Birinci Kitap | On Dördüncü Bölüm
Ertesi sabah hava o kadar güzeldi ki Catherine birleşik gruptan bir saldırı daha gelecek diye endişelendi. Mr. Allen'ın desteği varken onlarla karşılaşmaktan korkmuyordu, ama zaferin ızdıraplı olacağı bir mücadeleden de seve seve vazgeçerdi; bu yüzden hiçbiri ortaya çıkmayınca yürekten sevindi. Tilneyler kararlaştırılan saatte ona uğradılar; önlemlerini bozacak yeni bir engel çıkmadığı, ani bir hatırlama, beklenmedik bir çağrı, küstah bir müdahale olmadığı için kahramanımız erkek kahramanın kendisiyle olan taahhüdü gayet olağandışı bir şekilde yerine getirmeye hazırdı. Beechen Cliff çevresinde yürümeye karar verdiler; meşhur bir tepeydi burası, güzel doğası ve salkım söğüt ormanı burayı Bath'daki hemen her boş zaman için çekici bir yer haline getiriyordu.
"Buraya her bakışımda," dedi Catherine nehir kenarında yürürlerken, "Güney Fransa aklıma gelir."
Henry biraz şaşırıp, "Yurtdışına mı gittiniz yani?" dedi.
"Yo! Hayır, sadece okuduklarımdan bahsediyorum. Burası 'Mysteries of Udolpho'da Emily'yle babasının seyahat ettikleri diyara götürüyor beni. Ama siz roman okumazsınız, değil mi?"
"Niye okumayayım?"
"Çünkü sizin için yeteri kadar zekice değiller... beyler daha iyi kitaplar okur."
"İnsan ister erkek olsun ister kadın, eğer iyi bir romandan zevk almıyorsa dayanılmaz ölçüde aptaldır. Mrs. Radcliff'in bütün eserlerini okudum, çoğunu da büyük zevkle okudum. The Mysteries of Udolpho'yu bir başlayınca bir daha elimden bırakamadım... iki günde bitirdiğimi hatırlıyorum... baştan sona tüylerim diken diken oldu."
"Evet," diye ekledi Miss Tilney, "hatırlıyorum, bana yüksek sesle okumaya kalkışmıştın, ben de bir mesaja cevap vermek için beş dakikalığına ayrılmak zorunda kaldığımda beni beklemek yerine kitabı Hermitage Walk'a götürmüştün, ben de sen bitirinceye kadar beklemek zorunda kalmıştım."
"Teşekkür ederim Eleanor... çok dürüst bir tanıklık oldu. Kuşkularınızın yersizliğini görüyorsunuz Miss Morland. Öyle yaptım, kız kardeşimi beş dakikacık beklemeyi reddedip, yüksek sesle okumak için verdiğim sözü çiğneyip, onu en heyecanlı yerde merak içinde bırakıp devam etme isteğime karşı koyamadan kitapla kaçtım, kitap da onundu bu arada. Düşününce gurur duyuyorum, sanırım siz de beğenmiş olmalısınız."
"Duymak çok hoşuma gitti gerçekten, artık Udolpho'yu sevdiğim için utanmayacağım. Ama önceleri cidden genç beyler romanları fevkalade hor görürler sanırdım."
"Fevkalade doğru kelime; hor görseler fevkaladelik olurdu... çünkü onlar da kadınlar kadar çok okuyorlar. Ben şahsen yüzlerce okumuşumdur. Julialar ve Louisalar hakkında benimle baş edebileceğinizi düşünmeyin. Ayrıntılara girersek ve 'Bunu okudun mu?', 'Şunu okudun mu?' soruşturmasına girişirsek sizi kısa zamanda şey kadar geride bırakırım... nasıl desem?.. uygun bir benzetme arıyorum... arkadaşınız Emily'nin teyzesiyle İtalya'ya gittiğinde zavallı Valancourt'u geride bıraktığı kadar. Sizden kaç yıl önce başladığımı bir düşünün. Ben Oxford'da öğrenime başladığım zaman siz evde örneğini işleyen uslu, küçük bir kızdınız!"
"Çok uslu değil, korkarım. Ama gerçekten Udolpho'nun dünyanın en hoş kitabı olduğunu düşünmüyor musunuz?"
"En hoş... bununla herhalde en şık demek istiyorsunuz. O da kitabın cildiyle ilgilidir."
"Henry," dedi Miss Tilney, "çok küstahsın. Miss Morland, size de aynı kız kardeşine davrandığı gibi davranıyor. Her an bir hatamı bulur dili yanlış kullandım diye, şimdi size de aynısını yapıyor. Sizin kullandığınız şekliyle 'en hoş' kelimesi ona uymadı; bir an önce değiştirseniz iyi olur, yoksa yol boyu Johnson ve Blair'le bizi canımızdan bezdirir."
"Bence," diye haykırdı Catherine, "yanlış bir şey söylemedim; çok hoş bir kitap, buna niye böyle dememem gerekiyor?"
"Çok doğru," dedi Henry, "bugün de hava çok hoş, biz de çok hoş bir yürüyüş yapıyoruz, siz ikiniz de çok hoş genç hanımlarsınız. Ya, işte tam da bu hoş kelimesi!.. Her şeye uyuyor. Aslen belki sadece düzgünlük, uygunluk, zarafet ya da incelik için kullanılıyordu... insanların elbiseleri, duyguları, seçimleri hoştu. Ama şimdi her konuda her söz o kelime içinde toparlanıyor."
"Oysa aslında," diye haykırdı kız kardeşi, "sadece senin için kullanılmalı, başka şeyleri de kastetmeden. Sen akıllı olduğundan daha hoşsun. Hadi Miss Morland, bırakalım onu konuşmamızdaki türlü kural hataları üstünde kafa patlatsın, biz de en sevdiğimiz kelimelerle Udolpho'yu methedelim. Çok ilgi çekici bir eser. Bu tür kitapları seviyor musunuz?"
"Doğrusu, başka hiçbir şeyi sevmiyorum."
"Gerçekten!"
"Yani şiir ve piyes ve o tür şeyler okuyabiliyorum, seyahat kitaplarına da bir itirazım yok. Ama tarih, gerçek ciddi tarih hiç içimi açmıyor. Sizin?"
"Ben tarihi severim."
"Keşke ben de sevseydim. Biraz vazife gibi okuyorum, ama beni meraklandırmayan ya da korkutmayan şeylerden etkilenmiyorum. Papalarla kralların kavgaları, savaşlar veya salgınlar, her sayfada hem de; bütün o kadar adam bir işe yaramıyorlar, kadınlar hemen hiç yok... çok yorucu: Yine de sık sık tarihin bu kadar sıkıcı olmasını tuhaf buluyorum, çünkü büyük bölümü uydurma olmalı. Kahramanların ağızlarına yakıştırılan konuşmalar, düşünceleri, planları... bunların çoğu uydurma olmalı, uydurma da bana başka şeylerde zevk veriyor."
"Tarihçilerin," dedi Miss Tilney, "hayal uçuşlarında başarılı olmadıklarını düşünüyorsunuz. İlgi çekmeksizin hayal gücü sergiliyorlar. Ben tarihi severim... doğrunun yanında yalanı da seve seve kabul ederim. Temel gerçekler bakımından eski tarih kitapları ve kayıtlarındaki bilgiyi kaynak alıyorlar, ki bunlar da kanımca insanın fiilen kendi gözlemi altında geçmeyen her şey kadar güvenilir olabilir; sözünü ettiğiniz ufak tefek süslere gelince, ben onları da seviyorum. Bir söylev iyi ifade edilmişse onu zevkle okuyorum, kim yazmış olursa olsun... hatta Caractacus'un, Agricola'nın ya da Büyük Alfred'in hakiki sözlerinden çok, eğer Mr. Hume ya da Mr. Robertson'ın elinden çıkmışsa muhtemelen daha büyük zevkle okuyorum."
"Siz tarihi seviyorsunuz!.. Mr. Allen ve babam da öyle; sevmeyen iki ağabeyim var. Küçük muhitimde bile bu kadar çok örnek olması ilginç! Bu gidişle artık tarih yazarlarına acımayacağım. İnsanlar kitaplarını okumak istiyorlarsa tamam, ama bence kimsenin bakmak istemeyeceği koca koca ciltleri doldurmak için onca derde girmek, sadece küçük kızlara ve oğlanlara işkence etmek için uğraşmak bana hep kötü bir kader gibi gelmiştir; gayet doğru ve gerekli olduğunu bilsem de bunu yapmak üzere masaya oturabilen kişinin cesaretine sık sık hayret etmişimdir."
"Küçük kızlara ve oğlanlara işkence edildiğini," dedi Henry, "medeni bir ülkede insan tabiatına aşina olan hiç kimse inkâr edemez; ama en seçkin tarihçilerimiz namına şunu ifade etmeliyim ki daha yüksek bir amaçları olmadığının sanılmasına gücenebilirler; yöntem ve üsluplarına bakılırsa akılca ve yaşça en ileri okurlara bile işkence etmekte gayet başarılılar. 'İşkence etmek' fiilini sizin tercihiniz olduğu için 'eğitmek' fiilinin yerine kullanıyorum, tabii ikisinin artık eşanlamlı kabul edildiğini varsayıyoruz."
"Eğitime işkence dediğim için beni aptal sanıyorsunuz, ama küçücük çocukları önce harfleri, sonra da hecelemeyi öğrenirken benim kadar görmüş olsanız, hep birlikte bütün bir sabah boyu ne kadar aptal olabileceklerini, sonunda da zavallı annemin nasıl halsiz düştüğünü görmüş olsanız, ki ben evde hemen her gün görmeye alıştım, işkence etmekle eğitmenin bazen eşanlamlı kelimeler olabileceğini kabul ederdiniz."
"Çok mümkün. Ama tarihçiler okumayı öğrenmenin zorluğundan sorumlu tutulamazlar; çok sert, çok yoğun uygulamaya pek iyi gözle bakıyor görünmeyen siz bile insanın ondan sonra her şeyi okuyabilecek olmak hatırına hayatta iki üç sene işkence görmesine değeceğini kabul etmeye ikna olabilirsiniz. Düşünsenize... eğer okuma öğretilmeseydi Mrs. Radcliff boşuna yazmış olurdu... hatta belki hiç yazamazdı."
Catherine onayladı... ve o hanımın meziyetlerine ilişkin gayet sıcak bir övgüyle konuyu kapadı... Tilneyler az sonra onun söyleyecek hiçbir şeyi olmadığı bir konuya daldılar. Kırları resim çizmeye alışkın kişilerin gözleriyle inceliyorlardı ve gerçek bir zevk sahibi olmanın coşkusuyla kırların resme dökülmeye elverişli olduğuna karar verdiler. Burada Catherine alabildiğine bocaladı. Resim hakkında hiçbir şey bilmiyordu... zevk hakkında hiçbir şey: Ona pek bir şey kazandırmayan bir dikkatle dinledi onları, çünkü ona bir şey ifade etmeyen kelimelerle konuşuyorlardı. Anlayabildiği azıcık şey de konuyla ilgili daha önce benimsediği az sayıdaki görüşle çelişiyor gibiydi. Sanki iyi bir manzara yakalama yeri yüksek bir dağın tepesi değildi ve açık mavi bir gök artık güzel bir günün kanıtı değildi. Cehaletinden bütün kalbiyle utandı. Yersiz bir utanç. İnsanlar bağlılık duydukları konuda her zaman cahil olmalıdırlar. Eğitimli bir akla sahip olmak başkalarının kibriyle başa çıkabilmekte yetersiz olmak demektir ki zaten seviyeli bir insan bundan her zaman kaçınmak ister. Hele bir kadın herhangi bir şey bilme talihsizliğine uğramışsa, bunu elinden geldiğince saklamalıdır.
Güzel bir kızdaki doğal aptallığın faydalarını bir hanım yazar kardeşimiz müthiş kalemiyle anlatmış bulunuyor... konuyla ilgili onun yaklaşımına ben sadece erkeklere karşı adil olmak bakımından şunu ekleyeceğim, erkeklerin daha önemsiz olan büyük kısmının gözünde kadınların ahmaklığı şahsi cazibelerini fevkalade artırsa da bir kısım erkek de vardır ki kadında her şeyden çok cehalet arzu etmeyecek kadar aklı başında ve eğitimlidirler. Ama Catherine kendi üstünlüklerini bilmiyordu... sevgi dolu bir kalbi ve çok boş bir kafası olan güzel bir kızın eğer koşullar bilhassa elverişsiz değilse zeki bir delikanlıyı cezbetmekten geri kalmayacağını bilmiyordu. Şimdiki durumda bilgisizliğini itiraf etti, bilgisizliğine hayıflandı; resim çizebiliyor olmak için her şeyi verebileceğini söyledi; bunun arkasından hemen bir estetik konferansı geldi; delikanlının açıklamaları öyle netti ki Catherine çok geçmeden onun hayran olduğu her şeyde bir güzellik görmeye başladı, ayrıca gösterdiği dikkat öyle coşkuluydu ki delikanlı onun büyük bir doğal zevke sahip olduğundan kesinlikle emin oldu. Önplanlardan, mesafelerden ve ikincil mesafelerden bahsetti... yan görüntüler ve perspektiflerden... ışıklar ve gölgelerden; Catherine öyle umut veren bir öğrenciydi ki Beechen Cliff'in tepesine ulaştıkları zaman manzaranın parçası olmayı hak etmiyor diye bütün Bath şehrini kendiliğinden reddetti. Catherine'in ilerlemesinden memnun olan ama onu bir anda çok fazla bilgiyle bıktırmaktan korkan Henry istemese de konunun değişmesini sağladı, bir parça kayalık ve zirvenin yakınında gördüğü yaşlı meşeden genel olarak meşelere, ormanlara, açılan tarım arazilerine, çorak arazilere, kraliyet arazilerine ve hükümete geçerek az sonra kendini politikaya gelmiş buldu, politikadan sessizliğe geçmek de zaten kolay bir adımdı. Memleketin hali hakkındaki kısa söylevini takip eden genel sessizliğe ağırbaşlı bir ses tonuyla şu sözleri söyleyen Catherine son verdi, "Duyduğuma göre yakında Londra'da çok çarpıcı bir şey çıkacakmış."
Bu sözlerin esas muhatabı olan Miss Tilney irkildi ve aceleyle cevapladı, "Öyle mi! Peki ne tür bir şeymiş?"
"Orasını bilmiyorum, yazarını da. Sadece şimdiye kadar gördüğümüz her şeyden daha korkunç olduğunu duydum."
"Aman Tanrım! Nereden duydun peki?"
"Bir arkadaşım dün Londra'dan gelen bir mektupta okumuş. Olağanüstü dehşet verici olacakmış. Cinayet filan, öyle şeyler bekliyorum."
"Şaşırtıcı bir sakinlikle konuşuyorsun! Ama umarım arkadaşının anlattıkları abartılıdır; ...böyle bir plan önceden bilinirse hiç şüphesiz devlet ortaya çıkmasını önlemek için gereken tedbirleri alır."
"Devlet," dedi Henry gülümsememeye çalışarak, "bu meselelere karışmak istemez, karışmaya cesaret de edemez. Cinayet olsun; ne kadar olmuş, devlet aldırmaz."
Hanımlar şaşırdılar. Henry güldü ve ekledi, "Hadi, birbirinizi anlamanızı mı sağlayayım, yoksa bırakayım bu bilmeceyi kendi başınıza mı çözmeye çalışın? Hayır... asil davranacağım. Sadece düşüncelerimin berraklığıyla değil, ruhumun cömertliğiyle de bir beyefendi olduğumu göstereceğim. Hemcinslerimin kendilerini sizin kavrayış seviyenize inmeyi hor görme âdetine tahammülüm yoktur. Belki kadınların yetenekleri ne sağlam ne de keskindir... ne güçlü ne de titizdir. Belki gözlem yapma, ayırt etme, yargıya varma, ateş, deha ve zekâ isteyebilirler."
"Miss Morland, ona aldırmayın... nezaket gösterip bu korkunç isyan konusunda merakımı giderin."
"İsyan mı!.. Ne isyanı?"
"Sevgili Eleanor, isyan sadece senin aklında. Buradaki akıl karışıklığı inanılmaz boyutta. Miss Morland üç küçük boy cilt halinde çıkacak, her biri iki yüz yetmiş altı sayfa olan, kapak sayfasında iki mezartaşı ve bir fener resmi olan yeni bir kitaptan bahsediyor sadece... anlıyor musun?.. Siz Miss Morland... aptal kardeşim son derece açık seçik ifadelerinizin tümünü yanlış anladı. Siz Londra'da beklenen korkudan bahsettiniz... her aklı başında insanın yapacağı gibi bu sözlerin sadece bir yayıneviyle ilgili olabileceğini hemen anlamak yerine bir anda kendi kendine St. George's Fields'da toplanan üç bin kişilik bir güruhu hayal etti; Banka'ya saldırdılar, Kule'yi tehdit ettiler, Londra sokaklarında kan sel oldu aktı, 12. Hafif Süvari Birliği'nden (ulusun bütün umudu) bir müfreze Northampton'dan isyancıları bastırmak üzere çağırıldı ve kahraman Yüzbaşı Frederick Tilney tam alayının başında hücuma kalktığı anda bir üst kat penceresinden atılan bir tuğlayla atından düştü. Ahmaklığını affedin. Kız kardeşin korkuları kadının zayıflığına eklendi; ama genel olarak asla bir budala değildir."
Catherine ciddi görünüyordu. "Şimdi de Henry," dedi Miss Tilney, "birbirimizi anlamamızı sağladığına göre Miss Morland'ın seni anlamasını da sağlayabilirsin... tabii senin kız kardeşine karşı dayanılmaz ölçüde kaba davrandığını, kadınlar hakkındaki görüşlerinle de tam bir yobaz olduğunu düşünsün istemiyorsan. Miss Morland senin tuhaflıklarına alışkın değil."
"Tuhaflıklarımı daha iyi tanımasını sağlamaktan mutluluk duyacağım."
"Şüphesiz... ama bu şimdiki durumu açıklamıyor."
"E ne yapayım?"
"Ne yapacağını biliyorsun. Kendini onun önünde şık bir şekilde temize çıkar. Kadın aklına büyük saygı duyduğunu söyle."
"Miss Morland, dünyadaki tüm kadınların aklına büyük saygı duyuyorum... bilhassa şeylerin... artık kimlerse... yanında olduklarımın."
"Yetmez. Daha ciddi ol."
"Miss Morland, kimse kadınların aklına benden daha büyük saygı duyamaz. Kanımca tabiat onlara öyle çok şey vermiş ki yarısından çoğunu kullanmaya gerek görmüyorlar."
"Ondan daha ciddi bir şey duyamayacağız Miss Morland. Ayık değil. Ama emin olun, herhangi bir kadın hakkında adil olmayan ya da benim hakkımda nazik olmayan bir şey söylüyor göründüyse tümüyle yanlış anlaşılmış olur."
Catherine'in Henry Tilney'nin hata yapamayacağına inanmak için fazla uğraşması gerekmedi. Hareketleri bazen şaşırtabiliyordu, ama kastettiği her zaman doğru görünüyordu:... Anlamadıklarına hayran olmaya hazırdı, o da öyle yaptı. Bütün yürüyüş keyifli geçti; çabuk bitti gerçi, ama bitişi de keyifliydi; arkadaşları ona eve kadar eşlik ettiler ve ayrılmadan önce Miss Tilney Catherine'e olduğu kadar Mrs. Allen'a da saygılı bir şekilde hitap ederek öbür gün akşam yemeğine şeref vermesini rica etti. Mrs. Allen zorluk çıkarmadı... Catherine'in çektiği tek zorluk aşırı mutluluğunu saklamak oldu.
Sabah bütün arkadaşlık ve doğal duyguları unutturacak kadar büyüleyici geçmişti; yürüyüş sırasında Isabella ya da James bir kez olsun aklına gelmemişti. Tilneyler gittikleri zaman tekrar arkadaş canlısı oldu, ama arkadaş canlısı olmak bir süre hiçbir işe yaramadı; Mrs. Allen merakını giderebilecek bir şey bilmiyordu, hiçbir şeyden haberi yoktu. Bununla beraber Catherine hemen alınması gereken çok elzem bir kurdele için öğleye doğru çarşıya gitme fırsatı buldu ve Bond caddesinde ikinci Miss Thorpe'a rastladı; Miss Thorpe sabah boyu ona arkadaşlık etmiş dünyanın en tatlı iki kızının arasında Edgar's Buildings'e doğru geziniyordu. Ondan grubun Clifton gezisinin yapıldığını öğrendi. "Sabah sekizde yola çıktılar," dedi Miss Anne, "gezilerini kıskanmadığıma eminim. Bence siz ve ben ucuz kurtulduk. Dünyanın en sıkıcı şeyi olmalı, çünkü yılın bu zamanı Clifton'da bir kişi bile yoktur. Belle ağabeyinizle gitti, John da Maria'yı götürdü."
Catherine ayarlamanın bu kısmını duyunca gerçekten memnun oldu ve bunu ifade etti.
"A evet," diye onayladı öteki, "Maria gitti. Gitmek için deli oldu. Güzel bir şey olacak zannediyordu. Zevkine hayran olduğumu söyleyemem; ne kadar ısrar ederlerse etsinler kendi adıma gitmemeye en baştan kararlıydım."
Bundan pek emin olmayan Catherine şöyle cevap vermeden edemedi, "Keşke siz de gidebilseydiniz. Hep birlikte gidememişsiniz, ne yazık."
"Teşekkür ederim, ama benim için gerçekten fark etmez. Cidden, ne olursa olsun gitmezdim. Geldiğiniz sırada Emily'yle Sophia'ya da öyle diyordum."
Catherine hâlâ inanmamıştı; ama Anne'in Emily'yle Sophia'nın onu avutacak arkadaşlığına sahip olması hoşuna gitti, fazla rahatsızlık vermeden ona veda etti ve gezinin onun katılmayı reddetmesi yüzünden iptal edilmemiş olmasına sevinerek, katılmadığı için James'in ve Isabella'nın ona duydukları dargınlığı unutturacak kadar güzel geçmiş olmasını dileyerek eve döndü.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro