Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 32



Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başkanlığına Beni Seçti.

Saygıdeğer Efendiler, açık ve gizli oturumlarda, bir iki gün süren konuşma ve açıklamalardan ve işaret ettiğim ilkeleri içine alan teklifi yaptıktan sonra, yüce Meclis beni başkanlığa seçmekle bana karşı genel güvenini gösterdi.

Burada ufak bir noktayı da açıklamalıyım:

Hatırlarsınız ki, oluşmaya başlayan millî birliği, milletin coşmasına ve uyanmasına bağlamaktan çok, kişisel uğraş eseri sayıyorlardı. Bu arada benim faaliyetlerde bulunmamın engellenmesini önemli görüyorlardı. Beni, millete ve hükûmete reddettirmekten ve lânetletmekten yarar umuyorlardı. Yapılan propaganda da: "Ben reddedildiğim ve lânetlendiğim takdirde, millet ve devlet aleyhinde, hiçbir harekette bulunulmayacak... Bütün kötülüklerin sebebi benim şahsımdır. Bir adam için, bir milletin pek çok tehlikeleri göze alması akla sığmaz" şeklindeydi. Hükûmet ve düşmanlar, benim şahsımı, millete karşı bir silâh gibi kullanıyordu. Bu sebeple, 24 Nisan 1920 günü, gizli bir oturumda, Meclis'e bu durumu açıkladım. Başkanlık seçiminde, bunun da bir sakınca olarak dikkate alınmasını ve yalnız millet ve memleketin selâmeti düşünülerek oy ve kararlarının isabetle verilmesini rica ettim.


Bakanlar Kurulu'nun Kurulması

Efendiler, Büyük Millet Meclisi, Bakanlar'ın seçimi ile ilgili, 2 Mayıs 1920 tarihli kanunla, Genelkurmay İşlerini de yürütmek üzere, Büyük Millet Meclisi'nde, 11 bakanlı bir Bakanlar Kurulu meydana getirdi.

Görülüyor ki, Meclis'in açılış tarihi olan 23 Nisan'dan beri bir hafta kadar zaman geçmiş bulunuyor. Bu süre içinde memleket ve millet işleri ve özellikle yıkıcı akım ve faaliyetlere karşı tedbir alma hususu elbette bir an bile gecikemezdi ve gecikmemiştir. Yalnız, Bakanlar Kurulu'nun seçimi ile ilgili kanun çıktığı zaman, Meclis'çe bakanlığa seçilen kimselerden bazıları, daha önce fiilî olarak göreve başlamışlar ve bana yardım ediyorlardı. Bu arada İsmet Paşa Hazretleri de Genelkurmay işlerini üstlenmiş bulunuyordu.

Efendiler, bu münasebetle bir noktayı belirtmeyi gerekli buluyorum: O günlerde, mevcut arkadaşların hangi işlerde görevlendirileceklerinin uygun olacağı düşününülürken, Genelkurmay Başkanlığı için İsmet Paşa'yı tercih etmiştim. Ankara'da bulunan Refet Paşa, beni özel olarak görerek bilgi vermemi istedi. Anlamak istediği, Genelkurmay Başkanlığı'nın en yüksek askerî makam olup olmadığı noktasıydı. Benden, söz konusu makamın en yüksek askerî makam olduğu ve ondan daha yüksek makamın Millet Meclisi olacağı cevabını alınca, buna itiraz etti. İsmet Paşa'nın başkomutanlık demek olan bu durumuna razı olamayacağını söyledi. Görevin çok önemli ve nazik olduğunu, benim bütün arkadaşlar hakkındaki bilgi ve tarafsızlığıma güvenmenin uygun olacağını söyledim. Kendisinin böyle bir iddiada bulunmasının yakışık almadığını da ilâve ettim.

Efendiler, daha sonra Batı Cephesi Karargâhı'nda görüştüğüm Fuat Paşa'da, İsmet Paşa'nın Genelkurmay Başkanlığı'na kesinlikle karşı çıktı. Fuat Paşa'yı da, duruma en uygun olan çözüm yolunun kabulündeki zorunluluğa inandırmaya çalıştım. Refet ve Fuat Paşa'ların kendilerine ait bazı düşüncelerine ekledikleri itiraz şuydu: Kendileri daha önce Anadolu'da benimle birlikte çalışmışlar. Fakat İsmet Paşa sonradan katılmış. Oysa, bundan önceki konuşmalarımda, sırası ve yeri geldiği için bildirmiştim ki, İsmet Paşa, benim İstanbul'dan ayrılmamdan önce benimle işbirliği yapmıştı. Daha sonra Anadolu'ya gelmiş ve birlikte çalışmıştık. Fakat, Fevzi Paşa Hazretleri'nin Harbiye Nazırlığı'na gelmesi üzerine bazı önemli düşüncelerle ve özel görevle tekrar İstanbul'a gönderilmişti. Bu bakımdan, düşünce ve işbirliğinde görev üstünlüğü sözkonusu olamazdı.

Genelkurmay işlerinin ilk defa İsmet Paşa'ya verilmesinde isabetsizlik olsaydı, bu konuda Fevzi Paşa Hazretleri'nin de beni uyarmaları bir vatan görevi olurdu. Oysa, Paşa Hazretleri, aksine bu görevlendirmeyi pek yerinde bulmuş ve kendileri, teklif edilen Millî Savunma Bakanlığı'nı çok samimî bir duyguyla derhal kabul buyurmuştur. İsmet Paşa'nın, gerek Genelkurmay Başkanlığı'nda, gerek daha sonraki Cephe Komutanlığı'nda gösterdiği liyakat ve üstün gayret ve kendisine görev vermekte doğru hareket ettiğimi fiilî olarak ispat etmiş bulunduğu için, millete karşı, orduya karşı ve tarihe karşı tam bir iç huzuru içindeyim.


Hıyanet-i Vataniye Kanunu ve İstiklâl Mahkemelerinin Kurulması

Efendiler, Meclis, 29 Nisan 1920 tarihinde Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nu ve sonraki aylarda İstiklâl Mahkemeleri Kanunlarını da çıkarmakla, inkılâbın doğal gereklerini yerine getirmiş oldu.

Efendiler, İstanbul'un işgalinden sonra başlayan birtakım yıkıcı akımlara, olaylara, isyanlara dokunmuştuk. Bunlar hızla memleketin her tarafından biribiri ardınca ortaya çıktı ve sürüp gitti.

İstanbul'da Damat Ferit Paşa, derhal yeniden iktidar konumuna getirildi. Damat Ferit Paşa Kabinesi, İstanbul'daki bütün yıkıcı ve hain kuruluşların meydana getirdiği blok, bu blokun Anadolu içindeki bütün isyan teşkilâtı, bütün düşmanlar ve Yunan ordusu elbirliği ile aleyhimizde faaliyete geçtiler. Bu ortak saldırı politikasının talimatı da, Padişah ve Halife'nin, düşman uçakları da dahil olduğu halde, her türlü araçla memlekete yağdırdığı, "Padişah'a Karşı Ayaklanma" fetvasıydı.

Bu genel, çeşitli ve haince saldırılara karşı biz de daha Meclis açılmadan önce, Afyonkarahisarı'nda, Eskişehir'de ve bütün demiryolu boyunda bulunan düşman birliklerini Anadolu'dan çıkarmak, Geyve, Lefke, Carablus köprülerini yıkmak ve Meclis toplanır toplanmaz, Anadoludaki din adamlarının şekliyle almak suretiyle karşı tedbirlere giriştik.


İç İsyanlar

Efendiler, 1919 yılı içinde, millî faaliyetlerimize karşı başlayan iç isyanlar, hızla memleketin her tarafına yayıldı.

Bandırma, Gönen, Susurluk, Kirmastı, Karacabey, Biga ve dolaylarında; İzmit, Adapazarı, Düzce, Hendek, Bolu, Gerede, Nallıhan, Beypazarı dolayarında; Bozkır'da; Konya, Ilgın, Kadınhan, Karaman, Çivril, Seydişehir, Beyşehir, Koçhisar dolaylarında; Yozgat, Yenihan, Boğazlıyan, Zile, Erbaa, Çorum dolaylarında; İmranlı, Refahiye, Zara, Hafik ve Viranşehir dolaylarında alevlenen karışıklık ateşleri, bütün memleketi yakıyor, hainlik, cehalet, kin ve bağnazlık dumanları bütün vatan göklerini yoğun karanlıklar içinde bırakıyordu. İsyan dalgaları, Ankara'da merkezimizin duvarlarına kadar çarptı. Karargâhımızla şehir arasındaki telefon ve telgraf hatlarını kesmeye kadar varan kudurmuşçasına istekler karşısında kaldık. Batı Anadolu'nun, İzmir'den, sonra, yeniden önemli bölgeleri de, Yunan ordusunun saldırılarıyla çiğnenmeye başlandı.

Dikkatle üzerinde durulmaya değer bir husustur ki, sekiz ay önce millet, Hey'et-i Temsiliye etrafında toplanarak, Damat Ferit Hükûmeti ile ilişki ve haberleşmelerini kesmiş iken, Ali Galip'in faaliyeti gibi tek tük olaylardan başka, böyle genel bir ayaklanma olmamıştı. Bu seferki yaygın ve genel ayaklanmalar, sekiz ay süresinde, memleket içinde çok hazırlık yapıldığını gösteriyordu. Damat Ferit Hükûmeti'nden sonraki hükûmetlerle, millî şuurun korunması ve güçlendirilmesi için yaptığımız mücadelelerin ne kadar haklı sebeplere dayandığı, acı bir şekilde bir daha anlaşılmış oluyordu. Millî Mücadele'ye kuvvet vermek için cephelerle ve ordu ile ilgilenme bakımından, İstanbul'daki hükûmetlerin gösterdiği başka türlü ihtimallerin acı sonuçları da ayrıca görülecektir.


Anzavur ve Düzce İsyanları

Efendiler, önce iç isyanlar hakkında açık bir fikir verebilmek için, izin verirseniz, bu isyan olaylarına yeri geldikçe dokunmak üzere, anlatılan safhaları özet olarak bildireyim:

21 Eylül 1919 tarihinde, Balıkesir'in kuzey bölgesinde başlayan birinci Anzavur İsyanı, 16 şubat 1920'de yine aynı bölgede ikinci defa başgösterdi. Bu iki isyan, askerî birliklerimiz ve millî müfrezelerimizle bastırıldı. 13 Nisan 1920 tarihlerinde Beypazarı'na kadar yayıldı. Bu sırada Anzavur, 11 Mayıs 1920'de top ve makineli tüfeklerle donatılmış beş yüz kişilik bir kuvvetle, üçüncü defa olarak Adapazarı ve Geyve dolaylarında zayıf bir millî müfrezemize saldırmak şekliyle yine ortaya çıktı. Anzavur, gönderdiğimiz millî müfrezelerimize, düzenli ordu birliklerimize durmadan saldırdı. 20 Mayıs 1920 tarihinde, Geyve Boğazı yakınlarında yenildi ve kaçmak zorunda kaldı.

Düzce dolaylarındaki isyan olayı önemliydi. Abaza ve Çerkesler'den meydana gelen dört bin kişilik büyük bir kalabalık, Düzce'yi basarak hapishaneleri boşalttılar ve çarpışma ile oradaki süvari müfrezemizin silâhlarını aldılar. Hükûmet memurlarını ve subayları hapsettiler.

Her taraftan, âsiler üzerine kuvvet gönderdik. Bu arada, Geyve'de bulunan 24. Tümen de, Komutanı Yarbay Mahmut Bey başta olduğu halde, Düzce'ye hareket etti. Mahmut Bey, Meclis'in açıldığı gün, yani 23 Nisan 1920'de, Hendek'ten Düzce'ye geçerken, Hendek de isyan etti. Adapazarı da âsîler tarafından elde edildi. Mahmut Bey, 25 Nisan 1920'de, Hendek-Düzce yolu üzerinde âsiler tarafından aldatılarak pusuya düşürülmüş ve ilk ateşte şehit edilmiştir. Kurmay Başkanı Sami Bey, yaveri ve daha birkaç subay da aynı zamanda şehit düştüler. Bunun üzerine, 24. Tümen savaşmadan âsiler tarafından tamamıyla esir edildi. Bütün tüfekleri, topları alındı. Ağırlıkları yağma edildi. Bu sırada İzmit Mutasarrıfı Çerkes İbrahim, İstanbul'dan Adapazarı'na geldi. Halka, Padişah'ın selâmını bildirdi ve yüz elli lira maaşla gönüllü toplamaya başladı. Toplanan âsî kuvvetler bütün o yöreye hâkim olduktan sonra, Geyve Boğazı'ndaki kuvvetlerimize taarruza başladılar.

Bizim bu isyan alanına gönderdiğimiz kuvvetler şunlardı:

1- Salihli ve Balıkesir Kuva-yı Millîye'sinin oluşturduğu Çerkes Ethem Bey Müfrezesi;

2- İki tabur düzenli ordu birliği, dört dağ topu, beş makineli tüfek ve üç yüz efe süvarisinden kurulmuş Binbaşı Nâzım Bey Müfrezesi;

3- İki tabur piyade, sekiz makineli tüfek iki sahra ve iki dağ topundan kurulu, Yarbay Arif Bey Müfrezesi;

4- Üç yüz kişilik millî kuvvet ve iki makineli tüfek ve iki hayvan topundan ibaret, Binbaşı İbrahim Bey (Çolak) Müfrezesi.

Komutan olarak da Ali Fuat Paşa, Geyve Boğazı yakınlarından Adapazarı'na uzanan kesimde, Refet Paşa'da Ankara'dan Beypazarı yoluyla Bolu'ya uzanan kesimde görevlendirildiler.


Hilâfet Ordusu

Efendiler, İzmit'te de Süleyman Şefik Paşa komutasında, Hilâfet Ordusu adını taşıyan bir hain kuvvet yığınak yapıyordu. Bunun bir kısım kuvveti de, Bolu yakınlarında Kurmay Binbaşı Hayri Bey komutasında âsîleri desteklemişti. Bu kuvvetle birlikte İstanbul'dan gönderilmiş birçok subay da vardı.

Hilâfet Ordusu'nun Süleyman Şefik Paşa'dan sonra, bellibaşlı komutanları, Süvari Tümgenerali Suphi Paşa ve Topçu Yarbaylarından Senaî Bey'di. İstanbul'da da özel olarak kurulmuş bir kurmay topluluğu vardı. Bu kurulun başlıca komutanları da, Kurmay Albay Refik ve Kurmay Yarbay Hayrettin Beylerdi.

Suphi Paşa ile ilgili küçük bir hâtıramı anlatayım: Suphi Paşa'yı Selânik'ten tanırdım. Ben yüzbaşı (kolağası) iken, o daha o zaman tümgeneral ve süvari tümeni komutanı idi. Aradaki rütbe farkına rağmen, çok yakın arkadaşlığımız vardı. Meşrutiyet'in ilânında, ilk defa İştip dolaylarında Cumalı adında bir yerde süvari manevraları yaptırmıştı. Diğer bazı kurmaylar arasında beni de tatbikat ve manevrada bulunmak üzere davet etmişti. Kendisi Almanya'da yetişmiş çok usta bir biniciydi. Fakat askerlik sanatını anlamış bir komutan değildi. Manevranın sonunda, ben, yetkim ve rütbem elvermediği halde, Paşa'yı bütün subayların önünde acı bir şekilde eleştirmiştim. Daha sonra, "Cumalı Ordugâhı" adlı küçük bir eser de yazmıştım. Suphi Paşa, gerek açıkça yaptığım bu eleştirilerden ve gerek yayınanan bu eserimden dolayı pek üzüldü. Kendisinin itirafına göre, maneviyatı kırıldı. Fakat, şahsen bana gücenmedi. Arkadaşlığımız devam etti. İşte Hilâfet Ordusu'na buldukları komutan bu Suphi Paşa'dır. Paşa, sonradan Ankara'ya geldi. Geziye çıkıyordum. İstasyonda büyük bir kalabalık içinde biribirimizle karşılaştık. Kendisine ilk sorum şu oldu: "Paşam niçin Hilâfet Ordusu Komutanlığı'nı kabul ettin?" Suphi Paşa, bir an bile duraklamadan: "Size yenilmek için", cevabını verdi.

Bu cevabı ile anlatmak istiyordu ki, bu görevi özel bir maksatla kabul etmişti. Suphi Paşa, böyle bir duygu içinde bulunabilir. Fakat, gerçekte komutayı üstüne aldığı zaman kuvvetleri zaten yenilmiş bulunuyordu.

Bolu, Düzce, Adapazarı ve İzmit dolaylarındaki bu isyan, bu defa 4 Haziran 1920 tarihine kadar üç aydan fazla sürdü. Fakat, bundan sonra, 29 Temmuz'da yeniden bir isyan oldu. Ancak, bundan sonra da, bu bölgede tamamen sakin kalınmış değildir. Bununla birlikte, sonuç olarak âsîler tamamıyla bozguna uğratılmış ve elebaşları, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kanunlarına teslim edilmiştir. Hilâfet Ordusu'nun Bolu yakınlarında bulunan kısmı da bozguna uğratıldı. Komutanı Binbaşı Hayri ve subayları Yüzbaşı Ali, Üsteğmen Şerafettin, Üsteğmen Hayrettin, Makineli Tüfek Subayı Mehmet Hayri, Tabur Kâtibi Hasan Lütfi, Cerrah İbrahim Ethem Efendiler'e de öteki âsî elebaşılarına yapılan işlem uygulandı. Hilâfet Ordusu da, İzmit'ten İstanbul'a kaçmaya mecbur edildi.


Yenihan, Yozgat ve Boğazlıyan İsyanları

Efendiler, memleketin kuzeybatı bölgesinde âsîlerle uğraşırken, memleketin ortasında Yenihan, Yozgat ve Boğazlıyan dolaylarında da isyan başlıyor. Bu isyan hareketleri de hatırlanmaya değer.

14 Mayıs 1920 tarihinde Postacı Nâzım ve Çerkez Kara Mustafa adında birtakım adamlar, otuz kırk kişi ile Yenihan'a bağlı Kaman Köyünde isyan ettiler. Bu hareket gittikçe artan bir şiddetle genişledi. Âsîler, 27/28 Mayıs 1920 gecesi Çamlıbel'de bulunan bir müfrezemizi basarak esir ettiler. 28 Mayıs 1920'de diğer bir kısım âsiler de, Tokat yakınında yürüyüş halinde bulunan bir taburumuza hücum ederek dağıttılar ve bir kısmını esir ettiler. Cesaretlerini arttıran âsîler, 6/7 Haziran 1920 gecesi Zile'yi işgal ettiler. Oralardaki askerlerimiz, Zile Kalesine çekilerek kendilerini savundular. Askerin erzak ve cephanesi tükendikten üç gün sonra âsilere teslim oldular. Asiler, 23/24 Haziran 1920'de de Boğazlıyan'a baskın yaptılar. Orada bulunan bir müfrezemizi dağıttılar. Amasya'da bulunan Cemil Cahit Bey'in komutasındaki 5. Kafkas Tümeni, âsiler aleyhine harekete geçirildi. Antep bölgesinde bulunan Kılıç Ali Bey de, bir millî müfreze ile bu bölgeye gönderildi. Erzurum'dan Ankara'ya gelmekte olan bir Erzurum Millî Müfrezesi de, o bölgede bırakıldı. 1920 yılı Temmuzu'nun ortalarına kadar, bu âsilerin takip ve tepelenmeleriyle uğraşıldı. Yenihan İsyanı, Orta Anadolu'nun öteki bölgelerindeki bozguncuları da harekete geçirdi. Çapanoğullarından Celâl, Edip, Salih ve Hâlit Bey'ler; Aynacıoğulları ve Deli Ömer Çeteleri gibi birtakım eşkiyayı başlarına toplayarak, 13 Haziran'da Yozgat civarında Köhne bucak merkezini, 14 Haziran'da da Yozgat şehrini işgal ederek büyük bir bölgeye hâkim oldular. Merkezi Sivas'ta olan 3. Kolordu kuvvetleri ve o bölgede bıraktığımız millî kuvvetler yeterli değildi. Eskişehir'deki Ethem Bey Müfrezesi ile Bolu dolaylarındaki İbrahim Bey Müfrezesi de Yozgat bölgesine gönderildiler.

Yozgat ve dolaylarıda âsîler yok edildikten sonra, oraya gönderilen müfrezelere öteki bölgelerde görev verildi. Fakat bu yörelerde genellikle güvenlik kurulamadı.

7 Eylül 1920'de Küçük Ağa, Deli Hacı, Aynacıoğulları denilen birtakım serseriler Zile yakınlarında, Kara Nâzım, Çopur Yusuf adında birtakım adamlar da Erbaa yakınlarında yeniden faaliyete geçtiler. Bunlardan Aynacıoğulları üç yüz atlı kadar toplayabilmişlerdi. Bu durum karşısında, İkinci Kuvve-i Seyyare adını alan İbrahim Bey Müfrezesi, tekrar bulunduğu Eskişehir bölgesinden Yozgat'a giderek, oradaki millî müfrezeler ve jandarma kuvvetleriyle birlikte, Maden, Laca, Karamağra, Mecidözü bölgelerinde, çeşitli gruplar halinde, karışıklık çıkaran ve eşkiyalık eden âsileri takip ederek ortadan kaldırıldı. İbrahim Bey, âsîlerin ortadan kaldırılmasını ancak üç aydan fazla bir zamanda başarabildi.


Güney Sınırlarımızda Geçen Olaylar

Efendiler, bu tarihlerde güney bölgelerimizde de bizi ciddi bir şekilde uğraştıran önemli isyanlar çıktı:

Millî Aşireti'nin beyleri olan Mahmut, İsmail, Halil Bahur, Abdurrahman Beyler güneyde, düşmanlarla gizlice ilişki ve bağlantı kurduktan sonra, Siirt'ten Dersim dolaylarına kadar uzanan bütün aşiretlerin beyleri sıfatını takınarak bölgeyi baskı altına almak dâvâsına kalkıştılar.

Fransızlar, 1920 yılı Haziranının başlarında, Urfa'yı ikinci defa ele geçirmek için hareket ettikleri zaman, Milli Aşireti de Siverek'e doğru ilerledi, buna karşı o bölgede bulunan 5. Tümenimiz görevlendirildi. Bu tümen o bölgedeki millî kuvvetlerimizle de desteklendi. 19 Haziran 1920 tarihinde, birliklerimizin takibi altında, güneydoğu yönünde düşman bölgesine kaçmaya mecbur edildi. Bu aşiret, bir süre düşman bölgesinde hazırlandıktan sonra, 24 Ağustos 1920'de üç bin atlı ve develi ve bin kadar da piyadeden oluşan bir kuvvetle yeniden bizim topraklarımıza geçti. Viranşehir yakınlarına geldi. Âsiler, aman dilemek maksadıyla geldiklerini söyleyerek o bölgedeki komutanlarımızı aldatıp, tedbir almakta ihmale düşürdüler. Bu sırada, o yakınlarda dağınık halde bulunan müfrezelerimize saldırarak onları yendiler ve 26 Ağustos 1920'de Viranşehir'i işgal ettiler. Haberleşmelerimize ve bağlantımıza engel olmak üzere de, o bölgedeki bütün telgraf hatlarını kestiler.

Ancak, on beş gün sonra, 5. Tümen'in Siverek, Urfa, Resulayin ve Diyarbakır'da bulunan birliklerinden gönderilen kuvvetlerle bize bağlı aşiret kuvvetleri âsileri yenebilmişlerdir. Takip edilen Milli, yeniden güneye, çöle kaçtı.

Efendiler, güneyde Milli Aşireti'nin isyanını bastırmaya çalışırken, Afyonkarahisar bölgesinde Çopur Musa adında bir adam da, başına topladığı kuvvetle askerleri ordudan kaçmak için ayartıyor ve millete askere gitmemeyi telkin ediyor. Çopur Musa, 21 Haziran 1920 tarihide Çivril'i bastı. Gönderilen kuvvetler karşısında kaçtı ve Yunan ordusuna katıldı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro