Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Anlaşma

_Önceki Bölümden Kesit_

"Alec."

"Sana vereceğim tek şey bu, Magnus."

Magnus, yanaklarını silerek ayağa kalktığında, güçlü görünmeye çalışıyordu. Ama bunu pek başarabildiğini sanmıyordum. Çünkü tüm duygularına tamamen sahip olmuş durumdaydım.

"Bana hiç bir şey vermiyorsun, Alec." dediğinde, ağırlık hissi daha da arttı. Dudaklarımı konuşmak için araladığım anda ise gitti. Bense ona dur bile diyememiştim.

Magnus

Konuşma sonrası Alec'i ardımda bırakırken, yatak odasına doğru yürüdüm. Gözlerimin içi yanıyor, hüzün hissettiğim yegane duyguya dönüşüyordu. Ne yapacağıma ise hala karar vermiş değildim. Onu geri kazanmak için çalışması gereken beynim, resmen durmuş gibiydi.

Alec, olmadan fazlasıyla boş gelen odaya girdiğimde, çaresiz bir halde yatağa uzandım. Hissettiğim üzüntüye yavaş yavaş pişmanlıkta eklenirken, olanları düşünüyordum.

Yaşananları, William ile olan durumu, bağı...

Bir şekilde yaşananları engelleme şansım olup olmadığını sorguluyordum. Cevap ise neresinden tutarsam tutayım değişmiyordu. Alec kabullenmekte zorlanıyor olsa da, bazı şeyleri bilinçli olarak yapmamıştım. Bilinçli olarak yaptığım tek şey, William ile en başında yaptığım anlaşmaydı. Alec'in iyiliğini düşünerek bazı şeylerin yaşanmasına izin vermiştim.

Belki de yaptığım tek hatada buydu. Sonrasında olanları ise açıklayamıyordum. Özellikle William'a aşık olduğum gerçeğini... Diğer yandan, şu an kalbimde ona dair kalan tek şey sevgiydi ve bunun boyutu Alec'e duyduğum aşkın yakınından bile geçmiyordu. Bu yüzden de aklımın alamadığı çok fazla şeyle boğuşmak zorunda kalıyordum.

Bir perinin, sihirbazı ile olan bağına engel olacak, bölecek yada çoğaltacak tek etki, ait oldukları cadıydı. Bense bir anda iki sihirbaza bağlı bir peri haline gelmiştim. Tamamen ikiye bölündüğümü, şu an idrak etmem daha kolaydı. Ama yaşarken, yaptığım hareketler maruz kaldığım duygulara göre şekilleniyordu. Şimdiyse tüm o karmaşanın ardından Alec ile birlikte olmaya çalışıyordum.

En başından bunun kolay olacağını düşünmüştüm. İçimdeki karmaşaya Alec'in de sahip olduğunu biliyordum. William'ın izleri silinip geriye sadece biz kaldığımızda, sevgimiz ikimizi bir araya getirecekti. Ama Alec, içindeki sevgiye rağmen buna engel olmak için çaba sarf ediyordu. Onu suçlamıyordum. Sadece bazı şeylerin elimde olmadığına inanmasını istiyordum. Bunun içinde kendimi affettirmem gerekiyordu.

Kurumuş göz yaşlarım, yanaklarımda sızılar oluştururken hala akmakta ısrar eden yeni damlalarla derin bir soluk verdim. Yatakta oturur pozisyona gelirken, çaprazımda bulunan aynadan yansımamı gördüm. Tamamen bitik görünen halim ve kızaran gözlerimle, kendi gerçekliğime fazlasıyla uzaktım. Alec'in tüm duygularımı hissederken görmezden geliyor olması ise canımı yakıyordu. Yine de buna bir şekilde alışmalı ve direnç göstermem gerekiyordu. Alec'in durumu acımdan daha önemliydi.

Akan son gözyaşlarımı da sildiğimde, kendim için bir büyü mırıldandım. Normale dönen yüzümle hiç ağlamamış gibi görünüyor olsam da, gözlerim tüm duygularımı açıkça gösteriyordu. Alec içinse bunu okumak daha da kolaydı.

Derin nefeslerimin arasında ne yapacağıma hala karar vermemiş halimle, öylece otururken içimdeki kıpırtıya ayak uydurdum. Yataktan uzaklaşırken, adımlarımın beni getirdiği yer oturma odasıydı. Alec ile tekrar konuşmak isteğim, onun bıraktığı boş koltukla sekteye uğrarken durdum. Hala evde olduğunu hissetmeme rağmen, rahat hissetmiyordum. Çekinerek de olsa misafir odasına yaklaştığımda, aralık kalan kapıdan içeriye baktım.

Alec, sırtı kapıya dönük bir vaziyette yatakta uzanıyordu. Bana yansıyan duygularında sevgi olsa da, öfkenin ağır bastığını biliyor olmak harekete geçmeme engel oluyordu. Yine de tüm cesaretimi toplayarak adım atmaya karar verdiğimde, aniden kapatılan kapı ile irkildim.

Bunun sebebinin rüzgar olmadığı kesindi. Alec ne derse desin, büyülere çabucak alışabiliyordu. Bu yaptığı şeyse gitmemi söylemesinin sadece başka bir yoluydu. Benim hissettiğim şey ise kalbime saplanan yeni bir darbe oldu. Zoraki durdurduğum göz yaşlarım yeniden akmaya başladığında, geldiğim gibi sessizce odama döndüm. Şu an ne yaparsam yapayım, tek başarım onu daha fazla sinir etmekten öteye geçmeyecekti.

Gözlerime ulaşan güneş ışığıyla yüzümü buruştururken, başımı yan tarafa çevirdim. Yastığa nefes almak istemezcesine gömülürken, uyumaya devam etmek istiyordum. Rüyalarımda kalmalıydım. Hangi zaman diliminde uyuduğumu bilmiyor olsam da, gerçekliğe dönmek istemiyordum. Yine de bu isteğim aniden başıma saplanan ağrıyla bölünürken, dişlerimi sıktım. Kısa süre sonrada, neredeyse kırılırcasına açılan kapıyla hafifçe doğruldum.

"Magnus!"

Yarı kapalı gözlerle Alec'in yüzüne bakarken, gözlerimi ovuşturdum. Yataktaki hareketim, hemen yanı başımda duran içki şişelerinin düşmesine sebep olurken, hala konuşmadığımı fark ettim.

"Alec."

"Lanet olası baş ağrını geçir. Sabahtan beri iyileştirme büyüsü yapıyorum ama kaynağı sen olduğunu için hiç bir işe yaramıyor."

Maruz kaldığım öfke dolu kelimelerle, Alec'e bakarken, ciddi olup olmadığını sorguluyordum. Gerçekten benden bu kadar çok mu nefret ediyordu? Sevgisini bastırmanın bir yolu olarak nefretini kullandığını düşünerek kendimi rahatlatmaya çalışsam da, sevgiyi hissedemiyor oluşum lanet göz yaşlarımın geri gelmesine sebep oldu.

"Ağlama. Bir an evvel büyü yapman gerekiyor. Kendini affettirmek istemiyor musun? Lanet olası baş ağrımı geçirerek bir başlangıç yapabilirsin."

"Alec, gerçekten..."

Dudaklarım birbiri üstüne baskı uygularken, konuşamıyordum. Alec, konuşmamam için büyü yapmıştı. Büyüyü bozmaya çalışmam ise hiç bir işe yaramıyordu.

"Seni bekliyorum. Konuşmak istemiyorum."

Çaresizce elimi havaya kaldırdığımda, göz yaşlarımı sildikten sonra baş ağrım için büyü yaptım. Ağrı yavaş yavaş benden uzaklaşırken, bunun Alec'e de yansıyacağı anı bekledim. Öfkeli bakışları biraz olsun normale döndüğünde, memnun görünüyordu.

"Sonunda. Kendini toparladığında oturma odasına gel. Listeye devam etmemiz gerekiyor."

Konuşmak için hala aralanmayan dudaklarımla ona bakarken, anca Alec odadan çıktıktan sonra dudaklarım özgür kaldı. Onun bu tavrına maruz kalırken, ne düşünmem gerekiyordu? Şu an listeye odaklanmış William'dan hiç bir farkı yoktu. Gerçi, o bile karşı çıkmadığım sürece bana böyle davranmıyordu. Bense kendimi o zamandan bile daha çaresiz hissediyordum.

Tüm gece içkiye eşlik eden düşüncelerimle, kendimce planlar yapmıştım. Uyandıktan sonra Alec'e kahvaltı hazırlayacak, ona sevgimi gösterecek ve içinde bana dair kalan duygularını canlandırmaya çalışacaktım. Şimdiyse bir arada kalmamızın tek sebebi gibi görünen liste için, yanına gitmem gerekiyordu.

Kendime olabildiği kadar çeki düzen verdiğimde, onu daha fazla kızdırmamak için odadan çıktım. Kısa sürede Alec'i elinde liste ile bulduğumda, değişmeyen hisleriyle gözlerimi devirdim.

"Kimden başlamalıyız?"

"Önce birlikte kahvaltı yapsaydık, Alec?"

"Ben yaptım. İstersen bir şeyler atıştırırsın, kimi bulacağımıza karar verdikten sonra..."

"Bana böyle mi davranacaksın?"

Alec'in öfkeli gözleri yeniden beni bulduğunda yutkundum. Geçmişte de buna benzer bakışların beni tedirgin ettiği olsa da, şu an bambaşka hissediyordum.

"Nasıl davranma mı bekliyorsun?"

"Normal bir şekilde... Sevgi göster demiyorum. Ama şu an bana evcil hayvanın gibi davranıyorsun. Aslında daha da kötüsü, yanında taşımak zorunda olduğun bir köle gibi..."

"Kısmen öylesin, Magnus. Köle periler olduğundan bahsetmiştin. Bir zamanlar Samira'nın kölesi de olmuşsun. Şimdide yanımda olmak zorunda olan perisin."

Bakışlarım Alec'in yüzüne odaklanırken, gerçek anlamda ciddi olup olmadığını sorguluyordum. Bana karşı bu tavrı...

"Alec, seni kazanmam için bir şans verdiğini söylemiştin. Böyle davranarak sana nasıl davranmam gerektiğini bir türlü çözemiyorum. Konuşmama bile tahammül edemiyorsun. Zorunlu olmadıkça resmen gözüme görünme diyorsun. Senin için ne yapmam gerekiyor?"

Son cümlemi bana yansıyan öfkeye yenik düşerek bağırarak dile getirirken, Alec'in içindeki nefretin bir tık daha arttığını hissettim. Hemen sonrada göğsümde hissettiğim acıyla kendimi odanın bir köşesine fırlatılmış halde buldum. Alec oluşturduğu büyü topuyla bana vurmuş, duvara çarparak yere düşmeme sebep olmuştu.

"Tüm bunları kaldıramıyorum, Magnus! Beni aldattın. Sen görmezden gelebilirsin ama ben gelemiyorum. Sadece bu lanet listeye odaklanmak istiyorum. Belki de var olan öfkemi, cadılara harcadıktan sonra seninle düzgün bir şekilde konuşuruz. Ama şimdi sadece peri ve sihirbaz olacağız. Daha fazlasını bekleme benden."

Konuşmak için ağzımı araladığımda, artan acı ile dudaklarımı ısırdım. Göğsümde oluşan acının birazda olsa azalması gerekmiyor muydu? Sanki her saniye daha fazla canım yanıyordu. Tenimin kavrulduğunu hissederken elimi göğsüme götürdüm. Parmaklarımın teması, tenimde bıçak etkisi yaratırken mırıldandım.

"Alec."

"Ne var!"

"Yanı... yor... Ah!"

Acı yüzünden derin nefesler alırken, Alec'in beni anlayıp anlamadığından bile emin değildim. Tek bildiğim acımı hissetmiyor olduğuydu. Üzerimdeki tişörtü zayıf halime rağmen büyüyle çektiğimde, çürümeye başlayan göğsümdeki karartıları gördüm. Odaklanmaya çalışarak iyileştirme büyülerin denesem de hiç biri işe yaramıyordu. Alec beni lanetlemişti! Ondan yardım istemek için başımı kaldırdığım anda ise, orada olmadığının gerçekliği ile dondum. Ölmeme izin verecek kadar benden bu kadar çok mu nefret ediyordu? Eğer durum buysa, kalbime ulaşan lanetle fazla vaktim kalmıyordu.

"Magnus."

Duyduğum seslerle başımı iki yana sallarken, gözlerimi açar açmaz odamın tavanıyla karşılaştım. Zihnimde oluşan bulanıklıkla ne olduğunu çözemiyordu. Çok sonraysa olanları çözdüm.

"Ben... Lanet..."

"Acıdan bayıldın, Magnus. İyi misin?"

Elim istemsizce göğsüme gittiğinde çıplak tenime dokundum. Çürüyen derinin tamamen iyileşmesiyle rahatlasam da Alec'in son tavrını hatırladığım da yutkundum.

"Ölmeme izin mi verecektin?"

"Neyden bahsediyorsun?"

"Acımı hissetmiyordun. Beni öylece bıraktın. Ayrıca yaptığın lanet."

"Seni lanetlemedim. En azından bunu istememiştim. Ama sonra ne oldu bilmiyorum. Öfkeyle sihirbaz yeteneğim ortaya çıkmış olmalı."

"Yine de gittin."

Kelimelerim kalp kırıklığımı ele verirken, yine ağlamak üzereydim.

"Bir anlığına evet... Ama... Anlamıyorsun, Magnus. Gerçekten anlamıyorsun. İçinde bulunduğun durumu anlamamı bekliyorsun. Ama sende beni anlamasın. Yıllar boyunca bedenimde William ile yaşadım. Kendini göstermeden önce bile benimle birlikteydi. Kız kardeşime zarar verme sebeplerimden birisiydi. Kullandığım onlarca ilacı saymıyorum bile... Senin onu seven halini görmenin, beni aldatmış olmanın kolay bir şey olduğunu mu sanıyorsun?"

"Hayır, öyle düşünmüyorum. Sadece özür dilerim, Alec. Sana hiç bir zaman isteyerek zarar vermedim. Her seferinde seni korumak istedim. William'ın durumu inan bana gerçekten bağ ile alakalıydı. Eğer tam tersi olsa, o gittiğinde hala ona aşık olmaya devam ederdim. Ama duygularımı hissediyorsun. Seni seviyorum, gerçekten çok seviyorum. Bu yüzden bizim için bir şans istedim. Kendimi affettirmek için, bunun kolay bir yolu yok. Bunu biliyorum. Yine de ikimizin de denemesi gerekiyor."

"Bu öfke yüzünden cadıları istiyorum, Magnus. Belki onlar yok olduğunda daha sakin biri olurum."

"Bu şekilde ikimizi de ölüme götürürsün, Alec. Ölüm getirenin gücü sonsuz değil. William bazı durumlarda kendini kontrol edememiş olsa, çoğu kez öldürülebilirdik. Sense şu an pimi çekilmiş el bombası şeklinde, savaşa gitmeye çalışıyorsun."

"Önerin ne?"

"Bana izin ver."

Alec aniden yatağın kenarından uzaklaştığında, beni kesinlikle yanlış anladığına emin oldum.

"Bana dokunmayacaksın."

"Öyle bir niyetim yoktu. Sadece, seninle ilgilenmeme izin vermelisin. İlk zamanlarda olduğu gibi, ayrı odalarda kalırız. Bende bu arada beni affetmen için aklıma gelen her yolu denerim. Dokunmak çok sonrası için planlarıma dahil olabilir."

Onun sessizliğe gömülmesiyle güzel yüzünü izlerken, bir adım atmasını istiyordum. İkilemini anlıyordum. Bana yeniden güvenmesini sağlamam gerekiyordu. Bunu başarmak zorundaydım.

"Sanırım bunu yapabilirim."

Duyduğum cümleyle biraz olsun rahatlarken, kendimi iyi hissederek yataktan uzaklaştım. Bir kaç adımla Alec'in yanına gitsem de, onun kurduğu mesafeyi ihlal etmemeye özen gösteriyordum.

"Bence yapabilirsin. Şimdi senin için kahvaltı hazırlayabilir miyim? Sonrasında istediğin gibi listeden birini seçeriz."

"Lanet çok mu derindi?"

"Acıdan bayılmama sebep oldun, Alec. Ama bu önemli değil. Senin canını daha fazla yaktığımı biliyorum."

"İlk başta acını hissetmedim bile, geri dönmeyi bile istemedim."

"Nefretin acının üzerini örtmüş olabilir. Sonuç olaraksa döndün."

"Doğru."

Aramızda oluşan sessizlikle yutkunurken, planıma dönmeye karar verdim.

"Yemek diyorduk"

"Evet."

Odadan ayrılırken Alec'in dalgın halinin üzerinde durmadan mutfağa doğru yürüdüm. Rahatsız olmasını istemiyordum. Buzdolabını incelerken, en başta büyüyle bir şeyler hazırlamak istesem de, büyüden bir süre ikimizin de uzak kalmak isteyeceğini düşünerek bundan vazgeçtim.

İkimiz için kahvaltılık malzemeleri çıkartırken, en kolay yapacağım yemeği seçerek omleti ve yanına yiyebileceğimiz tabakları hazırladım. Alec'in gelmesiyle de sessizce kahvaltı etmeye başladık. Bense her saniye onun duygularına odaklanıyor, birazda olsa sakinleştiğini fark etmekten dolayı memnun oluyordum.

Kahvaltı sonrasında da birlikte masayı toparlamış olmamıza rağmen hala tek bir kelime bile etmemiştik. Kısa süre sonrada tıpkı Alec'in istediği gibi oturma odasındaki koltuğa oturmuş, orta sehpa üzerinde bulunan kağıda bakıyorduk.

"Bir karar verdin mi?"

"Bu şekilde anlamak çok zor. Yazılan isimlerden sadece Serenity'i tanıyorum. Ona şu an gitmemiz ise aptallık olur. William sıradaki kişiyi nasıl seçiyordu?"

"Bilmiyorum. Belki de rünleri kullanıyordu. Hem zaten o hepsini tanıyor."

"O zaman senin tanıdığın birini seçelim."

"Listede tanıdığım dört kişi kaldı. Serenity, Lilith, Miley ve Brandon."

"İkiz cadıları es geçersek, Miley yada Brandon diyelim o zaman."

"Miley'e ulaşmamız daha kolay olabilir."

Kurduğum cümle ile Alec arkasına yaslanırken, sert bakışlarını üzerimde hissettim.

"Neden? Gerçi açıklama yapmana gerek yok. Muhtemelen onunla da bir ilişki yaşadın. Bazen geçmişte kaç kişiyle birlikte olduğunu merak ediyorum."

"Konumuz bu mu?"

"Hayır. Yine de bir sayı verebilirsin."

"Bence konuyu kapatmalıyız."

"Söyleyebilirsin."

"Aramızı düzeltmeye çalışırken geçmişimden bahsetmek istemiyorum, Alec. Ayrıca hiç biriyle bizim yaşadıklarımızı da yaşamadım."

"William'a kadar..."

"Alec, lütfen. Listeye odaklanmayı sen istedin. Onun hakkında daha fazla açıklama yapamam. Diyeceğim hiç bir şey yok. Defalarca kez özür diledim. Sadece beni affetmeni ve tekrar birlikte olmamızı istiyorum. Bunun içinde çabalıyorum. Nasıl istersen o şekilde devam ediyoruz."

"Tamamen bitirmek istediğimde ne diyeceksin?"

Ayrılmanın düşüncesi bile, beni ölümüne korkuturken endişeyle yutkundum. Yine de geri adım atmak gibi bir niyetim yoktu.

"Bunu dememen için elimden geleni yapacağım, Alec. Yeniden birlikte olacağımız ana dek pes etmeyeceğim."

Alec, bir an duraksadığında konuyu değiştirdi.

"Miley diyorduk... Neden onu seçiyorsun?"

"Öncelikle Miley, Serenity'nin oluşturduğu boyutun dışında yaşamayı daha çok seviyor. İnsanlar ile daha alakalı bir cadı ve ben onun genel olarak kullandığı çoğu yeri biliyorum."

"Nerede bulunduğundan nasıl emin olacağız."

"Üzerini çıkar."

"Anlamadım."

"Yanlış anlama. Miley'nin oluşturduğu rünü bulmalı ve gücümüzü kullanmalıyız. William böyle yapıyordu."

Alec, sert bakışlarını yüzüme sabitlerken, derin bir soluk vererek ayağa kalktı. Hemen sonra da üzerinde bulunan tişörtü çıkardı. Rün kaplı bedeninin bende yarattığı etkiyle yutkunurken, sakin kalmam gerektiğini kendime hatırlattım. Normal bir zamanda olsam onun her bir karışını öpebilirdim. Ama şu an küçük bir öpücüğün bile, bedenimde yeni bir yaraya sebep olacağını öğrenmiştim.

"Miley'e ait olanı nasıl anlayacağım."

"Bilmiyorum. Listede tam adı yazıyor. Gözlerini kapat ve odaklan."

Alec, gözlerini kapattığında, bakışlarım çıplak göğsüne indi. Onu izlerken, bir süre sonra tenimdeki karıncalanma hissi ile bekledim.

"Sırtımda."

Alec'in ani sesiyle hafifçe irkilirken ayağa kalkarak arkasına geçtim. Sol omzunun biraz altında olan rünün parlak maviliğini gördüğümde, parmağımı rüne değdirdim. Onun tenine dokunur dokunmaz, aramızda oluşan elektrik akımını hissederken derin bir nefes aldım.

"Gözlerini açtıysan, tekrar kapat. Başlıyor."

Ona söylediğim anda, bende gözlerimi kapattığımda, fazlasıyla tanıdık gelen mekanla etrafımı inceledim. Miley ile geçmişte herhangi bir ilişkim olmamıştı. Onu tanıyor olmamın tek sebebi Raphael'di. Ailesinin ilgilenmediği bir peri, cadıların köleleştirme kriterlerine daha uygundu. Arayanı sormayanı olmayan bir köle her zaman daha fazla tercih edilirdi. Yine de cadının bilmediği şey, Raphael'in ailesinin yerini benim almış olmamdı. Onu ararken çok fazla mekana girip çıkmış, peri ve cadılarla irtibat kurmuştum. Şu anda Alec ile gördüğümüz mekansa Miley'in Raphael'i de tuttuğu en özel yerlerinden birisiydi.

Görüntü boyunca Alec'e yaklaştığımı burnuma dolan harika kokunun artmasıyla fark ettiğimde gözlerimi açtım. Nefesim ensesine değerken, tenini öpme isteğime karşı gelerek ondan uzaklaştım.

"Onu bulduk."

Alec, aniden önünü döndüğünde yüzümüz birbirine yaklaşırken tekrar yutkundum.

"Bu güç çok garip sanki ayaklarımın kendi beyni var gibi. Onları harekete geçirdiğim an cadıya gidecek gibiler."

"Bende aynı şekilde hissediyorum. Portal açtığımız anda Miley'nin yanına gidebileceğiz."

"Bu çok güzel."

Alec'in nefesi yüzüme çarparken, yapmama gerekse bile ona doğru bir adım attım.

"Alec."

Dudaklarımız birbirine daha da yaklaşırken hızlanan nefeslerimiz, birleşerek havaya karışıyordu.

"Aklından geçenleri anlayabiliyorum."

"Biliyorum. Yapabilir miyim?"

"Anlaşmamız var, Magnus."

"Evet."

İçimdeki isteğe ve aramızdaki elektrik akımına rağmen geriye çekildiğimde, Alec hızlı hareket ederek tişörtünü kafasından geçirdi. Sonrasında da kendinden emin bir şekilde gülümsedi.

"Bence Miley ile bugün ilgilenebiliriz."

"Karar senin."

〽 Bölüm Sonu

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro