Davet
_Önceki Bölümden Kesit_
"Dinlenelim."
"Tamam." diyerek cevap verdiğimde, buna itirazım yoktu. Bedenim güçlü kollar tarafından sarılırken, başımı temas ettiğim göğse gömdüm. Burnuma Alec'in harika ten kokusu dolarken, asıl kişinin William olmasını umursamadan ona sokuldum. Çok geçmeden de uyumuştum.
〽〽〽
Karmakarışık zihnimde, canlanan görüntüler yüzünden korkuyla titredim. Tek dayanağım olan yanımdaki bedene sokulurken, rahatlamaya çalışıyordum. Alec'in cenneti vaat eden mis kokusuyla ciğerlerimi doldururken, azda olsa iyiydim. Gerçek şeytanın yanımda olduğu gerçeğini ise düşünmek istemiyordum. Çünkü bu iyice çıkmaza giren halimi daha beter hake getirmekten öteye geçmeyecekti.
Alec'in sığındığım bedeninde, zihnim yavaş yavaş rahatlarken derin bir soluk verdim. Hemen ardından ise planlamadığım şeyle dondum. Tüm görüntüleri yok eden parlak beyaz ışık zihnimde oluşurken, ruhumun bedenimden çekildiğini hissediyordum. Önceki hayatımda bu duruma ilk tepkim, öleceğimi düşünmek olabilirdi. Ama şu an aklıma gelen tek şey, William'ın beyin yakan oyunlarının birine daha dahil olduğum gerçeği oldu. Alec'in beni rüyalarına çekme olayının artık imkansız olduğunu öğrenmiştim.
Parlak ışık saniyeler içinde kaybolduğunda, kendimi bambaşka bir yerde buldum. Ormanlık alanda etrafta bakınırken, olup biteni çözmeye çalıştım. Az ileride, gördüğüm yüzle gülümsedim. Alec, kız kardeşi Isabelle ile konuşurken mutlu görünüyordu. Bir an onu göreceğim gerçeğiyle öne doğru adım attığımda, belime sarılan kollar yüzünden hareketsiz kaldım.
"Hemen heyecanlanma, Magnus."
"William?"
Belimdeki kollar biraz daha sıkılırken, bakışlarım hala Alec'in üzerindeydi.
"Doğru bildin."
William'ın nefesini ensemde hissederken, boynuma kondurduğu öpücük sonrası gerildim. Bir kaç metre ilerimde Alec'i görsem de, ona ulaşamayacağım gerçeğiyle resmen donmuştum.
"Neden buradayız?"
"Yarın için Alec'i görmek, seni motive eder, diye düşündüm. Gördüğün gibi Alec kendi cennetinde yaşıyor. Kötü kabusları yok, tıpkı sana söz verdiğim gibi..."
Neden burada olduğumuz gerçeğini tam olarak idrak ettiğimde derin bir nefes aldım. William iyi niyet gösteriyor olsa da, bunu bile tehdit olarak algılayabilirdim. Sonuçta Alec'i cennette yaşatacağı gibi, cehennem çukuruna atacak güce de sahipti.
"Uyandığında, ona ne olacak?"
William, dudaklarını yeniden tenime bastırdığında, ondan bir cevap alamayacağımı düşündüm. Sonuçta anlaşmamızda, onun oyuncağı olmayı kabul etmiştim. Tek dayanağım ise Alec'in mutlu olmasıydı. Yine de kendimi rahat hissetmem pekte mümkün değildi. Özellikle William beni öpmeye devam ederken...
"Çok fazla düşünmüyor musun, Magnus? Alec, güzel bir rüyanın içinde yaşıyor. Kendine geldiğinde, kabus sonrası halinin aksine mutlu bir adam olacak. Memnun olmalısın."
"Haklısın." diyerek derin bir soluk verdiğimde, Alec'i izledim. Gerçekten de mutlu görünüyordu. Kısa süre sonra da onu, rüyadaki benim yanıma ilerlerken gördüm. Alec'in elimi tuttuğunda, bir kaç saniye öncesinden bile daha mutlu olduğunu hissetmek, gülümsememe sebep oldu. Onun duygularını hissettiğimin farkında olmaksa şaşırmamı sağlarken, onun için doğru kararını verdiğimi düşündüm.
"Teşekkür edebilirdin."
"Teşekkürler, William."
Mecburiyet içerisinde kurduğum cümleyle, Alec'in rüyasını izlemeye devam ettim. Bu sayede William'ın varlığına katlanmam daha kolay olacaktı.
〽〽〽
Yanağımdaki yumuşak dokunuşla gözlerim aralanırken, kendimi fazlasıyla dinlenmiş hissediyordum. Hatta bir an için Alec ile güne başlayacağımı bile düşündüm. Ama bu durum ne yazık ki sadece bir kaç saniyemi aldı.
"Kahvaltı geldi, Magnus. Birazdan çıkmalıyız."
"Sana da günaydın, William." diyerek yataktan çıktığımda hızlı olmak için büyü yaptım. Kıyafetlerim değişirken, kendimi daha dinç hissediyordum. Vakit kaybetmeden yemek masasına geçtiğimde, William'ın elindeki kağıdı incelediğini fark ettim. Yemek yerken bir yandan da dikkatle okumaya devam ediyordu.
"Neye bakıyorsun?"
"Planımızda ufak bir değişiklik yapmam gerekti."
"Neden?"
"Edward'ı bulacağımızı düşünürken onun ayağımıza geleceğini fark ettim."
William'ın kelimeleriyle kaşlarım çatılırken, bir şeyler anlamamıştım. Çok güçlü büyücülerin genel olarak diğer boyutta kalmayı tercih ettiklerini biliyordum. O yüzden bu durum, tuhaf geliyordu.
"Garipmiş." diye mırıldandığım da, William'ın gülümsemesiyle karşılaştım. Ardından da kahvaltımı yapmaya başladım.
"Belki de bize tuzak kuruyorlardır."
Dakikalar sonra duyduğum cümleyle yediğim lokma boğazıma takılırken, hafifçe öksürdüm. Aslında buna şaşırmamam gerekirdi. Yinede bu kez düşmanımızın diğerlerinden daha güçlü olması bir yana, güçlerin ne denli işe yarayacağından şüphe eder hale gelmiştim. Elimi tutan William, dikkatimi çektiğinde ona baktım.
"Bizden şüphe etme, Magnus. Yeteneklerimizi biliyorsun. Ayrıca sen uyurken bir şey daha keşfettim."
"Neyi?"
"Birazdan öğrenirsin." dediğinde yemeğine dönmesiyle bende aynı şeyi yaptım. Ardından da zihnimi boşaltmaya çalıştım. Her ne kadar William'a hak vermek istemesem de, haklı olduğu bir kaç nokta ne yazık ki vardı. Görevlerde ikimizinde sağlığı için tamamen ateş perisi Magnus, kimliğimde olmalıydım. Diğer türlüsü, Alec'i kurtarma şansım olmazdı. Fazla kolay hedeftim.
Yemek sonrası William'ın isteğiyle yeniden yatak bölümüne geçtik. Ne yapacağını tam olarak bilmemek beni tedirgin ederken, üzerindeki tişörtü çıkarmasıyla onu izledim. Alec'in rünlerle kaplı bedeninin üzerimde yarattığı tahrik edici etki, içindeki kişini William olduğunu biliyor olmama rağmen devam ediyordu.
Bu görüntüyle, Alec'in hayatıma giren en mükemmel varlık olduğuna yemin edebilirdim. William parmaklarını seçtiği bir rünün üzerinde gezdirmeye başladığında, bedenimde karıncalanmalar oluşmaya başladı. Nefesim kontrolsüz bir şekilde hızlanırken, boğazım kuruyordu. Tıpkı Alec ile sevişmelerimiz de olduğu gibi beni tahrik ediyordu.
"Gerçekten fazlasıyla etkileniyorsun, Magnus."
William, dilini dudaklarında gezdirdiğinde, derin bir soluk verdim. Sakinleşmem gerekiyordu. Ona dokunmayı istemiyordum.
"Bu etki yeni değil ki? Bunu keşfettiğini söylemeyeceksin sanırım. Sonuçta daha önce bu konuyu konuşmuştuk."
"Elbette hayır. Yanıma gel."
Bir kaç adımla ona yaklaştığımda, elimi kavrayarak aynı rüne dokunmamı sağladı. Ne yapacağını cidden anlamıyordum.
"Şimdi gözlerini kapat."
Ona uymam gerektiğini bilirken, gözlerimi hızla kapattım. Rünün üzerindeki kelebek dokunuşlar, parmak uçlarımda titreşimler yaratıyordu. Kısa süre içinde, bu titreşimler tüm bedenimi kapladı. Kan akış hızım artarken, nefes alışlarım da kanıma eşlik ediyordu. Yaşadığım etkiler yüzünden gözlerimi açmak isterken, William'ın komutunu duydum.
"Gözlerini açma."
William'ın sözlerine uyarken dudaklarımda nefesini hissettim. Çok geçmeden de, dudağımdaki öpücükle tekrar yutkundum. Bir anlığına kararsız kalsam da, zorunluluk gereği ona karşılık vermiştim. Daha ilk anda Alec'in keskinleşen tadıyla, bedenimde ona duyduğum açlığı hissettim. Ama çok uzun sürmeden, değişen tatla kendimi geriye çekerek gözlerimi açtım.
Karşımdaki bambaşka bedenle donarken, kafam karışmıştı. Sonrasında da hiçte tanıdık gelmeyen sesi duydum.
"Sakinleş, Magnus. Hala benim, William."
"Öyle görünmüyorsun."
"Sende öyle"
William'ın konuşmasıyla kulağıma farklı gelen sesimin yeni farkına varıyordum. Odadaki aynanın karşısına geçtiğimde bambaşka bedenle, karşı kaşıya kaldım. Kahve rengi gözlerimin yerini yeşil bir renk almıştı. Tenim fazlasıyla beyazdı ve saçlarım... Sarıydı.
"Bu güç? Nasıl oldu?"
"Sen uyurken, Edward'ın bedenime kazıdığı rünü inceledim. Sonrasında da bedenimi değiştirmenin bir yolunu buldum. Aramızdaki bağın senide değiştirip değiştirmeyeceğini merak ediyordum. Ama anlaşılan işe yarıyor."
"Öyle görünüyor."
"Bunun anlamını biliyorsun, öyle değil mi Magnus?"
Sorulan soruyla gülerken, tam olarak göreve odaklanmış halimdeydim.
"Bir tuzağa çekiliyor olsak bile onları gafil avlayacağız."
"Zekanı konuşturduğun da seni daha çok seviyorum. Şimdi, koltuğun üzerinde ihtiyacımız olanları alıp çıkabiliriz."
William'a cevap vermek yerine göreve odaklanmaya devam ederek, oturma bölümüne geçtim. Koltuğun üstünde bulduğum büyücü malzemelerinin yanında, davetiyeler vardı. Onun bunları nasıl ele geçirdiğini bir kenara bırakarak hazırlandım. Ara arada istemsiz olarak, bana yabancı gelen ellerime gözlerim takılıyordu. Şu an resmen kendim için bir yabancıydım. Bakışlarım William'a kaydığında ise onun hiç bir şekilde rahatsız olmadığını görüyordum. Sonuçta o benim aksime farklı bedenlerde yaşamayı alışkanlık haline getirmiş bir adamdı.
〽〽〽
Willam'ın ayarladığı arabaya bindiğimde, elime verdiği davetiyeyi inceledim. Yazıları okurken gülümsemeden edememiştim. Cadı ve büyücüler, ölüm getireni gerçekten de fazla mı hafife alıyorlardı? Gerçi bir çoğunun ne tür egolara sahip olduğunu ilk elden deneyimlemiş biriydim. Yine de ölenlerden ders çıkarmalarını beklerdim.
"Ne düşünüyorsun?"
"Bu fazla kolay bir plan değil mi? Davet sahipleri senin listende olan iki kişi, Edward ise baş konuk olarak görünüyor ve biz oraya gidiyoruz. Muhtemelen davet adı altında savaşa hazırlanacaklarını tahmin etmeyeceğimizi mi düşünüyorlar?"
William'ın kahkahası arabada yankılanırken, bir elini yanağıma koyarak hafifçe tenime dokundu. Şu an bana dokunuşu garip hissettirmiyordu. Bunu tenimin tamamen farklı olmasına verirken, onun konuşmasını dinledim.
"Ne yaparsak yapalım beni hafife almaya devam edecekler, Magnus. Zaten sonlarını da bu getirecek. Çok önceden almaya çalışmadıkları önlemler, zaten bizi buralara getirdi."
"Haklısın. Bu yüzden... Artık üzülmüyorum da..."
"Hiç üzülüyor muydun?"
"Sanırım hayır... Serenity'nin Alec ile bana yaptıklarından sonra... İçlerinde konuşulacak biri olduğunu sanmıyorum. Biz onları öldürmezsek, onlar bizi öldürmekten çekinmeyecekler."
"Bunu duyduğuma sevindim, Magnus."
William elini teninden çektiğimde, yolun geri kalanı boyunca konuşmadık. Neden portal kullanmadığımızı merak etsem de sorma gereği hissetmedim. Sonuçta bir planın içindeydik ve şu an yapmamız gereken yeni bedenlerimizde kurbanlarımıza yanaşmak olacaktı.
Arabanın durmasıyla, yavaş hareketlerle araçtan ayrıldım. William fazlasıyla mesafeli hareket ederken, elimizdeki davetiyeleri görevliye uzattı. Oradaki yazan isimlere göre benim adım David, William'ın ise Lucian'dı. İçeriye fazlasıyla kolay adım atarken, etrafımıza baktım. Anlaşılan burada bulunan herkes Lilith için çalışıyordu, çünkü içerisinin kasvetini daha ilk adımda fazlasıyla hisseder olmuştum. William'ın yönlendirmesiyle içkilere ilerlediğimizde, kendime bir bardak aldım.
"Sakın içme..."
William'ın fısıltısına uyarken ufak bir büyüyle içmesem bile, bardağın azalmasını sağlıyordum. Sonrasında ise Edward'ı gördüm. Yeni görüntüsünü bilip bilmediğimizi anlamamıştım. Listedeki diğer isimlerin ise kendileri olduğunu biliyordum. En azından William beni bu konuda uyarmadığına göre öyle olmalı diye düşünüyordum.
Davetiyede yazan saatte açılış konuşmasını yapmak için iki büyücü herkesin göreceği bir noktaya ilerledi. Pekte dikkat etmediğim konuşmanın sonuna doğru onur konuğu olarak Edward çağrıldığında gelen adamı inceledim. Aslının o olmadığını bilmek garip gelirken, William'ın bıyık altından güldüğünü gördüm. Devam eden gece boyunca hangi noktada saldırmamız gerektiğini bilmiyordum. Ama bir kaç saat içinde davetliler arasında başlayan fısıldaşma ile William'a döndüm. Sakin hareketleri devam ederken, dakikalar sonra yalnız kalmıştım.
Nereye gittiğini bile söylemeden ortadan kaybolmasıyla, öylece alanda dolanırken, bir kaç tanıdık periyi gördüm. Neredeyse selam verecekken, içinde olduğum bedenle başımı çevirdim. Şu an Magnus, değildim. En azından dışarıdan göründüğü kadarıyla...
Bahçe kısmına doğru yürüdüğümde, bedenimi saran garip acıyla yüzümü buruşturdum. Gözlerden uzak bir noktaya geldiğimde, belimde hissettiğim acıyla dişlerimi sıktım. Yine ne oluyordu? Gömleğimi hafif sıyırdığımda, karşılaştığım kan lekesiyle gözlerim irileşti. Hemen, William'a odaklandığım da büyünün beni getirdiği noktada gördüğüm manzarayla dondum.
Willian yeniden Alec gibi görünüyordu. Dahası bileklerine bağlı büyülü zincirler vardı. Ama zincirler bir yere bağlanmak yerine, büyücüler tarafından tutuluyordu.
"Bana geleceğini biliyordum."
"Size geleceğimi hiç bir zaman saklamadım, Edward."
"Perini çağır."
William, hiç canı yanmıyor gibi kahkaha atarken, büyücülerin sinirli tavırlarını umursamıyordu. Elinde hançeri tutan adam bedenine yeni bir çizik attığında, acıyla dişlerimi sıktım. O an bedenimin, eski haline geldiğini yeni fark ediyordum.
"Sana perini çağır dedim!"
"Neden öyle bir şey yapayım? Benden bir şey isteyecek konumda olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? Bu egonuz sizi öldürecek, ben değil..."
Edward'ın elinin işaretiyle, yeni bir hançer darbesini hissederken, kanatlarımı ortaya çıkardım. Tam olarak hangi noktada saldırmam gerektiğini bilmiyordum. Diğer yandan bir peri olarak büyü yeteneklerim büyücülerin yanında pekte etkili sayılamazdı. Özellikle yaşları binin üzerinde olan kişiler için... Yine de bir şeyler yapmalıydım.
"Magnus, dur. Şu an değil."
William'ın zihnimde yankılanan sesiyle, hareketsiz kaldım. Yine bir şeyler planlıyordu. Bu yüzden sadece kanatlarımın iyileştirme gücünü aktif hale getirdim. Bu ikimizinde daha az canının yanmasını sağlayacak basit bir büyüydü. Yine de yarayı yok etmiyordu. Zaten çok geçmeden de hançerin normalin aksine büyülü olduğunu gördüm. Hançer, açılan yaranın sadece kesilmekle kalmamasını, aynı zamanda yanmasına sebep olacak gücü içinde taşıyordu.
"Sizler periyi bulun ve hemen bana getirin. Sihirbaz acı çekerken fazla uzakta olamaz."
Büyücünün emriyle kendimi görünmez kılarken, nefesimi minimum seviyede tuttum. Beni bu şekilde bulmaları imkansız olmasa da, zor olacaktı. Bulunduğum noktada duvara biraz daha yanaşırken, hala olanları izliyordum.
"Periyi neden istiyorsun ki? Sizi öldürecek kişi benim... Tıpkı işkence gören kişi olduğum gibi..."
"O peri olmasa bu kadar güçlü olamazdın, William. Peri yokken sihirbaz sadece değersiz bir insan parçasıdır. Tamamen bir hiç..."
William'ın sinir kahkahası etrafta yankılanırken, Edward'ın bakışlarındaki öfke katlanarak artıyordu. Kanatlarımın daha da büyüdüğünü hissettiğimde, çok geçmeden William'ın sırtında oluşan kanatlarımı gördüm.
"O halde iyi ki bir perim var, Edward."
William tek bir hareketiyle, onu tutan zincirlerden kurtularak, büyücülerin toza dönüşmesini sağladığında hızla ayağa kalktı. Bunu işaret olarak algılayarak, hızlı bir şekilde sihirbazın yanına ilerledim. William'ın tenindeki her rünün alev alev yandığını görürken, gözlerimde kristal alevler oluşuyordu.
"Sıra bizde, Magnus."
"Zevkle."
O saniyeden sonra, Willam, Edward ile savaşırken bende ortama dahil olan büyücüleri teker teker yok etmeye başladım. Yaşlarını, kim olduklarını zerre önemsemiyordum. Listeye dahil olup olmadıkları bile umurumda değildi. Yapmak istediğim tek şey ölmelerini izlemekti. Zaten bu konuda da fazla uğraşmam gerekmiyordu. Normalde çimenlerin üzerine konumlanmış alan, kan kırmızı renge boyanırken, son büyücünün ellerimin arasında can vermesiyle derin bir soluk verdim. Bedenim oluşan yaralarla birlikte, büyücülerin kanıyla kaplanmış durumdaydı. Ama bunu umursamadan arkama döndüm.
Edward, bağlı haldeki William'a bakarken sahip olduğu tüm cesareti kaybetmiş görünüyordu. Yaşamak için yalvarmasını izlerken, sebepsizce gülüyordum.
"Çok zavallı görünüyor öyle değil mi, Magnus."
"Kesinlikle öyle... Az önce fazlasıyla cesur görünüyordu."
Büyücü çaresizce yalvarmaya devam ederken, içimde oluşan intikam hissi giderek büyüyordu.
"Sence ona acımam gerekiyor mu?"
"Tabi ki de... Hayır."
"Ben perisini dinleyen bir sihirbazım, Edward. Artık ölebilirsin."
William, büyülü kelimeleri mırıldanırken, bunun etkisini büyücünün bedeninde izliyordum. Önce teker teker yarıklar açılan bedeninin acısıyla çığlıklar atarken, acıyla çırpınmaya başladı. En başta hızlı olan kan akışı, yeni kelimelerle yavaşlarken dakikalar boyunca ölmeyeceğine emin olmuştum. Onun acısının verdiği garip zevkle, üzerimdeki bakışların sahibine döndüm.
"Burada işimiz bitti."
"Evet, bitti." diyen William yüzüme eğildiğinde, dudaklarımı öpmeye başladı. Normalde bu durumda kendime düşünecek bir alan yaratıyor olsam da, o an bir an bile düşünmedim. Onu öperken bende yarattığı hisler, aklımı bulandırıyordu. Hiç bir düşüncem durmamı sağlayamazken, omzuma yasladığı eliyle, sırtım binanın duvarına dayandı.
Hissettiğim hafif acıyla inlerken, William öpüşünü daha da derinleştirdi. Dudaklarımın arasına sızan dilinin verdiği tatta kaybolurken, yavaşça dilini ısırdım. William, belimi biraz daha sert sıkarken, dudaklarımı özgür bıkarak boynuma yöneldi. Tenimdeki öpücükler hafif ısırıklara dönüşürken, kısa sürede fısıltısını duydum.
"Seni istiyorum, Magnus."
Saçlarını sertçe kavradığımda, onun inlemesini duyarak gülümsedim.
"Fazla kirliyim."
"Bende öyle... O halde otelde devam edelim."
〽 Bölüm Sonu〽
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro