Bölüm 61
Meclis'teki Gensoru Görüşmelerinin Son Günü
Efendiler, 8 Kasım günü, Meclis'te gensoru görüşmelerine devam edildi.
Feridun Fikri Bey'in "Meclis Soruşturması"nın kabulü ile ilgili konuşması, birçok konuşmacının sözleriyle karışarak hayli uzadı. Ondan sonra Yunus Nadi Bey kürsüye çıkarak: "Efendiler, dedi, memleketin rejimi söz konusudur. Cumhuriyet rejimi söz konusudur. Herşeyden önce bu meseleyi görüşmek lâzımdır!" Yunus Nadi Bey, Rauf Bey'in bir gün önceki sözleri üzerinde durarak, Millî egemenlik mi Cumhuriyet'in gelişmesinden doğmuştur? Yoksa Cumhuriyet mi millî egemenliğin gelişmesinin sonucudur?" şeklinde bir fikrin tartışılmasının yersiz olduğunu açıkladı.
Rauf Bey'in; "Değil Halifenin, Saltanatın, bu makamın haklarını elinden alabilecek olan herhangi bir makamın aleyhindeyim" şeklindeki sözlerini, Yunus Nadi Bey, şöyle yorumladı: "Rauf Bey'e göre bu makamın hakları vardır. İfade açıktır. Saklı hakları vardır. Sakın kimse almasın, günün birinde belki lâzım olacaktır." "Halbuki, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu çıkmıştır. Bütün makamlar tespit edilmiştir. Bütün durumlar kanunda yerini almış, belirtilmiştir. Ama hâlâ, efsaneden safsatadan söz ediyor."
Bundan sonra Yunus Nadi Bey şunları söyledi: "... Cumhuriyet'i beğenmeyen kimseler vardır. Açıkça söyleyemediklerini düşüncelerinde besleyen yaratıklar vardır ve bunlar içimizdedirler." ".... Öyle adamların kafası ezilir, efendiler!"
Yunus Nadi Bey, Rauf Bey ve arkadaşlarının gösteri yaparcasına davranışlarından, müfettiş paşaların istifalarından ve Meclis'in içinde oyun oynanılmayacağından söz ettikten sonra, dedi ki: "Özel ve gizli düzenlerle bazı maksatları gerçekleştirebiliriz kuruntusuna kapılarak ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin köşesinde oturarak bu türlü şeyleri yapmak saygısızlıktır. Kabul edemeyiz, efendim."
Yunus Nadi Bey, Refet Paşa'ya ilişerek şunları söyledi:
"Yüksek bilginiz olduğu üzere, Refet Paşa Hazretleri, altı yedi ay önce, basında yer alan gösterişli ve yersiz... bazı açıklama ve demeçlerle milletvekilliğinden istifa etmişlerdir. Garip bir olaydır. Gerekçe olarak eklemişlerdi ki, milletvekilliğinden çekilmelerinin sebebi, karanlık odada, yalnız arkadaşları arasında bir millî and mı ne, bir şey varmış. Orada toplanan arkadaşları iş başına getirecekmiş. Efendim, çok merak ettim bu işi".
Afyonkarahisar Milletvekili Ali Bey, yerinden söze karıştı ve : "Yani Generaller Hükûmeti" dedi. Yunus Nadi Bey: "Çok merak ettim bu işi" diyerek sözüne devam etti ve dedi ki: "Teşkilât-ı Esasiye Kanunu vardır. Cumhuriyet kurulmuştur. Hükûmetin nasıl teşkil edileceği orada yazılıdır. Bütün bunları idare eden bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır. Hayır, bunlar yeterli değildir. İstenir ki, Refet Paşa milletvekilliğinden istifa etsin ve gitsin hükûmet kursun; yakın arkadaşlar toplansın.. Ne anlayıştır bu?"
"Efendim, dağ başında mıyız? Demirci Efe'yi alıp gelip de, hükûmet mi kuracaktı? Meclis yok mudur? Teşkilât-ı Esasiye Kanunu yok mudur? Bu, ne mantıksızca harekettir?"
Refet Paşa, Yunus Nadi Bey'e cevap vermek üzere kürsüye çıktı. Kendisini savunmaya çalışırken, Rauf Bey ile aralarında bir fikir birliği olduğundan, Rauf Bey'in söylediği her şeyin onun hesabına da kaydedilmesi gerekeceğinden söz ettikten sonra: "İki asker milletvekilinin Meclis'e dönmelerini istemişsem, acaba Çin'de olduğu gibi bir Cumhuriyeti mi yapmak istemiş, olurum?" dedi. Refet Paşa'nın sözlerine, birçok milletvekili oturdukları yerden kısa cevaplar vermeye başladılar. Hemen hemen karşılıklı tartışmaların yapıldığı bir konuşma oldu. Nihayet, kürsü başka bir muhalif konuşmacıya bırakıldı. Bundan sonra kürsüye çıkan Mahmut Esat Bey (İzmir), "... Günlerden beri sürmekte olan ve sonu bir türlü gelmeyen görüşmelere, ne inkılâbın ne de milletin sabrı vardır" dedikten sonra, "durumun inkılâp adına, inkılâbı ileri götürmek adına hükûmeti düşürmek"ten ibaret olmadığını belirtti.
Mahmut Esat Bey, her şeyden önce gidilecek yolların belirtilmesi gerektiğini, o takdirde daha samimî ve daha kesin olarak yürünebileceğini söyledi ve Rauf Bey'in görüşüne temas ederek şöyle bir değerlendirme yaptı: "Millî egemenlik başka bir konudur. Cumhuriyet, meşrutiyet, mutlakiyet rejimleri ve istibdat daha başka konulardır. Bunlardan bir kısmı devlet şekilleridir. Diğerleri, millet iradesinin kullanılması ve uygulanmasıdır. Bu dört şekil içinde, millî egemenliğin çeşitli yollarla uygulandığını görüyoruz. Hattâ bir parça istibdat şeklinde bile vardır. Meşrutiyet'te biraz daha fazla, Cumhuriyet'te daha fazla. Bundan dolayı, burada iki şekli birbirine karıştırmamak gerekir. Millî egemenlik, Cumhuriyet'in gelişmesinin eseridir, denemez. Çünkü millî egemenlik, şekil değildir. Ruh ve öz meselesidir."
Mahmut Esat Bey, Rauf Bey'in kişisel görüş diye ortaya attığı sözler üzerinde, gerektiği kadar durduktan sonra: "Türk inkılâbı yükseliyor." "Ancak, bu inkılâbı, hızla hedefine, milletçe beklenen hedefine ulaştırabilmek için, bir an önce gerçek durumun açıklık kazanması lâzımdır. Türk Milleti ortada, demokrasi adına çekilmiş bir kılıç gibi, bunu beklemektedir" sözleriyle konuşmasına son verdi.
Bundan sonra, Adalet Bakanı Necati ve Millî Eğitim Bakanı Vasıf Bey'ler, muhalif konuşmacıların sorularına uzun konuşmalar yaparak cevap verdiler.
Rıza Nur Bey'in Arnavutları Türklüğe Karşı Ayaklandırmaya Çalışanlardan Biri Olduğu Anlaşıldı
Maliye Bakanı Mustafa Abdülhâlik Bey, konuşmasına başlamadan önce, Rıza Nur Bey'den kayıttaki sözlerinden bazılarının açıklanmasını istedi. Rıza Nur Bey, Yanyalı'ların Türklüğünü şüpheli gösterecek şekilde sözler söylemişti. Abdülhâlik Bey, Rıza Nur Bey'in düşüncesindeki yanlışlığı şöyle düzeltti: "Doktor Bey, altı yüz yıl önce, Arnavutluğun bir parçası olan Yanya'ya giden atalarımızın orada bıraktıkları torunlarını başka bir soydanmış gibi göstererek onları itham ediyor. Hem de kim? Maalesef öyle saygıdeğer bir arkadaşım ki, altı yıldan beri koyu bir milliyetçi olmuştur. Daha önce öyle değildi. Kendisi daha iyi bilirler. Ben, o Yanyalı dedikleri adam, Türklük için silâhla savaşırken kendileri tam tersine, Arnavutları "Türklüğe karşı" ayaklansınlar diye kışkırtmıştır."
Gerçekten de Rıza Nur Bey'in siyasî hayatında birçok mücadelelere katıldığı biliniyordu. Bu durumu, milliyetçi olarak Millet Meclisi devrinde, ona hizmet ve çalışma alanları gösterilmesine engel sayılmamıştı. Fakat, Türklerin Rumeli'den çıkarılması gibi, her Türk'ün kalbinde sonsuz ve unutulmaz bir acı yaratan büyük bir felâket olayında aşırı milliyetçi Rıza Nur Bey'in, Arnavut asileriyle birlikte Türklere karşı çalıştığını bilmiyorduk. Bu durum anlaşılınca, Büyük Millet Meclisi'ni hayret ve dehşet kapladı.
Bundan sonra Maliye Bakanı öteki konular üzerindeki açıklamalarına geçti. Onun arkasından Tarım Bakanı Şükrü Kaya Bey söz aldı. Şükrü Kaya Bey, özellikle Tarım Bakanlığı'nı eleştiren bir konuşmacıya cevap verdi ve Ziraat işlerinin güzel cümleler, güzel sözler, ve güzel mantıklarla gizlenecek bir şey olmadığını açıkladıktan sonra: "Bu, toprağa yazılan bir eserdir. Onun sayfaları açık ve herkes tarafından okunmaktadır" dedi ve ilâve etti: "Kalkıp da Yüce Meclis'in huzurunda, şöyle yapıldı, böyle yapıldığı gibi demagoji yapılabilir mi? bu ne cesarettir?"
Ticaret Bakanı Hasan Bey ve Bayındırlık Bakanı rahmetli Süleyman Sırrı Bey'den sonra, konuşma sırası Dışişleri Bakanlığı'na ve Başbakanlık'a geldi.
Efendiler, Başbakan İsmet Paşa, gensorunun genel olmasını teklif ettiği günden sonra, görüşmelere katılamayacak kadar hastalanmış yatıyordu. Millî Savunma Bakanı Kâzım Paşa, İsmet Paşa adına kürsüye çıkarak gereken açıklamaları yaptı.
Artık gensoru görüşmelerine son verme zamanı gelmişti. Görüşme yeterliği kabul edildikten sonra, Feridun Fikri Bey'in "Meclis soruşturması" önergesi rededildi.
Büyük Millet Meclisi'nin İsmet Paşa Kabinesi'ne Güvenoyu Vermesi Muhalif Kalem Sahiplerine Daha Neler Yazdırdı
19 oya karşı 148 oyla İsmet Paşa Hükûmeti güven oyu aldı. Bir kişi de çekimser kalmıştı.
Efendiler, Meclis'te yenilmiş olanların gazeteci arkadaşları, bu sonucu elbette hiç beğenmediler. Daha küskün ve inatçı bir şekilde hücumlara geçtiler.
9 Kasım tarihli Vatan Gazetesi'nin başmakalesi: "Bugünkü idare şekli, adına göre, millî egemenliğin en yüksek şekli olmuştur. Fakat, hükûmetçilerin zihniyeti biraz kazılsa, hemen hiç değişmemiş olduğu görülür" ve: "Bugün gerici kelimesi yeniden sık sık kullanılır olmuştur" şeklinde eleştirilerle doludur.
Efendiler, Tanin'in "Mirsat-ı İbret" (İbretle Seyretme Yeri) sütunundan da birkaç cümle okuyacağım. Bu sütunu dolduran yazar, bütün memlekete Meclis'in genel görüşünü seyrettiriyor ve ona: "Eyvah! Bu da ötekiler gibi çıktı" dedirtiyor.
Pusuya yatan bu yazar, kulağına şu sözlerin fısıldandığını da işitiyor: "... Eski yıkıntılarla yapılan bir binadan ne umarsın ki!..."
Acaba, bu yazıları yazmış olan kimse, o gün gerçekten böyle mi duygulanmıştı? Yoksa, bu anlamsız sözleri, Milleti bize karşı kışkırtmak için bile bile mi yazıyordu? İster öyle ister böyle olsun, her ikisi de doğru değildi. Bu türlü yazarlar Cumhuriyet'e kötülük etmişlerdir.
Efendiler, Tevhid-i Efkâr'ın da; "Faydasız ve Kıymetsiz Bir Zafer" diye yazdığı yararsız ve değersiz yazıları devam ediyordu.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve En Hain Kafaların Eseri Olan Programı
Saygıdeğer Efendiler, "Komplo" konusunu açıklarken ve komplonun Meclis içindeki safhasını anlatırken, önemsiz gibi sayılabilecek bazı ayrıntılar üzerinde durdum. Bunda beni haklı bulacağınızı umarım.
Hatıra gelir ki, her Hükûmet, her zaman bu gensoru önergesi ile sorguya çekilebilir. Bir gensoruya bu kadar önem vermek doğru mudur? Belirtmeliyim ki, söz konusu olan gensoru, normal bir gensoru değildi. Hazırlanan komplonun özel bir aşamasıydı. Bu gensoru sahnesinden sonradır ki, muhalifler, maskelerini atmaya mecbur edildiler. Bilindiği üzere "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası" diye bir parti kurdular. Bu partinin gizli eller tarafından çizilen programını da ortaya attılar.
"Cumhuriyet" kelimesini ağızlarına almaktan bile çekinenlerin, Cumhuriyet'i doğduğu gün boğmak isteyenlerin, kurdukları partiye "Cumhuriyet" ve hem de "Terakkiperver Cumhuriyet" adını vermiş olmaları, nasıl ciddîye alınabilir ve ne dereceye kadar samimi sayılabilir.
Rauf Bey ve arkadaşlarının kurdukları bu parti, "Muhafazakâr" adı altında ortaya çıkmış olsaydı, belki bir anlamı olurdu. Fakat, bizden daha çok cumhuriyetçi ve bizden daha çok ilerici olduklarını iddiaya kalkışmaları elbette doğru değildi.
"Parti, dinî düşünce ve inançlara saygılıdır" ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri cahilleri, bağnazları ve hurafelere inananları kandırarak özel çıkarlar sağlamaya kalkmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk Milleti, yüzyıllardan beri sonu gelmeyen felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıkların gerekli olduğu pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş miydi?
Cumhuriyetçi ve yenilikçi olduklarını zannettirmek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atılmaları dinî bağnazlığı coşturarak, Milleti, Cumhuriyet'e, ilerlemeye ve yenileşmeye karşı kışkırtmak değil miydi? Yeni Parti, dinî düşünce ve inançlara saygı perdesi altında: "Biz Hilâfet'i yeniden isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bize Mecelle yeterlidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler biz sizi koruyacağız; bizimle birlikte olunuz! Çünkü, Mustafa Kemal'in partisi Hilâfet'i kaldırdı. İslamiyet'e zarar veriyor; sizi gâvur yapacak, size şapka giydirecektir" diye bağırmıyor muydu? Yeni partinin kullandığı slogan, bu gerici haykırışlarla dolu değil miydi?
Efendiler, bu slogana bağlı olanlardan birinin, çok zaman önce (10 Mart 1923 tarihinde) idam edilmiş olan Cebranlı Kürt Halit Bey'e yazdığı mektuptaki şu cümlelere bakınız: "İslam dünyasının ebedîliğini sağlayan ilkelere saldırıyorlar." "Bu konudaki açıklamalarınızı arkadaşlara da okudum. Hepsinin gayretlerini arttırdı." "Batıyı örnek almak, tarihimizi, medeniyetimizi, kaybetmeyi" zorunlu kılar. "...Hilâfet'i yıkmak, lâik bir idare kurmayı düşünmek, hep islâmlığın geleceğini tehlikeye sokacak sebepleri yaratmaktan başka bir sonuç veremez."
Efendiler, olaylar ve olup bitenler ortaya koydu ve ispat etti ki, "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası"nın programı en hain kafaların eseridir. Bu Parti, memlekette suiksatçıların, gericilerin sığınağı ve ümitlerinin dayanağı oldu. Dış düşmanların, yeni Türk Devleti'ni, körpe Türk Cumhuriyeti'ni yıkmayı hedef alan plânlarının kolaylıkla uygulanmasına yardım etmeye çalıştı. Tarih, (gizli maksatlarla hazırlanmış, genel ve gerici nitelikteki) Doğu isyanının sebeplerini inceleyip araştırdığı zaman, onun önemli ve belirli sebepleri arasında "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası"nın dinî konularda verdiği sözleri, doğuya gönderdiği sorumlu sekreterinin kurduğu örgütü ve yaptığı kışkırtmaları bulacaktır.
Hatıra defterini, "fazladan ve gece kılınan namazlar"ın sevabını anlatan hadislerle dolduran bu sorumlu sekreter, doğu illerimizde dinî kışkırtmalarda bulunurken, partisinin programını uygulamıyor muydu. Mâsum halka, beş vakit namazdan başka, geceleri de fazla namaz kılmayı vaaz ve nasihat eden, belki de ömründe hiç namaz kılmamış olan bir politikacı olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?
Efendiler, yaptığımız inkılâbın genişliği ve büyüklüğü karşısında, eski hurafelerin ve kurumların birer birer yıkılışını gören bağnaz ve gerici unsurlar, "dinî düşünce ve inançlara saygılı" olduğunu ilân eden bir partiye ve özellikle bu partinin içinde isimleri ün yapmış kimselere dört elle sarılmazlar mı? Yeni parti kuran kimseler, bu gerçeği kavramış değiller midir? O halde, ellerine aldıkları din bayrağı ile, millet ve memleketi nereye götürmek istiyorlardı? Böyle bir soruya verilmesi gereken cevapta iyiniyet, gaflet ve kayıtsızlık gibi sözler, memleketi ileriye götüreceğim diye ortaya atılan bir partinin ileri gelenleri için özür sayılamaz!
Efendiler, yeni parti kendine ad olarak seçtiği "Terakkî" ve "Cumhuriyet" kelimelerinin tam tersi olan anlamlarla gelişmiştir. Bu partinin liderleri, gericilere gerçekten ümit ve kuvvet vermiştir. Buna örnek olarak bildireyim: Ergâni'de, âsîlerin valiliğini kabul eden ve sonra asılmış olan Kadri, Şeyh Said'e yazdığı bir mektupta: "Millet Meclisi'nde, Kâzım Karabekir Paşa'nın Partisi, şeriat hükümlerine saygılı ve dindardır. Bize yardımcı olacaklarına şüphe etmem. Hattâ, Şeyh Eyüp'ün yanında bulunan sorumlu sekreterleri, partinin tüzüğünü getirmiştir..." diyor. Şeyh Eyüp de yargılanması sırasında: "Dini kurtaracak tek partinin, Kâzım Karabekir Paşa'nın kurduğu parti olup, şeriat hükümlerine uyulacağının parti tüzüğünde ilân edildiğini" söylemiştir.
Efendiler, "Terakkiperver" ve "Cumhuriyet" kelimelerini kullanarak, bize ve milletin aydınlarına karşı din bayrağını gizlemeye çalışanların, memlekette genel bir gericilik ve ayaklanmaya yol açmak için, içeride ve dışarıda türlü düzen ve kışkırtmalarla uğraşanların varlığından habersiz oldukları düşünülebilir mi? Yeni partiye girenlerin, bütün üyeleri söz konusu olmasa bile, dinî vaatleri, başarıya ulaşmanın en etkili unsurları sayan ve bununla ilgili sloganı tüzüklerine de koymuş olan kimselerin, şahıslarımıza ve memlekete karşı yöneltilmiş olan suikastlerden habersiz oldukları kabul edilemez!
Diyelim ki, bunların isyanın patlak vermesinden aylarca önce, memleketin şurasında burasında yapılan gizli toplantılardan, "Cemiyet-i Hafiye-i İslâmiye" teşkilâtından, İstanbul'da Nakşibendi şeyhlerinin yaptığı toplantıda, hazırlanacak ayaklanmaya yardım için söz verildiğinden ve nihâyet, millî sınırlarımızın dışında bulunup da Doğu isyanını kışkırtanların bildirilerinde, Kâzım Karabekir Paşa'nın partisinden ümitle söz edildiğinden haberleri olmadığını düşünelim. Ancak, Bunların, Fethi Bey Hükûmeti zamanında, doğrudan doğruya Fethi Bey aracılığıyla kendilerine, partilerinin zararlı, isyan ve gericiliği kışkırtıcı bir durum ve nitelikte olduğu bildirildiği zaman olsun, gerçeği görüp anlamaları gerekmek miydi? Hükûmetin ve benim, tertemiz düşüncelerle yaptığımız bu uyarmalardan sonra olsun, gerçeği kavrayıp ona uymaları beklenirdi. Onlar tam tersine, bu defa da; "dinî düşünce ve inançlara saygılıyız" sloganını büsbütün zıt bir anlamda yorumlamaya kalkıştılar. Sözde, bu sloganla, her dinin ve her dinden olanların düşünce ve inançlarına saygılı olduklarını belirtmek.. geniş ölçüde hürriyetçi olduklarını anlatmak istiyorlarmış... Efendiler, böyle bir tutuma dürüst ve samimîdir denemez!
Politika dünyasında birçok oyunlar görülür. Fakat, kutsal bir ülkünün kendini ortaya koyduğu Cumhuriyet rejimine, çağdaş yenileşmeye karşı, cahillik bağnazlık ve her türlü düşmanlık ayağa kalktığı zaman, özellikle yenilikçi ve cumhuriyetçi olanların yeri, gerçekten yenilikçi ve cumhuriyetçi olanların yanıdır. Yoksa gericilerin ümit ve faaliyet kaynağı olan taraf değil...
Ne oldu Efendiler? Hükûmet ve Meclis olağanüstü tedbirler almayı gerekli gördü. Takrîr-i Sükûn Kanunu'nu çıkardı. İstiklâl Mahkemeleri'ni kurdu. Ordunun savaşa hazır sekiz dokuz tümenini, uzun zaman isyanı bastırmak üzere görevlendirdi. "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası" denilen zararlı siyasî kuruluşu kapattı.
Cumhuriyet Düşmanlarının Son Alçakça Girişimleri
Bütün bu yapılanlar, elbette Cumhuriyet'in başarısı ile sonuçlandı. Asiler yok edildi. Fakat, Cumhuriyet düşmanları, büyük komplonun bütün aşamaları ile son bulduğunu kabul etmediler. Alçakçasına son bir faaliyete giriştiler. Bu girişimler İzmir Suikastı olarak kendini gösterdi. Cumhuriyet mahkemelerinin ezici pençesi, bu defa da Cumhuriyet'i suikastçıların elinden kurtarmayı başardı.
Memlekette Huzur ve Güvenliği Sağlamak İçin Uygulanan Olağanüstü Tedbirlerin İyi Sonuçları
Saygıdeğer Efendiler, durumun ciddileşmesi üzerine, Hükûmetçe olağanüstü tedbirler alınması gerektiği yolundaki görüşümüzü ilk defa ortaya koyduğumuz zaman, bunu iyi karşılamayanlar vardı. Takrîr-i Sükûn Kanunu'nu ve İstiklâl Mahkemelerini bir baskı aracı olarak kullanacağımız düşüncesini ortaya atanlar ve bu düşünceyi benimsetmeye çalışanlar oldu.
Şüphe yok ki, zaman ve olaylar, bu nefret verici düşünceyi aşılamaya çalışanları, elbette utanılacak bir duruma düşürmüştür.
Biz, alınan fakat kanunî olan bu olağanüstü tedbirleri, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde kanunun üstüne çıkmak için bir araç olarak kullanmadık. Aksine, memlekette huzur ve güvenliği sağlamak için uyguladık. Biz o tedbirleri, Milletin, medenî ve sosyal alandaki gelişmesinde yararlı kıldık.
Efendiler, aldığımız olağanüstü tedbirlerin uygulanmasına gerek kalmadığı görüldükçe, onların uygulamadan kaldırılmasında tereddüt edilmemiştir. Nitekim, İstiklâl Mahkemeleri, zamanında kaldırıldığı gibi, Takrîr-i Sükûn Kanunu'da yürürlük süresinin sonunda yeniden Büyük Millet Meclisi'nin incelemesine sunuldu. Meclis, kanunun bir süre daha yürürlükte kalmasını gerekli bulmuşsa, elbette, bu milletin ve Cumhuriyetin yüksek yararları içindir. Yüce Meclis'in elimize baskı aracı verme gayesi güderek, böyle bir karar aldığı düşünülebilir mi?
Efendiler, Takrir-i Sükûn Kanunu'nun yürürlükte ve İstiklâl Mahkemeleri'nin faaliyette bulunduğu süre içinde yapılan işleri gözönüne getirecek olursanız, Meclis'in ve Milletin güven ve itimadının tamamen yerinde kullanılmış olduğu, kendiliğinden anlaşılır.
Memlekette çıkarılan büyük isyan ve hazırlanan suikast tertipleri bastırılarak sağlanan güvenlik ve huzur, elbette bütün milletçe memnunlukla karşılanmıştır.
Efendiler, milletimizin başına giymekte olduğu, cahillik, gaflet, taassup, yenilik ve medeniyet düşmanlığının belirgin işareti gibi görünen fesi atarak, onun yerine bütün medenî dünyaca başlık olarak kullanılan şapkayı giymek ve böylece, Türk Milletinin medenî toplumlardan zihniyet bakımından da hiçbir ayrılığı bulunmadığını göstermek kaçınılmaz oluyordu. Bunu, Takrîr-i Sükûn Kanunu yürürlükte olmasaydı yine yapacaktık. Fakat, bu uygulamada, kanunun yürürlükte oluşu da kolaylık sağlamış oldu denirse, bu çok doğrudur. Gerçekten de, Takrîr-i Sükûn Kanunu'nun yürürlükte olması, bazı gericilerin, Milleti geniş ölçüde zehirlemesine meydan vermemiştir. Gerçi, bir Bursa Milletvekili, yasama görevi boyunca, hiçbir zaman kürsüye çıkmamış ve hiçbir zaman Meclis'te Milletin ve Cumhuriyet'in çıkarlarını savunmak için ağzına bir tek kelime bile almamış olan Bursa Milletvekili Nurettin Paşa, yalnız şapka giyilmesinin aleyhine uzun bir önerge vermiş ve bunu savunmak için kürsüye çıkmıştır. Şapka giydirilmesinin "temel haklara, millî egemenliğe ve kişi dokunulmazlığına aykırı bir işlem" olduğunu iddia etmiş ve bunun, "halka uygulanmamasını sağlamaya" çalışmıştır. Ancak, Nurettin Paşa'nın, millet kürsüsünden alevlendirmeyi başarabildiği taassup ve gericilik duyguları sonunda birkaç yerde, o da yalnız birkaç gericinin, İstiklâl Mahkemeleri'nde hesap vermeleriyle söndü.
Efendiler, tekke ve zaviyelerle, türbelerin kapatılması, ve bütün tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritdlik, çelebilik, falcılık, büyücülük ve türbedarlık v.b. birtakım ünvanların kaldırılması ve yasaklanması da Takrîr-i Sükûn Kanunu yürürlükte iken yapılmıştır. Bu konularla ilgili yürütme uygulamaların, toplumumuzun, hurafelere inanan, ilkel bir kavim olmadığını göstermek bakımından ne kadar gerekli olduğu takdir olunur.
Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin, arkasından sürüklenen, kaderlerini, hayatlarını falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacıların ellerine bırakan insanlardan meydana gelmiş bir topluluğa bir Millet gözüyle bakılabilir mi?
Milletimizin kendine ait niteliğini yanlış şekilde gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi unsurlar ve kuruluşlar, yeni Türkiye Devleti'nde Türkiye Cumhuriyeti'nde devam ettirilmeli miydi? Buna önem vermemek, ilerleme ve yenileşme adına pek büyük ve düzeltilmesi imkânsız bir yanılma olmaz mıydı? İşte biz, Takrîr-i Sükûn Kanunu'nun yürürlükte olmasından yararlandık ise, bu tarihî hatâyı bir daha işlememek için, Milletimizin alnını olduğu gibi açık ve ak göstermek için, Milletimizin mutaassıp ve ortaçağ zihniyetinde olmadığını ispat etmek için yararlandık.
Efendiler, Milletimizin, sosyal, ekonomik, kısacası bütün medenî iş ve ilişkilerinde feyizli sonuçlar veren yeni kanunlarımız da, kadın hak ve hürriyetlerini sağlayan ve aile hayatını sağlamlaştıran Medenî Kanun da bu sözünü ettiğimiz devrede çıkarılmıştır.
Görülüyor ki, biz her araçtan yalnız ve ancak bir tek temel görüşe dayanarak yararlanırız. O görüş şudur: Türk Milletini medeni dünyada, lâyık olduğu konuma yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti'ni sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha çok güçlendirmek... ve bunun için de baskı fikrini öldürmek..
Türk Gençliği'ne Bıraktığım Emanet
Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve detaylı söylevim, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir. Bunda, Milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi mutlu sayacağım.
Efendiler, bu söylevimle, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir Milletin, bağımsızlığını nasıl kazandığını ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.
Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Bu sonucu, Türk Gençliğine emanet ediyorum.
"Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk Bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti'ni, sonsuza dek korumak ve savunmaktır.
Varlığının ve bağımsızlığının biricik temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. Gelecekte dahi, seni bu hazineden yoksun etmek isteyecek iç ve dış kötülük isteyenler olacaktır. Bir gün, Bağımsızlık ve Cumhuriyet'i savunma mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şartları düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şartlar çok uygunsuz bir özellikte ortaya çıkabilir. Bağımsızlık ve Cumhuriyetine yönelecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri alınmış, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şarttan daha acı ve daha kötü olmak üzere, memleketin içinde, iktidara sahip olanlar uyuşukluk ve delalet ve hattâ hainlik içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını, işgalcilerin siyasî gayeleriyle birleşebilirler. Millet, yoksulluk çaresizliği içinde harap ve çaresiz düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin evlâdı! İşte, bu durum ve kurallar içinde dahi vazifen, Türk bağımsızlık ve Cumhuriyeti'ni kurtarmaktır! İhtiyaç duyduğun güç damarlarındaki soylu kanda mevcuttur!
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro