İkinci Kitap | Yedinci Bölüm
Ertesi gün saat sekizde hizmetçinin panjurları açışı Catherine'i kendine getiren ilk ses oldu; hiç kapadım mı diye merak ederek gözlerini eşyalara neşeyle açtı; ateşi çoktan yakılmıştı ve gecenin fırtınasını parlak bir sabah takip etmişti. Yaşadığının ayırdına varır varmaz aklı elyazmasına gitti; hizmetçinin odadan çıkmasıyla yataktan fırlaması bir oldu; yere düşürdüğünde rulodan dağılan bütün kâğıtları bir heves topladı ve onları yastığının üstünde okuma lüksünü tatmak için tekrar yatağına seğirtti. Şimdi açıkça görüyordu, kitaplarda onu ürperten kapsamlı şeyler kadar uzun bir yazı beklememeliydi, çünkü birbirleriyle ilişkisiz ufak kâğıtlardan oluşan rulo bir bütün olarak önemsiz boyuttaydı ve ilk başta sandığından çok daha küçüktü.
Aç gözleri hızla bir sayfayı taradı. Anlamaya başladı. Mümkün olabilir miydi, yoksa gözleri mi onu yanıltıyordu? Yatak takımları envanteri, kaba saba modern harflerle yazılmış, topu topu bu! Gördüğüne inanacaksa, elinde bir çamaşır yıkama makbuzu tutuyordu. Bir başka kâğıt aldı ve ufak tefek değişikliklerle aynı yazıları gördü; bir üçüncü, dördüncü ve beşinci kâğıtta da yeni bir şey yoktu. Gömlek, çorap, kravat, yelek her birinden ona baktılar. Aynı elden çıkmış iki başka kâğıt hiç de daha ilgi çekici olmayan bir masrafı harflerle belirtiyordu, saç pudrası, ayakkabı bağcığı ve pantalon temizleyicisi. Ötekileri kuşatan büyük kâğıt, eğri büğrü ilk satırına bakılırsa... "Doru kısrağın lapası," nalbant makbuzuydu! İçini beklenti ve ürpertiyle doldurmuş, onu gece uykusunun yarısından etmiş kâğıt destesi buydu işte (sonradan tahmin ettiğine göre bir hizmetçinin ihmali nedeniyle orada kalmıştı)! Kendini küçük düşmüş hissetti. Sandık macerasından dersini alamaz mıydı? Sandığın gözüne takılan bir köşesi onu hor görürcesine yükseliyor gibiydi. Son hayallerinin saçmalığı apaçıktı. Kuşaklar öncesine ait bir elyazmasının böyle modern, böyle yaşanan bir odada keşfedilmemiş kalmasını beklemek! Ya da bir dolabın kilidini açma becerisine sahip ilk kişi olmayı... hem de anahtarı üstündeyken!
Kendini nasıl böyle inandırmış olabilirdi? Ya Henry Tilney bu aptallığını öğrenirse! Üstelik bunlar büyük ölçüde onun işiydi, çünkü dolap tıpatıp onun anlattığı maceralardaki gibi olmasa en ufak bir merak duymazdı. Bu aklına gelen tek teselli oldu. Aptallığının bu kahrolası kanıtlarından, yatağa dağılmış bu sefil kâğıtlardan kurtulmak için hemen kalktı, onu kendi gözünden bile düşürecek başka bir beklenmedik raslantının onları tekrar ortaya çıkarmamasını içtenlikle dileyerek, kâğıtları olabildiğince önceki şekilde katlayıp dolaptaki aynı yere geri koydu.
Ne var ki kilitlerinin o kadar zor açılmış olmasında hâlâ dikkat çekici bir şey vardı, çünkü şimdi gayet rahat oynatabiliyordu. Bunda kesinlikle esrarlı bir şey vardı ve yarım dakika kadar bu cezbedici düşünceye kapıldı, ta ki kapağın önce kilitlenmemiş olduğu ve kendisi tarafından kapatılmış olma ihtimali aklına gelinceye ve yüzünü bir kez daha kızartıncaya kadar.
Davranışlarının can sıkıcı düşüncelere yol açtığı odadan elinden geldiğince çabuk çıktı ve olanca hızıyla kahvaltı salonuna giden, önceki akşam Miss Tilney'nin gösterdiği yolu buldu. Henry salonda yalnızdı; Henry'nin ilk dileği fırtınadan rahatsız olmamış olmasıydı, ki bunda içinde bulundukları binanın karakteriyle ilgili rahatsız edici, hınzır bir gönderme vardı. Zaafından hayatta şüphelenilsin istemezdi; yine de yalan söylemeyi pek beceremediği için rüzgârın onu biraz uyutmadığını kabul etmek zorunda kaldı. "Ama sonra harikulade bir sabah bulduk," diye ekledi, konudan kurtulmak isteyerek, "fırtına da uykusuzluk da geçip gidiyor. Ne güzel sümbüller! Sümbülleri sevmeyi yeni öğrendim."
"Nasıl öğrenmiş olabilirsiniz? Kazaen mi ikna olarak mı?"
"Kız kardeşiniz öğretti, nasıl olduğunu bilmiyorum. Mrs. Allen her yıl bana bunları sevdirmeye çalışırdı, ama hiç sevemedim, ta ki geçen gün Milsom caddesinde görene kadar; oldum olası çiçeklere karşı kayıtsızımdır."
"Ama şimdi sümbülü seviyorsunuz. Gayet iyi. Yeni bir haz kaynağı kazandınız, mutluluğa olabildiğince çok yerden tutunmak iyidir. Ayrıca sizin cinsinizde çiçek zevkine sahip olmak arzu edilir bir şeydir, açık havaya çıkma aracıdır, başka türlü yapmayacağınız egzersizi sık sık yapmanızı sağlar. Sümbül sevgisi gerçi ev içiyle ilgilidir biraz, ama kimbilir, bu duygu yerleşince zamanla gülü sevmeye de başlayabilirsiniz."
"Ama dışarı çıkmak için böyle bir uğraşı istemem. Yürümenin ve temiz hava almanın zevki benim için yeterli; hava güzel olunca vaktimin yarısından çoğunu dışarıda geçiririm. Hiç içeri girmiyorsun der annem."
"Neyse işte, sümbül sevmeyi öğrenmiş olmanıza sevindim. Önemli olan sevmeyi öğrenme alışkanlığı; öğretilebilir bir tabiata sahip olmak bir hanım için büyük bir meziyettir. Peki kız kardeşimin öğretme şekli hoşunuza gitti mi?"
Catherine generalin girişiyle cevap verme rahatsızlığını yaşamaktan kurtuldu; generalin gülümseyen iltifatları mutlu bir ruh hali içinde olduğunu gösteriyordu, ama erken kalkmaya ilişkin nazik iması Catherine'in içini açmadı.
Masaya oturdukları zaman kahvaltı takımının zarafeti Catherine'in gözünden kaçacak gibi değildi; belli ki bu da generalin seçimiydi. Catherine zevkini methedince mest oldu, narin ve sade olduklarını, yerli imalatı desteklemeyi doğru bulduğunu ifade etti; kendi adına, ki pek öyle seçici bir damağı yoktu, Dresden ya da Séve'den ziyade Staffordshire kili çaya ayrı bir lezzet katıyordu. Ama bu gayet eski bir takımdı, iki sene önce alınmıştı. O zamandan beri imalat hayli ilerlemişti; şehre son gittiğinde bazı güzel örnekler görmüştü ve o tür gösteriş merakından yoksun olmasa yeni bir takım sipariş vermesi işten bile değildi. Mamafih yakında yeni bir takım seçme fırsatı olabilirdi... kendisi için değilse bile. Catherine muhtemelen toplulukta onu anlamayan tek kişiydi.
Kahvaltıdan hemen sonra Henry onlardan ayrılıp Woodston'a gitti; işleri onu iki üç gün orada tutacaktı. Hepsi hole geçip atına binmesini seyrettiler, kahvaltı odasına döndükleri zaman Catherine onu son bir kez görebilmek umuduyla pencereye yürüdü. General, "Bu gidiş ağabeyine biraz ağır geldi," diye tespitte bulundu Eleanor'a. "Woodston bugün gözüne kasvetli görünecek."
"Güzel bir yer mi?" dedi Catherine.
"Ne diyorsun Eleanor? Fikrini söyle, hanımlar erkekler konusunda olduğu kadar yer konusunda da hanımların zevkini iyi bilirler. Sanırım en tarafsız göz bile birçok özelliği olduğunu kabul edecektir. Ev güney doğuya bakan güzel otlakların ortasında, aynı yöne bakan mükemmel bir mutfak bahçesi var; çevre duvarlarını on yıl kadar önce bizzat yaptırdım ve oğlum kullansın diye hayvanlarını aldım. Orası bir aile çiftliği Miss Morland; mülkü bana ait olduğu için kötü bir çiftlik olmasına izin vermeyeceğimden emin olabilirsiniz. Henry'nin geliri sadece bu çiftliğe bağlı olsa bile durumu hiç de fena olmaz. Sadece iki küçük çocuğum olduğu için ona bir meslek gerektiğini düşünmem garip görünebilir; tabii bazen hepimizin onun iş bağlarından kurtulmuş olmasını istediğimiz oluyor. Her ne kadar siz hanımları ikna edemesem de, eminim babanız Miss Morland her delikanlıya bir meslek edindirmeyi yerinde bulmak konusunda benimle aynı fikirde olurdu. Para hiçbir şeydir, bir hedef değildir, aslolan meslektir. Büyük oğlum Frederick bile, görüyorsunuz, vilayetteki her toprak sahibi kadar ciddi bir mülkü miras alacak olduğu halde bir meslek sahibidir."
Bu son düşüncenin yarattığı etki beklentilerini karşıladı. Hanımefendinin sessizliği düşüncenin karşı çıkılamaz olduğunu kanıtlıyordu.
Önceki akşam ona evi gezdirmek konusunda bir şey söylenmişti, şimdi de general kendini onun rehberi olarak öneriyordu; Catherine sadece kızının eşliğinde evi gezmeyi umut etmiş olsa da bu kendi içinde her açıdan hatırı sayılır önemde bir teklifti ve memnuniyetle kabul edilmeliydi; manastıra geleli on sekiz saat olduğu halde henüz sadece birkaç odasını görmüştü. Öylesine ortaya çıkarılmış örgü kutusu neşeli bir aceleyle kapatıldı ve Catherine bir anda ona katılmaya hazır hale geldi. "Evi dolaştıktan sonra kendisine asıl zevki, ona fundalıklarda ve bahçede eşlik etme zevkini de kendine vaat ediyordu." Catherine bir reveransla onay verdi. "Ama belki ilk önce bunları yapmak daha çok hoşuna giderdi. Hava henüz güzeldi ve yılın bu zamanında ne kadar böyle devam edeceği hiç belli olmazdı. Hangisini tercih ederdi? Kendisi her ikisi için de hizmetindeydi. Peki kızı arkadaşının gönlüne en çok neyin uyacağı konusunda ne düşünüyordu? Ama herhalde kendisi tahmin edebilirdi. Evet, Miss Morland'ın gözlerinde mevcut gülümseyen havadan istifade etmek için kesinlikle güçlü bir istek okuyordu. Zaten o ne zaman yanlış bir karar vermişti ki? Manastır nasılsa her zaman kuru ve emniyetliydi. Sorgusuz sualsiz bu fikri kabul ediyordu ve şapkasını alıp hemen onlara katılacaktı." Odadan çıktı; Catherine hayal kırıklığına uğramış, endişeli bir yüzle onu memnun etme yolunda yanlış bir fikir edinip kendi iradesine karşı onları dışarı çıkaracak olmasından duyduğu hoşnutsuzluktan bahsetmeye başladı, ama Miss Tilney bir anlık bir kararsızlıktan sonra onu susturdu: "Sanırım hava güzelken yürüyüşe çıkmak en akıllıcası olacak; babam adına huzursuz olmayın, o her zaman günün bu saati yürüyüşe çıkar."
Catherine bunu nasıl yorumlaması gerektiğini anlayamadı. Miss Tilney niye rahatsız oluyordu? General ona manastırı gezdirmeye isteksiz olabilir miydi? Teklifi yapan kendisiydi. Her zaman bu kadar erken saatte yürüyüş yapması da garip değil miydi? Ne babası ne de Mr. Allen öyle yapardı. Elbette fikir çok cazipti. Evi görmek için iyice sabırsızlanıyordu ama bahçeyi görmek hiç de umurunda değildi. Keşke Henry de onlarla olsaydı! Şimdi gördüğü zaman neyin pitoresk olduğunu anlayamayacaktı. Düşünceleri bunlardı ama kendine sakladı ve sabırlı bir sıkıntı içinde şapkasını giydi.
Bununla beraber çayırdan ilk kez görünce manastırın ihtişamından beklentisinin ötesinde çarpıldı. Bütün bina geniş bir avluyu çevreliyordu; avlunun iki yanı gotik süslerle zenginleşmiş, hayran olunmayı bekleyerek öne çıkıyordu. Diğer taraflar eski ağaç tepecikleriyle ya da gözalıcı ekin alanlarıyla kaplıydı; binaya siper olacak şekilde arkadan yükselen dik yamaçlı ağaçlık tepeler yapraksız mart ayında bile güzeldi. Catherine buna benzer bir şey görmemişti; duyduğu haz öyle güçlüydü ki daha büyük bir uzman beklemeden cesurca hayranlık ve övgülerini ifade etmeye koyuldu. General onu onaylayan bir memnuniyetle dinledi; sanki kendisi Northanger'a paha biçmek için o ana kadar beklemişti.
Hayran olma sırası mutfak bahçesine geldi; general korunun küçük bir bölümünden geçerek onu oraya götürdü.
Bahçenin kaç dönüm olduğunu Catherine kederlenmeden dinleyemedi, çünkü Mr. Allen'ın bütün bahçesinin, ayrıca kilise bahçesi ve meyve bahçesi dahil olmak üzere babasının bahçesinin de iki katından fazlaydı. Duvarlar ölçülemeyecek gibi sonsuz uzunlukta görünüyordu; aralarında bir seralar köyü yükseliyor ve bütün köylü içlerinde çalışıyor gibiydi. Catherine'in neredeyse bariz bir şekilde daha önce böyle bir bahçe görmediğini söyleyen şaşkın bakışları generalin gururunu okşadı, hatta az sonra Catherine'i bunları sesli olarak da söylemeye zorladı; sonra "kendisinin o tür bir hırsı olmadığını... bahçeyi pek umursamadığını... krallıkta rakipsiz olduğunu sanmadığını alçakgönüllülükle kabul etti. Bir hobisi olsaydı eğer, o da bu olurdu. Bahçeleri severdi. Yeme içme meselelerine ilgisiz olsa da iyi meyveyi severdi... yani o sevmese de arkadaşları ve çocuklar severdi. Mamafih böyle bir bahçenin büyük sıkıntıları oluyordu. Ne kadar özen gösterilirse gösterilsin her zaman en değerli meyveleri almanın garantisi yoktu. Ananas serası geçen yıl sadece yüz meyve vermişti. Kanısınca Mr. Allen da bu dertleri onun kadar iyi bilirdi."
"Yo, hiç değil. Mr. Allen bahçeyle ilgilenmez, bahçeye adımını bile atmaz."
General kendinden memnun oluşun muzaffer bir gülümseyişiyle keşke kendisi de öyle yapabilseydi diye hayıflandı, çünkü o ne zaman bahçesine girse hayallerine yetişemediği için hep o ya da bu şekilde can sıkıntısı duyardı.
Seralara girerken özelliklerini anlatarak, "Mr. Allen'ın kademeli seraları nasıldı?" dedi.
"Mr. Allen'ın bir tek serası vardı, onu Mrs. Allen kış sebzeleri için kullanıyordu, arada bir de yangın çıkıyordu."
"İşte mutlu bir adam!" dedi general çok mutlu bir küçümseme bakışıyla.
Catherine görmekten ve hayran olmaktan cidden bezgin düşünceye kadar onu her bölüme götürdü, her duvarın altından geçirdi, sonunda kızların dış bir kapıyı kullanma isteğini görünce çay serasının etrafında yaptığı son değişikliklerin etkisini inceleme isteğini dile getirerek, eğer Miss Morland yorgun değilse yürüyüşlerini o yana uzatmanın hiç de fena fikir olmayacağını söyledi. "Ama nereye gidiyorsun Eleanor? Niye o soğuk, ıslak patikayı seçiyorsun? Miss Morland ıslanacak. En iyi yol korudan geçmek."
"Bu en sevdiğim yol," dedi Miss Tilney, "ayrıca hep en iyi, en yakın yol olduğunu düşünürüm. Ama ıslak olabilir."
Burası sık bir İskoç incirleri korusundan geçen dar kıvrımlı bir patikaydı; korunun loş görüntüsünden etkilenen ve girmek için sabırsızlanan Catherine'i generalin itirazı bile devam etmekten alıkoyamazdı. General onun eğilimini sezdi, sağlık endişesini boş yere tekrar öne sürdü, baktı olmuyor, daha fazla karşı çıkmama nezaketini gösterdi. Ama onlara eşlik edemeyeceği için af diledi: "Ona keyif vermeye yetecek kadar güneş ışığı yoktu, onlarla başka bir yolda buluşurdu." Döndü gitti ve Catherine bu ayrılığın kendisini nasıl ferahlattığını şaşkınlıkla gördü. Yine de şaşkınlık ferahlıktan daha az gerçek olduğu için canını acıtmadı; korunun esinlediği keyifli melankolinin rahatlığı içinde konuşmaya başladı.
"Burayı bilhassa seviyorum," dedi arkadaşı iç çekerek. "Annemin en sevdiği yürüyüş yoluydu."
Catherine ailede daha önce Mrs. Tilney'den bahsedildiğini duymamıştı; bu sevecen anı ilgisini çekti ve ilgisi değişen yüzüne yansıdı; dikkatli bir sessizlikle devamını duymayı bekledi.
"Burada onunla öyle çok yürürdüm ki!" diye ekledi Eleanor, "gerçi o zaman sevmezdim, ama o zamandan beri seviyorum. O sıralar burayı seçmiş olmasına şaşırırdım. Ama anısı burayı değerli kılıyor."
"Kocası için de," diye akıl yürüttü Catherine, "değerli kılması gerekmez mi? Ama general buraya adımını bile atmıyor." Miss Tilney sessizce devam ederken Catherine bir şey daha söyleme cesareti gösterdi, "Ölümü büyük üzüntü olmuştur!"
"Büyük ve artan bir üzüntü," diye cevapladı öteki, alçak sesle. "Daha on üç yaşındaydım; acımı o kadar genç birinin hissedebileceği kadar güçlü hissettim, ama o zaman kaybın ne olduğunu bilmiyordum, bilemezdim." Bir an durdu, sonra büyük bir metanetle devam etti, "Kız kardeşim yok, biliyorsun... gerçi Henry... ağabeylerim sevgi dolular, Henry de çoğu zaman burada, bunun için ona minnettarım, ama sık sık yalnız kalmamam imkânsız."
"Onu çok özlüyor olmalısın."
"Bir anne her zaman yanı başında olur. Bir anne sadık bir dost olur; etkisi her şeyin ötesinde olur."
"Hoş bir kadın mıydı? Güzel miydi? Manastırda resmi var mı? Peki bu koruyu niye o kadar çok seviyordu? Kederli olduğundan mı?" Bu sorular merakla ağzından döküldü... ilk üçü hemen olumlu cevap aldı, diğer ikisi geçiştirildi; Catherine'in merhum Mrs. Tilney'ye duyduğu ilgi cevaplanmış olsun olmasın her soruyla daha da arttı. Evliliğinde mutsuz olduğuna inanmış bulunuyordu. General kesinlikle kaba saba bir koca olmuştu. Kadının yürümesinden hoşlanmıyordu: Peki kadını sevmiş olabilir miydi? Ayrıca yakışıklı adamdı ama yüz hatlarının kıvrımlarında karısına iyi davranmadığını söyleyen bir şey vardı.
"Resmi, herhalde," kendi amansız sorgu sanatından yüzü kızararak, "babanın odasında asılıdır."
"Hayır, oturma odası için yapılmıştı; ama babam tabloyu beğenmediği için bir süre ortada kaldı. Ölümünden hemen sonra ben kendime aldım, yatak odama astım... sana memnuniyetle gösteririm; ona çok benziyor." İşte bir başka kanıt. Ölen bir eşin ona çok benzeyen portresi... kocasının umurunda olmamış! Kadına çok çok zalim davranmış olmalıydı!
Catherine generalin tüm dikkatine rağmen daha önce uyandırmış olduğu duyguların doğasını daha fazla inkâr etmeye çalışmadı; daha önce korku ve hoşnutsuzluk olan şey şimdi mutlak tiksintiydi. Evet, tiksinti! Öyle güzel bir kadına yaptığı zalimlik ona iğrenç geliyordu. Böyle kişileri sık sık okumuştu; Mr. Allen'ın gayritabii ve mübalağalı dediği kişiler; ama işte aksinin ispatı vardı.
Bu meseleyi halletmişti ki yolun sonu onları generalle yüz yüze getirdi ve tüm erdemli isyanına rağmen yine onunla birlikte yürümek, onu dinlemek ve hatta o gülümsediği zaman gülümsemek zorunda kaldı. Bununla beraber çevredeki nesnelerden artık zevk alabilecek halde olmadığı için yorgun ve bezgin yürümeye başladı; general bunu gördü ve sağlığı için endişelenip, ama sanki hakkındaki fikirleri için Catherine'i kınıyormuş gibi, kızıyla birlikte eve dönmesinde ısrar etti. O da çeyrek saat sonra arkalarından gelecekti. Tekrar ayrıldılar... ama Eleanor yarım dakika sonra geri çağrıldı ve o dönene kadar arkadaşını manastırda dolaştırmaması için sıkı bir emir aldı. Bu kadar çok istediği bir şeyi ertelemek için bir kez daha o kadar gayret sarf etmesi Catherine'e pek mânidar geldi.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro