Junci
İthaflar
DilaraCeylani Doğum günün kutlu olsun canım. Nice yıllara♥
Hikayenin iksirden sonrasını, Simon ve Raphael'de olduğu gibi yazdım. Birde baya zaman atlamaları oldu, nedenini anlarsınız zaten :)
Keyifli okumalar♥
_Önceki Bölümden Kesit_
"Senden yardım falan istemiyorum. Ayrıca..." dediğimde odaklandım. Sahip olduğunu güç William için çocuk oyuncağıydı. Benim içinde daha fazlası olamazdı. Acım yavaşça kaybolurken, tenimin üzerindeki yarıklar teker teker kapanarak geride sadece kan damlalarını bıraktı.
"Bu gücü kullanan tek kişi karanlık değil." diyerek odadaki koltuğa oturdum. Magnus ise yatağın ayak ucuna oturmuş öylece bana bakıyordu. Onu görmek istemesem de sessizliği şimdilik onun varlığını kabul etmemin tek sebebi oldu.
Alec
Odayı bir anda etkisi altına alan ölüm sessizliğinin, kaç dakikadır devam ettiğini bilmiyordum. Kulağıma sadece sinirle soluduğum, nefes seslerim ulaşıyordu. Başım hafifçe öne eğik olduğundan Magnus'u da göremiyordum. Zaten olanlardan sonra, ona bakmak dahi istemiyordum.
Şimdilik hissettiğim duygular, zihnime yerleşen düşünceler benim için daha fazla önem arz ediyordu. William'ı derinlere ittiğimi düşünsem de, düşüncelerimin bir kısmının hala ona ait olduğunu biliyordum. Geçmişten bu güne dek yaptığım, engel olamadığım her hatayı gözüme sokmaya çalışarak beni zayıflatmaya çalışıyordu.
Max, Isabelle, Jace, Raphael, hatta daha fazla kişi karanlık yanımdan darbe almıştı. Yinede bu kez karamsar düşüncelerimle, onun beni ele geçirmesine izin vermeyecektim.
William, hayatım boyunca ben dahil herkesi kandırmayı başarmıştı. Sinir atakları olarak adlandırdığımız her şey, onun ortaya çıkış süresinden ibaretti. Şu an gerçekten hasta olup olmadığımdan bile emin değildim. Bende bir takım sorunlar olduğu açıktı. Yani William'ın ortaya çıkış sürelerinin dışında da kişiliğimde oturmayan çok fazla şey vardı. Gerçi bunlar bile onun etkisi olabilirdi. Peki çok sayıda kullandığım ilaçların yan etkileri? Bir çoğu iyi gelen etkilerinin yanında, bağımlılık, halüsinasyon gibi etkilere de sahiplerdi.
"Alec..."
Magnus'un sesini duymamla başımı hafifçe yukarı kaldırdım. Düşünceler yüzünden resmen burnumdan soluyordum ve bunu durdurmak için herhangi bir çaba da göstermiyordum. Açıkçası sakinleşmeyi denesem bile başarılı olacağımı düşünmüyordum.
"Susmanı istemiştim!"
"Biliyorum ama... Şu an neredeyse her duygunu hissediyorum, Alec. Öfke dolusun, kızgınsın, sakin kalamıyorsun. Susmak... Gerçekten ihtiyacımız olan şey mi?"
Duyduklarımla aniden ayağa kalktığımda öfkeyle dişlerimi sıktım. Sinir krizi geçiriyor olmamda muhtemeldi. Gerçi durum tahmini olmaktan çoktan çıkmıştı.
"Bence sana zarar vermemen için tek yol susman, Magnus! Sadece sus!"
Magnus inanamayan gözlerle ayağa kalktığında, tam önüme gelerek durdu. Bunu yapmamalıydı. Cidden yapmamalıydı. William burada olmayabilirdi. Ama ben fazlasıyla sinirliydim. Son seferde, bu haldeyken, Raphael'in eline çatalı batıran ben, şu an Magnus'a istemeden de olsa zarar verebilirdim. İyileştirme gücümü kullanmıştım. Ama diğer güçlerim... İyileştirmenin yanında, ölümde güçlerime dahildi.
"Bana zarar veremezsin, Alec."
Duyduğum cümle yüzünden kahkaha atmaya başladığımda, Magnus'un yüzüme deli görmüş gibi bakması, yüzümdeki ifadenin genişlemesine sebep oldu. Başımı hafif yana eğdiğim de avuçlarımda artan ısıyı fark ederek, ellerimi yukarı kaldırdım. Parmaklarımın arasında kristallerin alevleri bulunuyordu. Tıpkı Magnus'un kanatlarında olduğu gibi elimin etrafını sarmışlardı. Elimi Magnus'a yaklaştırdığımda öfkem sesime yansıyan tek duygu oldu.
"Sence zarar veremez miyim?"
Magnus ondan beklediğim tepkinin aksi şekilde hareket ederken, bana biraz daha yaklaştı. Sonraki davranışı ise sağ bileğimi kavramak oldu.
"Bana zarar vermek istiyorsan vermeyi denersin, Alec. Eğer bu seni mutlu edecekse ve sessizlik bitecekse canımı yakman umurumda bile değil."
Avucumdaki alev biraz daha büyürken, Magnus, elimi yanağına yerleştirdiğinde gözlerim büyüdü. Bunu neye güvenerek yapıyordu? Gerçi, ben onun kanatlarına dokunmakta sorun yaşamıyordum. Belki bu alev de onun canını yakmazdı. Ama çok geçmeden Magnus yüzünü buruşturdu. Hemen ardından da yanağımdaki acıyı hissettim. Elimi geri çekmek istesem de, onun tutuşu yüzünden şu an ikimizde acı çekiyorduk.
"Magnus aklını mı kaçırdın! Bırak beni..."
Bileğimin serbest kalmasıyla kendimi geriye çektiğimde, Magnus elini belime yerleştirerek daha fazla uzaklaşmama engel oldu. Aslında geri çekilmem çokta zor değildi. Ama yaptığı şey hareketsiz kalmama sebep olmuştu.
"Dediğim gibi Alexander... Bana zarar veremezsin. Gerçekte bunu yapmak istemiyorsun."
"Olabilir. Ama bu yine de öfkemi azaltmıyor, Magnus. Senin yaptıkların..."
"Tam da bu yüzden konuşmak zorundayız, Alec."
"Senden nefret ediyorum." diyerek onu ittiğimde yatağın kenarına oturdum. Yanağımdaki acı ise çoktan kaybolmuştu. Bunun sebebi Magnus olmalıydı. Aldığım derin nefeslerle, avuçlarımdaki büyüyen alevlere baktım. Ciddi anlamda sakin kalamıyordum. Derin soluklar arasında zihnimde yankılanan seste bana hiç yardımcı olmuyordu.
"Onu bu kadar çok mu kıskanıyorsun, Alec? Hadi ama... Magnus'a tenine sahip olan ilk kişi sen değilsin. Muhtemelen son kişide olmayacaksın."
Başımı öne eğerken, "Sen!" diye mırıldanarak parmaklarımı şakaklarıma yerleştirdim. Bunu yapmamla avuçlarımdaki alevler yok olmuştu. Magnus'un yanıma yaklaşarak elini saçlarıma yerleştirdiğini hissetmemle, sıkkın bir nefes aldım. Temasla birlikte William'ın mırıltısı yavaşça kaybolmaya başladı. Bu durum cidden anımı sıkıyordu. Magnus'a sinirliydim. William'ın dediğini gibi kıskanmıştım. Olanları da kaldıramıyordum. Ama aynı zamanda onu seviyordum da... Nefret ettiğimi söylemem durumu değiştirmiyordu.
Sadece Magnus'un benim için zehir mi yoksa panzehir mi olduğunu çözemiyordum. Nefesim sıklığı yavaşlamaya başladığında Magnus'un rahatlatan sesini duydum.
"Sakin ol, Alexander..." demesiyle başımı ona bakmak için kaldırdım. Tüm duygularımı hissederken ökenin olduğu gibi kaldığını bilmiyordu. Beni kör eden öfkeyle bir anlığına gözlerimi kapattım. O ise bunu tamamen fırsata çevirerek, kucağıma yerleşti. Şakaklarımda bulunan parmaklarımı uzaklaştırdığında, kendisi başıma masaj yapmaya başladı. Sakinleşmem için uğraşıyordu. İşin iyi kısmıysa bunu başarıyor olmasıydı.
"Artık konuşabilir miyiz?"
"Bu pozisyonda mı?"
Magnus, tepkime gülümserken yüzüme doğru yaklaştı. Nefesinin tenimi yaladığını hissederken, onun duygularını anlayamıyordum.
"Şu an seni öpmekte bir düşüncem ama ters tepki yapabilir diye düşünüyorum."
Cümlesiyle kaşlarım çatılırken başımı geriye çektim.
"Haklısın. Öpmek yok."
Magnus, başını beni onaylar şekilde sallarken, kucağıma biraz daha yerleşti. Bir eli yanağımı okşarken gözlerimin içine bakıyordu. Çok geçmeden de konuşmaya başladı.
"Öncelikle Camille konusunda özür dilerim, Alec. O ara sıra takıldığım öylesine biriydi ve çapkın biri olduğum konusunda maalesef haklısın. Yinede... Sen hayatıma girdiğinden bu yana kimseyle birlikte olmadım. Hatta arzulamadım bile... Üstelik böyle bir duygu hissetmiş olsam bundan kesinlikle haberin olurdu. Tıpkı karanlığın, Raphael'i ve Jonathan'ı arzuladığını hissetmem gibi..."
Onu dinlerken, kendimi yine Magnus'a hak verirken buldum. Diğer yandan asıl konunun Camille denen peri olmadığı ortadaydı. Sorun karanlığın ona dokunması ve onun da buna izin vermesiydi.
"Peki karanlık..."
"Onun içinde gerçekten üzgünüm, Alec. Ama şöyle düşün, onun William olduğunu bilsem bile, o aynı zamanda sensin de. Senin tadına, kokuna, hissettirdiklerine sahip... İnan bana direnmeye çalıştım. Ona istediği şeyi vermek, kesinlikle yapmak istediğim seçeneklerden biri değildi. Sadece... Karışan duygularımız yüzünden hareketlerim kontrolden çıktı. Bu yine de bir bahane değil. Kendimden yaptıklarımdan sonra nefret bile ettim. Halada ediyorum. Seni üzmek istemezdim."
Magnus bir an durduğunda gözlerinin dolduğunu gördüm. Hislerinde ki saflık şu an resmen nefesimi kesiyordu. Üzgündü, pişmandı ve seviyordu. Yinede hislerime rağmen tek bir kelime etmedim. Konuşmak istiyordu ve ben onu sonuna dek dinleyecektim. Sakinleşmişken bunu yapmasına izin vermem gerektiğini hissediyordum.
"Sevgim konusunda... Şu an bana inanmak istemiyor olsan da, seni seviyorum, Alexander. Gerçekten seviyorum. Bunu ilk kez söylediğimde kendimden emin değildim. Senin sevgin öylesine saf ve büyüktü ki, altında ezilen sevgimi göremedim. Bunun nedeni de ortada, senin gibi bende bu duygulara yabancıyım. Benim için her zaman bir bedene dokunmak sadece alacağım zevke odaklıydı. Daha önce senin gibi biriyle birlikte olmadım. Bana hissettirdiğin duyguların hiç birini daha önce yaşamadım."
Ne diyeceğimi bilemezken, "Magnus." dediğimde dudaklarıma konan parmaklarla susmak zorunda kaldım.
"Henüz konuşma bitmedi." diyen Magnus'un yeni kelimelerini duymaya hazırlandığımda, o konuşmak yerine parmaklarını, çekerek dudaklarımı öpmeyi tercih etti.
Öpücüğü fazla yumuşaktı. Ona karşılık vermiyordum. Zaten Magnus'da öpücüğün ileri gitmesi için herhangi bir çaba sarf ettirmiyordu. Sadece temasa sahip öpücüğün etkisiyle yavaşça gözlerim kapandığında, bedenimi saran duyguları hissettim. Öfkem olduğu gibi dururken, Magnus'un sevgisi, hislerime karışıyordu.
Farkında olmadan harekete geçen dudaklarıma karşı, Magnus diliyle dudaklarımı araladı. Oldukça yavaş bir şekilde alevlenen öpücüğün devamında, Magnus'un elleri sırtıma yerleşti. Kaybetmekten korkar gibi beni sardığını düşünürken, hisler bana gerekli cevabı verdi. Sevginin içine karışan korkuyu hissederken, kollarımı onun bedenine doladım. Öpücük son bulduğunda Magnus, yüzüme bile bakmadan başını omzuma koyarak, boynuma gömüldü. Nefesi tenime çarpıyordu.
"Bu sadece bedenen hissedilen bir zevk değil, Alexander. Seni sevmediğim düşünmeni istemiyorum."
Zaten az önce olanlardan sonra düşünmem kesinlikle saçmalık olurdu. Magnus hislerini hem hissettirmiş, aynı zamanda yaşatmıştı da. Başımı hafifçe yana çevirdiğimde, burnumu saçlarına gömdüm. Kokusu adeta bana gereken tek ilaç gibi geliyordu.
"Seni seviyorum, Alexander."
"Seni seviyorum, Magnus."
Konuşma sonrasında ikimizde hareket etmek istemezken, ona daha sıkı sarıldım. Ama bir süre sonra bacaklarım uyuşmaya başladı. Magnus da bunu fark ederek ayağa kalktığında, elimi tutarak beni yatağa yönlendirdi. Birlikte yatağa uzandığımızda, Magnus'un göğsüme yerleşmesiyle gülümsedim. Ellerim onun saçlarında gezinirken, içinde bulunduğumuz durum tamamen aklımdan çıkmış gibiydi. Tabi William kendini tam anlamıyla unutturacak biri değildi. Çok geçmeden duyduğum fısıltıyla gözlerimi devirdim. Beni sinir etmeye çalışıyordu.
"Ne kadar da tatlısınız, Alec. Ama bu ne yazık ki sonsuza dek sürmeyecek, belki de şimdiden gözyaşı dökmen gerekiyordur. "
Magnus öfkemi hissettiğinde, hafifçe doğrularak yüzümü inceledi.
"Ne oldu, Alexander?"
Bir anlık tereddüt yaşasam da, olduğu gibi anlatmaya karar verdim.
"William kafamın içinde bir türlü susmuyor. Serenity nerede kaldı? Bir iksir yapmak bu kadar zor olmamalı."
"Hangi iksiri yapmaya çalıştığını bilmiyorum. Ama konu William olduğu sürece bu işin kısa yolu olduğunu sanmıyorum. Sabretmelisin."
Sıkkın bir soluk verdiğimde gözlerimi kapattım. Magnus'un üzerime çıkmasıyla gözlerim açıldı, ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Tam olarak kasıklarıma yerleştiğinde, başını boynuma gömdü.
"Bana odaklan tamam mı?" dedikten sonraysa tenimi öpüşünü hissettim. William, hala zihnimin içinde kaos yaratmaya çalışıyordu. Ama bir süre sonra tenimde hissettiğim dil ve kulağıma ulaşan emme sesleriyle karanlık tekrar kayboldu. Gülümseyerek, Magnus'a sarıldığımda tahrik olmaya başladığımı hissediyordum. Çünkü artık her öpüşüyle birlikte, kendini kasıklarıma bastırıyordu.
"Magnus, durmalısın..." desem de Magnus, boynumun diğer tarafına geçerek öpüşünü sürdürdü.
"Tadın çok güzel, Alexander..."
Bunu dediği an, tenimi ısırmasıyla inledim. Magnus kafamı dağıtmakla kalmamış, tam anlamıyla tahrik olmamı da sağlamıştı. Ellerimi kalçalarına yerleştirerek onu altıma aldığımda, bedenimi bedenine bastırdın.
"Yeterince eğlendin, Magnus." dediğimde kapının çalmasıyla, hızlı bir şekilde doğruldum. Üzerimi düzeltmeye çalışırken, onun yaptığı büyüyle iyi görünüyordum. Ama içten içe yandığım bir gerçekti.
Serenity elinde tuttuğu iki küçük şişeyle yanımıza yaklaşırken, "Uzun sürdüğü için üzgünüm. Görmeniz ve görmemeniz gereken detayları ayırmam gerekiyordu." dediğinde ne demek istediğini tahmin edebiliyordum. Sonuçta Wlliam ile evlilerdi ve her detayı görmeyi benden istemezdim.
Magnus, "Sorun değil." diyerek şişeleri cadının elinden aldı. Bana kıyasla kendini daha iyi kontrol edebiliyordu.
"İkinizde yatağa uzanıp, iksiri içebilirsiniz. Junci iksir sizi geçmişe, gerçek William'a ve sonrasına götürecek. Rüyada gibi olacak ve yaşanan her şeye tanıklık edeceksiniz. Zamanda tıpkı rüyalardaki gibi zihniniz için hızlı, bedeniniz içinse yavaş akacak. Olanları bu şekilde öğrenmeniz benim size açıklamamdan daha kolay. İksiri bir saat olacak şekilde ayarladım. Ama yinede burada olup sizi gözlemleyeceğim."
Cadının açıklaması kafamı karıştırmış olsa da, Magnus için her şey net olmalıydı. Çünkü çoktan yatağa uzanmıştı. Bende yanına uzandığımda, garip boğumları olan şişeyi dudaklarıma götürdüm. Kokusu mide bulandırıcı gelmiyordu. Yine de iyi göründüğü de söylenemezdi. Magnus'un iksiri içmesinin ardından, bende içerek başımı yastığa koydum. Sonrasıysa bir rüyaya dalmak kadar kolay oldu.
〽〽〽
〽〽
〽
Serenity, tezgahtaki kaba biraz daha şeker eklerken, daha hızlı karıştırmaya başladı. Lea, kısacık boyuyla mutfak tezgahına ulaşmaya çalışırken, karışıma parmaklarını sokmaya çalışıyor ama başarılı olamıyordu.
"Tatmak istiyorum, anne."
"Sabırlı olman gerekiyor, Lea. Piştiğinde yiyeceksin."
Lea, kollarını önünde birleştirdiğinde somurttu. Su perisi kanatlarını ortaya çıkardığında, hafifçe yükselerek istediği şekilde kek karışımından bir parmak çalarak hızla uzaklaştı. Ama kaçamadan, William küçük kızı mutfak kapısında yakalamıştı.
"Yine yaramazlık peşinde misin, küçük peri?"
"Baba bırak beni, annem kızacak."
William, kızın istemediği yönde Serenity'e yaklaşırken kadının yanağına masum bir öpücük kondurdu. Sonrada Lea'ı tezgahın kenarına oturtarak burnuna hafifçe vurdu.
"Hem annenin kızacağını biliyor, hemde yaramazlık yapıyorsun."
"Oda bana istediğimi verseydi. Bugün benim doğum günüm, ama pastam hala ortada yok."
Serenity, gözlerini devirdiğinde minik periyi mutlu edecek büyüyü mırıldandı. Yemek masasının üzerinde tamda Lea'ın hayali olan iki katlı pasta duruyordu. Küçük kız, "Harika." diyerek tezgahtan indiğinde pastayı inceledi. Çilekli kremadan bir parça çaldığında, duyduğu kapı sesiyle kapıya doğru koşmaya başladı. Doğum gününe bir sürü arkadaşını çağırmıştı.
"Sabırsız bir kızımız var."
"Annesi gibi..."
"Hayır öyle biri değilim."
William, Serenity'i kollarının arasına çektiğinde, dudaklarına kısa bir öpücük kondurdu.
"Öylesin, güzelim. Cadı olduğun için insanca bir şeyleri yapmaktan çabucak sıkılıyorsun."
Serenity, kocasına hak vererek dudaklarını büzerken, gelen yeni öpücükle gülümsedi. Hemen sonrada ağlama sesleriyle ikisi oturma odasına geçtiler. Gena, yanaklarından süzülen yaşlarla olduğu yere çökerken, Serenity kadını kolları arasına çekti. William'da, Lea'ı uzak tutmak için mutfağa gönderdi.
"Neler oldu?"
"Avcılar... Bizi yine buldu. Onlar... Meredith'i öldürdüler. Sadece onuda değil. Bir kaç kasabanın batısında oturan Klamer ailesine de ulaşamıyorum. Bu durum... Büyüleri kullanmamamız bile onları durdurmuyor. Bunu bize neden yapıyorlar?"
Serenity'nin buna verecek kesin bir cevabı yoktu. Avcı lideri öncesinden de onlardan nefret ediyordu. Ama karısının bir büyücü ile birlikte olmasından sonra tamamen kontrolden çıkmıştı. Normalde aldatmaya karşı biri olsa da, Serenity kadını suçlamıyordu. Adamın işkencelerini artık kaldıramadığı için evden kaçmış ve bir büyücüye aşık olmuştu.
Lider düzgün bir adam olsa kadının cehennem hayatı yaşadıktan sonra, mutlu olmasına izin verirdi. Ama onun yaptığı şey cadılara savaş açmak olmuştu. Ölümü bile yandaşlarını durdurmaya yetmiyordu. Serenity, kadını zoraki bir şekilde sakinleştirdiğin de, büyü kitaplarıyla dolu odasına yöneldi. Bir hafta içinde gereken çözümü bulmuşlardı. Ama bu fazla riskli bir yoldu.
...
Takip eden günlerde sürekli olarak yeni kayıplar verilirken, Wlliam ile odalarında konuşuyorlardı. Lea ise çoktan uyumuştu.
"Bunu durdurmak zorundayız. Büyüyü yapmalısın."
"Yapamam, William. Ölüm getirenin sorumluluğunu almak istemiyorum. İşler kontrolden çıkabilir. Hem hangi sihirbaz yada periye bunu kabul ettireceğim."
"Bunu düşünmen yersiz, ben yapabilirim."
"Hayır kesinlikle olmaz..."
"Neden olmasın? Güçlü bir cadıya sahip sihirbaz yada peri gerekiyor demiştin. Bunu yapabilirim. Avcıları sonsuza dek yok edebilirim."
"Riskleri okudun, William."
Adam kadına yaklaşırken, başını elleri arasına aldı.
"Kabul etmek zorundasın. Avcıların Lea yada sana zarar vermesini kaldıramam. Sizleri koruyabilirim. Bunu biliyorum."
"Düşünmeliyim." diyen kadın adamdan uzaklaşırken yatağa uzandı. William kadını kolları arasına çekerken tedirgince uykuya daldı.
...
Günler ilerlerken Serenity hala bunu yapmak istemiyordu. Ama sonra bir şey oldu. Oturma odalarında William sırtında hissettiği acıyla dişlerini çıktı. Serenity bunun anlamını bilerek dışarıya çıktığında, Lea avcılardan birinin elindeydi. Küçük kızın su perisi kanatlarını elinde tuttuğu meşale ile yakmaya çalışıyordu. Serenity büyüyle adamı uzaklaştırırken, Lea'ı kolları arasına çekti. Çok geçmeden, fazla sayıda avcının evin etrafını sardığını gördü. Hepside tamamen kana susamış görünüyordu.
"Ölmeniz gerekiyor. Sizler insanlara sadece zarar getiriyorsunuz."
"Zarar mı? Peki insanların birbirlerine yaptıkları? Liderinizin karısına yaptığı şeyler..."
Serenity avcılardan birinin bağırmasıyla sustu.
"Bizi etki altına almaya çalışma, cadı. Yaptığınız şeyleri biliyoruz. Aileleri dağıtıyor, insanları avlıyorsunuz."
"Lideriniz beyninizi yıkamış sizin." dediğinde avcılardan bir tanesi elindeki arbaleti ateşledi. Ok neredeyse Lea'ın başına isabet edecekken, Serenity'nin büyüsü ile yok oldu. Hemen sonrada kadın yeni bir büyü mırıldanmaya başladı. Ona bakan insanların görüşleri yavaşça kayboluyordu.
"Cadı büyü yapıyor... "
"Göremiyorum."
Serenity daha fazlasını yapmak istemese de, kızını öldürmeye çalışan avcıların nefes almasına izin veremezdi. Avcılar görmeyen gözleriyle birbirlerine silah çekerlerken, Serenity kocasını ve kızını koruma altına aldı. Onlardan kaçarlarken arkalarında kalan avcılar birbirlerini yok ediyordu.
...
"Bunu gerçekten yapacak mıyız?"
Lilith'in sesini duyan Serenity derin bir nefes aldı. William ile sonunda bir karar vermişlerdi. Her ne kadar onun yapmasını istemiyor olsa da bunu yapacaklardı. Avcılar yüzünden sayıları gittikçe azalıyordu. Bu gidişle buldukları çözümü uygulayacak cadı ortada kalmayacaktı.
"Yapmak zorundayız. Avcılar durmayacak. Daha on yaşında olan bir kızı yakarak öldürmeye çalışan, insanlardan bahsediyoruz. Tek kusuru ise peri olmasıydı. Lea, hiç kimseye zarar vermedi. "
"Haklısın."
Hazırlıklar hızla tamamlandığında, bir çok cadı ve büyücünün önderliğinde büyüye başlandı. Dolunayın yaydığı ışığın altında, William'ın bedenine orada bulunan her cadının gücünden bir parça aktarılıyordu. Cadılar büyü boyunca sevdiği şeylerden teker teker feragat ederlerken büyü son buldu. Büyünün sonunda, Wlliam her zaman sahip olduğu deniz mavisi gözlerinin aksine kapkara gözlere sahipti. Serenity onun yanına gittiğinde tereddüt etmiş olsa da, çok geçmeden ona sıkıca sarıldı.
"İyi misin?"
"İyiyim."
...
Sonraki günlerde ilk kez cadı avının aksine, avcılar teker teker avlanmaya başladı. Serenity merhamet dilenenleri bağışlama taraftarıydı. Lilith ise hepsinin yok edilmesini istiyordu. Bu yüzdende büyük bir kavgayla ikisinin yolları ayrıldı.
Bir süre daha her şey Serenity'nin istediği şekilde ilerledi. Aradan geçen bir yılın ardından da, artık durmaları gerektiğini düşünüyordu. Bunu söylediği anda ise kocası ilk kez ona karşı geldi. Öldürdüğü onca bedene rağmen, içinde bitmek tükenmez bir ölüm arzusu oluşmuştu. Serenity bu hissi yok etmeyi denese de başarılı olamıyordu. Hatta William'ın hisleri yüzünden Lea, her gece kabuslar görüyordu. Bunun sonucunda da evlerinde neredeyse her gün daha fazla kavga oluyordu.
Serenity artık daha fazla dayanamayacağını düşünürken, yeni olaylar baş göstermeye başladı. William bazı zamanlar evden ayrılıyor ve günlerce dönmüyordu. Lea ile aralarındaki bağ yüzünden onun neler yaptığını biliyordu. Sıradan insan, avcı, cadı demeden öldürüyordu. Ölüm getiren tamamen kontrolden çıkmış, ölüm makinesine dönüşmüştü. Bu yüzdende Serenity bir şeyler yapmaya karar verdi.
Bir gece, Wlliam'ı büyüyle uyutarak cadı ve büyücüleri evlerine çağırdı. Hatta Lilith bile itiraz etmeden gelmişti. Gerçi onun yardım etmekten ziyade ölüm korkusuyla geldiğini biliyordu. Cadı ve büyücüler büyüyü tersten uygulamayı denediler. Güçlerini geri almaları, ölüm getireni durdurabilirdi. Ama büyünün ortasında uyanan William yüzünden her şey daha da kontrolden çıktı. Sadece bakışlarıyla hareketsiz bıraktığı bir kaç cadıyı öldürdü. Hareketsiz kalanlardan biride Serenity'di.
William onu öldürmeye kalktığında, Lea onlara engel olmaya çalıştı. Küçük kızın ağlamaları daha fazla duymak istemediğini düşünen William, ona odaklandı. Kızı kollarının arasına aldığında, elini yanaklarına yerleştirdi. Sonra korkma dediği kızın, kısa sürede teni solmaya başladı. Serenity ise sadece olanları göz yaşlarıyla izliyordu. Lea'nın cansız bedeni yerde yatarken, William tek bir bakışıyla cadılardan bir kaçını daha öldürerek gözden kayboldu.
...
Yaşanan dehşet gecesinden aylar sonra, Serenity, William'ı ardında bıraktığı ceset yığınlarından faydalanarak buldu. Bu kez onu kurtarmak gibi bir düşüncesi yoktu. O ve anlaştığı tüm cadı ve büyücülerin tek hedefi onu öldürmekti. Büyük uğraşlar sonucu, etkisiz hale getirdikleri William'ın üzerinde lanetli büyülerin neredeyse hepsini denediler. William'ın uzun süre acı dolu çığlıklarını dinledikten sonra, nefes almadığından emin olduktan sonra durdular. Ondan geriye hiçbir şeyin kalmaması içinde, onun her şey bedeniyle birlikte yaktılar.
〽 Bölüm Sonu〽
Umarım okurken sıkılmadınız. William kısmını böylece atlatmış olduk.
Sonraki bölümde görüşmek üzere ^^
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro