Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Ayrılık

Bu sefer, perilere öncelik vermek istedim :) 

Keyifli okumalar ♥


_Önceki Bölümden Kesit_

"Magnus..."

"Hala gitmek mi istiyorsun?"

"Düşünmek istiyorum."

"Bu bir ayrılık değil."

"Hayır, değil."

Dudaklarımız tekrar birleştiğinde, bu kez onu sakince öptüm. Kalbime sızan sevgisinin ruhumu ısıttığını hissederken, bende onu seviyordum. Bu gerçeğin hiç bir şekilde değişmeyeceğini biliyordum.

Alec

Magnus hala üzerimden inmemiş olduğundan, yapabildiğim tek şey onun gözlerine bakmak oldu. Orada tamamen ben ve bana karşı hissettiği sevginin var olduğunu görebiliyordum. Yine de, verdiğim karardan geri adım atmak istemiyordum. Şu an onu affedemezdim. Buna kesinlikle hazır hissetmiyordum. 

"Artık gidebilir miyim?"

"Sanırım vazgeçmiyorsun."

Onu üzerimden hafifçe iterken, yavaş adımlarla yataktan uzaklaştım. Magnus'a cevap vermemiş olsam da, hareketlerim kararımın ne olduğunu gözler önüne seriyordu. Kısa süre içinde de oluşturulan geçitle karşı karşıya geldim. 

Bir an için Magnus'a bakmak istesem de, kendimi durdurdum. Ona bir saniye bile bakmak beni kararımdan geri döndürebilecekmiş gibi geliyordu. Duygularım resmen iki bölünmüştü. Onu affetmekle ondan uzaklaşmak arasında gidip gelirken, sonunda verdiğim karara uyarak geçide doğru hızlı bir adım attım. Sonrasında da kendimi, son derece gösterişli malikanenin önünde buldum.

Çok önceden buraya William'ın kontrolünde geldiğim için, bir şeyler tanıdık olsa da, çoğu şey yabancı hissettiriyordu. Kendi içimde ise hala devam eden içsel savaş yüzünden, derin bir nefes alarak gözlerimi yumdum. Burnuma, malikanenin hemen arkasında bulunan ormanın arındıran kokusu dolarken, gülümsemeye çalıştım. Yine de becerememiştim. Neden olmuyordu? 

Artık, hayatımda William olmayacaktı. 

Magnus'u benden alamazdı. 

Benliğim, bedenim tamamen bana aitti. 

Peki neden hala mutlu değildim? 

Kafamda bir ton soruyla, gözlerimi açarken neredeyse ağlamak üzereydim. Bunun yaşanmaması içinde, buraya gelme nedenime tutunmaya karar verdim. Birkaç adımla malikanenin kapına vardığımda, zile bastım.  

Uzun zamandan sonra yaptığım insanca davranışla, garip hissediyordum. Ben bu garipliği çözemeden de açılan kapıyla, Jonathan ile göz göze geldim. Bakışlarındaki bir şey saldırıya hazır biri gibi görünmesini sağlarken, onun aksine sakin bir sesle konuştum. 

"Merhaba, Jonathan. Kardeşlerimi görmeliyim."

"Alec?"

"Evet."

"Sizi nasıl ayırt edeceğimi bilmiyorum?"

Büyücünün sorusu gerçekleri bir kez daha görmemi sağlarken, ifadem oldukça düzdü. Kendim olmanın özgürlüğünü yaşıyordum. 

"Artık bunu dert etmene gerek yok. Geriye sadece ben kaldım."

"Nasıl?"

"Bunu önce kardeşlerimle paylaşmak istiyorum. Önümden çıkar mısın?"

"Pekala. Huysuz halini hatırlıyorum. Kesinlikle sen Alec olmalısın."

Jonathan'ın önümden çekilmesiyle içeriye girdiğimde, görüş alanıma giren ilk kişi Isabelle oldu. Onu ne kadar çok özlediğimi düşünürken, kollarımın arasına giren narin bedene sıkıca sarıldım. Hemen sonrada kulağıma rahatsızlık dolu ses doldu. 

"Hemen üzerine atlama, Isabelle!. Belki de gelen William'dır."

Jace'in tavrını gördüğümde, Jonathan'ın ne yapmaya çalıştığını daha iyi anladım. Yine de Isabelle'e daha sıkı sarılırken, onun uzaklaşmasına izin vermemiştim. Şu an en çok ona ihtiyacım var gibi hissediyordum. 

"İçin rahat etsin, Izzy. Benim. Alec."

"Zaten uzaklaşmak gibi bir düşüncem yoktu, Alec. Seni çok özledim. William yada kendin ol. Umurumda bile değildi şu an."

Isabelle, beni daha sıkı sararken, onun saçlarını okşadım. Sonrasında da istemeye istemeye onu kendimden uzaklaştırmıştım.

"Artık bu ayrımı yapmak zorunda değilsiniz."

Isabelle dahil herkesin meraklı bakışları üzerime odaklanmışken, ben konuya nasıl gireceğimi düşünüyordum. Açıkçası bu gerçekleri küçük bir odada kardeşlerime açıklamayı tercih ederdim.

"Nasıl oldu bu?"

"İkinizle özel konuşalım, Izzy. Odana gidebilir miyiz?"

Isabelle, Jonathan'a yaklaştığında onun elini tutarak gülümsedi. Onun daha önce bu hareketi hiç bir erkeğe yapmadığına emindim. 

"Jonathan ya da diğerlerinden saklamamız gereken bir konu yok, Alec. Ne olduysa bize anlatabilirsin."

Sessizlik içinde büyücüye bakarken, kız kardeşimi onaylamak zorunda kaldım. Hep birlikte oturma odasına geçtiğimizde, oturduğum üçlü koltukta yanıma oturması için, Isabelle'i yanıma çektim. Clary ve Raphael'de odaya geldiklerinde, bir süre sessizliğimi korudum. 

Kendimi son derece rahatsız hissetsem de konuşmam gerektiğini biliyordum. Sonuçta bu odadaki herkes bir şekilde gerçekleri öğrenecekti. Bu yüzdende daha fazla düşünmeye gerek yoktu.

Konuşmaya başlarken, William'ın verdiği kararı, bizim için yaptıklarını, Magnus ile ilgili detaylara çok girmeden anlatmaya başladım. Odadaki herkes ölüm sessizliği edasıyla beni izlerken, son olarak bu sabahtan bahsederek konuyu kapattım. Yine de Magnus ile ilgili neredeyse hiç bir detay vermemiştim. Onun hakkında konuşmak istemiyordum.

"William'ın gerçekten böyle bir şey yapacağını düşünmezdim. Yani onun gücü babamı bile korkutuyordu. Gerçi korkutmadığı kişi tanımıyorum."

Jonathan'ı konuşmasını başımla onaylarken, ondan farklı düşünmediğimi göstermiştim. William'ın gücünü iliklerime kadar hissederken, temelinde beni yok etmeyi seçebilirdi. Ama yapmamıştı. Yine de olanları kaldırmak benim için çok zor olacaktı. Ben düşüncelerime dalmışken, Jace'in neredeyse çığlık atarak söylediği öfke dolu kelimelerle irkildim.

"Sonunda o şeytandan gerçek anlamda kurtulduk. Mutlu olmalıyız, Alec."

William'a şu durumda şeytan demek ne kadar doğruydu emin değildim. Gerçek şeytanların pusuya yatmış bir şekilde peşimizde olduğunu bilirken, William'ı da aynı kefeye koymak istemiyordum. 

"Ben olsam öyle söylemezdim, Jace. William, bizim için büyük bir fedakarlık yaptı. Her ne kadar yaptıkları kötü olsa da, sonuçta hala burada olmamın sebebi de, William. Bunu kabul etmek istemesem de durum bu." 

"Alec, kendinde olduğuna emin misin? Onu koruyor olamazsın. O şeytan..."

Jonathan, yaptığı büyüyle Jace'i susturduğun da, onun nefret dolu bakışlarının hedefi olan büyücüye baktım. 

"Bir şeytanla yaşamanın ne demek olduğunu aranızda en iyi bilen kişi benim, Jace. William'ın size yaptığı her şeyin iyi olduğunu da söylemiyorum. Ama bir şeytan, kız kardeşinin yaşaması için uğraşmazdı. Bu durum Alec içinde geçerli. Büyü dünyasında ne kadar süredir var olsanız da, hala bir çok şeye yabancısınız. Büyünün, bağların, lanetlerin kişilere neler yaptırdığından haberiniz bile yok. Eğer William dediğiniz kadar kötü birisi olsaydı, şu an Alec ile konuşuyor olmazdınız."

Jonathan el hareketiyle Jace'in üzerindeki büyüyü kaldırdığında, kardeşim yeniden bağırmaya başladı. Bense ne diyeceğimi bile bilemiyordum. İçinde olmama rağmen hala bilinmezliğin içinde savaştığımı hissediyordum. 

"Babanı öldüren adamı savunuyorsun. Bunun farkında mısın?"

"Onu savunmuyorum. Ayrıca gerçek bir şeytanı öldürdüğü için William'a teşekkür bile edebilirim. Üstelik, babamı öldürmesine izin veren kişide bendim. Dediğim gibi bilmediğiniz çok fazla şey var, Jace! Her şey, benim cici perim Clary gibi toz pembe değil!"

Jace, öfkeyle bir anlığına Jonathan'ın üzerine yürümüş olsa da, Clary'nin tutuşu ile durdu. Hemen sonrada peri kızı ile birlikte odayı terk ettiklerinde, benim bakışlarım kız kardeşime kaymıştı.

"O iyi mi?"

"Pek sayılmaz. Daha önce William'dan kurtulma şansın varken, bunu yok ettiğini öğrendiğinden bu yana dağılmış durumda. Hala kendini suçlu hissediyor."

"Anladım. Onunla konuşurum, Izzy." dediğim anda ayağa kalkmış olsam da, önüme geçen Raphael yüzünden adım atamamıştım. Perinin yüzündeki endişe dolu ifadeden hazır olmam gerektiğini hissettim. 

"William'dan kurtulmanıza sevindim, Alec. Peki, Magnus nerede? Ondan hiç bahsetmiyorsun. Ona bir şey olmadı öyle değil mi?"

Raphael yüzünden, tüm bedenim panik haline geçerken, terlemeye başlıyordum. Bu konulara, Magnus'a hala hazır değildim. Ondan uzak durmak için buraya kadar gelmiştim. 

"O durum biraz karışık. Magnus'u görmek istiyorsan, şu an kendi evinde. William konusu ikimizi de oldukça yordu ve ben kardeşlerimle vakit geçirmek istiyorum."

Konuşmam biter bitmez odadan kaçar adımlarla uzaklaşırken, daha önce Isabelle'in gösterdiği odaya giden yolu ezbere bir şekilde yürüdüm. Jace bile o an için aklımdan çıkmıştı. Ardımda oluşan fısıltıları ise duyabiliyordum. Yinede bu durumu umursayacak durumda değildim. Odaya girdiğim anda da kendimi yatağa atarken, gözlerimi kapattım. İçimde yaşadığım duygu fırtınası sade görünse de beni yormaya devam ediyordu.  

Kısa süre içinde de yeniden fısıltılar kulağıma dolmaya başladı. William'ın öldürdüğü ruhları rünlere hapsettiğinden haberim bile yoktu. Belki de durum bu bile değildi. Yine de onları duyuyordum. Daha fazla duymamak içinse önceden olduğu gibi kolumdaki rüne odaklandım. Bunu keşfettiğim için memnundum.

Sessizliğe tekrar kavuşurken, olanları ve kendi içimdeki savaşı düşündüm. Magnus ile ne yapacağımı cidden bilmiyordum. William, varken ondan nefret etmek daha kolay görünüyordu. Şu an sahip olduğum hisler tamamen onu sevmeye yönelikken ne yapmam gerekiyordu? Hala ondan uzak durma sebebim ise sahip olduğum gururdu. Sonunda onu affedecek olsam bile bunun hemen olmasına imkan yoktu. 

Magnus

Alec'in ardından tüm yaşam enerjimin tükendiğini hissederken, içki dolabına yöneldim. Açtığım Jack Daniel's şişesinden burnuma dolan keskin kokunun ardından da, bardağımı viskiyle doldurdum. Eskiden keyifle aldığım yudum şu an hiç bir şekilde keyif vermezken, asıl suratım ile tekli koltuğa oturdum.

Evim uzun bir aradan ilk kez boş kalıyordu. Genelde sevdiğim sessizliği bile artık sevmediğimi düşünürken içkiden büyük bir yudum aldım. Bir peri olarak sarhoş olmam fazlasıyla zordu. Yinede bunu küçük bir büyüyle değiştirdim. Kanıma karışan alkolün etkisini hissetmek istiyordum. Kısa süre içinde de sarhoşluğun getirisinin verdiği duygu yoğunluğuyla ağlamaya başladım.

Nedenini sorgulamıyordum. Nedenini çok iyi biliyordum. Alec'e karşı geçmişte olduğum gibi güçlü görünmek istesem de hala derinlerde, o kadar güçlü değildim. Onun bana her şekilde geri döneceğini bilmekle, beklemek arasındaki zaman dilimi canımı yakıyordu. Şu an bile kollarım da olmasını istediğim adamı kendi ellerimle göndermiştim. 

Geri dönerse ne diyeceğimi bile bilmiyordum. William konusunu kendi içimde duygular açısından çözmüş olsam da, onun söylediği şekilde derinlerde bir yerde onu hissediyordum. Bu his ne aşk ne de benzeri bir duyguydu. Sadece bana hissettiğini sevgiyi hissediyordum. Ötesi yoktu. 

Yine de şu an asıl ihtiyacım olanın Alec olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. İçki dolu bardakları ardı adına sıralarken, kalbimin acısı daha da arttı. Göz yaşlarım kurumaya başladığından tenimi yakarken, odanın ortasındaki ışık huzmesini hayalle gerçek arasında zar zor gördüm. 

"Magnus."

Özlediğim ses dudaklarımda yarım bir gülümse oluştursa da, taze göz yaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı. Sinir sistemin resmen çökmüştü. 

"Raphael."

"Neler oluyor? Bu halin..."

Zar zor oturduğum koltuktan kalkarken ayakta bile duramayarak, Raphael'in koluna tutundum.

"Ben... Benim yüzümden... Sen haklıydın. Alec'i kaybettim. Her şeyi kaybettim. Ayrıldığını kabul etmese bile ayrıldık. Bunu biliyorum. Sözlere dökülmese bile hissediyorum."

"Sakin ol, Magnus. Kaç bardak içtin. Kendine sarhoş olman için büyü yaptın öyle değil mi?

Raphael'in ayılmam için büyü yapacağını fark ettiğimde, bulanık görüntüsünün arasında ellerini kavradım. 

"Dur. Kendime gelmek istemiyorum. Şu an uyuşuk sayılırım. Böyle kalmalıyım."

"Tamam. O zaman anlat. Sadece içerek durumu düzeltemezsin. Alec de bir garipti. William gittiğine göre düzelirsiniz sanıyordum. Neler oldu?"

"Düzelmek zor. Çok zor. Ben... Ruhumun bölündüğü hissederken, karşımdaki sihirbaza göre hareket ediyordum. Şu an durumu daha iyi anlıyorum. Ama yaşarken, iradem bende değil gibiydi. William beni sevdi diye, onu sevdim. Ona dokundum. Daha fazlasını da yaptım. Şimdiyse olanlar rüya gibi hissettiriyor ama öyle değil. Alec de bunun farkında, onu aldattığımı düşünüyor. Bunu isteyerek yapmadım. İstedim gibi görünüyor ama ondan bile emin olamıyordum. Durum o kadar karışık ki neyin doğru olduğunu bile bilmiyorum. Yine de Alec'in benden gitmesini istemiyorum. Ondan fazla sevdiğim hiç kimse olmadı hayatımda. Bunu en iyi sen biliyorsun."

Raphael'in derin soluklarını dinlerken, yer altımdan kayıyor gibi hissediyordum. Sanki Raphael olmasa gerçekten düşecektim. 

"Eğer, Alec'e de bana söylediklerini söylediysen, durumu toparlama şansın cidden zormuş."

"Ona bir şey söylemedim. Ama bakışlarımdan hissediyor. Hissettiğini biliyorum. Şu an onun için öldüğümü de biliyor. Yine de bunu kabul etmeyeceğine, gidişiyle ikna oldum."

"Bu durumda ne yapacağına karar vermen gerekiyor."

"Ne kararı?"

"Ne yapacaksın, Magnus! Ayrıca şu lanet olası içkili halinle seninle konuşmak istemiyorum. Yarın sabah sana söylediklerimi bile hatırlamayacaksın!"

Raphael'in yaptığı büyüyle kanımın çekildiğini hissederken, zihnimdeki uyuşukluk aniden yok oldu. Buna karşı çıkıyor gibi görünsem de, onunla yaptığım konuşmaları sonradan unutmak istemiyordum. 


"Yapacağım şey ortada değil mi? Onu bırakmıyorum, Raphael. Bırakmaya niyetimde yok. Bunu ona da söyledim. Kardeşlerine istediği kadar gidebilir. Yinede bana geri dönecek, dönmek zorunda."

"Bunun olması için isteklerinden fazlasına ihtiyacın var. Ukala yanın devrede olsa da, bunu bilmen gerekiyor."

"Biliyorum. Ama onu ne kadar çok sevdiğimi göstermek dışında ne yapabilirim ki?"

"Seni affetmesi için ona nedenler verebilirsin. Şimdi söylediğinde benimde aklıma bir şey gelmedi ama, bana sorarsan geri dönmesini bile bekleme. Yanına git."

"Ama düşünmek istediğini söyledi."

"Ve sende buna izin verdin. Eğer kendini bu şekilde ikna edersen, Alec'i gerçekten istemediğini düşüneceğim. Madem artık William tamamen gitti. Aranızda sevginin gücünü kullan. Ondan af dile yada ne bileyim. Eskisi gibi olduğunuzu hissettir. Başta zor olacağından eminim, ama pes edemezsin."

"Pes etmeyi düşünmüyorum."

"O halde ilk adım çözüldü bile. Magnus Bane olarak sevdiğin adamı geri kazanmalısın. Görevin tam olarak bu."

"Haklısın. Magnus Bane, isteği her şeyi alır."

"O kadar da uçma bence, Magnus."

Raphael'in tepkisi yüzünden gülmeye başlarken, gevşeyen sinirlerim yüzünden saçma sesler çıkararak kahkaha attım. Bir sonraki adımda da, dostuma yaklaşarak onu kollarımın arasına çektim. 

"Teşekkür ederim, Raphael. Her zaman yanımda olduğun için."

"Bunu benim söylemem gerekiyor, Magnus. Ben ailesi tarafından istenilmeyen bir periydim. Hiç bir zaman sahip olamayacağım aile sıcaklığını hissetmeme sebep oldun. Dosttan öte benim için ailemin en ön önemli parçasısın. Bu yüzdende her zaman yanında olacağım."

"Benim küçük toprak perim."

"Uçmaya başladığını hissediyorum. Kanatlarını yolmam için bana neden verme!"

"Tamam tamam. Keşke hep küçük toprağım olarak kalsaydın. Çok şirin görünüyordun."

"Magnus!"

"Hemen sinirlenme."

Ondan uzaklaşırken, Raphael ile gülümsüyordum, derinlerde ise hala Alec'i düşünüyordum. Plan yapmaya bile başlamıştım. Onun beni affedeceği ana dek durmayacaktım. Bu yüzden bir an evvel karar verip, malikaneye gitmeliydim. 

"Ah! Lanet."

Raphael'in acı dolu sesi kulağıma ulaşırken, göğsünün hemen alt kısmını tuttuğunu gördüm. Bedeni titrerken, onu kavrayarak ayakta kalmasını sağladım. 

"Neler oluyor?"

"Ben... Izzy.... Isabelle... Gitmeliyiz, Magnus."

〽 Bölüm Sonu        

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro