Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

İkinci Kitap | On Birinci Bölüm

Bu andan sonra konu üç genç tarafından sık sık ortaya getirildi; Catherine iki genç arkadaşının Isabella'nın mevki ve servet yoksunu olmasının ağabeyleriyle evlenmesinin önüne büyük zorluklar çıkardığını düşünmekte hemfikir olduklarını biraz şaşırarak gördü. Karakterine yapılabilecek itirazlardan ayrı olarak generalin sırf bu sebeple evliliğe karşı çıkacağına olan inançları Catherine'in duygularını belli bir korkuyla kendisine çevirdi. O da Isabella kadar önemsiz ve belki o kadar parasızdı; eğer Tilney mülkünün varisi kendi başına ihtişama ve servete sahip değilse küçük kardeşinin talepleri nereden karşılanacaktı? Bu tespitin yol açtığı acı verici düşünceler sadece generalin hem sözleriyle hem davranışlarıyla anlamasını sağladığı üzere, daha en baştan onda uyandıracak kadar şanslı olduğu o özel yakınlığa dayanılarak para konusunda birkaç kez ifade ettiği ve Catherine'e bu konudaki eğiliminin çocukları tarafından yanlış anlaşıldığını düşündüren en cömert ve çıkarsız duyguların bazılarını hatırlayarak giderilebilirdi.

İki kardeş ağabeylerinin babasının onayı için bizzat başvuracak cesareti bulamayacağına öylesine inanıyorlardı ki, Northanger'a o sıralar gelme ihtimalinin her zamankinden daha az olduğunu öyle sık söylediler ki Catherine aniden ayrılmasına gerek olmadığını düşünmeye başladı. Ama başvurusunu ne zaman yaparsa yapsın Yüzbaşı Tilney'nin babasına Isabella'nın davranışları hakkında doğru bir fikir vermesi beklenemeyeceği için, aklına Henry'nin bütün meseleyi generale olanca gerçekliğiyle anlatması, generalin bu şekilde ölçülü ve tarafsız bir fikir sahibi olmasının sağlanması ve itirazlarına mevki farkından daha adil bir zemin hazırlanması düşüncesi geldi. Bunu Henry'ye teklif etti, ama Henry bu tedbirin hiç de beklediği gibi üstüne atlamadı. "Hayır," dedi, "babamın elinin güçlendirilmesine gerek yok, Frederick'in aptallığını itiraf etmesinin önlenmesine de gerek yok. Kendi hikâyesini kendisi anlatmalı."

"Ama hikâyenin sadece yarısını anlatacak."

"Çeyreğini anlatsa bile yeter."

Bir iki gün geçti ama Yüzbaşı Tilney'den haber gelmedi. Kardeşleri ne düşüneceklerini bilemiyorlardı. Bazen sessizliğinin beklenen nişanının tabii sonucu olduğunu, bazen de sessizliğinin nişanla hiç uyuşmadığını düşünüyorlardı. Bu arada general her sabah Frederick'in mektup yazmamasına içerliyorduysa da onunla ilgili gerçek bir endişe duymaktan uzaktı ve Miss Morland'ın Northanger'da zamanını iyi geçirmesini sağlamaktan başka acil bir meselesi yokmuş gibi davranıyordu. Bu konuda sık sık rahatsızlığını dile getiriyor, her gün aynı insanlar ve aynı işlerle karşılaşmanın onu sıkacağından korkuyor, keşke Lady Fraserlar köyde olsalar diyor, ikide bir geniş bir akşam yemeği daveti vermekten söz ediyor, arada bir de civardaki dans edebilecek gençlerin sayısını hesaplamaya kalkıyordu. Ama o sıra yılın öylesine ölü bir zamanıydı ki ne bir yaban ördeği, ne de bir av vardı, Lady Fraserlar da köyde değildi. Sonunda bir sabah Henry'ye bir daha Woodston'a gittiği zaman bir gün ona baskın yapacaklarını ve koyun eti yiyeceklerini söyledi. Henry büyük bir onur duydu, çok mutlu oldu, Catherine de plandan pek hoşlandı. "Peki sizce bu zevki ne zaman umut edebilirim efendim? Pazartesi kilise cemaati toplantısına katılmak için Woodston'da olmalıyım, muhtemelen iki üç gün kalmam gerekecek."

"İşte o günlerin birinde şansımızı deneriz. Plan yapmaya lüzum yok. Sen işlerinden geri kalma. Evde ne varsa bize yeter. Eminim genç hanımlar bekâr sofrasına müsamaha gösterirler. Bakalım; pazartesi sen meşgul olacaksın, pazartesi gelmeyiz; salı ben meşgul olacağım. Sabahleyin sürveyanım Brockham'dan rapor getirecek, ondan sonra da kulübe gitmezsem nezakete sığmaz. İhmal edersem bir daha arkadaşlarımın yüzüne bakamam, çünkü köyde olduğumu bildikleri için büyük bir kabalık addedilir; komşularımı gücendirmemek âdetimdir Miss Morland, hele ufak bir zaman ve alaka yeterli olacaksa. Çok kıymetli bir insanlar grubu. Yılda iki kez Northanger'dan yarım geyik alırlar, ben de her fırsatta onlarla akşam yemeği yerim. Ama çarşamba günü Henry herhalde bizi bekleyebilirsin; erkenden sende oluruz ki bizi ağırlayacak zamanın olsun. Tahminen iki saat kırk beş dakikada Woodston'a varırız; saat ona kadar arabaya binmiş oluruz; demek ki çarşamba günü saat birden on beş dakika önce bizi bekleyebilirsin."

Catherine için bir balo bile bu küçük ziyaretten daha çekici olamazdı, Woodston'u görme arzusu o kadar güçlüydü; kalbi hâlâ neşeyle çarpıyordu ki Henry bir saat kadar sonra çizmelerini ve paltosunu giymiş olarak Catherine'le Eleanor'un oturdukları odaya girip şöyle dedi, "Hanımlar, bu dünyadaki zevklerimizin her zaman bedellerinin ödenmesi gerektiğini ve o zevkleri büyük zorlukla, hazır para yerine geçecek eldeki mutluluğu ödenmeme ihtimali bulunan vadeli bir senede feda ederek satın aldığımızı söylemek üzere, ahlaki bir amaçla buraya gelmiş bulunuyorum. Şu an bunun kanıtıyım. Sizleri çarşamba günü Woodston'da görme mutluluğunu umut edebilmek için kötü havanın ya da elli türlü başka sebebin engelleyebileceği endişesiyle planladığımdan iki gün önce, derhal yola çıkıyorum."

"Gidiyorsunuz!" dedi Catherine suratı asılarak, "Ama niye?"

"Niye mi! Bir de soruyorsunuz! Çünkü benim ihtiyar hizmetkârı korkudan delirtmek için bir dakika bile kaybetmemem lazım... çünkü gidip sizler için akşam yemeği hazırlayacağım."

"Yo! Ciddi olamazsınız!"

"Ciddi ve üzgünüm... çünkü kalmayı tercih ederdim."

"Ama generalin söylediklerinden sonra böyle bir şeyi nasıl düşünebilirsiniz? Bilhassa tembih etti kendinizi sıkmayın diye, ne olsa olur dedi."

Henry gülümsemekle yetindi. "Kız kardeşiniz ve benim adıma bunun gayet gereksiz olduğundan eminim. Öyle olduğunu biliyor olmalısınız; general de özel bir şey yapmamanızı önemle vurguladı... ayrıca o sözlerin yarısını bile söylemiş olsa evinde her zaman mükemmel yemekler yiyor, bir gün sıradan bir yemeğe oturmaktan ne çıkar ki."

"Keşke onun iyiliği için de kendi iyiliğim için de sizin gibi düşünebilseydim. Hoşçakalın. Yarın pazar Eleanor. Dönmeyeceğim."

Gitti; Catherine gitmesini kabul edemediyse de kendi yargılarından şüphe etmek Henry'ninkilerden şüphe etmekten daha kolay olduğu için az sonra haklı olması gerektiğine hükmetti. Ama generalin davranışının anlaşılmazlığı epeyce aklına takıldı. Yemek konusunda çok titiz olduğunu kendi gözlemleriyle zaten anlamıştı; ama niye öyle kesin bir şey deyip de başka bir şey kastetsin, akıl alır gibi değildi! İnsanları anlamak niye o kadar zordu? Babasının ne yapmaya çalıştığını Henry'den daha iyi kim anlayabilirdi?

Gelgelelim cumartesiden çarşambaya kadar Henry'siz olacaklardı. Her düşüncenin kederli sonu bu oluyordu: Yüzbaşı Tilney'nin mektubu elbette o yokken gelecekti, çarşamba günü de mutlaka yağmur yağacaktı. Geçmiş, bugün ve gelecek hepsi eşit ölçüde kasvetliydi. Ağabeyi gayet mutsuzdu, Isabella'yı kaybetmek kendisi için gayet ağırdı; Eleanor'un ruh hali her zaman Henry'nin varlığına bağlıydı! Onu oyalayacak ya da eğlendirecek ne vardı? Ormanlardan ve fundalıklardan bıkmıştı... her zaman pek tatlı ve pek kuruydular; manastır da artık onun için başka evlerden daha fazla bir şey ifade etmiyordu. Beslediği ve büyüttüğü aptallığı hatırlamanın acısı binayı düşünmenin uyandırdığı tek duyguydu. Tam bir devrim olmuştu düşüncelerinde! O ki bir manastır görmek için kıvranırdı! Şimdi onun için düzgün bir rahip lojmanının yapmacıksız rahatlığı kadar cazip bir yer yoktu, Fullerton gibi mesela, ama daha iyisi: Fullerton'ın kusurları vardı, ama Woodston'un muhtemelen yoktu. Çarşamba günü gelecek miydi!

Geldi, tam da en beklendiği zamanda. Hem de güzel bir gün olarak geldi ve Catherine havalara uçtu. Saat ona doğru dört atlı araba üçünü manastırdan aldı; yirmi millik yolun çoğunu rahat bir şekilde gittikten sonra büyük ve kalabalık bir köy olan, hoş bir konumdaki Woodston'a girdiler. Catherine köyü ne kadar tatlı bulduğunu söylemeye utandı, çünkü general arazinin düzlüğü ve köyün ölçüleri için özür dilemek gerektiğini düşünüyor gibiydi; ama Catherine içinden burayı bulunduğu her yere tercih edeceğini hissediyor, kulübe seviyesinin üstündeki her sevimli eve ve geçtikleri bütün küçük mumcu dükkânlarına büyük bir hayranlıkla bakıyordu. Rahip lojmanı köyün uzak ucunda ve diğer evlerden makul bir mesafede yeni inşa edilmiş, yarım daire bahçesi ve yeşil kapılarıyla oturaklı bir taş yapıydı, kapıya yaklaşırlarken Henry yalnızlığının arkadaşları olan iri bir Newfoundland yavrusu ve iki üç terrierle onları karşılayıp misafir etmeye hazırdı.

Eve girerken Catherine'in kafası çok doluydu, çünkü hem görecek hem de söyleyecek çok şey vardı; general ona fikrini soruncaya kadar içinde oturduğu oda hakkında pek az fikri vardı. O zaman etrafına bakınca bir anda dünyanın en rahat odası olduğunu fark etti, ama bunu söylemeyecek kadar tedbirliydi ve övgüsündeki soğukluk generali şaşırttı.

"Bizce burası iyi bir ev değil," dedi. "Tabii burayı Fullerton veya Northanger'la mukayese etmiyoruz. Burayı sade bir rahip lojmanı addediyoruz, ufak ve derli toplu, kabul, ama yeterli belki ve içinde yaşanabilir; hatta pek çoğundan hiç de aşağı değil, veya şöyle söylersek, kanaatimce İngiltere'deki pek az lojman buranın yarısı kadar iyidir. Doğru, geliştirilmeye ihtiyacı var. Aksini söylemek aklıma bile gelmez, makul olan her şey... belki bir pencere açılabilir... ne bileyim, laf aramızda, hayatta içime sinmeyen bir şey varsa o da sonradan eklenen penceredir."

Catherine bu konuşmayı anlayacak ya da acı çekecek kadar dinlemedi; Henry bir gayret yeni konular açıp sürdürdü, aynı anda da hizmetçi yiyecek içecek dolu bir tepsiyle içeri girdi ve general kısa sürede eski kendini beğenmişliğine, Catherine de her zamanki rahat ruh haline döndü.

Sözkonusu oda genişti, oranları iyiydi ve yemek salonu olarak güzel döşenmişti; evi gezmek için odadan çıktıkları zaman Catherine'e önce evin sahibine ait olan ve o ziyaret için olağanüstü derlenip toplanmış daha küçük bir daire, sonra henüz döşenmemiş olsa da Catherine'in generali memnun edecek kadar beğendiği, oturma odası olacak daire gösterildi. Odanın sevimli bir şekli vardı, pencereler yere kadar iniyordu ve sadece yeşil çayırları gösterse de manzara çok hoştu; Catherine hayranlığını o an duyduğu yalınlık içinde ifade etti. "Ah bu odayı neden döşemiyorsunuz, Mr. Tilney? Burayı döşememek ne yazık! Gördüğüm en tatlı oda, dünyanın en tatlı odası hatta!"

"Eminim," dedi general gayet tatmin olmuş bir gülümsemeyle, "tez elden dayanıp döşenecek; sadece bir hanımın zevkini bekliyor!"

"Burası benim evim olsaydı asla başka odada oturmazdım. Ah ne tatlı bir kulübe var ağaçların arasında... ve elma ağaçları! Burası evlerin en güzeli!"

"Sevdiniz ya... beğendiniz ya... yeter. Henry unutma, Robinson'la bunu konuşalım. Kulübe kalıyor."

Böyle bir iltifat Catherine'in aklını başına getirdi ve bir anda susturdu onu; her ne kadar general duvar kâğıdı ve perdede hangi rengi tercih ettiğini ona doğrudan sorduysa da bu konuda artık tek laf alamazdı Catherine'in ağzından. Bununla beraber yeni şeylerin, taze havanın etkisi bu rahatsız edici çağrışımları dağıtmaya yardımcı oldu; bir çayırın iki tarafındaki yürüyüş yolundan oluşan ve Henry'nin dehasının yarım yıl önce üstünde çalışmaya başladığı arazinin övünç kaynağı olan kısmına ulaşınca, bir köşede duran yeşil bir sıradan başka ortada tek bir ağaç olmadığı halde oranın hayatında gördüğü her yerden daha tatlı bir keyif alanı olduğunu söyleyecek kadar iyileşmişti.

Başka çayırlara yürümek, köyün içinden geçmek, bazı ilaveleri görmek için ahıra gitmek ve ikide bir yuvarlanıp duran yeni doğmuş köpek yavrularıyla tatlı tatlı oynamak derken saati dört ettiler ki Catherine daha üç olduğunu bile düşünmüyordu. Saat dörtte yemek yiyeceklerdi, altıda da yola çıkacaklardı. Hiçbir gün bu kadar çabuk geçmemişti!

Yemekte sofranın zenginliğinin generali zerrece etkilemediğine dikkat etmeden duramadı; aksine servis masasında bir de soğuk et aradı. Oğlunun ve kızının gözlemleri farklıydı. Onu kendisinin olmayan bir masada böyle iştahla yerken nadiren görmüşlerdi; erimiş tereyağına zeytinyağı katılmasının canını sıkmadığını ilk kez görüyorlardı.

Saat altıda general kahvesini içtikten sonra araba onları tekrar aldı; bütün ziyaret boyunca generalin davranışlarının genel havası öyle iltifat dolu olmuş, Catherine de onun beklentileri hakkında kendinden öyle emin bir hale gelmişti ki oğlunun isteklerinden de aynı ölçüde emin olabilse Woodston'dan ne zaman ve nasıl geri geleceği konusunda hiçbir endişe duymadan ayrılabilirdi.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro