinden farklı olduğunu biliyordum.
"Magnus..."
"Alec."
"Rüyalarda mıyız?"
"Evet."
Alec, belimi tutarak beni kendine çekerken, normalde ona uymam gerekirdi. Onu özlemiştim ama kafamın içindeki şeytanlar susmuyordu. Suçluluk duygum ile ondan uzaklaştığımda, beni anlamadığının farkındaydım. Ben bile kendimi anlamıyordum.
"Bir şey mi oldu?"
"Hayır... Sadece bunu ben planlamamıştım."
"William olduğumu mu sanıyorsun?"
"Hayır. Artık yani sizi karıştırmam mümkün değil. Sadece bilmiyorum işte..."
"Tuhaf davranıyorsun, Magnus..."
Alec, elini yanağıma yerleştirdiğinde, yutkundum. Sahiden de bir garip davranıyordum. Sevdiğim adam ile beraber olduğumu bilirken rahat olmam gerekiyordu. Kaç gündür onu göremiyordum. Yine de rahat değildim. Olmam imkansız gibi geliyordu.
"Sanırım. William'ın perisi olmak benim açımdan fazla yorucu olmaya başladı. Beni boş ver, sen nasılsın."
"Gerçeklik algımı kaybediyor gibi hissediyorum. Şu an seninle konuşunca aslında tüm her şeyin rüyalardan ibaret olduğunu bir kez daha anladım. Annemle birlikteyim ama olmadığını biliyorum. Ailemi özlüyorum. Seni özlüyorum, Magnus."
"Biliyorum. Bende seni özlüyordum."
"Kardeşlerim... Onlardan haberin var mı?
"Maalesef hayır."
Alec, yarım bir gülümsemeyle çenemi kavradığında, yüzüme doğru soludu. Dudaklarını hissetmek normalde, bedenimi ve ruhumu ele geçiren bir etki yaratırdı. Şimdiyse, kendimi çok tutuk hissediyordum. Yine de beni öpmesine izin veriyordum. Onu öperken, William'ın aklıma gelmesiyse mide bulantısının tekrar ortaya çıkmasına sağladı. Alec, hissetmiş gibi kendini geriye çekerken, göz yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu.
"İyi görünmüyorsun, Magnus. Neyin var? Anlat bana... Elim kolum bağlı bir şekilde durmak yeterince işkence benim için... Sana bir şey yaptı öyle değil mi?"
Dişlerimi dudaklarıma geçirirken tekrar titremeye başladım. Ona olanları nasıl anlatabilirdim ki? Ağlamam iç çekmeye dönerken, dudaklarım aralansa da tek bir kelime dahi edemedim. Gözlerimi kapattığım andan saniyeler sonra da kendimi yeniden otel odasında buldum. William'ın karşımda odluğunu hissederken, bu kez dişlerimi öfkeyle sıktım. Sonrada doğrularak onun yüzüne sert bir yumruk geçirdim.
"Bunu bir daha sakın yapma!"
"Neden? Alec, sana iyi gelir diye düşündüm."
"Böyle değil. Bu halde değil. Beni düşünmeyi bırak."
Yataktan uzaklaştığımda zihnimin karardığını hissediyordum. Aniden ortaya çıkan öfkem kontrolsüz bir şekilde büyürken, kanatlarımı ortaya çıkardım. Gözlerimin etrafında uçuşan alev kristallerinin ardından da William'a dönerek bağırdım.
"Hemen sıradaki kurbanı seç."
"Acelen ne?"
"İstekte bulunmuyorum, William. Emrediyorum. Sıradaki kurbanı lanet olası listenden seç ve buradan gidelim."
"Tamam. O halde tanıdık birine gidelim." dediğinde, sırıttım. Aklımda tek bir isim bilirken, gülümsüyordum.
"Valentine'a gideceğiz."
"Bana uyar, Magnus."
〽 Bölüm Sonu〽
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro