İkinci Kitap | On Üçüncü Bölüm
Bundan hemen sonra general bir haftalığına Londra'ya gitmek zorunda kaldı; herhangi bir mecburiyetin onu bir saatliğine bile Miss Morland'ın arkadaşlığından ayırmasına içtenlikle hayıflanarak, yokluğunda onun rahat etmesini ve eğlenmesini sağlamanın temel gayeleri olmasını çocuklarına sıkı sıkı tembih ederek Northanger'dan ayrıldı. Gidişi Catherine'e bir kaybın bazen bir kazanç olabileceğini yolundaki ilk deneysel inancını verdi. Şimdi vakit geçirirkenki mutlulukları, içlerinden gelen meşgaleler bulmaları, attıkları her kahkaha, rahatlık ve neşe sahnesine dönüşen her yemek, istedikleri yere istedikleri zaman yürümek, her saatlerinin, her zevk ve yorgunluklarının kendi gönüllerine göre olması ona generalin varlığının getirdiği kısıtlamayı hatırlatıyor ve şimdi bundan kurtulmuş olmanın ne büyük nimet olduğunu hissettiriyordu. Bu rahatlık, bu keyif mekânı ve insanları her gün daha çok sevmesini sağladı; yakında birini terk etmek zorunda kalacağı korkusu ve onun tarafından aynı ölçüde sevilmeyeceği düşüncesi olmasa her günün her anında alabildiğine mutlu olurdu; ama şimdi ziyaretinin dördüncü haftasındaydı, general eve dönünceye kadar dördüncü hafta bitmiş olacaktı ve belki daha fazla kalması yakışıksız görünebilecekti. Ne zaman aklına gelse buna üzülüyordu; aklındaki böyle bir ağırlıktan kurtulmak için konuyu hemen Eleanor'la konuşmaya, gitmeyi teklif etmeye ve teklifinin karşılaşacağı davranışa göre hareket etmeye karar verdi.
Kendine fazla zaman verirse bu denli zor bir konuyu gündeme getirmekte zorlanabileceğini düşünerek, Eleanor'la yalnız kaldığı ilk fırsatı aniden değerlendirdi ve Eleanor bambaşka bir konuyla ilgili konuşmasının ortasındayken çok yakında gitmek zorunda olduğunu söylemeye başladı. Eleanor baktı ve çok üzüldüğünü söyledi. "Çok daha uzun bir süre arkadaşlığının zevkini tatmayı umut etmişti... (belki kendi dilekleri yüzünden) çok daha uzun bir misafirliğin vaat edildiği inancındaydı... Orada olmasının onlara verdiği mutluluğu bilseler Mr. ve Mrs. Morland'ın dönüşünü çabuklaştırmayacak kadar cömert olacaklarını düşünüyordu." Catherine izah etti. "Bu konuda babasıyla annesinin acelesi yoktu. Yeter ki o mutlu olsun, onların tek istedikleri buydu."
"O halde sorabilir miydi, onlardan ayrılmakta neden o kadar acele ediyordu?"
"Çünkü oraya geleli çok olmuştu."
"Peki, bu kelimeyi kullanabiliyorsan eğer, sana da fazla ısrar edemem. Madem çok oldu diyorsun..."
"Yo hayır, demiyorum. Kendi adıma seninle bir o kadar daha kalırım." Hemen karar verildi, o zamana kadar bir daha onlardan ayrılmayı aklına bile getirmeyecekti. Bu rahatsızlık unsuru böyle hoş bir şekilde aradan çıkarıldıktan sonra diğerinin etkisi de aynı şekilde azaldı. Eleanor'un ona kalması için ısrar edişindeki nezaket, samimiyet, kalmaya karar verdiği söylenince Henry'nin yüzündeki sevinçli ifade, hepsi onlar nezdindeki öneminin tatlı kanıtlarıydı ve ona sadece insan aklının dert etmeden duramayacağı ölçüde kuruntular bıraktı. Henry'nin onu sevdiğine inanıyordu... hemen her zaman inanmıştı, babasıyla kız kardeşinin onu sevdiklerine ve yanlarında olsun istediklerine de inanıyordu; bunca inançtan sonra kuşku ve endişeleri sadece işgüzar hassasiyetlerden ibaretti.
Henry babasının Londra'da bulunduğu süre içinde Northanger'da kalma talimatına çok fazla uyamayacaktı, Woodston'daki yardımcısının işleri onu cumartesi günü birkaç geceliğine onlardan ayrılmak zorunda bıraktı. Onsuz kalmak artık generalin evde olduğu zamanki gibi değildi; neşelerini azalttı, ama huzurlarını bozmadı; iki kız ortak meşgaleler bularak, yakınlıklarını ilerleterek öyle kendi kendilerine yettiklerini gördükler ki Henry'nin gittiği gün yemek odasından çıkmaları manastır için geç bir vakit sayılabilecek olan saat on biri bulmuştu. Merdivenin başına ancak gelmişlerdi ki duvarların kalınlığının izin verdiği kadarıyla bir arabanın kapıya geldiğini tahmin ettiler, hemen arkasından da zilin gürültüyle çalınması tahminlerini doğru çıkardı. İlk şaşkınlık geçtikten sonra Eleanor, "Aman Tanrım! Mesele nedir acaba?" diyerek hemen gelenin büyük ağabeyi olduğuna karar verdi, gelişi bu kadar zamansız değilse de her zaman ani olurdu, aceleyle onu karşılamaya indi.
Catherine kendini elinden geldiğince Yüzbaşı Tilney'le daha yakından tanışmaya hazırlayarak, davranışlarının onda yaratmış olduğu huzursuzluğun kötü izlenimlere, o ana kadar kendisini hoş karşılamayacak kadar züppe biri olduğu, en azından karşılaşmalarını daha da acı verici kılacak bu şartlar altında karşılaşmamaları gerektiği inancına karşı kendini rahatlatmaya çalışarak odasına yürüdü. Miss Thorpe'dan bahsetmeyeceğini düşünüyordu; gerçekten de şimdiye kadar oynadığı rolden utanıyor olması gerektiği için böyle bir tehlike olamazdı, Bath'da olanlardan bahsetmekten kaçınıldığı sürece ona karşı medeni bir şekilde davranabileceğine inanıyordu. Bu düşünceler içinde zaman geçti; Eleanor'un onu gördüğüne o kadar sevinmesi elbette gözünde Yüzbaşı Tilney'nin itibarını artırıyordu; ona anlatacak da çok şeyi vardı besbelli, çünkü geleli neredeyse yarım saat olduğu halde Eleanor yukarı çıkmadı.
Tam o anda Catherine galeride ayak sesleri duyduğunu sandı ve devam etmesi için kulak kesildi; ama tek ses yoktu. Tam hata yaptığına inanacakken kapısına yakın hareket eden bir şeyin gürültüsü onu irkiltti; sanki biri eşiğe dayanmış gibiydi... hemen arkasından kilidin hafif bir hareketi üstünde bir el olması gerektiğini gösterdi. Birinin o kadar tedbirlice yaklaşıyor olduğu düşüncesiyle bir parça titredi; ama eften püften korku görüntülerine teslim olmamaya ya da işlek bir hayal gücü tarafından yanıltılmamaya artık kararlı olduğundan sakince gidip kapıyı açtı. Eleanor, sadece Eleanor, orada dikiliyordu. Catherine'in içi sadece bir anlığına rahatladı, çünkü Eleanor'un yüzü solgun, hali son derece telaşlıydı. Besbelli içeri girmek üzere gelmişti ama içeri girmek büyük bir çaba gerektiriyor, oradayken konuşmak ise daha da büyük bir çaba gerektiriyor gibiydi. Yüzbaşı Tilney yüzünden bir rahatsızlık çıktığını düşünen Catherine sadece sessiz bir dikkatle merakını ifade edebildi; onu oturmaya zorladı, lavanta suyuyla şakaklarını ovdu ve sevgi dolu bir endişeyle başında dikildi. "Sevgili Catherine, yapma... gerçekten..." oldu Eleanor'un ilk anlaşılabilir sözleri. "Ben gayet iyiyim. Bu kibarlık aklımı karıştırıyor... dayanamıyorum... sana korkunç bir görevle geldim!"
"Görev! Bana!"
"Sana nasıl söyleyeceğim! Ah nasıl söyleyeceğim!"
Şimdi Catherine'in aklına yeni bir düşünce geliyordu; arkadaşı gibi rengi solarak haykırdı, "Woodston'dan haber geldi!"
"Yanılıyorsun," diye karşılık verdi Eleanor ona şefkat dolu gözlerle bakarak... "Woodston'dan filan değil. Babamdan." Babasından bahsederken kekeledi, gözleri yere indi. Beklenmeyen dönüşü Catherine'in içini karartmaya yetti, birkaç saniye boyunca dünyada verilebilecek daha kötü bir haber olmadığını düşündü. Bir şey demedi; Eleanor kendini toparlamaya ve düzgünce konuşmaya çalıştı, ama az sonra gözleri hâlâ yerde olduğu halde devam etti. "Yerine getirmek zorunda olduğum görev için hakkımda kötü düşünmeyecek kadar iyisin, biliyorum. Gerçekten son derece gönülsüz bir elçiyim. Son olanlardan, aramızda son karar verdiğimiz şeyden sonra... ne kadar mutluluk vericiydi benim için, ne kadar müteşekkir oldum!.. istediğim gibi daha haftalarca burada kalmaya devam etmen konusunda, nezaketinin kabul edilmediğini sana nasıl söyleyebilirim... arkadaşlığının şimdiye kadar bize verdiği mutluluğun karşılığında... ama böylesi sözleri beceremem. Sevgili Catherine, ayrılmak zorundayız. Babam daha önce verdiği bir sözü hatırlamış, pazartesi günü bütün ailenin buradan gitmesi gerekiyor. Hereford yakınlarına, Lord Longtown'ın oraya gidiyoruz. Açıklama yapmak da özür dilemek de aynı ölçüde imkânsız. İkisine de kalkışmayacağım."
"Sevgili Eleanor," diye haykırdı Catherine duygularını elinden geldiğince saklamaya çalışarak, "bu kadar sıkılma. Daha önce verilmiş bir söz sonraki sözden daha önemlidir. Ayrılacağımız için çok çok üzgünüm... çok çabuk, çok ani oldu; gücenmedim, emin ol. Biliyorsun buradaki misafirliğime her an son verebilirim ve umarım sen bana gelirsin. Bu lordun oradan döndükten sonra Fullerton'a gelirsin değil mi?"
"Benim elimde değil ki Catherine."
"Elinden gelince gelirsin o halde."
Eleanor cevap vermedi; Catherine aklına daha çekici bir düşünce gelince yüksek sesle ekledi, "Pazartesi... pazartesi çok erken... hepiniz gidiyorsunuz. Ee, demek ki... ne zaman olsa giderim. Sizden önce gitmeme gerek yok. Sıkılma Eleanor, pazartesi de gidebilirim. Babamla annemin haberi olmaması o kadar da önemli değil. General yolun yarısına kadar benimle bir uşak gönderir eminim... sonra da hemen Salisbury'de olurum, oradan da ev zaten sadece dokuz mil uzakta."
"Ah Catherine! Keşke öyle karar verilmiş olsaydı, o zaman daha az katlanılmaz olurdu, gerçi o zaman bile sana verilmesi gerekenin sadece yarısını almış olurdun. Ama... sana nasıl söyleyebileceğim?.. Yarın sabah bizden ayrılman kararlaştırılmış, saat bile senin seçimine bırakılmamış; araba bile emredilmiş, saat yedide burada olacak, yanına da uşak verilmeyecek."
Catherine nefessiz, takatsiz oturdu. "Duyduğum zaman ben de kulaklarıma inanamadım; tümüyle hakkın olsa da şu an hissedebileceğin hiçbir can sıkıntısı, hiçbir güceniklik benimkinden daha büyük olamaz... ama benim hislerimden bahsetmemeliyim. Ah keşke hafifletici bir şeyler söyleyebilseydim! Aman Tanrım! Babanla annen ne diyecek! Seni gerçek dostlarının koruması altındayken aklını çelip evinden neredeyse iki kat uzağa getirdikten sonra evden atmak, hem de en basit medeniyet gereklerini bile yerine getirmeden! Sevgili, sevgili Catherine, böyle bir haberin elçisi olduğum için kendimi bütün bu hakaretten ötürü suçlu görüyorum; yine de beni aklayacağına inanıyorum, çünkü bu evde sadece ismen evin hanımı olduğumu, gerçek gücümün hiç olduğunu görecek kadar kaldın."
"Generali gücendirdim mi?" dedi Catherine kekeleyerek.
"Ah nerede! Kızı olarak bütün duygularıma, bütün bilgilerime, bütün cevap verebileceklerime dayanarak söylüyorum, onu gücendirmiş olman mümkün değil. Son derece sinirlenmiş durumda, onu hiç daha sinirli görmemiştim. Zaten huzurlu bir adam değildir, şimdi de iyice dengesini bozacak bir şey olmuş; bir hayal kırıklığı, bir can sıkıntısı, her neyse şu an önemli gibi görünüyor; ama senin bir payın olduğunu aklıma bile getiremem, çünkü mümkün değil."
Catherine ızdırap içinde konuşmaya çalıştı, o da sadece Eleanor'un hatırı için. "Gerçekten," dedi, "generali gücendirdiysem özür dilerim. Bu hayatta bilerek yapacağım en son şeydir. Ama üzülme Eleanor. Bir söz verildiyse tutulmalı. Sadece daha önce hatırlanmadığı için üzgünüm, o zaman ben de eve yazabilirdim. Ama çok da önemli değil."
"Umarım, içtenlikle umarım ki emniyetin bakımından önemli değildir; ama başka her bakımdan son derece önemli; konfor, görüntü, adap, ailen, dünya âlem, her bakımdan. Dostların, Allenlar, Bath'da olsalardı onlarla nispeten daha rahat giderdin, birkaç saatte oraya varırdın; ama yetmiş millik bir yolculuk, posta arabasıyla, senin yaşında, refakatçisiz!"
"Olsun, yol bir şey değil. Yolu düşünme. Ayrılacaksak birkaç saat önce ya da sonra olmuş, fark etmez. Saat yediye kadar hazır olurum. Zamanı gelince haber versinler." Eleanor yalnız kalmak istediğini gördü; daha fazla konuşmamanın her ikisi için de daha iyi olacağına inanarak, "Sabahleyin görüşürüz," dedi ve yanından ayrıldı.
Catherine'in kabaran yüreğinin ferahlamaya ihtiyacı vardı. Eleanor'un yanında arkadaşlık ve gurur gözyaşlarını engellemişti, ama o gider gitmez gözyaşları sel gibi aktı. Evden kovulmak, hem de bu şekilde! Haklı çıkarabilecek hiçbir sebep olmadan, kabalığı, küstahlığı, hatta terbiyesizliği mazur gösterebilecek hiçbir özür olmadan. Henry uzakta... ona veda bile edemeden. Onunla ilgili her umut, her beklenti en hafif deyimiyle havada kalmış ve ne kadar süre için, o bile bilinmeden. Bir daha ne zaman karşılaşabileceklerini kim bilebilirdi? Bütün bunları yapan da General Tilney, öyle nazik, öyle görgülü ve o ana kadar ona öyle iyi davranmış biri! Akıl almaz olduğu kadar çıldırtıcı ve ızdırap vericiydi. Neden kaynaklandığı, nereye kadar gidebileceği de aynı derece anlaşılmaz ve korku verici düşüncelerdi. Hareketin yapılma tarzındaki büyük terbiyesizlik, ona uygun olup olmadığına bakmaksızın onu alelacele göndermek, seyahat zamanına ve şekline dair usulen bile tercih hakkı vermemek; iki günden en yakın olanı seçilmişti, onun da en erken saati, sanki sabahleyin Henry daha uyanmadan gitmiş olsun, Henry'nin onu görmesi bile mümkün olmasın istenmişti. Bütün bunlar maksatlı, açık bir hakaretten başka ne demek olabilirdi? Bir şekilde adamı kızdırmış olmalıydı. Eleanor onu böyle acı verici bir düşünceden korumak istemişti, ama Catherine hiçbir hatanın ya da talihsizliğin bunlarla hiçbir ilgisi olmayan ya da en azından ilgisi olması beklenemeyecek birine karşı böyle bir kötü niyet yaratabileceğine inanamıyordu.
Gece ağır geçti. Uyku ya da uyku denilebilecek bir uyuklama bile mümkün olmadı. Rahatsız hayal gücünün ilk gelişinde ona işkence ettiği oda bir kez daha huzursuz ruhların ve sıkıntılı dalgınlıkların sahnesi oldu. Ama şimdi sıkıntısının kaynağı o zamankinden ne kadar farklıydı... gerçeklik ve önem bakımından ne kadar üstündü! Endişesinin temeli gerçeklere, korkularının temeli ihtimallere dayanıyordu; aklı gerçek ve doğal kötülüğü düşünmekle o kadar meşgulken, durumunun yalnızlığını, odasının karanlığını, binanın eskiliğini, bütün bunları en ufak bir heyecan duymadan hissetti ve düşündü; rüzgâr sertti ve sık sık tuhaf sesler çıkarıyordu evin içinde, ama uyanık yatarken bunları saat saat merak ya da korku duymadan dinledi.
Saat altı olur olmaz ilgi göstermek ya da mümkünse yardım etmek için Eleanor odasına geldi, ama yapılacak pek bir şey kalmamıştı. Catherine oyalanmadı; hemen hemen giyinmiş, eşyalarını toplamıştı. Eleanor ortaya çıkınca generalden bir uzlaşı mesajı alma ihtimali aklına geldi. O öfkenin geçmesinden, pişmanlığın onun yerine gelmesinden daha doğal ne olabilirdi? Olup bitenlerden sonra ne zaman doğru dürüst bir özür alabileceğini bilmek istiyordu. Ama bunu bilmek şimdi bir işe yaramazdı, gerekli de değildi; uysallığa da gurura da halel gelmedi... Eleanor mesaj filan getirmedi. Karşılaştıkları zaman aralarında pek az şey geçti; ikisi de sessizliği daha güvenli buldular, yukarıda kaldıkları sürece pek az ve beylik sözler söylediler; Catherine bir telaş içinde giyinmeyi tamamladı, Eleanor da beceriden ziyade iyi niyetle sandığı doldurdu. Her şey tamamlanınca odadan çıktılar. Catherine iyi tanıdığı, değer verdiği eşyalara son bir veda bakışı atmak için arkadaşının arkasında bir an durdu, sonra kahvaltı odasına indi; kahvaltı hazırdı. Yemeye, kendisini ısrar ızdırabından korumaya, arkadaşını da rahat ettirmeye çalıştı; ama iştahı yoktu, boğazından pek bir şey geçmedi. Bununla o odadaki bir önceki kahvaltısı arasındaki fark ona yeni bir üzüntü verdi ve önündeki şeylere duyduğu isteksizliği artırdı. Aynı yemek için orada buluşmalarının üstünden yirmi dört saat geçmemişti ama şartlar ne kadar farklıydı! Ne denli neşeli bir rahatlıkla, sahte bir güven içinde olsa da ne kadar mutlu bakıyordu etrafına, mevcut her şeyden zevk alarak, Henry'nin bir günlüğüne Woodston'a gitmesi dışında gelecekten korkmadan! Ne mutlu bir kahvaltıydı! Henry oradaydı, Henry yanına oturmuş ve ona yardım etmişti. Kendisi gibi dalgın dalgın oturan arkadaşı da herhangi bir söz söyleyip dikkatini dağıtmadığı için uzun uzun bu düşüncelere daldı; arabanın gelişi onları irkilten ve şimdiki zamana geri çağıran ilk şey oldu. Arabayı görünce Catherine'in rengi attı; kendisine yapılan terbiyesizlik o anda büyük bir güçle aklına çöreklendi ve kısa bir süre tek hissedebildiği küskünlük oldu. Eleanor şimdi kararlı ve konuşkan bir hal almış gibiydi.
"Bana yazmalısın Catherine," diye haykırdı, "senden ilk fırsatta haber almam lazım. Sağ salim eve vardığını öğrenene kadar bir an bile rahat edemeyeceğim. Tüm risklere, tüm tehlikelere rağmen tek bir mektup için yalvarıyorum. Fullerton'da güvende olduğunu, ailenin iyi olduğunu bileyim, ne olur; sonra seninle mektuplaşma ricasında bulunabilinceye kadar daha fazlasını umut etmeyeceğim. Bana doğrudan Lord Longtown'a yaz ve rica etmek zorundayım, Alice rumuzuyla yaz."
"Hayır Eleanor, benden mektup almana izin yoksa eminim yazmasam daha iyi olur. Eve sağ salim varacağımdan şüphen olmasın."
Eleanor sadece şu cevabı verdi, "Duygularına şaşır-mıyorum. Seni kınamayacağım. Senden uzak kaldığım zaman sadece kalbinin iyiliğine güveniyor olacağım." Bu da yanı sıra gelen keder görüntüsüyle birleşince Catherine'in gururunu bir anda eritmeye yetti ve hemen dedi ki, "Ah Eleanor, elbette sana yazacağım."
Sözünü etmek can sıkıcı olsa da Miss Tilney'nin halletmek istediği bir nokta daha vardı. Evinden o kadar uzun süre ayrı kaldıktan sonra Catherine'in yol masraflarını karşılayacak parası kalmamış olabileceği aklına gelmişti; en nazik sözlerle bunu ima edince durumun tam da öyle olduğu ortaya çıktı. Catherine o ana kadar konuyu hiç düşünmemişti; ama cüzdanına bakınca, arkadaşının cömertliği olmasa evine dönme imkânından yoksun bir halde kapı dışarı edilmiş olacağını gördü; içine düşmüş olması gereken can sıkıntısı ikisinin de aklını meşgul ettiğinden kalan zamanları boyunca tek kelime etmediler. Neyse ki kısa bir zamandı. Az sonra arabanın hazır olduğu söylendi; Catherine hemen kalktı, uzun ve sevgi dolu bir kucaklaşma birbirlerine veda etmek için kelimelerin yerini aldı; hole girerlerken ikisinin de henüz söz etmedikleri kişinin adını anmadan evden çıkamayacağı için Catherine bir an durdu ve titreyen dudaklarla, belli belirsiz işitilen bir sesle, "orada bulunmayan arkadaşına içten selamlarını" bıraktı. Ama adına böyle yaklaşmak duygularına hâkim olma imkânını tümden ortadan kaldırdı ve yüzünü mendiliyle olabildiğince saklayarak holden dışarı koştu, arabaya atladı ve bir anda kapıdan uzaklaştırıldı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro