Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 35







Doğu Cephesi Komutanı Kâzım Karabekir Celâlettin Arif Bey'in Ültimatomu

Erzurum Vali Vekilliğini üzerine alan Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı'ndan da aynı tarihli, yani 22 Eylül 1920 tarihli bir telgraf aldım. Bu telgrafta deniliyordu ki: "Silâh ve cephaneler, yiyecek ve terkedilmiş mallarda yapılmış olan yolsuzluklar, kanuna aykırı ve sınırsız vergi toplama, kanunsuz baskı ve zorbalık halkın duygularını büsbütün incitmiş... Erzurum halkının güvensiz ve ümitsiz bir duruma düşerek, artık kendi elleriyle idare edilme gereğini tek kurtuluş çaresi saydığı bir zamanda buraya geldik. Karabekir Paşa'nın da hareketi memleket çıkarlarına uygun değildi. Bu sebeple, açıktan açığa yapılan kötülük ve yolsuzluklara hemen son vermek ve yapanları cezalandırma gereğinde halk topluca ısrar etti. Güvenilir tedbirlerin hemen alınması isteği ve Vali Vekilliğini bizzat kabul etmekliğim, Paşa da dahil olduğu halde halk tarafından istirham edildi. Vekilliği Hüseyin Avni Bey'e vermek gereğini yazmıştım. Erzurum halkının kendilerinden sayarak güven gösterdikleri Hüseyin Avni Bey'in yirmi dört saate kadar görevlendirildiğinin bildirilmesi... Celâlettin Arif".

Saygıdeğer Efendiler, halkın kendi eliyle kendini idare etmesi ilkesini ortaya koyan bizdik. Fakat bununla, asla her ilin veya her bölgenin ayrı ayrı birer yönetim birliği kurmasını kastetmedik. Maksadımızı, Büyük Millet Meclisi'nin ilk günlerinde açıkça ifade ettik.

Meclis'in de kabul ettiği maksat ve gayemiz, millî iradenin kendini gösterdiği tek yer olan Millet Meclisi'nin bütün vatanın kaderini eline aldığı şeklinde ifade edildi.

Bu Meclis'in başkanlarından biri olan ve Hükûmet'te bakan hem de Adalet Bakanı olarak yer alan bir kişinin, orduda veya herhangi bir yerde kanuna aykırı bir hareketi ortaya çıkartmak ve sorumlularını kanunun pençesine teslim etmek için başvuracağı yol, birtakım beyinsizlere uyarak, çok yakından tanıdığım, gerçekten vatansever Erzurumlu hemşehrilerimin asla razı olamayacakları isyankâr bir durum almak mı olacaktı?

Hüseyin Avni Bey'in 24 saate kadar Vali Vekilliğine tayinini istiyor. Bu ültimatomun anlamı var mıydı?

Celâlettin Arif Bey, bu teklifini Kâzım Karabekir Paşa'ya da yapmış... Kâzım Karabekir Paşa, ona demiş ki, "Hüseyin Avni Bey, yedek teğmen olarak sahnelerde subayları eğlendiren... Hiçbir resmî görevde bulunmamış sıradan bir adamdır. Bunu vali vekili yapmak Hükûmet'i oyuncak etmeyi istemek olur."

Efendiler, Celâlettin Arif Bey'in ültimatomuna verdiğim cevap aynen şöyleydi:

Şifre

Geciktirilemez

Sayı: 388

Ankara, 23.9.1920

Erzurum'da Adalet Bakanı Celâlettin Arif Beyefendi'ye

İlgi: 22.9.1920 tarihli şifre

İlk telgrafınızı önemle dikkate almış ve bu konuda Doğu Cephesi Komutanlığı ile haberleşilmekte olduğunu yazmıştım. Adı geçen komutanlıkça gereğinin yerine getirileceği pek doğal idi. Buna rağmen, biribiri ardınca yapılan kanunsuz ve isabetsiz teklif ve teşebbüsleriniz Hükûmet tarafından hayretle karşılanmıştır. İçişleri ve Millî Savunma Bakanlıklarınca ilgili makamlara gerekli tebligatta bulunulmuştur. Zâtıâlîlerinin Hükûmet'in lüzum gördüğü açıklamaları yapmak ve gerekirse Meclis huzurunda da açıklamalarda bulunmak üzere Ankara'ya hemen dönmeniz gerekmektedir.

Büyük Millet Meclisi Başkanı

Mustafa Kemal


Efendiler, Kâzım Karabekir Paşa, 22 Eylül 1920 tarihli bir şifresinde, şu bilgileri veriyordu:

Şimdi anlıyorum ki, Celâlettin Arif Bey, daha Ankara'da iken, kendisiyle bazı külâh yapmak isteyenler, güzel bir program yapmışlardır. Söz gelişi, Hüseyin Avni Bey, Erzurum valisi olacak.. Celâlettin Arif Bey Doğu İllerinin Genel Valisi olacak...

Celâlettin Arif Bey, ya oyuncu olarak oynatılıyor veyahut daha karar vermedim, pek zekidir, kendisi bir iş yapmak istiyor. Çünkü, Hâlit Bey'i bendenize sormadan yazması ve Hüseyin Avni Bey üzerinde direnmesi başka bir anlam taşımıyor. Hâlit Bey'in Albay Kâzım Bey'le arası pek iyi olmadığından, kendisine Kâzım Bey aleyhinde bir karar verdirebilir. Hüseyin Avni Bey de vali adı altında güzel bir oyuncak olur. Hüseyin Avni Bey'in vali vekilliğine teklif edildiğini işitenler ümitsizliğe düşüyorlar ve öğreniyorlar. Özet olarak belirteyim ki, Erzurum Milletvekili Necati Bey'in kardeşi olup son zamanlarda Millî Eğitim Müdürlüğü'ne getirilen Mithat Bey, halkın, bolşevikliği, iş beceremeyenlerin konum kapması şeklinde anladığını zannediyor. Bu zat, çıkarına düşkün olduğundan çoğunluk tarafından pek sevilmez. Halk hükûmeti kurma konusunda bendenizi uygun bulamadığından, Celâlettin Arif ve Hüseyin Avni Bey'lerle haberleşilerek işin daha önceden hazırlandığını ve kararlaştırıldığını sanıyorum."

Efendiler, Celâlettin Arif Bey'i Ankara'ya davet eden 23 Eylül tarihli telgrafım, 24 Eylül tarihli çok sert bir telgrafla karşılandı. Bu telgraf Meclis Başkanlığı'na hitaben yazılmıştı. "Bakanlar Kurulu'nda ve Büyük Millet Meclisi'nde okunacaktır" notunu da taşıyordu. Benim telgrafımdaki iki kelimeyi, "kanunsuz" ve "isabetsiz" kelimelerini alarak, Celâlettin Arif Bey, Erzurum'daki teşebbüs ve tekliflerini birer birer bu iki kelime ile tartıyordu. "Bu mu kanunsuzdur?", "Bu mu isabetsizdir?", diyerek kendini savunuyordu. Yaptığı işlerin ne olduğu, dolayısıyla verilen bilgilerden anlaşıldığı için hangisinin kanunsuz olmadığını ve hangisinin isabetsiz bulunmadığını takdir etmek güç olmayacaktır. Celâlettin Arif Bey, "kanunsuz ve isabetsiz teklifin benden gelmeyeceğine Bakanlar kurulu'nun inanmasını beklerdim" dedikten sonra: "Aranızda iddialarımı takdir edecek arkadaşların bulunacağına inanıyorum" sözleriyle, kendisini takdir edebilmenin, ancak kendisinin eşi ve arkadaşı olmak durumunda bulunmakla mümkün olabileceğini ortaya koyuyordu. Celâlettin Arif Bey, seçim bölgesinde incelemelerde bulunmaksızın Ankara'ya dönemeyeceğini de bildiriyordu.


Kahraman Erzurum Halkının Bana Açtığı Dost Kucağını Kötüye Kullanabileceğine Asla İhtimal Veremedim.

Efendiler, ben de İstanbul'a dönemeyeceğimi, İstanbul Hükûmeti'ne Erzurum'dan bildirmiştim. Eğer davet yeri ve davet sahibi aynı olsaydı, insanın neredeyse, garip bir nazire yapıldığına hükmedeceği gelebilirdi. Fakat, şartlar büsbütün başka olduğuna göre, İstanbul'un davetine karşı bana, vefa ve fedakârlık kucağını açmış olan kahraman Erzurum halkının, bu samimiyet kucağını kötüye kullanabileceğine asla ihtimal vermedim.

Hattâ Efendiler, 28 Eylül 1920 tarihinde, Erzurum halk temsilcileri adıyla, memur ve halktan aldığım elli imzalı telgraf bile, bu inancımı sarsmadı. Gerçi, telgraf çok kaba ve isyankârdı. Fakat, imzaların çoğu, Celâlettin Arif Bey'in vali vekilliği ettiği vilâyet memurlarına aitti. Özellikle İstinaf Mahkemesi üyelerinden olup Celâlettin Arif Bey tarafından Polis Müdürü vekilliğine tayin edilen kişinin imzası, bu telgrafın nasıl çirkin bir zihniyetin ürünü olabileceğine delil sayılamaz mıydı? Bu telgrafın, Maarif Müdürü Mithat Bey'in evinde toplanan birtakım kimseler tarafından hazırlandığını anlamak da gecikmedik.

Efendiler, Celâlettin Arif Bey, tekliflerini bir yandan Erzurum Merkez Hey'eti Başkanı Tevfik imzasıyla, "Celâlettin Arif Beyefendi'nin bildirdiği şekilde işlem yapılmasını kesinlikle isteriz" diye destekletirken, bir yandan da, Ankara ile şifreli haberleşmelerde bulunularak, sözde bir takım işler yapılmak ve faaliyetin nasıl bir etki yarattığı anlaşılmak isteniyordu.

Çok Acele

Erzurum, 25.9.1920

Millî Eğitim Bakanlığı'na

Ankara

Rıza Nur ve Necati Bey'lere özel:

Ermenileri yola getirmek maksadıyla Haziran'da seferberlik ilân edilerek üç yüz beş (1305/1889) doğumlulara kadar silâh altına çağrılmış, dokuz bini savaş görmüş ve on üç bini savaş görmemiş olmak üzere toplam yirmi ikibin askerle, subay ailesinin beslenmeleri hemen hemen Erzurum ili halkına yükletilerek şu zamanda savaş vergileri toplanmak şekliyle bir buçuk milyon liralık yiyecek, hayvan ve araçları alınmıştır. Halk, maksadın yüceliğini takdir ederek bu kadar fedâkarlık ettikten sonra, Çiçerin'in bilinen mektubunun askerî harekâtı sonuçsuz bırakması, Ermenilerin bundan cesaret alarak Müslüman halka zulümler yaparken, ordunun Ermeni Bolşevik birleşmesini ileri sürerek cesaretsizlik göstermesi ve Kızıllar ile istenildiği derecede anlaşılması, bunların yanında Celâlettin Arif Bey'in yazdığı yolsuzluklara meydan verilmesi pek kötü bir etki yapmış, halkı ayaklanmaya ve densizliğe sürüklemiştir. Kâzım Paşa'da Doğu'daki işleri idare edebilme gücü olmadığından, buradaki siyasî ve askerî durumu Ermenilere karşı koyabilecek şekilde iyi idare edebilecek dirayetle ve aynı zamanda olağanüstü yetkiye sahip bir hey'etin varlığı şarttır. Şimdiye kadar değerli zamanlar, Ankara'da dosyası bulunan gereksiz yazışmalarla geçmiş, belki de birçok fırsatlar kaybolmuştur. Öte yandan, Erzurum'un mevsim bakımından güç zamanları geldi. Ordunun korunması zorunluluğu olduğu halde, elbise ve besleme konusunda pek çok sıkıntı çekilmektedir. Askerî ve sivil memurlar dört aydan beri maaş alamamaktadırlar. Askerî giderler için yeni vergiler koymayı düşünüyorlarsa da, halkın gücünü bilmiyorlar. Durumları asla elverişli değildir. İstanbul Hükûmeti pek kayıtsız. Yakın iller, özellikle Harput ili büsbütün kayıtsız, hiç ilgi göstermemektedir. Bu gibi konularda Hükûmetten, gerekirse benim adıma Meclis'inizden de gensoru önergesi vererek araştırma isteyiniz ve ordunun ihtiyaçlarını oraca kesinlikle sağlandıktan sonra geliniz. Doğu İlleri ile ilgili haberlere pek inanmadım. İmza: Hüseyin Avni.

Maarif Müdürü

Mithat


Görülüyor ki, Celâlettin Arif Bey'in, Hükûmet üyeleri arasındaki iddialarını takdir edeceğini sandığı ve makamının şifresinden yararlanmaya kalkıştığı zat da, kendisinin sırdaşı olmak istememiş ve Meclis Başkanlığı'nı haberdar etmiştir.

Efendiler, kırk elli kişinin, bütün Erzurum halkı adına telgraf çekmek şekliyle oynanmak istenen oyunun iç yüzü, yine Erzurum halkından gelen ve halkın Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'ne karşı bağlılık ve fedâkarlık duygusuyla dolu olduğunu gösteren telgrafla anlaşıldı.

Celâlettin Arif Bey, Ermenistan seferinde, en sonunda Büyük Millet Meclisi ordusunun zafer kazandığını gözleriyle gördükten sonra, yani geri dönmesi için yapılan tebligatı aldıktan tam kırk yedi gün sonra, Erzurum'dan ayrılmaya karar vermek mecburiyetinde kalmıştır. Buna rağmen, hareketini Meclis'e şu telgrafla müjdeliyordu:


Erzurum, 27.11.1920

Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na

Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı ve Adalet Bakanı Celâlettin Arif Beyefendi'nin, milletvekilimiz Hüseyin Avni Bey'le birlikte, dünkü gün, kışın şiddetine rağmen, Erzurum halkının büyük ve parlak uğurlama töreniyle Ankara'ya hareket ettiklerini bildirir, bu vesileyle Meclis'e karşı sonsuz saygılarımızı sunarız.

Müdafaa-i Hukuk Merkez Hey'et-i

Başkanı Tevfik

Hüseyin Avni ve Celâlettin Arif Bey'lerin Erzurum'dan döndükten sonra, Meclis'teki muhalif tutumları ve Kâzım Karabekir Paşa'ya karşı yaptıkları hücum ve eleştirilerle Meclis'i çok işgal ettikleri görülmüştür.


Doğu Cephemizde Ermenilerle Savaş Başlıyor

Saygıdeğer Efendiler, doğu sınırlarımızda acele olan işimiz, Celâlettin Arif Bey'in, Erzurum'un inkılâp tarihinde bıraktığı izi daha fazla ele alıp incelemeye elverişli değildir. Arzu buyurursanız o günlerin doğu sınırlarımızdaki ciddî işlerine geçelim:

Yüksek kurulunuzca da bilinmektedir ki, Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan beri, Ermeniler, gerek Ermenistan içinde, gerek sınıra yakın yerlerde, Türkleri toplu olarak öldürmekten bir an geri durmuyorlardı. 1920 yılının Sonbaharında Ermenilerce yapılan zulümler dayanılmaz bir sınıra geldi ve Ermenistan seferine karar verdik. 9 Haziran 1920 tarihinde, Doğu bölgesinde geçici seferberlik ilân ettik. 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa'yı Doğu Cephesi Komutanı yaptık. 1920 Haziranında, Ermeniler, Oltu'da kurulan, mahallî Türk yönetimine karşı hareketle, o bölgeyi ele geçirdiler. Dışişleri Bakanlığı'mız tarafından Ermenilere, 7 Temmuz 1920'de bir ültimatom verildi. Ermeniler, aynı şekilde hareketlerine devam ettiler. Sonunda, seferberlikten üç buçuk dört ay kadar sonra, Ermenilerin Kötek, Bardiz bölgelerinde toplanan kuvvetlerimize saldırısı ile savaşa başlandı.

Ermeniler, 24 Eylül 1920 sabahı Bardiz Cephesinden baskın şeklinde yaptıkları genel bir saldırı ile başarıya ulaştılar. Efendiler; Doğu Cephesi'nin bu can sıkıcı bilgiler veren raporunu okurken, Celâlettin Arif Bey'in de, Ermenilerin saldırı günü olan 24 Eylül'de yazılmış, bildiğimiz ültimatomunu alıyordum. Ermeniler geri püskürtülüp, girdikleri bölgelerden atıldılar. Ordumuz, 28 Eylül sabahı ileri harekete geçti. Aynı günde, Erzurum'un elli imzası da Ankara'ya saldırıya geçiyor. Ne kötü rastlantı!... Sanki, bu Efendiler, Ermenilerle aleyhimizde harekete sözleşmiş gibi!...

Ordu, 29 Eylül'de Sarıkamış'a girdi, 30 Eylül'de Merdenek işgal edildi. Fakat bazı sebepler ve düşüncelerle 28 Ekim 1920 tarihine kadar bir ay, Sarıkamış - Lâloğlu hattında kaldı.

Bu sebeplerden birinin de, Erzurum'da bulunan Celâlettin Arif Bey ve arkadaşlarının yarattıkları durum olduğunu tahmin buyurursunuz. Gerçekten de, Kâzım Karabekir Paşa'nın 29 eylül 1920 tarihinde Sarıkamış'tan çekilen telgrafında: "30 Eylül'de cepheyi gezip, gereken talimatı verdikten sonra Erzurum'a giderek, orada geçen olayın sonuçlandırılacağı bildirilir," deniliyordu.

Kâzım Karabekir Paşa, 30 Eylül 1920 tarihinde, Sarıkamış'tan Celâlettin Arif Bey'e yazdığı bir şifrede: "Erzurum halkı adına kırk elli imza ile çekilen açık telgraf, dış düşmanların milyonlar harcayarak elde edemeyeceği bir belgedir. Olayın kendisinden daha önemli ve tehlikeli olan bu açık telgrafı dış düşmanların tehlike ve tehdidinden daha yıkıcı ve doğuracağı ağır sonuçları cephe durumundan daha önemli gördüğümden yarın Erzurum'a geleceğimi bildiririm" diyordu.

Celâlettin Arif Bey, 5/6 Ekim 1920 tarihli telgrafıyla, özellikle, "vatansever ordu içinde değerli ve halkın güvenini kazanmış pek çok subay ve üstsubay bulunduğundan, yolsuzluk şikâyetleri, elbette ordunun dayanma gücünü ve disiplin esaslarını etkileyecek kadar büyümemiştir" şeklinde bilgi veriyordu.

Ordularımızın Üstsubay ve Subayları Hakkında Bilinen Bir Gerçek

Yıllarca vatanın çeşitli savaş alanlarında komuta ettiğim ordularımızın üstsubay ve subayları ile ilgili, zaten bildiğim bir gerçeği, yüz sekseninci defa da olsa işitmiş olmaktan elbette pek memnun olmuştum.

Efendiler, savaş alanında verilecek emri bekleyen Doğu Ordumuz, 28 Ekim 1920 günü Kars üzerine harekete başladı. Düşman, direnmeksizin Kars'ı terketti. Kars 30 Ekim'de tarafımızdan işgal edildi. 7 Kasım tarihinde birliklerimiz, Arpaçayı'na kadar olan bölgeyi ve Gümrü'yü ele geçirdi.

Ermeniler, 6 Kasım'da ateşkes ve barış için başvurmuşlardır. Biz de ateşkes anlaşmasının maddelerini, Dışişleri Bakanlığı araçlarıyla, 8 Kasımda Ermeni ordusuna bildirdik. 26 Kasım'da başlayan barış görüşmeleri, 2 Ocak'ta son buldu ve 2/3 Ocak gecesi Gümrü Antlaşması imzalandı.


Millî Hükûmetin Yaptığı İlk Antlaşma: Gümrü Antlaşması

Efendiler, Gümrü Antlaşması, Millî Hükûmet'in yaptığı ilk antlaşmadır. Bu antlaşma ile, düşmanlarımızın hayallerinde ta Harşit Vadisine kadar uzanan Türk ülkelerini kendisine bağışlamış oldukları Ermenistan, Osmanlı Devleti'nin 1877 seferiyle kaybetmiş olduğu yerleri, bize, Millî Hükûmet'e terkederek aradan çıkarılmıştır. Doğudaki durumlarda önemli değişiklikler olması yüzünden, bu antlaşma yerine daha sonra yapılan 16 Mart 1921 tarihli Moskova ve 13 Kasım 1921 tarihli Kars Antlaşmaları geçerli olmuştur.

Efendiler, o bölgenin genel durumu ve sınırlarımız bakımından temas halinde bulunduğumuz Gürcistan ile olan ilişkilerimiz ve aramızda geçen olaylar hakkında da kısaca bilgi vereyim:

1920 yılının Temmuzunda, Batum, İngilizler tarafından boşaltılınca, Gürcüler hemen işgal ettiler. Bu durum Brest - Litowsk ve Trabzon Antlaşmalarına aykırı olduğundan, 25 Temmuz 1920'de tarafımızdan protesto edilmişti.

8 Şubat 1921'de Ankara'da itimatnamesini sunmuş olan Gürcü elçisiyle de, Türkiye-Gürcistan antlaşması için görüşmeler başlamıştı. Nihayet, 23 Şubat 1921'de verdiğimiz kesin bir ültimatom üzerine Ardahan, Artvin ve Batum'un bize bırakılmasına razı olundu. Batum'un işgali bu tarihten on beş gün sonra gerçekleşmiştir. Bu yerlere, Türkiye'ye katılmayı sabırsızlıkla bekleyen halkın alkışları içinde girildi.

Daha sonra, Moskova Antlaşması gereğince Batum boşaltıldı; fakat işgal etmiş olduğumuz öteki yerlerin anavatan sınırları içinde kalması pekiştirildi.


Trakya'daki Durum

Efendiler, içinde bulunduğumuz tarihlerde Trakya'nın durumuna da hep birlikte göz gezdirelim:

Doğu Trakya'da, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Trakya- Paşaeli Merkez Hey'eti bir kongre yaptı. Bu kongre, Trakya'nın idaresini, Trakya-Paşaeli Merkez Hey'etine verdi. Trakya'da Kolordu Komutanı olarak bulunan Cafer Tayyar (Cafer Tayyar Paşa), bu Merkez Hey'etinde olmakla birlikte, Edirne milletvekili olarak da Meclis'imize üye seçilmiştir. Trakya Merkez Hey'etine ve Kolordu Komutanı'na verdiğimiz talimat, Trakya'nın kaderinin bütün memleketin kaderiyle birlikte çözülebileceği esasına dayanıyordu. Askerî harekât bakımından da verdiğimiz direktif şuydu:

Üstün kuvvetlerin saldırısına uğranılırsa sonuna kadar direnilecek ve Trakya tamamıyla ele geçirilse ve işgal edilmiş olsa bile, teklif edilecek herhangi bir çözüm şekli tek başına kabul edilmeyecektir. Zaten, Trakya'daki komutanın da kararının böyle olduğu ifade edilmekteydi. Fakat son zamanlarda, Komutan Cafer Tayyar Bey, yabancıların verdiği güvence üzerine, yapılan davete uyarak İstanbul'a gitmiş, bize durumu ancak dönüşünden sonra bildirmişti. Anlaşıldığına göre, Doğu Trakya'nın yalnız başına varlığını koruyamayacağı, ancak Batı Trakya ile birleşerek bir yabancı devletin idaresi sayesinde yaşayabileceği yolunda fikirler telkin edilmiş... Herhalde manevî gücü kıracak birtakım propagandalar yapılmış...

Cafer Tayyar Bey İstanbul'da iken Tümen komutanlarından Muhittin Bey İstanbul'dan Kolordu Komutanlığı'na atanmış, Cafer Tayyar Bey'in Trakya'ya dönmesine izin verilmiş. Cafer Tayyar Bey, İstanbul çevreleriyle görüştükten sonra, Muhittin Bey'in teklifine rağmen, artık kolordunun komutanlığını üzerine almamış, Muhittin Bey'in üzerinde bırakmış. Böylece Trakya'nın kaderi, İstanbul siyasî çevrelerinin etkisine terk edilmiş...

Efendiler, Büyük Millet Meclisi açıldığı zaman, Trakya'da 1. Kolordu'nun savaş düzeni şöyleydi:

Kolordu Merkezi Edirne'de;

60. Tümen: Keşan, Edirne, Uzunköprü dolaylarında;

55. Tümen: Tekirdağ bölgesinde;

49. Tümen: Kırklareli bölgesinde.

Yunan ordusu, Anadolu'da, Batı Cephesinde yaptığı genel saldırıda başarı sağladıktan sonra, 20 Temmuz 1920'de Tekirdağ'a bir tümen çıkardı. Tekirdağ bölgesinde pek dağınık bir durumda bulunan 55. Tümen, toplanmaya vakit bulamadan, Yunan Tümeni Edirne'ye doğru yürümeye başladı.

Batı Trakya'dan Meriç'i geçerek saldırmak isteyen Yunan kuvvetleri, o bölgedeki 60. Tümen'e komuta eden Cemil Bey'in (İçişleri Bakanı Cemil Bey'dir) ve 15 Haziran'da kuvvetleriyle Edirne'ye gelmiş bulunan ve Edirne-Karaağaç istasyonu arasında ciddi savaşlar vermiş olan Şükrü Naili Bey'in (Şükrü Naili Paşa) dikkat ve direnmeleri sayesinde durduruldu ve ilerlemeleri önlendi.


Trakya'daki Kolordumuzun Askerliğin Gereklerini ve Vatanseverlik Namusunu Yerine Getirememesinin Tek Sorumlusu Cafer Tayyar Paşa'dır

Edirne'ye doğru serbestçe ilerlemekte olan düşman tümenine karşı, bütün 1. Kolordu kuvvetlerini toplayıp tedbir alacak Kolordu Komutanı Muhittin Bey'in ne yaptığını bilmiyorum. Yalnız, elde ettiğim bilgilere göre, Cafer Tayyar Bey, kendi kuvvetleri ile temas kuramadan, Havza yakınlarında atla dolaşırken düşman tarafından esir edilmiştir. Ondan sonra sevk ve idareden yoksun kalan 1. Kolordumuz tamamıyla dağıldı. Birliklerinin bir kısmı esir oldu, bir kısmı da Bulgaristan'a sığındı. Sonuç olarak, Trakya'nın tamamı Yunanlıların eline geçti. Ne yazık ki, 1. Kolordu Komutanınca, milletin istediği ve beklediği ileri görüşlülüğün, uyanıklık ve fedakârlığın gösterildiğine şahit olamadık.

Efendiler, Trakya'nın özel ve güç durum ve şartlar içinde bulunduğuna şüphe yoktu. Fakat, bu özellik ve güçlük, hiçbir zaman Trakya'daki kolordunun askerliğin gereklerini yerine getirmesine ve vatanperverlik namusunu göstermesine engel olamazdı. Eğer, bu yapılamamış ise millet ve tarih karşısında bulunan tek sorumlusu Cafer Tayyar Paşa'dır. Tarihte bütün bir vatanı, çok üstün düşman kuvvetleri karşısında, son bir avuç toprağına kadar karış karış kahramanca ve namusluca savunmuş ve yine varlığını koruyabilmiş ordular görülmüştür. Türk ordusu o cevherde bir ordudur. Yeter ki, ona komuta edenler, komuta edebilme vasıflarına sahip olabilsinler.

Efendiler, komutanlar askerliğin görev ve gereklerini düşünür ve uygularken, beyinlerini siyasî görüşlerin etkisi altında bulundurmaktan kaçınmalıdırlar. Siyasetin gereklerini düşünen başka görevliler bulunduğunu unutmamalıdırlar.

Komutanların, emirleri altına verilen millet evlâdını, memleket araçlarını, düşmana ve ölüme doğru sürerken, düşündükleri tek nokta, milletin kendilerinden beklediği vatan görevini ateşle, süngüyle ve ölümle yerine getirerek sonuç almaktır. Askerî görev, ancak bu anlayış ve inançla yerine getirilebilir. Lâfla, politika ile, düşmanın aldatıcı vaadlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılamaz. Omuzlarında ve özellikle kafalarında askerlik sorumluluğunu yüklenecek kadar kuvvet bulunmayanların feci sonuçlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.

Efendiler, bir komutanın esir olması da mazur görülebilir. O zaman ki, askerliğin görev ve gereklerini yerine getirip uygulamakta, elindeki kuvveti sonuna kadar, son süngü ve son nefese kadar kullandıktan sonra, kanını akıtmak fırsatını bulamaksızın düşman eline düşerse...

Efendiler, bütün ordusu, üstün düşman karşısında yenilip de kendiliğinden geri çekilirken, kılıcını çekip tek başına atını, düşman başkomutanının çadırına doğru sürerek ölüm arayan Türk komutanları görülmüştür.

Bir Türk komutanının, ordusunu kullanmaksızın, herhangi bir kötü rastlantı ve kötü şans eseri bile olsa, düşmana esir düşmesini biz mazur görsek de, tarih bunu asla affetmez ve affetmemelidir. Türk İnkılâp tarihinin gelecek nesillere hitap ve uyarısı işte budur.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro