İkinci Kitap | Altıncı Bölüm
Bir anlık bir bakış Catherine'i dairesinin hiç de Henry'nin onu korkutmaya çalıştığı gibi olmadığına inandırmaya yetti. Bir kere hiç de anlamsızca geniş değildi, ne duvar halıları ne de kadife vardı. Duvar kâğıt, yer halı kaplıydı; pencereler alt kattaki oturma odasının pencerelerinden ne daha iyi ne daha kötüydü, ne daha fazla ne daha az aydınlıktı; mobilya son moda değilse bile şık ve rahattı, odanın havası da kasvetli olmaktan uzaktı. Bu konuda içi rahatlayınca, gecikip generali kızdırmaktan çok korktuğu için ayrıntıları tek tek inceleyerek vakit kaybetmemeye karar verdi. Olanca acelesiyle alışkanlığını bir kenara bıraktı; elinin altında olsun diye arabanın koltuğunda gelen keten bohçanın iğnelerini çıkarmaya başlıyordu ki gözü ansızın şöminenin bir yanında, derin bir oyuk içinde duran iri, yüksek bir sandığa takıldı. Görüntü onu irkiltti; başka her şeyi unutup kımıltısız bir hayret içinde ona bakarak durdu ve aklından şu düşünceler geçti:
"Bu gerçekten tuhaf! Böyle bir görüntü beklemiyordum! Kocaman ağır bir sandık! İçinde ne olabilir acaba? Niye buraya konmuş? Bir de geriye itilmiş sanki görünmesin diye! İçine bakacağım... ne olursa olsun içine bakacağım... hem de tamamen... gün ışığında. Akşama kalırsam mumum söner." Yaklaşıp sandığı yakından inceledi: Sedir ağacından yapılmış, içi daha koyu bir ahşapla kaplanmıştı ve yerden bir ayak yükseklikte aynı ağaçtan oymalı bir kaide üstünde duruyordu. Kilidi gümüştendi, zamanla kararmıştı, her iki uçta belki garip bir şiddet sonucu zamansız kırılmış, yine gümüşten yapılma kulpların kırık dökük kalıntıları duruyordu, kapağın ortasında aynı metalden esrarlı bir arma vardı. Catherine kararlılıkla eğildi ama doğru dürüst hiçbir şey seçemedi. Hangi yönden bakarsa baksın son harfin T olduğuna inanamıyordu; yine de bu evde bunun başka bir şey olması hiç de azımsanmaz bir şaşkınlık yaratacak bir durumdu. Aslen onların değilse hangi garip olaylar neticesinde Tilney ailesinin eline düşmüş olabilirdi?
Korku dolu merakı her an büyüyordu; titreyen ellerle kilidin kulpunu kavradı, hiç olmazsa içinde ne olduğu konusundaki merakını gidermeye kararlıydı. Bir şeyler çabasına karşı koyuyor gibi zorlukla kapağı birkaç parmak kadar kaldırdı; ama o anda odanın kapısı aniden vurulunca irkildi, kulpu bıraktı ve korkulu bir telaşla kapağı kapadı. Zamansız ziyaretçi Miss Tilney'nin hizmetçisiydi, Miss Morland'a yardımcı olsun diye hanımı tarafından gönderilmişti; Catherine onu hemen reddettiyse de bu ona ne yapıyor olması gerektiğini hatırlattı ve az önceki esrarı çözme arzusuna rağmen daha fazla gecikmeksizin giyinmeye zorladı. Hızlı davranamadı, çünkü aklı ve gözleri hâlâ merak ve korku uyandıracak şekilde yerleştirilmiş nesnedeydi; ikinci bir girişimle vakit kaybetmeyi göze alamadıysa da sandıktan fazla uzak da duramadı. Sonunda bir kolunu elbisesine geçirip, makyajı da bitmiş görününce merakının sabırsızlığına kulak verebilirdi. Bir dakika ayırmak elbette mümkündü; öyle bir güçle yüklenecekti ki kapak eğer doğaüstü yollarla tutulmuyorsa anında açılmalıydı. Bu ruhla öne atıldı ve cesareti onu yanıltmadı. Kararlı çabası kapağı açtı ve şaşkın gözlerinin önüne sandığın dibinde sahipsizce yatan, katlanmış, beyaz ketenden bir yatak örtüsü çıktı!
Şaşkınlıktan yüzü kızarmış, yatak örtüsüne bakarken, arkadaşının hazırlanması için telaşlanan Miss Tilney odaya girdi ve birkaç dakika boyunca saçma bir beklenti duymuş olmanın artan utancına böyle boş bir araştırma üzerinde yakalanmanın utancı eklendi. "Garip bir sandık, değil mi?" dedi Miss Tilney, Catherine aceleyle sandığı kapar ve yüzünü pencereye dönerken. "Kaç kuşaktır burada olduğunu kimse bilmiyor. Bu odaya ne zaman kondu, onu da bilmiyorum ama taşıttırmadım, çünkü bazen şapka, bone filan koymaya yarar diye düşündüm. En kötü tarafı ağırlığı yüzünden açılmasının zor olması. Bu köşede hiç değilse ayakaltında olmuyor."
Catherine konuşacak halde değildi, bir yandan kızarıyor, elbisesinin kuşağını bağlıyor, bir yandan da hızlı hızlı akıllıca kararlar veriyordu. Miss Tilney nazikçe geç kalmaktan korktuğunu ima etti; çok da yersiz olmayan bir korkuyla yarım dakika içinde birlikte merdivenden aşağı koştular, çünkü General Tilney saati elinde, oturma odasında volta atıyordu ve tam girerlerken sertçe zili çekti ve "Yemek masada olsun, derhal!" diye emretti.
Catherine sesindeki vurguyla titredi; gayet ezik bir ruh hali içinde generalin çocukları için endişelenerek, eski sandıklara verip veriştirerek solgun ve soluksuz halde oturdu; general ona bakarken nezaketini tekrar kazandı ve geri kalan zamanı sevimli arkadaşını öyle ahmakça koşuşturduğu için kızını azarlayarak geçirdi: Kızcağız aceleden soluk soluğa kalmıştı, öyle aceleye ne lüzum vardı; ama Catherine arkadaşının azarlanması ve kendisinin de aptal durumuna düşmesinin çifte can sıkıntısını hep birden mutluluk içinde yemek masasına oturuncaya kadar üstünden atamadı; masada generalin yatıştırıcı gülücükleri ve kendisinin iştahı huzurunu yerine getirdi. Yemek salonu görkemli bir odaydı, kullanılmakta olandan çok daha geniş bir oturma odası boyutlarındaydı; lüks ve pahalı bir şekilde döşenmiş olduğu odanın genişliğinden ve hizmetçilerin sayısından başka pek az şey gören Catherine'in tecrübesiz gözlerinden kaçtı. Genişlik konusunda hayranlığını yüksek sesle ifade etti; general çok oturaklı bir ifadeyle hiç de fena ölçülerde olmadığını kabul etti, ayrıca bu konularda çoğu insan kadar dikkatsiz olsa da genişçe bir yemek odasını hayatın temel ihtiyaçlarından biri olarak gördüğünü itiraf etti; mamafih Catherine'in "Mr. Allenlarda çok daha iyi ölçülerdeki dairelere alışkın olması gerektiğini" tahmin ediyordu.
"Hayır, hiç değil," diye dürüstçe açıkladı Catherine, "Mr. Allen'ın yemek salonu buranın yarısı kadar bile değildi, hayatında hiç bu kadar geniş bir oda görmemişti." Generalin neşesi arttı. Böyle odaları olduğuna göre diye düşünüyordu, bunları kullanmamak basitlik olurdu; ama doğrusu onların yarı ölçüsündeki odalarda daha fazla konfor olabilirdi. Mr. Allen'ın evinin akılcı bir mutluluk için tam doğru ölçülerde olduğundan emindi.
Akşam başka bir rahatsızlık olmadan geçti; General Tilney'in arada bir ortadan kaybolduğu zamanlar bir hayli neşeliydi. Yalnız o varken Catherine yolculuğun yorgunluğunu az da olsa hissetti; o zaman bile, bezginlik ve tedirginlik anlarında bile genel bir mutluluk hali hâkim oluyor ve Bath'daki arkadaşlarını onlarla birlikte olma isteği duymadan düşünebiliyordu.
Gece fırtınalıydı; rüzgâr bütün öğleden sonra ara ara arttı, grup dağılıncaya kadar şiddetli bir rüzgâr esti, yağmur yağdı. Catherine holden geçerken heyecan içinde fırtınayı dinledi, eski binanın bir köşesinden dönerek kükrediğini ve ani bir öfkeyle uzak bir kapıyı çarptığını duyduğu zaman bir manastırda olduğunu ilk kez gerçekten hissetti... Evet, bunlar karakteristik seslerdi; ona böyle binaların tanıklık ettiği ve böyle fırtınaların yol açtığı bir sürü korkunç durumu ve dehşet verici sahneyi hatırlatıyorlardı; bu heybetli duvarların arasına girişine daha olumlu şartlar eşlik ettiği için gerçekten sevindi!.. Gece yarısı suikastçılarından ya da sarhoş serserilerden korkmak için bir sebebi yoktu. Henry o sabah ona söylediklerini tabii ki şakadan söylemişti. Böyle döşenmiş, böyle korunaklı bir evde araştırması ya da katlanması gerekecek hiçbir şey olamazdı ve yatak odasına Fullerton'daki kendi odasına gider gibi güvenle gidebilirdi. Kendine bunları telkin ederek merdivenden çıkarken bilhassa Miss Tilney'nin ondan sadece iki oda ileride uyuduğunu da kavrayınca odasına gönül rahatlığıyla girmesi mümkün oldu; odun ateşinin parlak alevleri hemen neşesini artırdı. "Bu ne kadar iyi," dedi, paravana yürürken, "bir sürü yoksul kızın mecbur olduğu gibi bütün aile yatağa girinceye kadar soğukta titreyerek beklemektense hazır bir ateş bulmak ne kadar iyi, bir de kucağında odunla içeri girip insanı korkutan ihtiyar bir uşak olmasındansa! Northanger böyle olduğu için ne kadar memnunum! Başka bazı yerler gibi olsaydı, bilmiyorum, böyle bir gecede cesaretimi ölçmek zorunda kalabilirdim: Ama şimdi insanı ürkütecek hiçbir şey yok."
Odaya bakındı. Penceredeki perdeler hareket ediyor gibiydi. Panjurların arasından giren şiddetli rüzgârdan başka bir şey olamazdı; cesurca ilerledi, kendini öyle olduğuna inandırmak için gelişigüzel bir şarkı mırıldanarak her bir perdenin arkasına cesurca baktı, pencerenin yanındaki alçak koltukta da onu korkutacak hiçbir şey göremedi, bir elini kepenge koyup rüzgârın gücünden emin oldu. Bu faydasız denemeyecek araştırmadan dönerken eski dolaba göz attı; aylak bir hayal gücünün sebepsiz korkularını hor gördü ve gayet mutlu bir kayıtsızlıkla yatmaya hazırlandı. "Gevşek davranmalı, acele etmemeliydi; evdeki son kişi olsa da aldırış etmemeliydi. Ateşi beslemeyecekti; bu korkakça görünürdü, sanki yattıktan sonra ışığın korumasına ihtiyaç duyuyormuş gibi." Böylece ateş söndü ve Catherine, neredeyse bir saati düzenlemelerle geçirdikten sonra tam yatağa girmeye hazırlanıyordu ki odaya son bir veda bakışı attı ve gayet meydanda olduğu halde daha önce dikkatini çekmemiş yüksek, eski tarz bir siyah dolabın görüntüsüyle çarpıldı. Henry'nin sözleri, ilk önce dikkatinden kaçan abanoz dolap tarifi hemen aklına hücum etti; içinde gerçekten bir şey bulunmasa da tuhaf bir şeydi, pek dikkat çekici bir raslantıydı! Mumu alıp dolaba yakından baktı. Tam abanoz ve altın değildi, ama lakeydi, en güzelinden siyah ve sarı lake; mumu tutarken sarı altın gibi görünüyordu. Anahtar kapaktaydı ve içine bakmak için tuhaf bir istek duydu; bir şey bulmak için en ufak bir umudu olduğundan değil, ama Henry'nin söylediklerinden sonra o kadar garipti ki. Sözün kısası dolabı incelemeden uyuyamazdı. Böylece mumu büyük bir dikkatle koltuğa bırakıp tir tir titreyen bir elle anahtarı tuttu ve çevirmeye çalıştı; ama ne kadar güç verdiyse de anahtar direndi. Korktu ama cesaretini kaybetmeyip öbür yöne denedi; kilit hareket etti ve başardığına inandı; ne kadar da esrarlıydı! Kapak hâlâ kımıldamıyordu. Soluksuz bir hayret içinde bir an durdu. Rüzgâr bacadan aşağı kükrüyor, yağmur pencereleri seller halinde dövüyordu; her şey durumunun acayipliğini anlatıyor gibiydi. Bu durumda tatmin olmamış halde yatağa dönmek boşuna olacaktı, çünkü hemen yakınında böyle esrarlı şekilde kapalı duran bir dolap olduğunu bilerek uyumak imkânsız olurdu. Bunun üzerine bir kere daha anahtara yüklendi, birkaç saniye son bir umutla hızlı hızlı her yöne hareket ettirdikten sonra kapak ansızın eline boyun eğdi: Kalbi bu zaferin sarhoşluğuyla coştu; her iki kapağı açınca, ki ikinci kapak sadece kilitten daha az etkileyici olan sürgülerle tutturulmuştu ama bunda olağandışı bir şey görmedi, üstlerinde ve altlarında bazı büyük çekmecelerle her iki yanda bir dizi ufak çekmece ortaya çıktı; ortada yine anahtarı kilidin üzerinde olan, kapalı, mutlaka önemli bir boşluğu koruyan ufak bir kapak.
Catherine'in kalbi hızlı hızlı atmaya başladı ama cesareti kaybolmadı. Yüzü umutla kızarmış, gözü merakla kısılarak, parmakları bir çekmecenin kulpunu tuttu ve çekti. Bomboştu. Daha az korkarak ve daha fazla istek duyarak ikinciyi, üçüncüyü, dördüncüyü kavradı; hepsi aynı şekilde boştu. Bakılmayan çekemece kalmadı, birinde bile bir şey bulunmadı. Hazine saklama sanatı konusunda epeyce okumuş olduğu için çekmecelerde sahte astarlar olabileceği ihtimali gözünden kaçmadı ve her birini endişeli bir dikkatle kıyı bucak boş yere yokladı. Şimdi sadece ortadaki bölmenin aranması kalıyordu; her ne kadar "başta dolabın herhangi bir yerinde bir şey bulacağına dair en ufak bir inancı yoktuysa da ve şimdiye kadarki başarısızlığından zerrece hayal kırıklığına uğramadıysa bile hazır başlamışken iyice araştırmamak aptallık olurdu." Gelgelelim kapağı gevşetebilmesi biraz zaman aldı, iç kilidin açılmasında da dış kilitteki aynı zorluk çıktı; ama sonunda açıldı ve öncekilerden sonra bu arayışı boşa gitmedi; hızlı gözleri hemen belli ki saklamak için boşluğun dibine doğru itilmiş bir kâğıt rulosuna takıldı; o andaki duyguları tarif edilemezdi. Kalbi kanatlandı, dizleri titredi, yanakları soldu. Kararsız bir elle değerli elyazmasını aldı, gözünün ucuyla bakmak bazı harfleri seçmesine yetti; müthiş bir heyecanla Henry'nin kehanette bulunduğu şeyin bu çarpıcı örneğini içine sindirirken yatmadan her satırı okumaya karar verdi.
Mumun yaydığı ışığın solgunluğu onu korku içinde o yana döndürdü; ama aniden sönme tehlikesi yoktu, daha birkaç saat yanardı; eskiliği yüzünden yazıyı çözmekte zorluk çekmemek için aceleyle mumun fitilini düzeltti. Heyhat! Fitil düzeldi ama mum söndü. Bir lamba daha feci bir etki ederek sönemezdi. Catherine birkaç dakika dehşet içinde kımıltısız kaldı. Işık tümden gitmişti; fitilde üfleyerek tutuşturma şansı verebilecek tek bir kıvılcım bile kalmamıştı. Nüfuz edilmez ağır bir karanlık odayı doldurdu. Ani bir öfkeyle yükselen şiddetli bir rüzgâr o ana yeni bir dehşet kattı. Catherine tepeden tırnağa titredi. O anı takip eden sessizlikte uzaklaşan adımlar gibi bir ses ve uzaktaki bir kapının kapanışı korku dolu kulaklarında çınladı. İnsan kalbi daha fazlasına dayanamaz. Alnında soğuk bir ter birikti, kâğıt elinden düştü ve elleriyle yatağın yolunu arayarak telaşla yatağa atladı, yorganın altında iyice kıvrılarak ızdırabın bitmesini bekledi. O gece gözlerini yumabilmek imkânsız geliyordu. Öyle uyanmış bir merak ve her bakımdan öyle kabarmış duygularla uyumak mümkün olamazdı. Dışarıdaki fırtına da dehşet vericiydi! Rüzgârdan korkma âdeti yoktu ama şimdi her esinti korkunç bir kasıtla yüklü gibiydi. Böyle harikulade bir şekilde bulunan, sabahki kehaneti böyle harikulade bir şekilde gerçekleştiren elyazması nasıl açıklanacaktı? İçinde ne olabilirdi? Kiminle ilişkili olabilirdi? Nasıl o kadar uzun süre saklanmış olabilirdi? Üstelik keşfetmek ona kısmet olsun! İçeriğini öğreninceye kadar ona uyku da rahat yüzü de yoktu; güneşin ilk ışınlarıyla okumaya kararlıydı. Ama arada henüz birçok sıkıcı saat vardı. Ürperdi, öbür yana döndü ve o sırada sakin sakin uyuyan herkesi kıskandı. Fırtına hâlâ kükrüyordu ve rüzgârdan bile daha korkunç, tetikteki kulağına ara ara çarpan çeşitli sesler vardı. Bir ara yatağının perdeleri bile hareket ediyor gibi göründü, bir ara da kapısının kilidi sanki biri içeri girmeye kalkışmış gibi kıpırdadı. Sığ mırıltılar galerinin zemini boyunca sürünüyor gibiydi; birkaç kez uzak iniltilerden kanı dondu. Saatler saatler geçti, yorgun Catherine fırtına yatışmadan önce evdeki tüm saatlerin üçü çaldığını duydu ve hiç fark etmeden uyuyakaldı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro