Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bir Olmak


Uzun ve uğraştırıcı bir bölüm oldu. Umarım beğenirsiniz ♥


_Önceki Bölümden Kesit_

"Bu planı biraz öncemi yaptın?"

"Evet. Sonuçta hızlı düşünmem gerekiyor, Magnus. Sıradan bir cadı avlamıyoruz."

"Bunu aklından çıkarma..."

"Çıkarmam. Şimdi... Biraz güçlenmeye ihtiyacım var."

Magnus, bir anlığına durgunlaşsa da sonrasında kahkahalarla gülerek bana yaklaştı. Dudakları, dudaklarımla adeta dans ederken belini sıkıca kavrayarak kokusunu içime çektim. İçime işleyen sevgisinin bende oluşturduğu güçle gülümserken, artık Lilith için tam anlamıyla hazırdım.



Alec

Magnus ile aşk dolu anlarımızın ardından, gülümseyerek sevdiğim adamı izledim. O ise, çoktan rahat olduğundan emin olduğum göğsümde uykunun derinliklerine doğru yolculuğuna çıkmıştı. Gözlerimi kapatıp ona katılmayı ne kadar  çok istesem de, bir türlü uyumakta başarılı olamıyordum. Bu durum, huzurlu olmam gereken anda bile öfkelenmeme sebep oluyordu.

Belki de Lilith ile konuşma işini, şimdiden gerçekleştirmem gerekiyordu. İçinde bulunduğum durumda, saniyeler bile önem arz etmeye başlamıştı. Kararımı vererek yataktan kalktığımda, odanın orta kısmına doğru yürüdüm. 

Bu defa, ruhumu cadının yanına yönlendirmek dahası Magnus'un ruhunu ele geçirmek istemiyordum. Bu düşüncenin ışığında, damarlarımda dolaşan başka bir güç hissederek gülümsedim. Büyü sayesinde bedenen ya da ruhen Lilith'in yanına gitmeme gerek yoktu. Sadece seslerimizin birbirine ulaşması yeterli olacaktı. 

"Lilith."

"Alec."

Cadının sesini duyar duymaz, içimdeki ölüm getirenin ortaya çıktığını hissederken bakışlarım bile değişmişti. Lilith görmüyor olsa bile, öldürücü ifademin sesime yansıdığından emindim.

"Uyumuyor olman güzel."

"Kızımın ne halde olduğunu bilmeden nasıl uyumamı bekliyorsun?"

"Böyle konuşmaya devam edersen gerçekten masum olduğunu düşünmeye başlayacağım, Lilith. Ama biz yine de ikimizi kandırmayalım."

"Lanet sihirbaz!"

Lilith'in öfke dolu sesi damarlarımdaki kanın akışını bile hızlandırırken, kahkaha attım. Tamda o sırada yapmadığım şeyi fark ederek Magnus'un tüm bunları duymayacağından emin oldum.

"İşte özüne dönüyorsun. Şimdi beni iyi dinle. Yarın gün batımında seni Lightwood malikanesinde bekliyor olacağım. Adil bir dövüş konusunda anlaşmış olsak da, tek gelmeyeceğini biliyorum. Bana sorarsan kızının iyiliği için yalnız gelmelisin. Sonuçta savaşacağın tek kişi ben olacağım."

"Buna gerçekten inanmalı mıyım?"

"İnanıp inanmamanın benim açımdan hiç bir önemi yok, Lilith. Ben her halükarda seninle ölüm getiren olarak savaşacağım. Eğer adilik yapacaksan da, karşılığını alacağını bilmeni sağlıyorum. Hatta çok ileri gidersen, savaş öncesinde kızının cesedinin önüne atılmasını da sağlayabilirim."

Kısa bir sessizlik oluşurken, çaprazımda bulunan aynadan yansımama baktım. Tamamen siyahla kaplanmış gözlerimle, ölüm isteyen bir canavara benziyordum. 

"Tamam. Ona dokunma... Gün batımında... Orada olacağım."

"Bir şey daha... Erken gelmek gibi bir aptallık yapma. Yerimi bilmene imkan olmadığını çok iyi biliyorsun. Bu yüzden sadece dediklerimi uygulayacaksın."

"Anladım. O halde zamanı geldiğinde geçidi, açacak kişi sen olacaksın."

"Evet. Yarın için sabırsızlanıyorum."

Aradaki bağlantıyı cadının cevap vermesini beklemeden kopardığımda, gözlerimin önünde beliren görüntülerle başımı iki yana salladım. İçimde bir yan resmen kana susamışlığın, etten kemikten oluşan hali gibiydi. Kendi düşüncelerini ve isteklerini yerine getirmek istiyordu. Bense, zar zor bir şekilde o yanımı bastırmaya çalışıyordum. Bir kaç saniye içinde de, asıl ilacım olan kişiye bakmak için arkamı döndüm.

Magnus'u, yataktan kalkmadan önce uzandığım kısımda bulduğumda, ölüm getirenin üzerimdeki etkisine rağmen gülümsedim. Muhtemelen uykusunda beni aramış, bulamayınca da yastığımın kokusuna başını yerleştirerek uyumayı sürdürmüştü. Bu düşüncelerle yatağa yaklaştığımda, yanına uzanarak bedenini kendime çektim. Ensesine gömülerek kokusunu içime çekerken, sevgisini ve huzurunu hissetmeye çalışıyordum. Çok geçmeden de beni ele geçiren bu duygular ışığında gözlerimi kapattım. 

Kollarımın arasındaki hafif kıpırtılarla gözlerim aralanırken, gördüğüm ilk şey Magnus'un gülümseyen yüzü oldu. Ona aynı şekilde gülümsemeye çalışırken, uyku ile uyanıklık arasında sesini duydum.

"Günaydın, Alexander."

Dudaklarıma uzanarak verdiği öpücüğe karşılık verirken, kendimi frenleyemediğim için onun üzerine uzandım. 


Dudaklarının tadı, bedeninin teması uykumun hızla dağılmasına sebep olurken, öpücük giderek daha ateşli bir hal aldı. 

Yine de zihnimin gerisindeki planlar, açığa çıkmak için uğraşırken ateşli öpüşmeyi bir noktada keserek, kendimi geriye çekmek zorunda kaldım. Karşılaştığım manzara ise Magnus'un hafifçe dolgunlaşmış dudaklarıyla, parlayan gözleri oldu. 

"Bir şey mi oldu?"

Başımı aşağı yukarı sallarken, çekilerek Magnus'un göğsüne uzandım. Ona olanları anlatmam gerekiyordu.   

"Sen uyurken, Lilith ile konuştum."

"Bunu gün içinde yapacağını sanıyordum."

"Biliyorum. Ama bu iş bir an evvel bitsin de istiyorum, Magnus. Hatta gecenin o saati babanı haberdar edecek bir büyü bile yaptım."

"Beni neden uyandırmadın?"

"Öncesinde olduğu gibi onun yanına gitmedim. Ruhum ve bedenim buradaydı. Sadece sesimle iletişim kurdum. Bu yüzden de uykunu bölmek istemedim. Bugün en azından Lilith'i hayatımızdan çıkarmak istiyorum."

"Anladım. O zaman, hazırlanmamız gerekiyor."

"Evet. Asmodeus'un çoktan işe başladığına eminim. Bizde hazırlanmalıyız."

Magnus'un elleri saçlarımı okşarken, alnımda hissettiğim öpücükle gülümsedim. Bazı konuları sessizce halletmemizden dolayı memnun oluyordum. Kelimelere ihtiyaç duymamız güzeldi. 

"Benden istediğin bir şey var mı?"

Beklemediğim soru karşısında bir anlığına düşündüğümde, aslında benim olmayan anıların gözlerimde canlanması ile derin bir soluk verdim. William'ın öncesinde beni bastırarak ortaya çıkardığı davranışları, yavaş yavaş zihnimde yer ediyordu. Tek isteğim bu anıların daha da geçmişe gitmemesiydi. Şu an olan tek şey, cadılarla olan savaşta yaşanılanlardan ibaretti. Anıların birinde Magnus'un alev kaplı kılıcını hatırladığımda, gördüğüm ok ve yayın ilgimi çekmesiyle başımı yukarı kaldırdım. 

"Kılıcını kullanmanı istiyorum."

"Kılıç mı?"

"William ile savaşırken kullandığınız silahlara ihtiyacımız olabilir. En azından onları kullanmayı düşünüyorum."

"Silahlar, William'a aitti. Benim kılıcım yok. Aslında kılıç kullanabildiğimi bile bilmiyorum."

Duyduklarımla zihnimde beliren birkaç yeni görüntü yüzünden düşüncelere daldım. William'ı, dahası onun silahlarını nasıl oluşturduğunu görüyordum. Bunu bende yapabilirdim.

"O halde yapman gereken tek şey, kendini savaşa hazırlamak olacak. Bir kaç saat, kendimle baş başa olmam gerekiyor."

"Alec. Yalnız olmayacaktın."

"Biliyorum. Sadece planın kendimle ilgili kısımlarını bitirmem gerekiyor. Sakinleş. İstersen babana ulaşmaya çalışabilirsin. Henüz geri dönmediğini hissediyorum."

"Yalnız olma konusunda ciddisin."

"Evet. Ölüm getirenin güçleriyle yalnız kalmak istiyorum."

"Kendini kaybedersen..."

"Öyle bir şey olmayacak, Magnus. Olsa bile seni nerede bulacağımı biliyorum."

Magnus'un dudaklarına uzandığımda, ona hissettiğim tüm sevgiyi göstererek öptüm. Dudaklarını hafifçe emerek geriye çekilirken, aşkımı bakışlarımda gösterircesine gülümsüyordum.

"Anlaştık mı?"

"Hayır, dememi kabul etmiyorsun. Yine de itiraz etmeyeceğim. Cadıdan kurtulmayı bende istiyordum. Belki babamdan Lilith konusunda birkaç şey daha öğrenebilirim."

"Bu bizim için güzel olur."

Bu kez öpüşmeyi başlatan Magnus olurken, birbirimizden ayrıldığımız anda, mutfağa ilerledik. Kısa süren kahvaltının ardından da, düşüncelerimi gerçekleştirmek için odaya çekildim.


Eskiden babamın kullandığı çalışma odasına girdiğim ilk anda kapıyı mühürleme isteğime karşı gelemediğim için gereken büyüyü yapmıştım. Düşüncelerimi gerçekleştirirken, gerçek anlamda yalnız kalmak istiyordum. Çok geçmeden de kendimi lanete teslim ederek, yapılması gerekenlere odaklandım.

Saatler sonra, kapının dışından gelen sesle mührü kaldırdığımda açılan kapıdan giren kişiye göz ucuyla baktım. Her ne kadar gelenin Magnus olacağını düşünüyor olsam da, yaydığı enerjiden o olmadığını biliyordum.  

"İstediğin her şey hazır, Alec."

Asmodeus'un sesiyle ona döndüğümde, dikkatimi çeken ilk şey üzerinde bulunan kıyafet oldu. Savaşla ilgili anılarına bakarken orada nasılsa, aynı o şekilde görünüyordu. Bakışlarında bile olması gereken cesaret duygusu göze çarparken, onun bu hali memnuniyetle gülümsememi sağladı. Dünkü konuşmada pes edecek gibi görünse de, şu an tamda istediğim gibiydi.  

"Daha fazlasını yapmış gibi görünüyorsun."

"Yanında hareket edebilmem için savaş perisi olmamı istedin. Yaptığın büyüden sonra başka seçeneğim yoktu."

"Peki diğerleri..."

"İçeride seni bekliyorlar ve daha da önemlisi, istediğin cadı birazdan burada olacak. Sanırım iksir ile uğraşıyor."

"Güzel." diyerek masaya döndüğümde ok ve yay ile ilgilenmeye devam ettim. Hemen yanında da anılarda gördüğüm kılıç bulunuyordu.  

Asmodeus'un, dikkatini çeken silahlarla yanıma yaklaşması üzerine, kaşlarımı çatarak ona döndüm. Yüzünde oluşan ifadeden hoşlanmamıştım.  

"Ne oldu? İfadeni sevmedim."

"Savaşırken, ok ve yay mı kullanmayı planlıyorsun? Bir cadıya karşı... Düzeltiyorum herhangi bir cadı da değil, Lilith'den bahsediyoruz."

"Eğer sen böyle küçümsüyorsan muhtemelen Lilith'de aynı şekilde davranacaktır. Ama ikinizin de bilmediği şey, bunlar sıradan silahlar değil."

Asmodeus'un şaşkın bakışları eşliğinde ok ve yayı elime aldığımda, kollarımdaki rünler mavinin en güzel tonuyla ışıldadı. Aynı şekilde ok ve yayın üzerindeki rünlerde parlayarak kendilerini belli ettiklerinde, perinin bakışları bu kez gülümsememe sebep oldu. Saatlerimi harcadığım bu şeye değecek gibi görünüyordu. 

"Lanetli silahları mı kullanıyorsun?"

"Bunlara böyle mi deniyor?"

"Bunları yapman bir yana, bilmeden yapıyor olman daha da tuhaf geliyor, Alec."

"Silahları William'ın, Magnus ile kullandığını görmüştüm. O zaman rünleri olduğunu bilmiyordum. Ama şu an olan bundan ibaret. Sen söyle lanetli silahlar hakkında ne biliyorsun?"

Asmodeus, yutkunurken gözlerinden anlık geçen korku duygusu ile bedenimdeki rünlerin kontrolüm dışında, kan kırmızı parladıklarını fark ettim. O an, odağımı kaybettiğimi fark ederken bir kaç derin nefesin ardından, sakinleştim.

"Lanet, bazen kontrolümü kaybettiriyor. Endişelenmene gerek yok, Asmodeus. Seni dinliyorum."

"Tamam. Ölüm getiren efsanesiyle ilgili kitapta yer alan küçük bir paragraftan fazlasını bilmiyorum. Anladığım tek şey, silahların cadıların lanetli büyülerinden bile üstün oldukları. Tabi bunun kesin olduğunu gösteren herhangi bir kanıt yok."

"Yaşayarak öğrenmek zorunda kalacağız."

"Öyle görünüyor." 

"Ben gerçeksem, onlarda gerçek olmalı. Başka bir şey var mı?"

"Yok."

Asmodeus gitmek için fazla aceleci davranırken onun kolunu kavradım. Yaydığım enerjinin farkında olsam da, şu an onu durduramıyordum. 

"Gitmeni söylemedim. Magnus nerede?"

"Ryoichi'nin yanında."

"O da kim?"

"Planların bittiyse içeriye gel. Kimin yanında savaştığını merak eden perilerden sadece biri..."

"Birazdan geliyorum."

Kaşlarım istemsizce çatılırken, içime yerleşen kıskançlık duygusuyla dişlerimi sıktım. Şu an bunu düşünmüyor olmam gerekse de, engel olamıyordum. Silahlarla işim biter bitmez odadan çıktığımda, bir grup perinin oturma odasında olduğunu gördüm. Kalabalıkta gözlerim hızla Magnus'u bulduğunda, onun gülümseyerek yanındaki periyle konuşmasına takılmış durumdaydım. 

Yanlarına vardığımda Magnus'u bileğinden tutarak kendime çekerken, odadaki herkesin dikkatinin üzerimde toplanmasına sebep oldum.

"Ölüm getiren."

Ryoichi, olduğundan emin olduğum perinin dudaklarından dökülen kelimeler, daha fazla öfkelenmemi sağlarken, burnumdan soludum. 

"Alec, demenizi tercih ederim."

Magnus, bileğini kavradığım elimi, diğer eliyle tutarken yüzüme bakıyordu. 

"Alec, sakinleşir misin? Ne oldu?"

"Sakinim, Magnus. Asmodeus sizlere neden burada olduğunuzu söylediğine göre Lilith gelmeden önce yerlerinize geçmenizi öneriyorum."

"Cadıların kölesi olmamak için buraya geldik. Şimdide senin mi kölen olmamız gerekiyor? Konuşacağımızı sanıyordum."

Arkamdaki perinin sesiyle derin bir soluk verirken, boşta kalan elimi yumruk yaptım. Anında perinin çığlıkları odada yankılanmaya başladığında, neredeyse bir oda dolusu perinin tüm korkusunu hissedebiliyordum. Magnus'un konuşmasını elini sıkarak engellerken, perilerin kendi arasındaki konuşmasını ve arkadaşlarına yardım etme çabalarını izledim. 

"Onlara yapmaları gerekeni anlatmamış mıydın, Asmodeus? Üstelik istediğim şey yeterince basitti."

"Evet. Sadece... Lee, fazla heyecanlı biridir."

"Onun ölmesine izin mi vereceksin?"

"Bizi buraya ölmemiz için mi çağırdın?"

Asmodeus'un ardından konuşan perilere baktığımda, elimi serbest bırakarak arkamı döndüm. Yine de ölüm getirenin bedenimde oluşturduğu etkilerin geçmesine izin vermiyordum. Biraz önceye dek kırmızı olan rünler giderek daha da koyulaşırken, siyaha dönüşüyordu.

"Asmodeus'u tam olarak dinlemediyseniz, tekrar ediyorum. Sizin yapmanız gereken tek şey alana Lilith dışında biri adım attığı an onu yok etmek. Daha fazlası değil. Bu uğurda yaralanıp, ölmenizde umurunda da değil. Yeterince açıklayıcı oldu mu?"

Perilerin bir kaçının gitme girişimini fark ettiğimde sadece gülümsedim. Oluşturduğum görünmez duvar onlara engel olmaya yeterli olsa da, o an daha fazlasını istedim. Zeminden çıkan zincirlerin ayak bileklerine dolanmasını sağlarken, beni ciddiye alacaklarına emindim.

"Buraya kendi iradeniz ile, Lilith'e karşı gelmek için geldiniz. Gitmek ise, istediklerim gerçekleşene kadar mümkün olmayacak. Siz mi dediklerimi yapmaya başlarsınız, yoksa en çok korktuğunuz şeyi, işaretleri ortaya çıkarmalı mıyım?"

Asmodeus dahil, tüm perilerin korkularını hissederken, yüzümde oluşan canice gülümsemeyi korudum. Periler birbirlerinin yüzlerine kısa bakışlar atarken içlerinden birisi konuştuğunda, ona döndüm. 

"Hayır. Yerlerimize geçeceğiz. Sen ne istiyorsan, onu yapacağız. Bizi bırak."

"Beni hayal kırıklığına uğratmayacağınızı düşünüyorum. Diğer türlü sizi de Lilith ile gömeceğimden emin olabilirsiniz. Ama hayatta kalırsanız, özgür olacaksınız."

"Uğratmayacağız."

"Zincirleri çıkartabilirsin."

Zincirlerin etrafını Magnus'un alevleriyle sararken, her birinin acı dolu inlemesini duyarak gülümsedim. Korkuttukları işaretlerden olmasa da, şu an her biri kızgın zincirlerin izlerini taşıyacaktı. Büyü çektiğimde, duvarı ortadan kaldırdım.

"Güzel. O halde, harekete geçin."

Periler hızlı bir şekilde odayı boşaltırlarken, korkularının itaat getireceğini bilerek rahatlamıştım. Odada sadece üçümüz kaldığında ise Asmodeus'un konuşmasına odaklandım.

"Bunun gerekli olduğunu sanmıyordum. Bu yaptığın..."

"Bende gerekli olacağını düşünmüyordum, Asmodeus. Ama periler her ne kadar köle olmak istemeseler de, içlerinde kölelik ile ilgili bir dürtü var gibi görünüyor. Düzgün konuşmak onları harekete geçirmiyor. Şimdi, onları kontrol etme görevi sende olduğuna göre peşlerinden gitmelisin."

"Cadıyı birlikte bekleyeceğimizi düşünüyordum."

"Onunla konuşurken Magnus ile kalmam yeterli. Perilerden sonra umarım gelecek olan cadı da beni uğraştırmaz."

"Merak etme o öyle biri değildir. Her şeyi anlattım."

"Göreceğiz."

Asmodeus, gittiği anda bileğini tutuşumdan kurtaran Magnus hızla önüme geçti. Gözlerinde gördüğüm öfkenin, duygularımın bir yansıması olduğunu bilsem de yine de böyle bakmasını istemiyorum.

"Beni yine manipüle ediyorsun. Az önce... Kendin gibi değildin."

"Lilith'e karşı ölüm getiren olmak zorundayım, Magnus. Perilerinde sıradan bir sihirbazı dinlemeyeceğini kendin gördün. Onlara laf anlatacak vaktimiz yok."

"Onu anlıyorum. Yine de..."

"Endişelenme, sen her adımda benimle birlikte olacaksın. Kendimi kaybetmiyorum, Magnus. Henüz değil. Kontrol bende."

Bir şeyleri kanıtlamak istercesine yüzüme yaklaşan Magnus, gözlerimin içine bakarken orada gördüğü şeyden memnun olurcasına gülümsedi. Göz bebeklerimin akından eser kalmamış olsa da, ifadem kendini belli ediyordu. Görünüş şeytanı andırsa da, orada sevginin varlığı beli oluyordu. 

"Bu iş bir an önce bitmeli."

"Bitecek. Bitmesi için ne gerekiyorsa, yapacağım."

Magnus, dudaklarıma küçük ama sevgi dolu bir öpücük kondururken, gözlerimin eski haline geldiğini bilerek ona sarıldım. Öpüşmeyi derinleştirmek istesem de, açılan portal ile geri çekilmek zorunda kalmıştım.

Karşılaştığım kadının bakışları, kaşlarımın çatılmasına sebep olurken konuşamadım. Sadece içimde oluşan farklı bir sevgi ile Magnus'un kadının yanına gidişini izledim. Ardından ona sarılmasını...

"Rose... Babam senin geleceğini söylememişti."

"Babanın isteklerini yerine getiren kaç tane cadı tanıyorsun ki?"

"Haklısın."

Onlara yaklaşırken gülümsemek istesem de başarılı olamıyordum. Magnus'un fazla masum duruşuyla elini kavradığımda, sesimi normal tutmaya çalıştım. 

"Bizi de tanıştırman gerekiyor, Magnus."

Kadının birleşen ellerimize bakması dikkatimden kaçmazken, yüzündeki mutluluk dolu gülümsemeyi gördüm. 

"Seni yeterince tanıyorum, Alec. Magnus'un bizi tanıştırmasına gerek yok. Bana gelince, çoğu kişi gibi bende sevdiklerini Lilith yüzünden kaybeden cadılardan sadece bir tanesiyim. İstediğin iksir ise hazır. Yine de, anlamadığım şey... Bildiğim kadarıyla sende bu büyüleri yapabiliyorsun. Benden neden böyle bir istekte bulundun?"

Konuşmam, Magnus'un sesiyle kesilirken durdum.

"Bir ayrıntıyı atlıyorsun. Sen annemden sonra bana en yakın olan kişisin, Rose... Özellikle babamın durumundan sonra..."

"O kısmı atlamış olabilirim. Özetle, Magnus'u benden kıskanmana gerek yok, Alec."

Yaramazlık yaparken yakalanmış gibi gözlerimi devirirken, hissettiğim sevgiyi yeni yeni fark ediyordum. Magnus'un kadına bakışı, anneme baktığım zamanlarda olduğu gibiydi... Ama bunu anımsamam içimde mutluluk yerine öfkeyi besliyordu. Bu yüzden saçma davranışımı göz ardı ederek, konuya dönmeye karar verdim.

"Lilith'i şaşırtacak bir şeye ihtiyacım var ve oda sensin. Güneş batmak üzere, artık asıl görevine geçebilir miyiz?"

"Olur."

Magnus şaşkınca bana bakarken, soru sormasına bile gerek duymadan konuştum. 

"Seninle bir olurken ortalarda gezinen bir Magnus'a ihtiyacım var."

"Rose'un periler gibi olacağını mı söylüyorsun? Geçen sefer biz gibi görünen periler öldürüldü."

"Bu gerçeği bilerek geldim, Magnus."

Cadının benden önce konuşmasıyla duraksarken, Magnus'u kendime doğru çektim. Ona savaşa hazır olmamız gerektiğini söylemiştim. O ise, yine fazla kırılgan davranıyordu. Bakışları bile değişmişti. 

"Bir savaş başlattık, Magnus. Kayıplar bu işin gerçeği, bunu sende biliyorsun."

"Biliyorum." dediğinde onun gözlerine bakarken, farkında olmadan bir şey yapıp yapmadığımı anlamaya çalışıyordum. Bazen lanet, benden bağımsız olarak ortaya çıkabiliyordu. O an, perilerden önceki anı düşündüm. Sonrasında da sessiz bir küfür savurdum.

"Seni baskıladım."

"Anlamadım."

Magnus'un elini kavradığımda, ondan aldığım gücü yine ona yönlendirirken derin bir soluk verdim. Saniyeler içinde kendinden daha emin görünen haliyle rahatladığımda, ikimizi izleyen kadına döndüm. 

"Az önce ne oldu?"

"Magnus ile benim aramda bir durum, başlayabiliriz."

"Evet, Rose. Az önceki çocukluğuma aldırma, ilk kez savaşmıyorum. Kafamı toplamam gerekiyor."

 "Anladım."

Magnus ile sessiz bakışmamızın ardından cadıya döndüğümde, ona yaklaştım. Onunla aramdaki durumu sonrasında konuşabilirdim.

"Olacakları az çok biliyorsun. Magnus'u tanıdığın için onun gibi davranmak senin için daha kolay olacak. Özünde cadı olmanda, Lilith'i şaşırtacak başka bir konu."

"Elimden gelene yapacağım. Ama büyünün de yardımcı olacağına eminim."

"Doğru."

Cadının narin elini, ellerimin arasına aldığımda Magnus'a başımla işaret verdim. Arkama geçerek parlamaya başlayan rünün üzerindeki dokunuşunun ardından, büyüyü oluşturdum. Sadece saniyeler içinde iki Magnus'un arasında dikiliyordum.

Kadın meraklı bakışlar eşliğinde ellerini kontrol ederek yüzüne dokunurken gülümsedi. 

"Bu yetenek gerçekten muazzam."

"Lilith geldiğinde sevgilim olacaksın, bu kısma odaklan. Birde, arka kısımda olan kılıcı almanı istiyorum. Ona ihtiyacımız olacak."

"Daha önce kılıç kullanmadım."

"Bu önemli değil. Kılıç sahibine ne yapması gerektiğini fısıldıyor olacak."

"Güzel."

Rose'un yanımızdan ayrılmasıyla Magnus'un gerçek öfkesini hissederken, gülümsemek istesem de başarılı olamamıştım. Onun ruhunu çalıyor, kişiliğini bölüyor, resmen onu kullanıyordum. Sadece bu sefer gerçekten isteyerek yapmamıştım.

"Kızgınsın."

"Evet. Dakikalar önce içimde bir şey sadece kaçmak istiyordu. Çocuk gibiydim."

"Biliyorum. Üzgünüm en başında fark etmiş olsaydım. Buna engel olurdum. Bilerek yapmadım."

"Ruhumun üzerindeki etkilerin giderek daha da büyüyor, Alec. Perilere yaptıklarını saymıyorum, bile. Lilith ile olanlardan sonra ne olacak? Daha ne kadar dibe batacaksın?"

"Lütfen... Kötü şeyler düşünmeyelim. Üstelik, savaşta sen benimle bir olacaksın."

"Seni kontrol edebileceğimden emin değilim, Alec. Eğer başarılı olabilseydim, Ryoichi'e zarar vermeni engellerdim."

"O peri senin için çok mu önemli?"

"Raphael benim için neyse, Ryoichi içinde ben oyum, Alec. Babamla ilgili yaşadıklarımı biliyorsun. Onun yarattığı boşluğu, doldurmaya çalışan çok az kişi oldu. Babalık görevini üstelenen Ryoichi'di. Rose ise annem gibi..."

Magnus'un açıklamasıyla kendimi kötü hissetsem de, ortaya çıkan öfke duygusuna da engel olamıyordum. 

"Bunu bilemezdim. Ayrıca seni kıskanıyorum, William gerçeği..."

"Bana güvenmediğini hissediyorum, Alec. Ama ben sana ruhumu, hayatımı emanet edecek kadar güveniyorum. Sende biraz olsun benim için uğraşamaz mısın?"

"Üzgünüm. Kıskançlık duygusu..."

"Farkındayım. Vaktimiz kalmadı. Aramızdaki bu sorunu daha sonra aşarız. Şimdi bir olacağız. Söylediğin gibi."

"Evet." diyerek Magnus'a yaklaştığımda onun belini kavradım. Sahip olduğumu lanete odaklanırken, Magnus'un gözlerinin içine bakıyordum.


"İzin veriyor musun?"

"Hazırım."

"Seni seviyorum, Magnus."

"Seni seviyorum, Alec."

Yüzlerimiz birbirine yaklaşırken, dudakları dudaklarıma temas etti. Magnus'un nefesini yüzümde hissederken onun dudaklarını öptüm. Aldığım karşılıkla birlikte gözlerim kapanırken, ruhunun ruhuma karıştığını hissediyordum. Ellerimin arasındaki bedeni toz taneciklerine dönüşürken, o ve ben değil. Tamamen biz oluyorduk. Bu kez birleşmenin daha da derinden olduğunu hissettiğimde gözlerimi araladım. Zihnimin gerisinde ise Magnus'u duyabiliyordum."

"Hazırız."

"Hazırız."

〽Bölüm Sonu

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro