Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Ego


_Önceki Bölümden Kesit_

"O zaman beklemekten başka çaremiz yok. Bir saatlik bir oyalamadan bahsetti. Çabuk dönecektir."

"Umarım."

Yapacak başka bir şeyimin olmadığı gerçeğiyle, olduğum yere çökerken babamın elini omuzumda hissettim. Rahatlatmaya çalıştığını anlayabiliyorum. Ama düşüncelerimi susturamıyordum. Alec, neden beni bırakmaya karar vermişti? Ne durumda geri gelecekti? Gelebilecek miydi? Dönmek zorundaydı!

Magnus

Alec, gittiğinden beri resmen dakikaları hatta saniyeleri sayacak hale gelmişken, hala çöktüğüm yerde oturuyordum. Babamın omuzumdaki elinin bile artık orada olmadığını idrak ettiğimde, tepki bile vermeyi başaramamıştım. İçinde bulunduğum endişe girdabında, dünyadan tamamen soyutlanmış gibi hissediyordum. Yine de, en kötüsünün bu olmadığını da biliyordum.

Sevdiğim adamı hissetmiyordum...

Oluşturulan yeni bedeninin bağına bile, artık ulaşamıyordum. 

Ne düşünmem gerekiyordu? 

Ne yapmam gerekiyordu? 

Alec ile aramızdaki bağ olmadığı sürece, hiç bir büyü beni onun yanına ulaştıramazdı. Beklemek dışında hiçbir şey yapamıyordum ve bu endişenin yanında öfkelenmeme de sebep oluyordu.  

"Artık sakinleşir misin, Magnus?"

Babamın sesiyle başımı yukarı kaldırdığımda, saçma bir şekilde gülümsedim. Bu ifadenim tek getirisi ise sinirden başka bir şey değildi. 

"Sakinleşemem, baba. Onun neler yapabileceğini bilmiyorsun. Kendini kaybederse yanında ben yokum."

"Kendine yeterince güvendiğini gördüm, Magnus. Merak etme geri dönecektir. Üstelik şaşırtma planı akıllıcaydı. Liliana'ın savaştan uzakta bir yerde olduğuna da biliyoruz."

"Yine de..."

Ne diyeceğimi bilememenin verdiği etkiyle, konuşmaya devam edemediğim için sessizliğe gömülürken ellerim yumruk haline getirdim. Babam ise hala sakinleşmem için çaba gösteriyordu. 

"Alec, geldiğinde seni böyle görmesini mi istiyorsun? Sen hiç bir zaman zayıf biri olmadın, Magnus. Ama şu an fazla acizce davranıyorsun. Ölüm getirenin perisi olduğunun gerçeğini anlaman gerekiyor."

"Öyle olduğumu biliyorum. Sadece..."

Bu defa beni bölen babamın sesi olurken, onu dinlemekten fazlasını yapmayı denememiştim.

"Korkuyorsun. Ama çocukluğundan bu yana, korkularının seni yıldırmadığını en iyi bilen kişilerden biride benim."

Bu kez yüzümdeki gülümseme tamamen acı dolu olurken, sıkkın bir nefes aldım. Babamı çoğu anımda hatırlamıyordum bile...

"Benimle hiç bir zaman ilgilenmedin."

"Sana öyle görünmem. Öyle olduğum anlamına gelmiyor, Magnus. Her ne kadar kendimi geri çeksem de, aslında sana bir o kadar yakındım da..."

Geçmişte babamı tamamen ilgisiz biri gibi görürken, buna inanmak son derece zor geliyordu. Özellikle annemin hastalandığı dönemlerde bile ortada olmayışından dolayı, ondan nefret etmiştim. Şimdi yeni gerçekleri öğrensem de, yine de bazı şeyleri kabullenemiyordum. 

"Annem hastayken ortalarda yoktun."

"Vardım. Hatta Gloria hakkında, Serenity ile defalarca konuştum. Ama hastalığının hiç bir çözümü olmadığını sende çok iyi biliyorsun. Büyüler her zaman bizi kurtaracak tek araç olmuyor ne yazık ki..."

Biliyordum. Yine de bunu itiraf etmek istemiyordum. Geçmişi geçmişte bırakmaya karar vermişken, daha fazla eşelemekte istemiyordum. 

"Hepsi geçmişte kaldı."

"Evet. Bugüne odaklanalım. Alec, birazdan geldiğinde mutlu olacaksın. Giderken bir saatlik bir süreden bahsetti. Çoktan yarım saat geçti."

Duyduklarımla kaşlarım çatılırken durağan zamanın ne zaman geçtiğini bile algılayamamıştım. 

"O kadar oldu mu?"

"Evet."

Babam olduğu yerden kalktığında, yanıma gelerek oturdu. Kolunu omuzuma atarak beni kendine çekerken, sebepsizce çocukluğum aklıma gelmişti. Tüm bu kavgaların ve uzaklaşmasının öncesinde kısa bir sürede olsa babamla mutlu anılarımda olmuştu. Şimdiyse sadece o anları düşünmek istiyordum. 

"Daha iyi hissediyorsun."

"Aile bağımızı kullanıyorsun."

"Bunun için beni suçlayamazsın. Başka türlü toparlanmayacak gibi görünüyorsun, Magnus. Alec geldiğinde, oğlumu üzdüğü için onu karşıma mı almam gerekiyor? Gerçi bir ölüm getirene ne kadar el sürebilirim. Emin olamıyorum."

Duyduğum cümleyle gerçekten gülmeye başladığımda, bir dakika öncesinden daha iyi olduğumu hissediyordum. Bunun bir nedeni babamla olan konuşma, geri kalanı ise aile bağlarından oluşan duygu yoğunluğumuzdandı.  

"Sen yine de deneme, baba. Ayrıca teşekkür ederim. Yanımda olduğun için..."

"Bir babanın oğlunun yanında olması teşekkür edilecek bir durum değil, Magnus. Bundan sonra böyle olacağız."

Babama cevap vermek için dudaklarımı araladığımda, birden içime oturan yeni hislerle sessizleştim. Aniden gelen acı hissi, inlememi sağlarken elimi göğsüme götürdüm. Sanki bir şey, göğsümü delip geçmeye çalışıyordu. Nefes alamadığımı hissediyordum. Tüm o acının içinde ise sadece tek bir ismi mırıldandım. 

"Alec..."

"Neler oluyor, oğlum?"

"Acı... Alec. Ona bir şey olmuş olmalı, baba."

Ortaya çıkan portal ile başımı çevirdiğimde Alec'in kan kaplı bedeniyle resmen dehşete düştüm. Hızla yanına ilerlerken, babam Alec'in sıkıca tuttuğu peri kızını alarak uzaklaştı. Bense tamamen ona odaklanmış durumdaydım. Yüzünde herhangi bir duygu belirtisini göremiyor olmak, düşüncelerimi tarumar etmeye yeterken irisleri kaybolmuş gözlerine odaklandım. Yine tamamen siyaha dönüşen gözleriyle, kendini kaybetmiş görünüyordu. 

"Alec... Sen..."

Ellerim kontrolsüzce bedeninde gezinirken, tişörtünün önünü yırtarak, göğsünü çıplak bıraktım. Kan izlerinin arasında teninde bir tane bile yara izini görmemek kafamı karıştırırken, aynı zamanda rahatlatmamı da sağlamıştı. Sırf bu yüzden de ellerimle yanaklarını kavrayarak bana odaklanmasını sağladım. Ölüm getirenin etkisinden bir an evvel çıkmalıydı. 

"Alec, cevap ver. Lütfen..."

Bir kaç göz kırpışının ardından, kehribar rengi gözlerini gördüğümde artık acıyı hissetmiyordum. Yine de tam olarak rahatlamış değildim. Alec'in tamamen duygudan arınmış yüzü, alay eden bir gülüşe peyda olduğunda istemsizce yutkundum.

"Beni hemen soyman gerekiyor muydu, Magnus?"

"Benimle alay mı ediyorsun? Yaralı olduğunu sandım. Acını hissediyordum."

Alec, tamamen umursamaz bir şekilde başını hafif yana yatırdığında, yüzündeki gülümsemesi daha da büyüdü. Tüm hissizliğinin arasında şu an anladığım tek şey halinden memnun oluşuydu.  

"Belki de diğer Alec'i yaralamışlardır. Üzerimdeki kanlar bana ait bile değil, Magnus."

"Onun acısını bu kadar derin hissedemem."

"Ben iyiyim. Ne kadar iyi olduğumu görmek ister misin?"

Alec'in bana yanaşması ile öpeceğini anladığımda, hızla ondan uzaklaştım. Endişeden kafayı yemek üzereyken onun bu tavrına ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Özgüvenli olması iyi bir şeydi ama bu kadarının fazla olduğunu idrak etmesi gerekiyordu. Tamamen ego deposuna dönüşmüş görünüyordu.

"Bunu bir daha sakın yapma!"

"Ne yani? Seni öpmemi istemiyor musun?"

"Neyi kastettiğimi çok iyi biliyorsun, Alec! Hiç bir konuda itiraz hakkım olmasa bile, bunda olmalı. Bende yanında olmalıyım. Seninle birlikte savaşmalıyım."

Belimde hissettiğim elle tekrar ona doğru çekildiğimde bu defa itiraz etmedim. Alec, yanağımı son derece masum bir şekilde öperken yaptığı büyü ikimizin de kıyafetlerinin değişmesi sağladı. Onu kontrol etmek için atılırken, kendi üstüme de kan bulaşmasını sağlamıştır.

"Tamam, Lilith ve diğerleriyle tek başıma yüzleşmeyeceğim. Sadece Liliana görevi fazla basitti ve tahmin ettiğimden bile kısa sürdü. Sadece bir kaç cadı ve bir düzine kadar periyi öldürmek zorunda kaldım. Hepsi bu."

Alec'in son derece sakin sesi kulaklarıma ulaşırken, beni şaşırtmaya devam ediyordu. Tüm olanları bu kadar basite indirgemesi, iyi bir şey miydi?

"Normal olmadığını göremiyor musun? Tek bir cadının ölümünün, seni darmadağın ettiğini görmüştüm, Alec. Şimdi özgüvenden ziyade, tamamen egolu biri gibi davranıyorsun. Dahası..."

Alec, işaret parmağını dudaklarıma koyduğunda yine benim konuşmama engel oldu. Resmen sesime katlanamıyor gibi bunu alışkanlık haline getirmesi, daha da sinirlerimi bozuyordu. 

"Bunun ego ile alakası yok. Şimdi kim olduğumu ve ne yapmam gerektiğini biliyorum. Hepsi bu. İşin aslı, bunu ben yapmazsam onların yapacağını sende çok iyi biliyorsun. Ortada herhangi bir sorun yok, Magnus. Hadi işe koyulalım."

Benim cevabımın hiç bir önemi yokmuş gibi harekete geçen Alec'in peşinden ilerlediğimde, babamın kucağında olan peri kızına baktım. Alev kanatları ortaya çıkmış olsa da, kırılan kristalleri zarar verecek durumda değildi. Bir çoğunun alevi neredeyse tamamen sönmüştü. 

"Kanatlarına ne yaptın?"

"Bana saldırmamasını söylemiştim. İnat edince kanatlarını kullanamaz hale getirdim."

"Sırada ne var? Sönmüş kristalleri söküp tek tek Lilith'e mi göndereceksin? Tamamen psikopat biri gibi davranıyorsun."

"Anlaştığımızı sanıyordum, Magnus."

"Anlaşmamızda Liliana konusunu bize bırakmıştın. Tamamen kafana göre hareket ediyorsun."

"Her neyse uzatmayalım, Magnus. Konuşmak istemiyorum."

Alec, Liliana'ı babamın kucağından aldığında, babam ilk etapta itiraz edecek gibi görünse de, sessizce uyum sağladı. Bakışlarından ne düşündüğünü anlamam oldukça kolay iken, şu an Alec'i nasıl zapt edeceğimi bile bilmiyordum. Beni tamamen görmezden geliyordu.  

"Gidelim."

Alec, oluşturduğu portaldan hızla geçerken, onun adımlarını takip ettim.  Ama tam sınırda babamın kolumu tutmasıyla ile durmuştum.

"Onu kontrol edemeyeceksin, Magnus. Bana kalırsa tersine gitmen daha kötü olacak."

"Diğer türlüde kendini kaybedecek, baba."

"Yine de dikkatli ol."

"Başa çıkabilirim."

Portaldan adım attıktan hemen sonra babamın geleceğini beklesem de kapanan portal ile şaşırmıştım. Babamın da bizimle gelmesi, planın devam eden bir başka parçasıydı. Ama daha konuşamadan, asıl şaşkınlığım geldiğimiz noktayı fark ettiğimde oldu. 

Burası her ne kadar tanıdık gelse de aynı zamanda bir o kadar yabancı geliyordu.  

"Alec, neredeyiz?"

"Bu işe evinde devam edeceğimizi söylememiştim. Öyle değil mi?"

"Evet ama... Peki babam... Neden gelmesine izin vermedin?"

"Bize yük olacaktı. Bu şekilde ikimiz daha rahat hareket ederiz. Sana açıklama yapmaktan yoruldum, Magnus."

Alec, konuşması biter bitmez yürümeye başladığında, sadece hareketlerini izleyebildim. Liliana'ı geniş bir yatağın üzerine yatırdığında, el ve ayak bileklerini zincirledi. Tanıdık gelen zincirlerin ne işe yaradığını bildiğimden, sadece işinin bitmesini bekliyordum. Artık sessiz kalmak istemiyordum. Her ne kadar onun konuşmaya niyeti olmasa da, konuşmamız gerekiyordu.  

Sonunda Alec, bana döndüğünde aramızdaki mesafeyi kapatarak yüzüme doğru eğildi. 

"İlk aşama bittiğine göre artık eğlenebiliriz. Öyle değil mi?"

"Alec, gerçekten..."

Alec, konuşmamı dudaklarıma yapışarak bölerken, dudaklarım sert baskısı yüzünden resmen eziliyordu. Kendimi geriye çekmek istesem de, sert tutuşundan kurtulamadığım gibi beden hareketlerimin, daha da yavaşladığını hissediyordum. 

Yine büyü yapıyordu! 

Tüm kontrolü ele geçirmek için ölüm getirenin güçlerini kullanıyordu. Bense ona karşılık vermemekte diretiyordum. Hala ısrarla karşılık vermeyen halimin onu sinirlendirdiğini hissettiğimde, sonunda üzerimdeki büyü etkisini kaldırarak geri çekildi. 

"Neden karşılık vermiyorsun?"

"Sence neden? Yapacağımız her hareketi kafana göre seçmeye iyi alıştın. Sana bir söz verdiğimin farkındayım ama bu beni yok sayarak kullanacağın anlamına gelmiyor."

"Kullanmak ile ne alakası var? Bir sevgiliyiz, Magnus."

"Hiç bir konuda söz hakkım yokmuş gibi davranıyorsun, Alec. Tek başına periyi almaya gittin. Bizi bu yere getirdin. Babamı bile geride bıraktık. Yaptığımız planın hangi birine uyduğunu söyler misin? Kafana göre davranmaya devam ediyorsun. Benim hiç bir şey de hakkım yokmuş gibi... Sevişmelerimiz bile tamamen sen isteğinde ve benden tüm bunlara sessizce uymamı bekliyorsun."

"Çoktan çıplak kalıp eğlenmemiz gerekirken, sıkıcı konuşma yapmamızı istiyorsun. Ben istemiyorum. Sadece eğlenmek istiyorum."

Alec, yeniden üzerime yürüdüğünde, onu göğsüne bastırarak durdurdum. Beni gerçek anlamda dinleyip dinlemediğini bile bilmiyordum. 

"Beni ciddiye alıyor musun, Alec?"

"Anlaşıldı, pes etmiyorsun!"

Alec'in içten içe değişen duygularını hissederken, arzusunun yerini alan öfkesi içimde var olan sinir katsayını yükseltiyordu. Aniden bileğimi oldukça sert bir şekilde kavradığında, onun peşinde sürüklenmeye başladım. Resmen beden hareketlerimi bile tamamen kontrol altına almaya çalışıyordu.  

"Ne yapıyorsun? Bırak, Alec..."

"Sessiz ol. Sadece merakını gideriyorum."

Bahçeye adım atar atmaz, elimi çektiğimde acıyan bileğimi ovaladım. Hemen sonrada buranın neden tanıdık geldiğini anlamış oldum. Lightwood malikanesindeydik. Yine de içi nasıl farklıysa, dışı da aynı şekilde farklı görünüyordu. Renkli olması gereken her ayrıntısı siyahlara boyanmışken, daha önce yıkılan bölümleri tamir edilmişti. 

"Burayı ne zaman bu hale getirdin?"

"Hiçbir fikrim yok. Belkide William yapmıştır. Emin değilim. Liliana'ı nereye götüreceğimi düşünürken aklıma burası geldi. Tamir edilmiş görünüyordu. Son haliyle biraz oynamış olabilirim. Özellikle iç mekanıyla..."

"Bunu daha sakince anlatabilirdin, Alec."

Sesim biraz önceye göre daha sakin çıksa da, maruz kaldığım öfkeli bakışlarla Alec'in üzerime yürümesi bir oldu. 

"Bir konuda anlaşalım. Eski Alec olmayacağım. Olmakta istemiyorum. Ölüm getirenim ve bu noktada yumuşamam mümkün değil. Sense, konuyu her ne kadar açmak istemesem de hala kalbimi kıran kişisin. Gururumu bir kenara iterek seninle yeniden başlamışken, beni buna pişman ettirme."

Alec'e ciddi olup olmadığını sorgular şekilde bakarken, şu an bu kelimeleri ne yaparak hak etmiş olabileceğimi düşünüyordum. Ama sonuç olarak, hiç bir şey bulamıyordum. Aldatma konusunu kabullenmiştim. Pişmandım. Üzgündüm. Onu geri kazanmak için her şeyi yapacağıma da söz vermiştim. Şimdiyse onun isteğine bir kez karşı geldiğim için hakaretlerini dinliyordum. 

Öfkeliydim. 

Yine de sakin olmaya çabalıyordum. Alec, bazı şeylerin farkında olmasa da, ben lanetin getirilerini çok iyi biliyordum. Ölüm getirenin tamamen etkisi altına girerse olacakları durduramayacağını da biliyordum. 

"Seni pişman edecek hiçbir şey yapmıyorum, Alec. Şu an öylesine karanlık bir durumdasın ki, tamamen düşüncesizce davranıyorsun. Kalbi kırılan tek kişi sen değilsin. Acı çeken tek kişide sen değilsin. Eğer mantıklı düşünmeye karar verirsen konuşuruz. Onun dışından şu an seni görmek bile istemiyorum."

Arkama dönüp attığım bir kaç adımın sonrasını getiremezken, tüm bedenimdeki kasılma ile durdum. Hareket edemiyordum. Maruz kaldığım büyü gücüne karşılık çığlık atmak istesem de, çıkmayan sesimle, hiç bir şey yapamıyordum. 

Alec'in duygu yoğunluğunun saf öfke olduğunu fark ettiğim anda ise bedenini arkamda hissettim. Uyguladığı baskı bir yana saçma kahkahası kulaklarıma ulaşırken, ciddi anlamda endişelenmeye başlıyordum. 

"Güçlerime karşı bir hiçsin, Magnus... Bana karşı gelemezsin. Bunu zor yoldan öğrenmek ister misin? Konu sevişmekse buna engel olamazsın. Seni geride bıraktığımda bile orada olmak zorundasın. Hem verdiğin söz, hem de bu güçlerle... Ben ne istersem, onu yapacaksın."

Şeytani fısıltısı kulaklarıma ulaşırken göbeğimin hemen altında hissettiğim eliyle, resmen kusmak istiyordum. William'ın en başında bana zorla dokunmaya çalıştığı zamanlardaki gibi davranıyordu. Aslında nefret ettiği her şeye birer birer dönüşüyordu. Hala bedenimdeki büyünün etkisi yüzünden tepki veremediğim için, rahat bir şekilde boynumu yaladı. Ardından tenimi sertçe ısırması canımı yakmıştı. 

"Ne diyorsun, Magnus? Ah... Bana cevap verecek durumda değilsin. Ellerimi üzerinden çekecek durumda da değilsin. Geçmişte William'ın altında inlemen gibi sadece altımda inlemeye başlayabilirsin."

Sözlerini kanıtlamak istercesine, tişörtümün altına giren eliyle kasıldığımı hissederken gözlerimin içi yanıyordu. Alec'in artık tamamen başka bir şeyin etkisinde olduğunu düşünmek istiyordum. Bu o değildi. Bana böyle davranan kişi kesinlikle Alec, değildi. 

İçinde bulunduğum iğrenç durumun ortasında, babamın sesi kulaklarıma ulaştığında düşünmeye çalışıyordum. Ölüm getirene karşı çoğu kişi zayıf olabilirdi. Ama ben en azından onun perisiydim. Daha da önemlisi taşıdığım kan ortadaydı. Serenity ve Lilith'e bağlıydım. Herhangi bir periden çok daha fazla lanete maruz kalarak hala hayatta kalmış biriydim. 

İçimde artık unutmaya başladığım element gücüne odaklanırken, Alec'in dokunuşlarını tamamen görmezden geldim. Beden ısımdaki artışla, kontrolümü ele geçirdiğimi hissederken ortaya çıkardığım alev kanatlarımla Alec'i geriye doğru savurdum.

Arkama döndüğümde, Alec'in bir kaç metre ileriye düştüğünü gördüm. Tenini ise kristallerin yaktığını görmek, ne kadar güçlü olduğumun bir kez daha farkına varmamı sağlamıştı. 

"Bunu nasıl yaptın?"

"Beni daha fazla hafife almana izin vermeyeceğim, Alec! Bir şeyi açıklığa kavuşturalım. Ben senin kölen değilim. Senin sevdiğin kişiyim. Hiç bir güç aşık olduğun kişiye böyle davranmana izin veremez. Sen... Kendinde bile değilsin. Lanet etkisinden kurtulman gerekiyor."

Yapmak istediğim tek şey oradan uzaklaşmak olsa da, Alec ayağa kalktığında avuç içlerinde oluşturduğu büyü topunu gördüm. Buna en başında ihtimal vermesem de, üzerime gelen büyü gücünden hafif bir manevra ile kurtuldum. 

"Savaşmak mı istiyorsun, Alec?"

"Perimi terbiye ediyorum, diyelim."

"Ciddisin."

Alec'in etrafını saran auranın karanlığına doğru çekilirken, kanatlarımda hissettiğim sızıyla dişlerimi sıktım. Az önce uyguladığı açık saldırıyı tamamen bel atına çekerek lanetlerini ortaya çıkarmıştı. 

"Liliana'ı alırken, perilerin kanatlarının aslında ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördüm. Kanatsız kaldığında ne yapacaksın? Merak ediyorum, Magnus."

Sonuçlarının ne olduğunu çoktan bildiğim için, acıyı görmezden gelmeye çalışıyordum. Kanatlarının tamamını kaybetmek bir perinin ölümü demekti. Kendimi iyileşmeye zorlasam da, çoktan uçlarda olan kristallerimin alevlerini kaybederek çürüdüğünü görebiliyordum. 

"Alec, kes şunu!"

"Neden? Güçlü bir perisin. Kendini kurtarabilirsin, Magnus. Bunu denemeni görmek istiyorum."

"Ölmemi mi istiyorsunuz? Daha önce de yaptığın gibi..."

"Belkide sana acırım. Efendin olduğumu kabul edersen..."

Acı yüzünden derin derin nefesler alırken, Alec'in kararlı bakışlarını gördüm. Benim kendimi geri çektiğim her seferde daha fazlasına maruz kalmamı sağlarken, resmen acıdan ağlamaya başlamıştım. Düşüncelerim acının baskısı altında ezilirken, kendimi bir konuda ikna etmem gerektiğini anladım. Onun Alec olduğunu düşünmeden hareket etmem gerekiyordu.

İçimden şimdiye kadar yaptığım en büyük laneti mırıldanmaya başladığımda, kanatlarımdan sökülen kristalleri umursamadım. Zaten daha fazlasını Alec yüzünden kaybetmiştim. Oluşturduğum lanet, Alec'in oluşturduğu aurayı delip geçerek, zihnini bulduğunda acılar içinde haykırışını duydum. 

Onu kendi zihnine hapsederken, bunun onu ne kadar süre tutacağından emin değildim. Tek dileğim işimi bitirene dek orada kalmasıydı. Kanatlarımı bedenime aldığımda, kaybettiğim kristaller sırtımda derin kesiklerin oluşmasına sebep oldu. Yine de acıyı yok saymayı başararak Alec'e doğru yürümeye devam ettim. Uzandığı yerde avuç içlerini şakaklarına bastırıyor, tırnaklarıyla kafa derisini çiziyordu. 

Onu büyüyle içeriye taşıdığımda, odasındaki yatağa yatırdım. Daha fazla kendine zarar vermemesi için bileklerini zincirlerken, lanetin etkisini yavaş yavaş kaybettiğini hissediyordum. Uyanınca beni neyin beklediğini bilememenin ağırlığıyla odadaki koltuğa ilerlediğimde resmen çöktüm. Arkama yaslandığım anda, ilgilenmediğim yaraların acısıyla inlerken, derin bir soluk verdim. Şu an onları iyileştirecek durumda bile değildim.

〽 Bölüm Sonu

Bir sonraki bölüm buna mı diğer hikayeme mi geliyor? Emin değilim. 

Siz nasıl olmasını istersiniz?


Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro