Kolay Hedef
_Önceki Bölümden Kesit_
"Pekala... O halde gidebiliriz." dediğimde, durgunlaşmış bir haldeydim. Bu yaratıkları ilk kez duyuyordum ve ne yapmam gerektiği bile tam olarak belli değildi.
William, adım atmadığımı fark ederek yanıma geldiğinde, elini belime yerleştirdi. Dudaklarıma kondurduğu kısa öpücük sonrasında da geriye çekildi.
"Seni koruyacağımı biliyorsun, Magnus. Endişe etme." dediğinde, rahatlamanın asıl korktuğum şey olduğunun ise biraz geç farkına vardım.
Magnus
William'ın yüzünde oluşan güven verici gülümsenin ışığında rahatlamak garip olsa da kendimi daha iyi hissediyordum. Sonuç olarak bizi canlı tutacağına emindim.
"Hazır mısın, Mags?"
Başımla onu onaylarken, derin bir nefes aldım. Dalgınlık şu an ihtiyacım olan son şey bile değildi. Üstelik Valentine'ı bir an için kolay lokma sanmak gibi bir yanılgıya kapılmıştım. Onun kibrini anlatırken, kendimin ondan ne farkı kalmıştı? Bu tezatlık zihnimi tam anlamıyla toparlamamı sağlarken, tüm düşünceleri bir kenara bıraktım. Kısa süre içinde hem Valentine'ı yok edecek, hemde Alec'in ailesini güvende tutma şansım olacaktı. Bu yüzden benim için ateş perisi Magnus Bane olma zamanıydı.
Bedenim ateş perisi özelliğinin getirisiyle daha fazla sıcaklık yayarken, portal oluşturacak büyüyü yaptım. Geldiğimiz noktada karşılaştığımız manzara ise beni şaşırtmış olsa da, William ile aynı hisleri paylaşmadığımızı hissediyordum.
"Bu yer neresi?"
"Sessiz olmalısın."
William'ın isteğiyle susarken uçsuz bucaksız araziye bakarak, göz gezdirdim. Bulunduğumuz bu yer hem tanıdık, hemde bir o kadar yabancı geliyordu. Bunun garipliğini yaşarken Valentine'ın kullandığı kalkanın gücünü hesap etmeye çalışıyordum. Ama ne yazık ki bunu tam olarak bilmemin imkanı yoktu. Özellikle arkasında kadim bir cadının varlığını bilirken...
Sıradaki hamlemizi beklerken, William'ın bir ileri bir geri volta attığını fark ettim. Bedenimden garip bir ürperti geçerken endişelenmeye başlıyordum. Şu an William, planına mı devam ediyordu, yoksa yeni bir şeyler mi düşünüyordu? Emin değildim. Konuşmadan bunu bilmemde imkansızdı. Ama sormakta sessiz kalmam gerekirken gereksiz bir durum oluşturuyordu.
Kısa süre sonra William eline ne zaman aldığını bilmediğim taşları gösterdiğinde, hareketlerini daha da dikkatli izlemeye başladım. Belirlediği bir noktada durduğunda taşlardan birini sağ tarafa, diğerini ise tam tersi istikamet olan sol tarafa doğru fırlattı. Taşlar hiç bir engelle karşılaşmadan yere düşerken hala sessizliğimi koruduğum için bir şey söylemedim. O an aklıma gelen tek şeyse, taşlarla koruma kalkanının yerini saptamaya çalışma ihtimali oldu. Gerçi bu şekilde fark edilecek türde bir koruma kalkan, fazla kolay olmaz mıydı?
"Magnus."
Fısıltı şeklinde ismim kulaklarıma dolarken, William'ın işaretiyle ona doğru yürüdüm. Tam önüne gelerek durduğumda belimi saran elleriyle, ona arkamı dönmek zorunda kalmıştım. Beni kendine daha fazla çekerken tüm bedenini arkamda hissedebiliyordum. Enseme soluduğu nefesinin ardından, "Gözlerini kapat." diye fısıldadığı duydum.
Kapanan gözlerimin ardından bedenimde gezinen elektrik akımı ve dahası ortaya çıkan kanatlarımı fark ederken nefesimi tuttum. Kristal kanatlarım onun tenine dokunuyor olmalıydı. Kanatlarım Alec ile olduğumuzda ona zarar vermiyordu. Ama William'ı daha dakikalar önce yaktığım gerçeğiyle gözlerimi açma dürtüsüne engel olamadım. Açtığım anda ise gördüğüm görüntü ile şaşkınlığımı gizleyecek durumda değildim.
"Bu da ne?"
"Sadece izle..."
Taşların atıldığı noktadan çıkan garip ışık kümesi tam bulunduğumuz noktada birleşmiş ve bize Valentine'ın oluşturduğu kalkanın, ardındaki saklı yerini göstermişti. Şaşırdığım nokta ise bunun bir büyü olmadığına emin olmamdı. Sihirbaz yeteneği olması bir ihtimaldi, daha fazlasını ise bilmiyordum.
"Bunu nasıl yaptın?"
Sesim William'ın yaptığı gibi fısıltı şeklinde çıkarken, kulağıma kıkırtı şeklindeki gülüşü doldu. Duygularını tam anlamıyla hissederken neşesini ve bana duyguyu sevgiyi net bir şekilde algılayabiliyordum.
"Benimle ilgili bilmediğin çok fazla şey var, Mags. Bundan daha iyi olansa peşinde olduğumuz kişilerinde yeteneklerimden bir haber olması."
Adımı kısaltmasından rahatsız olacağımı düşünüyor olsam da, öyle olmadığımı bilmek hala garip geliyordu. Aslında bu da endişe verici bir durumdu. Yine de görmezden gelerek, önümdeki manzaraya dikkatimi verdim. Alec'in ailesine olduğunu gibi, ailemden saydığım iki kişide tutsaktı.
"Ölüm getirenin yeteneğimi bu..."
"Tam olarak öyle sayılmaz. Sana sonra anlatırım. Şu an ölmesi ve kurtarılması gereken kişiler var."
Konuşmam William'ın sesiyle kesilirken, onu dinlemeye başladım. Son cümlesiyle yutkunmadan edemezken, onun diğerlerini umursamayacağını düşünmüştüm. Özellikle Alec'in ailesini... Ama şu an onları kurtarmak istemesine ne diyeceğimi bilmiyordum. Yalan söylemiyordu. Buna emindim.
"Şaşkınlığını gizle, Mags... Onları kurtarmak istediğini biliyorum. Sana seve seve yardım ederim."
William'ın fazlasıyla değişkenlik gösteren ruh hali, bana hiçte iyi gelmezken bir adım öne çıkarak ondan uzaklaştım. Yine etkilenmek istemiyordum. Üstelik bu durum anlıkta sürmüyordu.
"O halde başlayalım, William."
"Hay hay..."
Elimi kavrayan elin ardından yürümeye başladığımda, taşların oluşturduğu görüntünün içinden geçtik. Anında etrafımız, hatta gökyüzü bile değişirken büyük malikane karşımızda öylece duruyordu. Ama daha ilk adımda duyduğumuz garip seslerle, William'ın oklarından birini eline alması bir oldu. Hemen sonrada hayatım boyunca görmediğim garip yaratıkla göz göze geldim.
"Arkamda dur, Mags. Onlar benim peşimdeler."
William'a uyarken gözlerimi yaratığın üzerinden bir an olsun çekemedim. Yaratık dört ayaklı iri yarı bir hayvana benziyordu. Derisinin fazla kaygan olduğu parlaklık ve yağlı tabakasından belliydi. Keskin dişlerini korku vermek için gösterirken, yılana benzeyen kuyruğunu havaya doğru kaldırdı. Kuyruğun ucunda kendini parlaklığıyla belli eden iğneyi gördüğümde, peri kanatlarımı ortaya çıkardım.
Başka bir yaratığın varlığını hissederek arkamı döndüğümde çoktan çevremizi sarmış oldukları gerçeğiyle savaş pozisyonuna geçtim. Alevlerin onları yavaşlatacağı konusunda bilgi sahibi olsam da daha fazla şey yapmalıydım. Savaşmam gerekliydi.
"Gerçekten kullanabileceğim bir şey yok mu, Will?"
Yaratığın varlığını bir kaç saniyeliğine yok sayarak, bakışlarımı William'a çevirdim. Yüzündeki ifade değişim, göz devirirken dudakları hareket etmeye başladı. Hemen sonrasında da elinde oluşan kılıcı gördüm.
Tam o sırada da kanatlarımın acısıyla dişlerimi sıktım. Sanki kristallerim bedenimden teker teker sökülüyor gibiydi. Bu yüzden kendimi sıksam da acı verici bir şekilde inlemeden duramadım.
"Bunu sen istedin, Mags. Üzgünüm." dediğinde, elime verdiği kılıca baktım. Kılıcın etrafı kristal kanatlarımın alevleriyle sarılıydı. Bunun da tek bir anlamı vardı.
"Kanatlarım."
"Evet, kanatların..." diyen William karşısındaki yaratığa ok atarken, üzerime doğru saldırıya geçen yaratığın bir tanesine elimdeki kılıcı sapladım. Yaratık can çekişir gibi çığlıklar atarken, bedeni siyah renkle kaplanmaya başladı. Dakikalar içinde de küle dönüşen bedeni havada toz zerrecikleri oluşturdu. Çevremizdeki yaratıklardan oldukça kısa sürede kurtulduğumuzda Isabelle'in çığlığını duyarak öne doğru atıldım.
William, belimden çekerek beni engellediğinde, yapmaya çalıştığı şeyin farkına vararak durdum. Fazla duygusal davranıyordum. Düşman bölgesinde dikkatli olmalıydık.
"Dikkat çekmemeliyiz, Mags."
"Haklısın, Will." dediğimde yavaş adımlarla malikanenin diğer tarafına doğru yürüdük. Kısa süre içinde de az önceki yaratıklarla karşı karşıya kalan küçük toplulukla karşılaştık.
Jonathan, Raphael ile birlikte yaratıkları büyüyle uzaklaştırmaya çalışırken, Isabelle biraz arkalarında Simon'ın dizine başı koyulmuş bir halde, yerde uzanıyordu. Clary'nin ona yardım etmeye çalıştığı buradan belli olurken, Jace diğer taraftan onları korumaya çalışıyordu.
William çevrelerini sarmış olan yaratıkları okuyla, teker teker yok ederken, herkes şok olmuş bir halde bize bakmaya başladı. Aralarından ilk harekete geçen kişi Raphael olduğunda yüzündeki gülümsemeyle üzerime doğru koştu.
Açılan kollarımın arasına girdiğinde ona sıkıca sarılırken, çoktan gülen ifadesinin solduğunu biliyordum. Bedenindeki titremeyi hissederek ondan uzaklaştığımda, dolan gözleriyle karşı karşıya kaldım.
"Magnus... Senin... Senin öldüğünü sanıyorduk. Ruhunun zehirlendiğini..."
"Hey... Sakinleş. Gördüğün gibi gayet iyiyim." dediğimde, gözlerim William ile onunla karşı karşıya gelen Jace'e takıldı. Jace bir anlığına önünde dururken, ne yapması gerektiğini bilemiyor gibiydi. Alec'e sarılmak istediği barizdi. Ama karşısında kim olduğunu bilmiyordu.
Raphael'i bırakarak yanlarına ilerlediğimde oluşan garip sessizlikle, ikisini izledim. Isabelle'in acı çeker şekilde inlemesi sessizliği bozarken, sihirbaza odaklandım.
"Izzy'e ne oldu?"
Clary, elini sihirbazın üzerinden çekmezken konuştu.
"O şey... Yaratık... Ona iğnesini batırdı. Suyun iyileştirme gücü hiç bir işe yaramıyor."
"O halde fazla vaktimiz yok." diyen William hızla sihirbazın yanına yürürken, onunla adım attım. Ama hemen sonrasında bileğimin sertçe kavranması yüzünden olduğum yerde kalmıştım. Jace'in tutuşu canımı yakıyordu.
"O benim kardeşim mi? Yoksa William denen canavar mı?"
"Şu an buna vaktimiz yok, Jace..."
"Bana söyle, karşımızdaki kim?"
"Isabelle'in ölmesini mi istiyorsun, Jace? Alec'i son seferde senin yüzünden kaybettik. Şimdi uzaklaş..."
"Mags... Gelmelisin."
Oluşan sessizlikle William'ın yanına ilerlediğimde, herkes fazlasıyla sessizdi. Isabelle'in bir açılan, bir kapanan gözleriyle varlığımızı fark ettiğinden bile şüpheliydim.
Jonathan yanımıza yaklaştığında, "Büyülerde işe yaramıyor, denedim." diyerek sihirbazın yanına diz çöktü. Bakışları ve saçlarını okşayışına bakılırsa, ne kadar yanlış olduğunu düşünüyor olsam da Isabelle'i sevdiğini anlayabiliyordum.
William, "Buraya odaklan, Mags." diyerek elimi kavradığında, diğer elini de sihirbazın göğsüne yerleştirdi. Gözlerimin etrafında yeniden uçuşmaya başlayan alev kristallerinin ardından, kısa sürede Isabelle'in teni normal rengini almaya başladı. Gözlerini açarak kendine geldiği anda da kollarını William'ın, boynuna dolaması bir oldu.
"Ölmediğini biliyordum. Biliyorum. Buradasın, Alec..."
Isabelle, abisine daha da sıkı sarılırken, William'da ona uyarak kıza sarıldı. Bu görüntünün benim için ne ifade etmesi gerektiğinden emin değildi. Bildiğim tek şey William'ın, sihirbaza iyi davrandığını olmuştu. Jace, kız kardeşini zorla William'dan kopardığında yüzündeki nefreti net bir şekilde görebiliyordum.
"O, Alec değil. William denen pislik."
"Gitmeliyiz Mags."
William'ın sihirbazın nefret dolu kelimelerini tamamen görmezden geldiğini fark ederken, Jace konusunda bende aynı şeyi yapmayı düşünüyordum. Ona şu an laf anlatmak kesinlikle başarılı olmayacağımız bir konuydu.
"Güvenli bir yere gidin. Yakında yanınıza geliriz."
Isabelle, ne diyeceğini bilemez bir halde belini saran Jonathan'dan destek alırken, gözlerinin dolmaya başladığını gördüm. Diğerleriyse ne diyeceklerini bilememenin eşiğinde sessiz kalmışlardı.
"Babamı mı öldüreceksiniz?"
Jonathan'ın cümlesi durmamı sağladığında, büyücünün yüz ifadesini izledim. Ondan en az babası kadar nefret ediyordum. Diğer yandan şu an, değer verdiğim kişilerin iyi olmasının bir sebebinin de, o olduğunu görebiliyordum.
"Evet." dediğimde, gözlerim ister istemez Clary'i buldu. Yanıma gelmek istese de, şu an Jace'i zapt etmek ile uğraşıyordu. O ise saldırıya hazırlanan yırtıcı bir hayvandan farklı görünmüyordu.
"Acı çekmesini sağlayın."
Jonathan'ın bu tepkisine şaşırırken, dudaklarım aralanmış olsa da bir şey diyemedim.
"Merak etme, bu işte en az baban kadar ustayım."
William, ilk kez onlara karşı bir cümle kurduğunda, bana döndü.
"Vakit kaybetmeyelim, Mags. Bu yaratıklar sadece Valentine için burada değiller. Çoktan Lilith'e haber uçurmuş olmalılar. Şu an onunla karşılaşmamız iyi olmaz."
William'ı başımla onaylarken, Jonathan'a döndüm.
"Güvenli bir yere gidin. Sizi buluruz."
"Senin için açık bir kapı bırakacağım, Magnus." diyen Jonathan'ın ardından, William'a doğru yetişmek için koştum.
〽〽〽
Bahçeye giriş yaptığımızda etrafta olması gereken perileri hissetmiyor olmak garip gelirken, William'ın durması ile hareketsiz kaldım.
"Bu fazla kolay olmadı mı? Tutsakları kaçarken, sinirli bir Valentine görmeyi bekliyordum."
"Bende." dediğimde Valentine'ın sesini duymamızla, ağaçlığın arasına gizlenmemiz bir oldu.
Dikkatli adımlarla daha yakına ilerlerken, Valentine'ın boşlukla konuştuğunu gördük. Bu ise sahip olduğumuz onca büyüye rağmen en garip durumlardan biriydi. Suyla, duvarla, hatat bitkiler aracılığıyla başkalarıyla iletişim kurmamızı sağlayan büyüler vardı. Ama şu an gördüklerimiz hiç bir şeye benzemiyordu.
"Sence ne oluyor?"
"Sihirbaz yeteneğine maruz kalmış gibi görünüyor."
"Nasıl anladın?"
"Jace'in yeteneğini biliyorum." diyen William'a, şaşkınlıkla bakarken onun rahat hareketlerine ayak uydurdum. Bazen bu kadar çok şeyi anlamasından ciddi anlamda korkuyordum. Nasıl anladığı ise başka bir konuydu.
Valentine bir kaç adım ötemizde yanında Lilith varmış gibi korku dolu gözleriyle konuşurken, bir noktada William sırtındaki oklardan bir tanesini omuzuna saplaması ile kendini en yakın duvara savrulmuş halde buldu. Uykudan uyanır gibi bakışları bizi bulurken, acıyla yerde kıvranıyordu.
"Siz buraya nasıl geldiniz? Lilith..."
William'ın kahkahası bahçede yankılanırken, nereden geldiğini fark etmediğim dallar Valentine'ın bedenine dolanmaya başladı. Büyücü acı içinde çırpınırken, kölelerine sesleniyordu. Kısa sürede ortaya çıkan perileri uzaklaştırma işi bana kalırken, elimden düşürmediğim kılıçla savaşmaya başladım. Kullanmayı nedensiz bir şekilde sevmiştim. Belki de bunun nedeni üzerinde sahip olduğumu alevlerin var olmasıydı.
"Değer vermediğin sihirbazlar dan birinin oyununa gelmişsin, Val... Senin beni gerçek anlamda zorlayacağını düşünüyordum. Sandığımdan da kolay hedef oldun."
"Beni yok etmen kolay olmayacak."
"Emin misin?"
Elimin arasındaki son periyi yok ederken, arkamı döndüğümde Valentine'ın kızaran gözleriyle, moraran tenini gördüm. Dallar tüm damar yollarını tıkarken, ona nefes alacağı alan bırakmamış görünüyordu.
"Valentine kolay olmadığını düşünüyor, Mags... Sen ne diyorsun?"
"Ona kolay derken, kibirli olduğumu sanıyordum. Ama beni yanıltmadığını görmek güzel."
"Perimi mutlu ettiğine göre artık ölebilirsin."
William'ın kontrolündeki dallardan aniden ok misali çıkan dikenler, Valentine'ın bedeninde derin kesikler oluştururken, onun oluşan kan gölünün içinde sabit kalmasını sağlıyordu. Yine de buna rağmen hala canlılığını koruduğunu gözlerinden görebiliyordum.
"Henüz ölmedi."
"Bir süre daha ölmeyecek. Gidebiliriz."
"Ya onu biri bulursa?"
William, elini belime yerleştirdiğinde, yüzünde yarım bir gülümseme oluştu.
"Merak etme, Mags. Bu laneti kimse durduramaz." dediğinde, yüzüme doğru eğildi. Oluşan büyü akımının ardından kendimi otel odasındaki yatakta bulduğumda, William üzerime çıkarak dudaklarımı öpmeye başlamıştı.
Yaşadığımız adrenalin içimdeki tutkuyu arttırırken, hiç bir şey düşünmeden yine öpüşüne karşılık veriyordum. Sert öpüşme dudaklarımın uyuşmasını sağlarken, William'ın elini kalçalarım da hissettim. Nefesim kesilirken, zihnimde oluşan Isabelle'in görüntüsünün ardından William'ın omuzlarını kavrayarak onu kendimden uzaklaştırdım.
"Will."
Nefes nefese bir halde onun adını söylemem, gözlerindeki tutkulu bakışı derinleştirirken bana aynı şekilde karşılık verdi.
"Mags."
"Anlaşmamıza aykırı olduğunu bilsem de senden bir şey istemeliyim."
"Ne isteyeceğini tahmin edebiliyorum."
"Peki yapabilir misin?"
"Sana güvenebilir miyim?"
William'ın gözlerinin içine bakarken elimi yanaklarına yerleştirdim. Normalde bunu onunla oynamak için yapacak biri olsam da, o an bunu gerçekten istemiştim. Dudaklarını kendime çekip fazlasıyla sade bir şekilde onu öptükten sonra geriye çekildim.
"Güvenebilirsin."
"O halde. Yarın Alec ile olabilirsin. Ama şimdi burada olmana ihtiyacım var."
Tekrar yüzüme eğildiğinde öpüşmeye başladığımız da ona uyarak karşılık veriyordum. Dilimde bıraktığı bağımlı olduğum tada artık direnmeyi bırakmıştım. Kısa süre içinde William'ın yine hareketlerinin sertleşip benimle sevişmek isteyeceğini düşünüyor olsam da, öpüşmemiz kesildiği anda başını göğsüme yerleştirdi.
Yaptığı büyü bedenimizin temizlenip, yatak kıyafetleri giymemizi sağladığında istediği tek şeyin sarılıp uyumak olduğunu anladığım anda kollarını bedenine doladım. Sonrasında da gözlerimi yumdum. Yarın Alec'in yanında olacak olmam bir yana, onunla konuşmak zorunda olduğum şeylerden korkuyordum.
〽 Bölüm Sonu〽
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro