Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Karanlık Yansıma

Nefess0000

tonyismylife


_Önceki Bölümden Kesit_

"Bilmiyorum, Izzy. Catarina'ı çağıracağım."

Raphael odadan ayrıldığında, Izzy yatakta uzanan iki bedene baktı. Magnus'un daha kötü durumda olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu. Ellerinin arasına Alec'in elini alırken, bakışları Magnus'un üzerindeydi. 

Alec

"Magnus'u öldür, Alec."

"Bu da ne demek oluyor, Alexander?"

"O sesi sende duyuyor musun?

"Konuşan kişi sensin, Alec..."

"Ne?"

Şaşkınlık bedenimi ele geçirirken, Magnus'un bana yansıyan tek duygusu öfkeydi. Ben ise dehşet içindeydim.

"Başımıza gelen onca şey yetmedi. Birde kendi kendine konuşup! Kendinle beni öldürme planları yapıyorsun... Seni anlamıyorum. Dahası sanırım artık şaşırmamam gerekiyor. Belki de başımıza gelecekleri sessizce kabullenmeliyim. Ne dersin? Sonuçta olanların önüne de geçemiyorum..."

Magnus'u anlamaya çalışırken, garip ses yeniden kulaklarımda yankı buldu. Ama bu kez söylediği kelimeleri anlamıyordum. Sadece garip bir hissin sinsice kanıma karıştığını hissediyordum. Ürperti bedenimden geçip tüylerimi diken diken ederken, derin bir nefes aldım. Bu sesin sahibi kesinlikle ben olamazdım.

"Konuşan ben değilim, Magnus!"

Perinin bana yansıyan öfkesi yüzünden sesim oldukça sert çıkmıştı ve çok geçmeden Magnus'da benzer bir öfkeyle bağırmaya başladı.

"Beni dinle, Alec! İçinde kaç kişi barındırdığını artık öğrenmek dahi istemiyorum. İstediğim tek şey buradan çıkmak..."

Magnus'un artan öfkesini iliklerime kadar hissederken, bir adım geriye çekildim. Olanları gerçekten anlamıyordum. Onun rüyamda nasıl var olduğunu? Konuşan sesin ısrarla bana ait olduğunu söylemesini...

Bana göre duyduğum ses bir insana ait bile değildi. Daha çok biçimi olmayan bir yaratığa benziyordu. Karanlığa ait dehşet getiren sesi her duyduğumda, ölümcül nefesini ensemde hissediyordum. Onu göremiyor olsam da, bunu sadece kulaklarıma ulaşan sesiyle yapabiliyordu.

"Gerçekten hiçbir fikrin yok mu, Alec?"

Magnus'un kelimelerini biraz geç algılarken onun dokunuşunu kollarımda hissettim. Beni kollarımdan kavramış hafifçe sarsıyordu. Bense düşüncelere daldığımı fark etmemiştim bile.

"Şu an düşüncelere dalmanın hiç sırası değil, Alec. Rüyanın sahibi madem sensin, bizi buradan çıkaracak kişide sen olacaksın. Odaklan ve hemen bir şeyler yap!"

Onun verdiği emirle korktuğumu hissederken gözlerimi kapattım. Haklı olabilirdi. Bizi buradan çıkarabilirdim. Her ne kadar bu konudan emin olmasam da deneyecektim.

"Buradan çıkmanın tek yolu ölüm, Magnus... Öleceksin."

Ses yeniden yankılandığında, gözlerimi açtım. Magnus'un bana yansıyan öfkesi hızlı bir şekilde korku ile yer değiştirirken, bu durum bakışlarına da yansıyordu. Yaratık görmüş gibi benden uzaklaşmaya çalışmasını, bileğini sertçe kavrayarak engelledim. Şu an neden böyle davranmadığımı ise bilmiyordum. 

Bileğini kavrayan elimin canını yaktığının farkındaydım. Aynı acıyı bende hissediyordum, yine de onu bırakmıyordum. Bırakmak istemiyordum. Görüşüm yavaşça kararmaya başladığında, bedenimde oluşan elektrik akımı hissettim. 

"Alec, ne yapıyorsun? Kendine gel..."

Magnus'un uğultular eşliğinde duyduğum sesi bana anlamsız gelirken, diğer bileğini de kavrayarak bedenini kendime çektim. Dudaklarından dökülen acı dolu inleme, gamzeleri ortaya çıkaran gülümsemenin yüzümde belirmesine sebep oldu. Yapmak istediğim şey gülümsemek olmasa da...

"Bu anı uzun zamandır, bekliyorum."

Konuşan sesi umursamadan yavaşça ona doğru eğildim. Nefesim Magnus'un yüzünde gezinirken, onun soluklarını dinliyorum.


"Alec... Alexander... Gerçekten... Beni öldürecek misin?"

Magnus'un dudaklarından dökülen kelimelerden sadece ismimi söylediği kısmı algıladım. Bana Alexander diyerek seslenmesi gerçekten hoşuma gidiyordu. Bakışlarım dudaklarına takıldığında, hareket eden dolgunlukları izledim. Ne söylediğini anlamıyordum. O an bunu da umursamadım, istediğim tek şey dudaklarının tadına yeniden bakmaktı. Bileklerini serbest bıraktığım anda, uzaklaşmaması için belini kavradım. Diğer elim ensesine yerleştiğinde, yüzünü kendime çektim. 

Dudaklarımız dilediğim şekilde birleşirken, sertçe öpmeye başladım. Magnus ise hareketsizdi. Ama bu durum çokta takılmadan öpücüğe devam ettim. Dudaklarının tek sahibi benmişim gibi alt dudağını dişlerimin arasına alarak ısırdım. Kazandığım inlemeyle memnun olarak dudağını yavaşça emdim. Aralanan dudaklarının arasından giren dilim, algıladığım tadı daha da artırırken sarhoş olduğumu hissediyordum. Onun tadının bende yarattığı etki tam olarak buydu, sarhoş etmek. 

Dakikalar sonra Magnus'un hareketsizliği sinirlerimi bozmaya başladı. Ben onun tadıyla böylesine sarhoş olurken, onun tepkisizliği öfkeyle dolmamı sağlıyordu. Öfkem giderek büyürken bu sefer dudağını daha sert bir şekilde ısırdım. Dilime bulaşan kan tadıyla, onun acı dolu inlemesi kulaklarıma ulaştı. Normalde bu onu bırakmam için bir işaretti. Ama benim yaptığım tek şey kanı dilimle, dudaklarına yayarak onu öpmeye devam etmek oldu. 

Kendimi şaşırtan hareketlerim, zihnimde düşünce savaşına dönüşürken acı çekmeye başladım. Bedenim tamamen acıyla kaplandığında dayanamayarak kendimi Magnus'un bedeninden uzaklaştırdım. Gözlerimin önünde yaşananlar ise hareketsiz kalmama sebep oldu. Bu nasıl olabilirdi?

Magnus, ellerimin arasındaydı. Dudakları sömürülüyordu. Onu tutan kişi bendim. Ama aynı zamanda... O kişi ben değildim. Onları sadece uzaktan izlemekle yetiniyordum. 

"Çok az kaldı, Alec... Yakında sona bitecek..."

Kulaklarımda yankılanan sesle, acım daha da arttı. Ruhum bedenimden koparılıyor gibi hissediyordum. Ama görünürde bana olan hiç bir şey yoktu. O anda çoktan fark etmem gereken gerçeği anlayarak dişlerimi sıktım. 

Acının kaynağı Magnus'tu. 

Onu öldürüyordu. 

Onu öldürüyordum. 

Ölmesini istemiyordum.

Magnus'a yardım etmek için bir şeyler yapmam gerekiyordu. Ama hareket etmeyi denerken, yerimden bir milim bile uzaklaşamadım. Acım dayanılmaz derecede katlanırken, ona yardım edememek öfkemi geçen her saniye daha da arttırıyordu. 

Ölmeyecekti.

Buna izin vermeyecektim. Olduğum yerde ne kadar süre çırpındım, hiç bir fikrim yoktu. Ama sonunda bir şekilde hareket etmeyi başardım. Yaptığım ilk şeyde ben gibi görünen adamı, Magnus'un bedeninden uzaklaştırmak oldu. 

Yere düşmemesi için kollarımın arasına aldığım Magnus'un kana bulanmış dudaklarına baktım. Gözleri kapalıydı. Kanı çenesine doğru damlarken, tenine karışmasını izledim. Kanın kızıl rengi tenindeki solukluğu daha fazla belli ediyordu. Esmer teni olması gerekenden fazla açık görünüyordu.

"Ne yaptığını sanıyorsun! Çok az kalmıştı, Alec."

Onun Magnus'a yaklaşmaması için bedenini yavaşça yere koyduğumda ayağa kalktım. Şu an içinde bulunduğum deliliğin bir tanımı var mıydı? Cevabı bilmiyordum. Karşımdaki kişiye, yani bir nevi yansımama bakıyordum. Yüzündeki ifade ise ben gibi değildi. Tamamen siyaha sahip gözleriyle bana bakıyordu. Ama şu an derdim onun varlığı bile değildi. Düşündüğüm tek şey Magnus'u korumaktı. Bunu yapmak zorundaydım.

"Ona zarar veremezsin."

Kulağıma ulaşan kahkahası korkutucu olsa da geri adım atmadım. Beni geçerse Magnus açık hedefi olacaktı. Etrafıma baktığımda her yerin karanlık olduğunu gördüm. Bir şekilde sadece bizim olduğumuz yer aydınlığa yakındı. Işık kaynağı ise tamamen belirsizdi.

"Onu benden koruyamazsın, Alec. Beni daha fazla içeride tutamayacaksın. Yeterince güçlü değilsin."

Ona karşı gelmek istesem de, içime işleyen kelimelere yalan gözüyle bakamıyordum. İnsan kendine yalan söyleyebilir miydi? Güçlü olmadığımı çok önceden kabul etmişliğim vardı. Kendime söz geçiremiyordum. İlaçlara bağımlı yaşıyordum. Hala bir çocuk gibi kabuslarımdan korkuyordum. Gözlerim dolarken olduğum yere çöktüm. Hemen baş ucumda beliren karanlık yansımam, çenemi kavradığında kafamı kaldırarak ona baktım. 

"Zayıfsın, Alec. Korkusuz olmak içinse tek ihtiyacın benim. Sadece izin ver. Senin için her şeye son vereceğim."

Boğazımın kuruduğunu hissederek yutkundum. Az önceki kararlı yanımın ise nereye gittiğini merak ediyordum.  Sözde Magnus'u koruyacaktım. Ama daha kendimi, kendi düşüncelerimden bile koruyamıyordum. Zayıftım.

"Alex...ander."

Magnus'un acı dolu sesini duyduğumda, çenemde bulunan ele inat başımı çevirdim. Onun beni şu an nasıl gördüğünü bilmiyordum. Diğer varlığı görüp görmediğinden de emin değildim. Ama bana elini uzatıyor olması korkmadığını düşünmeme sebep oluyordu. Çünkü ondan bana ulaşan hiç bir duyguyu hissetmiyordum ve bu garip geliyordu. Duygularını hissetmeye alışmıştım. Ona alışmıştım.

"Alexander..."

Tamamen ona döndüğümde, yarı kapalı gözlerinde, canlılığını kaybeden bakışlara odaklandım. Duygularını hissetmiyor oluşumun nedeni ölüme yakın olması olabilir miydi? Bana uzattığı elini tuttuğumda, firar eden gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. 

"Neredeyse beni de ağlatacaksın, Alec... Bu kadar duygusal olmana gerek yok. O sadece değersiz bir peri."

Magnus elimi yapabildiği kadar sıkı kavrarken, karanlık yansımada harekete geçti. Magnus'un diğer yanına doğru yürüdüğünde, eğilerek elini göğsüne yerleştirmesini izledim. Sonrada boşta kalan elimle Magnus ile temas eden elini ittim.

"Dokunma ona..."

"Çok zorluyorsun, Alec? Sıkılmaya başlıyorum."

Anlık bir sessizlik oluştuktan sonra onu yeniden duydum.

"Tamam. Bir anlaşma yapalım. Ona veda etmene izin vereceğim. Ama çok yakında, onun ellerimizde can vermesine kendin izin vereceksin. Vermesen bile bunu yapmak için her yolu deneyeceğim." 

Magnus'un gözleri yavaşça kapanırken öleceği düşüncesiyle nefesimi tuttum. İyi olması için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Yansımanın yok olduğunu fark ettiğimde, Magnus'un elini ellerimin arasına aldım. 

Ten renginin yavaşça normale dönmesini izlerken, bunu yapan kişinin ben olduğumdan emin değildim. Zaten kimin yaptığının da bir önemi yoktu. Magnus iyi görünüyordu ve duyguları yavaşça benimle bütünleşiyordu.  Korkusunu, öfkesini, endişesinin hissederken istemsizce gülümsedim. Bu histen ne olursa olsun vazgeçmeyecektim.

...

Gözlerimi yavaşça aralarken karşılaştığım ilk yüz, kız kardeşime aitti. Kafamı hafif kaldırdığımda ise yatağın kenarında dikilen tanımadığım sarışın adamı gördüm. Bir an neredeyim ben durumunu yaşarken, yatağın hareket etmesiyle başımı çevirdim. 

Magnus, yataktan kalkmaya çalışırken, Catarina onun göğsüne baskı uyguladı. Bedeni gerisin geri yatakla buluşan peri öfkeliydi. 

"Bırak beni, Catarina."

"Az önce kalbin durdu, Magnus. Vücuduna toparlanması için izin vermelisin."

Magnus tekrar hareket ettiğinde bu kez onu Raphael durdurdu ve sonunda pes ederek durdu. Isabelle'in yanağımdaki dokunuşu ile ona döndüğümde, bakışlarındaki endişeyi gördüm.

"İyi misin, Alec?"

Konuşmak için dudaklarımı araladığımda, tek kelime etmeden tekrar kapattım. Başımda tuhaf bir ağrı vardı. Neler olduğunu ise bilmiyordum. Elimi başıma götürdüğümde aynı hareketi Magnus'da gerçekleştirdi. Sonrada "Lanet baş ağrısı." diye mırıldandı. 

Sarışın adam, "Bana bırakın." dediğinde mırıldandığı büyü ağrının kaybolmasını sağladı. Bir an için rahatlamış olsam da, bir anda ortaya çıkan kontrolsüz öfke yüzünden dişlerimi sıktım. Bu duygunun kaynağı ben değildim.

"Jonathan'ın burada ne işi var, Catarina!"

Jonathan, kollarını göğsünde birleştirdiğinde, odadaki perilere göz gezdirdi.

"Bende burada olmaya meraklı değilim, Magnus. Etrafım perilerle dolu. Sihirbaz ilgimi çektiği için şanslı olmalısın. Sayemde yaşıyorsun."

"Bir kaç gün öncede bana işkence ediyordun. Teşekkür bekliyor olamazsın." 

"Aslında teşekkür fena olmazdı, ateş perisi."

Magnus bir şey diyecek gibi olsa da, sessiz kalmayı tercih etti. Jonathan denen adamdan nefret ettiği kesindi. Onun Clary'nin abisi olduğunu hatırladığımda gülümsemeye başladım. 

"Magnus'un nefret ettiği bir cadı olman hoşuma gitti, Jonathan. Raphael'in aksine seninle olmamı umursamaz diye düşünüyorum."

Odadaki yüzler bana odaklandığında Magnus bu kez Catarina ve Raphael'e inat yataktan kalktı. 

"Bu saçmalıkla daha fazla uğraşmayacağım." dedikten sonrada odadan ayrıldı. Onun peşinden Catarina, Raphael ve Clary yürümeye başladığında, kısa sürede Isabelle ve Jonathan ile kaldım.

"Hala iyi değilsin, Alec."

"Alec'in sorunları var derken haklılarmış."

Izzy'nin endişeli bakışlarını umursamazken takıldığım nokta beni Jonathan'a anlatma şekilleriydi. Kendimi daha iyi hissettiğim için yatakta oturur pozisyona geçtim de, Isabelle'de yanıma oturdu. 

"Herkese deli olduğumu mu anlatıyorsun, Isabelle? Ben iyiyim. Sadece önceleri yaşamadığımı fark ettim, şimdi ise yaşamak ve şeyler tatmak istiyorum. Mesela bir cadı gibi..."

Jonathan'ın yaratık görmüş gibi yataktan uzaklaştığını fark ettiğimde canım sıkılmıştı. Magnus hariç hiç kimseyle yakınlaşamamış olmak canımı sıkıyordu.

"Ben en iyisi sizi yalnız bırakayım. Ayrıca ilgimi çeken sihirbaz derken, Isabelle'i kastetmiştim. Erkeklerden hoşlanmıyorum, Alec." 

"Şansım yaver gitmiyor, Izzy." diyerek kendimi yatağa geri bırakırken, içime dolan öfke duygusuyla gözlerimi devirdim. Şu an Magnus ne durumdaydı bilmiyordum. Ama bana hissettirdiği duygular yüzünden, odalardan birinde terör estirdiğini söyleyebilirdim.

"Alec. Az önce Jace'in sana kullandığı kelimeleri söylediğinin farkında mısın? Jace, ben, annem, hayatını yaşamanı ve yeni insanlarla tanışmanı söylüyorduk. Sense bize her zaman, sadece aileme ihtiyacım var diyerek karşı çıkıyordun. Şimdi hayatını yaşamak istediğini anlayabilirim ama bu genişlik senin için fazla değil mi? Evimizde Magnus'u benden kıskanmıştım. Onunla yakın olduğunuzu düşünüyordum. Ama sen önüne çıkan her adamı yatağa atmaya çalışıyorsun. Bu tamamen saçmalık." 

Izzy'nin sözleriyle bir an duraksamış olsam da, sonraki saniyede kahkaha atmaya başladım. Kontrolsüz nefesim yüzünden soluklanırken yataktan kalktım.

"Bunu bana şimdiye dek bölümünün yarısıyla sevgili olan kız mı söylüyor? Sende, Jace de ilişkiler konusunda yeterince geniş insanlarsınız. Şimdi gelip bana hayatının aşkını bulmalısın muhabbeti yapamazsın, Izzy."

"Yine yapıyorsun, Alec..."

Alaycı tavrımın hemen arkasından gelen öfke yüzünden sinirlenmeye başlıyordum.

"Ne yapıyorum, Izzy?"

Isabelle'de yataktan kalktığında tam önünde durdu.

"Etrafındaki herkesin kalbini kırmaya çalışıyorsun ve bunu maalesef başarıyorsun. Normale döndüğünde daha kötü hissetmemen için uğraşıyorum. Söylediğin, yaptığın her şeyden pişman olacaksın."

"Bu sefer değil. Kendimi buldum Izzy ve masum bir kızmışsın gibi bana bakmayı kes."

 Isabelle, dolan gözleriyle yumruklarını sıktığında Raphael odaya girdi. 

"Izzy, iyi misin? Duyguların..." 

Bakışlarım Raphael'i sustururken başım Isabelle'nin attığı tokatla yana düştü. Elimi sızlayan yanağıma koyarken gülüyordum.

"Rahatladın mı Izzy?"

"Sen." dediğinde, perisi onun hareketini engellerken Magnus odaya geldi. 

"Sanırım herkesin iyiliği için birinin Alec'i kontrol altına alması gerekiyor." dediğinde, kendimi az önce kalktığım yatakta buldum. Bileklerime dolanan iplerle yatağa sabitlenirken öfkeyle soludum. 

"Ne yapıyorsun, Magnus? Bırak beni seni..." 

Konuşmam dudaklarımın çizgi haline gelmesiyle kesilirken, Magnus'un "Böylesi daha iyi." dediğini duyarak çırpınmaya başladım. Ne hareket ediyor ne de konuşabiliyordum. 

Raphael, Isabelle'nin omuzlarını kavradığında, onu odadan çıkarttı. Ben ise Magnus'un öfke dolu gözleriyle baş başa kaldım.

〽 Bölüm Sonu

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro