Bölüm 14
Kastamonu da İstanbul'a Karşı Harekete Geçiyor
Ferit Bey vali vekili; Albay Osman Bey, Kastamonu ve dolayları komutanı olarak faaliyete geçtikten bir iki gün sonra, kendilerini tekrar telgraf başına çağırarak bilgi istemiştim.
İstanbul'da gereken makamlara, istenildiği şekilde ve halkın imzası ile telgraflar çekildiği, bütün illere ve sancaklara da bu telgrafların duyurulduğu bildirilmekle birlikte, birtakım sorular da soruluyordu. Söz gelişi Halk diyormuş ki:
1- Öteki illerin kamuoyu bizimle birlikte değiller midir?
2- Bu olağan dışı durum ne zamana kadar sürecektir?
3- Kabinenin direnmesine karşı ne gibi tedbir buyuruldu? Lûtfen bizi aydınlatınız Paşam!
Halk adına yöneltilen bu soruların vali vekili ve komutan beylerin de zihinlerini işgal etmekte olduğunu hesaba katarak ona göre cevap vermek, yorgunluğuna değerdi. Bunun için Sivas-Kastamonu telini saatlerce işgal eden uzun bilgi verildi ve açıklamalar yapıldı. Bu açıklamaları şöylece özetleyebilirim:
1- Millî kaynaşma, vatanın her köşesinde ve ateşli bir şekilde vardır. Bütün illerin en ufak köylerine varıncaya kadar halk, en ufak birliğine kadar da bütün ordularımız tam bir duyarlık içinde ve tam bir birlik halinde, bildirilen kararları uygulamakta ve yürütmektedirler. Halkın ikinci ve üçüncü sorusuna cevap olmak üzere de:
2- Ne zaman Kastamonu halkı bu durumu olağan dışı bulup endişeye düşmek zayıflığından kurtularak, amacımıza ulaşıncaya kadar dayanmakta kararsızlık göstermezse, işte o zaman bu olağandışı durum kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Kabinenin direnmesi tabiidir. Buna karşı başka bir tedbire girişmeden önce, ilk tedbirimizi hakkıyla ve her yerde kesinlikle uygulama çarelerini düşünelim. Söz gelişi, Bolu'nun durumu hakkında ne yapılmıştır? Bolu kesimine kadar olan bütün yerlerin İstanbul ile resmî haberleşmelerinin kesildiğinden emin miyiz? Bununla ilgili olarak, beklemekte olduğumuz bilgiler daha gelmemiştir. İşte, bu dediğim tedbir İstanbul'a kadar yaygınlaştırıldığı takdirde, kabinenin direnmeye gücü kalmayacağını sanırım. Bununla birlikte, bundan sonra da pek cahilce ve pek ahmakça bir inadı devam ettirmek isterlerse, herhalde daha etkin tedbirler uygulanmasına imkân vardır.
Bundan sonra vali ve komutanın verdiği bilgilerden şunlar anlaşıldı; İnebolu'dan İstanbul'a geri gönderilen yeni vali, Zonguldak'ta, Dahiliye Nâzırı'ndan şöyle bir emir almış:
"Bolu ve çevresi serbesttir. Zonguldak'a çıkınız. İlin gereken yerleri ile haberleşiniz ve son gelecek emre kadar orada bekleyiniz." Gerçekten yeni vali Zonguldak'ta kalmış ve etrafa gözdağı vermeye başlamış.
Ferit ve Osman Beyler, Zonguldak Mutasarrıfına, yeni valinin tutuklanıp karadan Kastamonu'ya gönderilmesini emretmişler. Mutasarrıf bunu yapmamış. Bununla birlikte, durumu öğrenen yeni vali orada barınamayarak, İstanbul'a dönmüş.
Ali Fuat Paşa Batı Anadolu Kuva-yı Millîye Komutanı
Bir münasebetle bildirmiştim ki, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, kongre adına bazı kararlar alıp, hazırlıklar yapmıştı. Ali Fuat Paşa'ya kongrece "Batı Anadolu Kuva-yı Millîye Komutanı" ünvanı verildi. Paşa, Eskişehir ve dolaylarını millî bir bölge olarak kabul edip komutanlığına Süvari Yarbayı Atıf Bey'i; Afyonkarahisar dolaylarını da millî bir bölge olarak kabul edip Komutanlığı'na 23.Tümen Komutanı Ömer Lütfi Bey'i tayin etmişti. Bu tümen ile, Anadolu'ya geldiğimizin daha ilk günlerinde temas kurup ilgilenildiğini, o günlere ait açıklamalarım arasında belirtmiştim. İstanbul Hükûmeti, Fuat Paşa'nın yerine Hamdi Paşa'yı tayin etmiş ve göndermişti. Hamdi Paşa, Eskişehir'e kadar geldi. Orada kendisine, 16 Eylül'de İstanbul'a dönmesi gerektiği bildirildi.
İngilizler, Eskişehir Bölgesi Kuva-yı Millîye Komutanı Atıf Bey'i tutuklayıp İstanbul'a gönderdiler. Kuva-yı Millîye Komutanı olan bir şahsın, kendisini kolaylıkla düşman eline düşürmeyecek tedbirleri almış olması gerekirdi. Bu konudaki gaflet ve tedbirsizlik kendisini kurtarmak için uzun zaman birbiri ardınca teşebbüslerde bulunmamızı gerektirdi. Bildiğiniz üzere, o tarihlerde Eskişehir'de İngiliz Birlikleri vardı. Fuat Paşa, toplayabildiği millî kuvvetlerle birlikte Eskişehir'e yakın Cemşit'e gitmişti. Eskişehir'i uzaktan çevirtti. Eskişehir'de bulunan İtilâf Kuvvetleri Komutanı General Solly Flood (Soli Flud)'un Fuat Paşa'ya gönderdiği bir mektupta kullanılan ifadeler ve Kuva-yı Millîye'yi tanıtma şekli, millî komutanlarımızın ve Kuva-yı Millîye'mizin yüksek şeref ve haysiyetlerine karşı bir saldırı sayıldığından ve adı geçen generalin hak ve yetkisi dışında görüldüğünden, bu konuda İstanbul'da bulunan İtilâf Devletleri Siyasî temsilcilerinin bir muhtıra ile dikkatleri çekilmişti. 25 Eylül 1919 tarihinde General Solly Flood'un Fuat Paşa'ya gönderdiği, bir kurmay binbaşı ile Eskişehir İngiliz kontrol subayından oluşan bir hey'et, İngilizlerin, iç işlerimize ve Millî Mücadele'mize asla karışmayacakları konusunda söz verdiler. Bu sıralarda, İngilizler, Merzifonda bulunan kuvvetlerinin geri çekilmesine memnun olup, olmayacağımızı öğrenmek istemişlerdi. Elbette pek memnun olacağımızı bildirmiştik. Gerçekten de oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıkları ile birlikte önce Samsun'a çektiler, daha sonra oradan da İstanbul'a götürdüler. Eskişehir'e hâkim olduktan sonra, Fuat Paşa'yı Bilecik ve Bursa yörelerine göndermeyi düşünüyorduk.
Konya Valisi Cemâl Bey İstanbul'a Kaçıyor ve Konya Halkı da İstanbul'u Tanımıyor
Efendiler, Konya'da Vali bulunan Cemâl Bey, Ferit Paşa Kabinesi'nin Anadolu'da önemli bir dayanak noktası durumuna geldi. Ordu Müfettişi olan Cemâl Paşa'nın İstanbul'a gidip dönmemesi, orada bulunan Kolordu Komutanı Selâhattin Bey'in kararsızlık içindeki tutum ve davranışları ve sonunda da haber vermeden İstanbul'a çekip gitmesi, Konya ve dolaylarını Vali Cemâl Bey'in hükmü altında bırakmıştı. Oraya, maksadı iyice kavramış bir kimsenin gönderilmesi gerekiyordu. Sivas'ta iken yanımızda bulunan Refet Bey'in gönderilmesi uygun bulundu. Refet Bey hareket etti. Konya'da, Hey'et-i Temsiliye tarafından gönderilen bir komutanın gelmekte olduğu haber alınınca, vatan sevgisi ile dolu kimseler canlanmıştı. Ancak, öte yandan da Vali Cemâl Bey, hapishanede ne kadar kanlı katil ve tutuklu varsa hepsini çıkarıp silâhlandırarak kendisine bir kuvvet yapmak istemişti. Konya'nın sayın halkı, bu alçakça harekete karşı ayaklanarak vatanseverliğin gerektirdiği şeyin yapılmasına karar vermiş; bunun farkına varan Cemâl Bey'de 26 Eylül'de İstanbul'a kaçmıştır. Halk, Belediye'de toplanarak Hoca Vehbi Efendi'yi vali vekilliğine getirmişti.
Refet Bey'in Yerinde Olmayan Bazı Teklifleri
Efendiler, dikkate değer bir noktadır. Şu anda hatırıma geldi. Yüksek kurulunuza bildirmeden geçemeyeceğim. Sivas - Konya yolu üzerindeki bir telgraf merkezinden Refet Bey'in özel bir telgrafını aldım. Refet Bey, bu telgrafında Konya ve dolaylarında başarı sağlanabilmesi için, kendisine İkinci Ordu Müfettişliği ünvan ve yetkisinin verilmesi gereğini bildiriyordu. Refet Bey, birçok zaman sonra Ankara'da bulunduğum sırada, Bolu ve dolaylarındaki âsilerin tepelenmesi ile görevlendirildiği zaman bile, orada bir şifre ile ve halk üzerinde önemli etkisi bulunacağı gerekçesi ile, benden kendisine Paşa ünvanının verilmesini istemişti. O zamanlar Refet Bey'in gerek birinci gerek ikinci isteklerini yerine getirecek resmî bir konum ve yetkide bulunmadığımı açıklamaya gerek yoktu. Özellikle Refet Bey'in bunu çok iyi bilmiş olmasından şüphe edilebilir mi? Refet Bey, bu isteklerini yerine getirtmek için, dolaylı yoldan benim İstanbul Hükûmeti'ne aracılık etmemi istiyordu da denemezdi. Çünkü dünyaca bilinmekte idi ki, ben ordu müfettişliğinden ve askerlikten istifa etmiş olma bir yana, Padişah ve İstanbul Hükûmeti tarafından da kovulmuş ve idama mahkum edilmiş bulunuyordum. Çalışmalarım bir kongrenin seçmiş olduğu bir hey'et içinde, yani bir Hey'et-i Temsiliye içinde ve onun adına idi. Millî amaca hizmet için çalışmak ve özellikle bu konuda başarıya ulaşmak için resmî bir ünvan ve yetki şartı var idiyse, o şart zaten benim kendimde yoktu. İçinde bulunduğum durum ve şartların nelerden ibaret olduğu anlaşıldıktan sonra, başarıya ulaşabilmek için, benden resmî formalitelere bağlı ünvan ve yetki beklenemeyeceği doğal idi. Esasen, biz Refet Bey'i Konya'ya gönderirken, kendisine, amaca uygun bütün iş ve faaliyetler için tam ve geniş bir yetki vermiştik. Bunun kullanılması ve yerini bulabilmesi, onun göstereceği şahsî güç ve kudrete bağlı idi.
Efendiler, her tarafı faaliyet göstermeye ve millî teşkilâtlar kurmak için yönetmeye çalışırken, İstanbul Hükûmeti'nin emeline hizmet eden bazı sivil idare âmirlerinden, sözde manevî birer gözdağı olabilecek telgraflar da alıyorduk. Söz gelişi, Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza adında biri tarafından, yaptıklarımızın İtilâf Devletleri'ne karşı bir saldırı gibi sayıldığı, bu yüzden bütün Osmanlı ülkesinin İtilâf Devletleri'nce askerî işgal altına alınarak Türk Hükûmeti'ne son verileceği, temas sonucu elde ettiği bilgilere dayanılarak belirtiliyor ve kabine ile uzlaşma önerisinde bulunuluyordu. Bu telgrafın mutasarrıfa yabancılar tarafından dikte ettirildiğine şüphe yoktu. Buna elbette gerektiği şekilde karşılık verildi.
General Harbor Hey'eti ve General'e Verdiğim Cevap
Efendiler, hatırlarınızda olsa gerektir ki, memleketimizde ve Kafkasya'da incelemeler yapmak üzere Amerikan Hükûmeti General Harbord'un başkanlığında bir hey'et göndermişti. Bu hey'et Sivas'a geldi. 22 Eylül 1919 günü General Harbord ile uzun uzadıya görüştük. General'e, Millî Mücadele'nin maksat ve gayesi, millî teşkilât ve birliğin ortaya çıkış sebebi, müslüman olmayan azınlıklara karşı gösterilen duygular, yabancıların memleketimizdeki yıkıcı propaganda ve eylemleri üzerinde ayrıntılı ve belgelere dayanan açıklamalarda bulundum. General'in bazı garip soruları ile de karşılaştım. Söz gelişi: "Millet, tasarlanıp yapılabilecek her türlü girişim ve fedakârlığa başvurduktan sonra, da başarı sağlanamazsa ne yapacaksın?" gibi. Yanlış hatırlamıyorsam, verdiğim cevapta demiştim ki: "Bir millet varlığını ve istiklalini kurtarabilmek için düşünülebilen her türlü teşebbüs ve fedakarlığı yaptıktan sonra başarıya ulaşır. Ya başaramazsa demek, o milletin ölmüş olduğu hükmüne varmak demektir. Öyle ise, millet yaşadıkça ve fedakarca teşebbüslerine devam ettikçe başarısızlık da söz konusu olamaz."
Generalin bu sorusunun altında yatan asıl maksadın ne olabileceğini araştırmak istemedim. Ancak, verdiğim cevabın kendisince takdirle karşılandığını bugün yeri gelmişken belirtmek isterim.
Abdülkerim Paşa'nın Aracılıkları
Efendiler, Eylül'ün 25. günü akşamı, Ankara'da bulunan Kolordu Komutan Vekili Mahmut Bey'den aldığım bir şifreli telgrafta şunlar bildiriliyordu: "Bu gece İstanbul telgrafhanesinden Fuat Paşa'yı telgraf başına istediler. Dahiliye Nezareti'nin vilâyet şifresi ile bir şifre yazdırdılar. Bunun özeti: vatanın kurtulması yalnız Padişah'ın bildirisindeki en doğru yol göstermelere uygun hareket etmekle kolaylaşacaktır. Millî Mücadele, medeniyet dünyasına iğrenç gayeler gibi aksettirildi. Hükûmet ile millet arasındaki ayrılık yabancıların işe karışmasına yol açacaktır. Konferans, bizim hakkımızda karar verirken, bu anlaşmazlık iyilik ve kurtuluş belirtisi olmayacaktır. Sonuç olarak, hareketin liderleri ile görüşmek üzere, yüksek şahsiyetlerle, bildirilecek yerde buluşma bir oldu bitti şekline sokularak, vaktin darlığı dolayısıyla hemen cevap beklenmektedir. Görüş ayrılıklarına saygılı davranılacağını, şahsa ve şerefe dokunulmayacağını abartmalı bir şekilde ekliyor. Telgrafı yazan zat, Genelkurmay Tuğgenerallerinden Abdülkerim Paşa'dır. Bu telgrafa Ticaret ve Ziraat Nâzırı Hâdi Paşa aracılığıyla ve aynı şifre ile cevap beklemektedir. Adı geçenin, böyle bir hileye başvurarak, başvurunun bizden geldiğini, ilân etme ve yayma gayesi güttüğü anlaşılıyor.
Efendiler, İstanbul Hükûmeti ile haberleşmeyi kesmemizin on beşinci günündeyiz. Millî karara karşı muhalefet durumuna geçen bazı yerler, ister istemez millî akıma uymaya mecbur edildi. İstanbul'a her gün bütün memleketten, hükûmetin düşürülmesi isteği ile ilgili telgraflar yağdırılmaya başladı. İtilâf Devletleri'nin, Anadolu'da dolaşan subay ve memurları, her yerde açıktan açığa, Millî Mücadele'ye karşı tarafsız olduklarını ve memleketin iç durumuna karışmadıklarını söylemeye başladılar. Bu durum karşısında, Padişah ve Ferit Paşa'nın, artık Millî Mücadele liderleri ile uzlaşmaktan başka çıkar yol kalmadığını hesaba katarak, fakat, herhalde konumlarını da korumak şartıyla, bir uzlaşma yolu olabilecek imkânlar araştırmaya başladıkları kanısına varmak yanlış olmaz inancındayım.
Efendiler, adı geçen rahmetli Abdülkerim Paşa, benim çok eski bir arkadaşımdı. Pek namuslu, gayretli, temiz kalpli bir vatanseverdi. Selânik'te, ben yüzbaşı o binbaşı olarak aynı büroda çalışmış, yıllarca özel arkadaşlık etmiştik. Rahmetlinin tavır ve durumundan bir tarikata bağlı olduğu anlaşılıyordu. Bazı tekkelere devam ettiği de görülmüştür. Ancak, herhangi bir şeyhe bağlılığını bilen yoktur. Çünkü, kendisini inançları ve vicdanî değerlendirmelerinde taşıdığı manevî derece bakımından "hazret-i evvel, büyük hazret" olarak kabul eder, kendi dostluk çevresi içinde yer alanlara, kendisince, karşısındakinde gördüğü yeteneğe uygun "hazret, kutup" gibi makamlar verirdi. Bana, "Kutbu'l-akdâb" (Kutuplar Kutbu) derdi. Şimdi açıklayacağım görüşmemizde de bu noktalara tesadüf edeceğiz. Kerim Paşa, çok samimi ve zamanında kendisine büyük şöhret kazandıran yüksek bir söz söyleme gücü ile konuşur ve öyle yazardı. Kendisinde, inandırma güç ve kudreti olduğu da sanılır ve öyle kabul edilirdi. Bizim, Selânik'te bulunduğumuz sıralarda, orada Ordu Komutanlığı ve Ordu Müfettişliği ile bulunmuş olan Hâdi Paşa, Kerim Paşa'yı açıkladığım özellikleri ile, dostlar arasında sayılır ve sevilir bir kimse olarak tanımıştı.
Efendiler, 27/28 Eylül 1919 gecesi, gece yarısına bir saat kala telgraf başında, Kerim Paşa ile karşı karşıya geldik. İki taraf biribirini şu sözlerle tanıdı:
"Sivas- Mustafa Kemal Paşa telgraf başındadır. Kerim Paşa'ya söyleyiniz, buyursunlar diyorlar.
İstanbul- Yüksek şahsiyetleri, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri misiniz, ruhum?
Ben- Evet, sayın Kerim Paşa Hazretleri," dedikten sonra:
"Kerim Paşa- "Sivas'ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne" adresini yazdırdı ve "Paşa'ya söyleyiniz anlar; Hazret-i Evvel karşınızdadır" sözlerini bir çeşit parola gibi ilâve etti. Kerim Paşa: "Zâtıâlîlerinin afiyetleri iyidir inşallah kardeşim" diye başladı.
Kerim Paşa'nın İstanbul Hükûmeti tarafından kalbinin temizliğinden ve ahlâkının güzelliğinden yararlanılarak nasıl aldatıldığını anlamak için, sözlerinin başlangıcını kendisine olduğu gibi tekrarlatacağım. Rahmetli Kerim Paşa şöyle devam etti:
"Vatanın iyiliği için büyük vatansever kardeşimle ve sayın temsilci kardeşlerimle görüşmek isterim. Ayağınız toprağına ulaştırılmak üzere Ali Fuat Paşa aracılığıyla bir telgraf göndermiştim. İşte, zâtıâlînizin eline ulaşan o telgraftaki esaslar üzerinde inşallah sevindirici bir çözüm buluruz. Memleketin geçirmekte olduğu nazik ve pek önemli karışık devreyi Allah'ın lûtfu ile kolayca aydınlığa çıkartırız. Bunun için de Allah'ın keremi ve nurdan yaratılmış kurtarıcı emellerinizin gönül mürşîdi ile, bu konuda önemli şeyler konuşarak, vatan için olan dileklerimizi birleştirelim değil mi? Pek anlayışlı ve tedbirli kardeşim! Ne buyurursunuz, ruhum? Yere batasıca kötülük yapmalarına engel olalım, onları ümitlerinin pusularında kötürüm ve cansız olarak bırakalım. Yalnız hükûmet ile milletin sırf vatanın kurtuluşu ile ilgili hizmetlerini ve işlerini birleştirelim. Çünkü ortak ve yüce gaye aslında hep birdir. Vatan düşüncesiyle gösterilen bunca asil tepkilerin, medeniyet dünyası karşısında aziz topraklarımızın korunması ile ilgili en büyük vatanseverlik olduğunu bir kere daha belirtmek üzere içinde bulunduğumuz durumun güçlüklerini yok edelim ve buna bir çare bulmak içinde bu aziz kardeşiniz ile görüşmeye başlayalım, bekliyorum kardeşim. Bu teşebbüsüm hakkında, hükûmetin geniş ölçüde iyiniyet gösterdiğini ilâve ederim, ruhum!"
Efendiler, Kerim Paşa ile 27/28 Eylül, gece yarısından önce saat 23.00'te başlayan bu görüşmemiz, sabah saat 07.30'a kadar tam sekiz buçuk saat sürdü. Üç ana noktaya ayrılabilen bu görüşmemiz, yazıda esercedit denilen büyük tabaka kâğıtlardan yirmi beş sayfayı doldurdu. Bunların hepsini burada okuyarak sabrınızı kötüye kullanmaktan korkarım. Rahmetli Kerim Paşa'nın, sağlam görüşlere ve kendi inancına ters düşmesine rağmen-maalesef güçlü bir mantığa da dayanmayan bu tatlı sözlerinin ve tantanalı cümlelerinin okunup dinlenebilmesi için yayınlayacağım belgeler arasında bu konuşmaya da olduğu gibi yer vereceğim.
Yalnız, bu görüşmede, her iki tarafın güttükleri hedef ve dayandıkları temel noktalar hakkında, özellikle sonucu bakımından kısa bir fikir verebilmek için, izin verirseniz, bu noktaların her birine bir parça dokunacağım.
Kerim Paşa'nın bilginize sunduğum ilk telgrafına karşılık verirken biraz da onun tarz ve üslûbuna uymuş olduğum görülecektir.
Cevabımda, ben de böyle başladım:
"Kerim Paşa Hazretleri'ne "kütbü'l -akdâb", deyiniz, anlar" diye başladıktan sonra "şimdi cevap veriyorum" dedim.
"Pek sayın ve temiz kalpli kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri'ne. Tanrı'ya şükürler olsun, sağlığım yerindedir. Büyük ve soylu milletimizin yasal haklarının bilincine varmış, onu korumaya ve savunmaya bütün varlığı ile girişilmiş olduğunu görmekle pek mutluyum... Karşılıklı görüş belirtmek hususunda gösterilen isteğe içten gelerek teşekkür ederiz...
Fuat Paşa aracılığı ile çekilmiş olan telgrafın içindekileri öğrenmiş bulunuyoruz....
Dayanak noktası olarak kabul buyurulan bildiride ileri sürülen hususların, Ferit Paşa ve arkadaşlarına karşı yöneltilmiş bir haykırış ve çıkışma olduğu azıcık bir düşünme ve inceleme ile anlaşılacak açıklaktadır. Padişah'ın kalbini derin üzüntülere boğan durum ve davranışlar, milletimiz tarafından değil, Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı Adil Bey, Harbiye Nâzırı Süleyman Şefik Paşa ve bunların çalışma arkadaşları olan Harput Valisi Ali Galip Bey, Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey ve Konya Valisi Cemâl Bey tarafından işlenen kötülüklerle ortaya konmuştur.
Malatya'daki ihanet teşebbüsü, Çorum'daki haince tertip, Konya'daki kanlı teşebbüs eğer içyüzleri ile bilginize ulaşmış değilse, zâtıâlilerinizi bir çözüm başlangıcı olarak düşündüğünüz noktadaki isabetsizlikten dolayı mazur görürüz.
Yabancıların görüşlerinin lehimize döndüğü tamamıyla doğrudur. Ancak, bu dönüş, hiçbir vakit Ferit Paşa Hükûmetinin güttüğü siyasetin sonucu değildir. Bu sonuç, milletimizin varlığını göstermek ve ispat etmek için kendi kendine girişmiş olduğu kararlı teşebbüsünün eseridir. İşte bu konuda Zâtışâhâne'yi aldatıyorlar.
Kurtuluş çaresi ve yaşama ilkesi ve ancak Kuva-yı Millîye'nin önderliğinin benimsenmesinde ve millî iradenin hâkim olmasındadır. Bu sağlam ve yasal temelden en küçük bir sapma, Allah korusun, devlet, millet ve vatanımız için pek acı bir yıkım getirir.....
Milletimizin soylu mücadelesini kötüye yormaktan ve etrafa öyle tanıtmaktan geri durmayan kötü niyetli aşağılık kimselerin çok olduğu bir gerçektir. Ancak, asıl derin bir esefle karşılanacak olan husus, bu kötülükten başka bir şey düşünmeyenlerin başında, sonsuzluğa kadar yaşayacak olan devletimizin Sadrazamı Ferit Paşa ile bakanlık konumlarını tutan Âdil Bey, Süleyman Paşa gibi, devlet adamlarının yer almış bulunmasıdır.
Memleketimize takım takım bolşeviklerin girdiğini ve Millî Mücadele'nin bir bolşevik mücadelesi olduğunu resmî olarak ilân eden ve yayan bu talihsizlerdir.
Asil ve temiz Millî Mücadele'mizin, İttihatçıların son çırpınışları ve kanlı hareketleri olduğunu ve onların parasıyla yürütüldüğünü resmen ve açıktan açığa bütün dünyaya ve yabancı gazetecilere söyleyen bu gafillerdir.
Anadolu'da karışıklık olduğunu basın yoluyla resmen ilân eden ve Ateşkes Anlaşması'nın özel maddesine göre aziz vatanımızı düşman işgaline uğratmak isteyen bu cahillerdir.
Malatya'nın Müslüman halkı ile, Sivas'ın Müslüman halkını biribirleri ile boğazlaşmaya sürüklemek isteyenler bu zavallılardır. Millî Mücadele'nin önüne geçeceğim diye, Sivas'ın ve millî duyarlığın görüldüğü her yerin yabancılar tarafından işgalini isteyen bu hainlerdir. Bununla birlikte, bizim en yüce gayemiz, tıpkı siz kardeşimin düşündükleri gibi, kötü niyetlilerin bu güzel memlekete yönelttikleri iftiraları ve açıktan açığa yürüttükleri lanetli hareketleri kırmak ve onları kendi ümitlerinin pusularında körkötürüm ve cansız düşürmek, devlet ile milletin faaliyetini sırf vatanın kurtuluşu ile ilgili noktada birleştirmektir. Yüce Tanrı'ya şükürler olsun, bu gayenin gerçekleştirilmesinde, artık milletimiz her türlü kötü niyet belirtilerini kırmış bütün kahramanlığı ile dönüşü olmayan kesin adımlarını atmıştır. Yabancılar bile, milletin yaygın gücünü ve kesin kararını, buna karşılık İstanbul Hükûmeti'nin ne kadar soysuz ve milletle ilgisi bulunmayan âciz bir hey'et olduğunu iyice anlamıştır. Merzifon'u boşalttılar. Samsun'u da boşaltmaya başladılar. İç işlerimize ve Millî Mücadele'mize karşı tarafsız kalacaklarını söylüyorlar. İşte millî faaliyetlerimizin, bağımsızlığımızı güvence altına alma yolunda elde etmeyi başardığı ilk sonuç budur.
Millî akım, İstanbul'da, Kanun-ı Esasî hükümlerine uyulmasını sağlamakla sonuca ulaşacaktır.
Şimdiki hükûmetin, geniş ölçüde, bir iyiniyete sahip olduğunu sanmanın doğru olmadığını arz etmeme izin vermenizi rica ederim.
Ben daha Erzurum'da iken Ferit Paşa'ya gerçeği ve durumu açıklayarak, milletin kuvvet ve iradesine karşı çıkacak hiçbir kuvvet kalmadığını yazmış; kendisini, karşı koyma ve engelleme yolunda devam etmemesi gereği ile uyarmıştım. Bu gafil kişi, buna cevap vermediği gibi, millî akımın birkaç kişinin körüklemesinin eseri olduğunu ilân etti. Çıkar hırsı ile, bilgisizlik gaflet ve körlüğü ile iki tarafı da idare ederek konumlarını koruyabilecekleri şeklinde boş bir zan içinde bulunan birkaç valinin aldatıcı raporlarını, benim tertemiz ve vatanseverce uyarılarımdan daha üstün tuttu. Bugün, her türlü kötülük, hainlik, beceriksizlik ve zavallılık durumunda kaldıktan ve millet de bütün olup bitenlerin içyüzünü tam bir açıklıkla kavradıktan sonra, bize düşen görev, hemen millî dâvâyı benimseyecek yeni bir kabinenin iş başına gelmesini sağlamaktır.
Eğer şimdiki kabinenin şahısları ve hayatları bakımından herhangi bir çekinceleri varsa, bugün için bu gibi şeylerle uğraşma seviyesizliğinden pek yüksek olan milletimiz adına kendilerine istedikleri söz ve güvenceyi vermeyi de milletimizin çıkarı açısından gerekli sayarız. Ancak, tuttukları yanlış yolda inatla direnmeye devam edecek olurlarsa, bundan doğacak sonuçların sorumluluğu kendilerine ait olacaktır.
İşte yapılan bu iyi niyetli faaliyet dolayısıyla, durumu bir defa daha ve son olarak, asil yüksek şahsiyetleri gibi kalbi, gerçekten de vatan ve millet sevgisi, Padişaha muhabbet ve bağlılıkla dolu olan ve kardeşlik hatıralarını daima saygı ile taşımakta olduğum, siz kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri ile de bildirmiş olmak, bizim için her türlü vicdan huzurunun daha da sağlamlaşmasına vesile olmuştur."
Efendiler, buraya kadar söylediklerim bir tek maddenin özetidir.
Bundan sonra gelen maddede:
"Millî Mücadele bütün genişliği ile İstanbul'a doğru ilerlemektedir. Ferit Paşa ve arkadaşları bunu bilmektedir. Zâtıâlileri de bu bilgileri isteyip aydınlanınız" dedikten sonra, o günlerde yapılmış olan başarılı hareketlerin raporlarını özetleyerek açıkladım ve: "Artık bütün bu hareketleri durdurmak yalnız ve ancak bir tek şeye bağlıdır. O da kabine başkanlığının millî dâvâyı bütün anlamıyla benimseyecek bir zata verilmesi ve o zatın da bu millî dâvâyı kavrayarak ona göre tedbir almaya girişmesidir" dedim.
"Bütün bu söylenenler karşısında siz kardeşimin de bir düşünceleri varsa lûtfen bildirmenizi rica ederim" cümlesinden sonra, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Hey'et-i Temsiliyesi adına Mustafa Kemal" diye imzamı koydum.
Bundan sonra Kerim Paşa: "Önce, zâtıâlileriyle birlikte olan sayın zevatın hepsine selâm ve saygılarımızı arz etmek ve duyurmak lütfunda bulunmanızı rica ederim" girişi ile görüşmemizin ikinci noktasına geçtiler. Kerim Paşa devam etti:
"Başladığım kısa konuşmanın bütün safhalarını zâtıâliniz anlattınız. İşin çözüme götürülmesi bakımından iki yerde isabet gösterilmediğini söyleyerek mazur görüleceğimi belirttiniz. Gerçi, bütün durumlar ve çeşitli bölgelerdeki olaylar bilinmedikçe, bir konuda hakemlik etmek güç ise de, memleketle ilgili bir işin çözüme bağlanmasında bize ışık tutan, tertemiz vatan endişesi olduğundan, dayanağımız sağlam ve açıktır. Vatanın alın yazısına karar verileceği şu sıralarda, tek vücut olarak birleşmiş bir millet ve hükûmetin göreceği işi göz önünde bulundurarak, bunun kolaylıkla bir çözüme ulaşması dileğimi bildirmek isterdim.
Padişahın hareket noktası olarak aldığıma işaret buyurduğunuz bildirisini anlamakta bendenizin yanılmış olması mümkündür. Yalnız, izin veriniz de, asıl işlerin çözümünde en büyük dayanak sayılan bu yüksek bildirideki toplayıcı yönleri açıklayarak, Padişah'ın sözlerinin neleri içine almış olduğunu belirteyim. Ben zannediyorum ki, Padişahımız..."
Ben, derhal Kerim Paşa'nın devam etmesine fırsat vermeden şunu yazdırdım:
"Kerim Paşa Hazretleri, gereğinden fazla açıklama yapmak, her ikimizi de asıl gayeden uzaklaştırılabilir. Bir de Padişah'ın bildirisinin yorumları ile fazla uğraşmanın yararı yoktur. Rica ederim asıl konu üzerinde görüşelim."
Kerim Paşa cevap verdi:
"Asıl konu üzerinde görüşeceğiz, İzin verirseniz devam edelim efendim."
Ben; "Rica ederim en son söz ve teklif üzerinde anlaşalım," dedim. Kerim Paşa "Evet, oraya geleceğiz efendim."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro