Birinci Kitap | On Beşinci Bölüm
Ertesi gün erkenden Isabella'dan gelen, her satırı huzur ve şefkat dolu, arkadaşını fevkalade önemli bir meseleyle ilgili acilen çağıran bir notla Catherine güven ve merak dolu bir mutluluk içinde Edgar's Buildings'e koşuşturdu. En genç iki Miss Thorpe salondaydılar; Anne ablasını çağırmak üzere gidince Catherine fırsattan yararlanıp ötekine dünkü gezinin bazı ayrıntılarını sordu. Maria bundan bahsetmek için can atıyordu; Catherine hemen dünyanın en zevkli planı olduğunu öğrendi, nasıl güzel olduğunu kimse hayal edemezdi, akla hayale gelmeyecek kadar eğlenceli geçmişti. İlk beş dakikanın bilgileri bunlardı, ikincisinde de ayrıntılar ortaya çıktı... doğruca York Otel'e gitmişler, çorba içmişler, erken bir akşam yemeği sipariş etmişler, Pump-Room'a yürümüşler, suyun tadına bakmışlar, incik boncuğa biraz para harcamışlar, pastanede dondurma molası vermişler, gerisin geri otele koşuşturmuşlar, karanlığa kalmamak için alelacele akşam yemeklerini atıştırmışlar, güzel bir araba yolculuğu yapmışlar, tek eksik ay olmamasıymış, biraz da yağmur yağmış, Mr. Morland'ın atı o kadar yorulmuş ki yürüyecek hali kalmamış.
Catherine samimi bir memnuniyetle dinledi. Blaize şatosunun hiç düşünülmemiş olduğu anlaşılıyordu, gerisi için bir an bile pişmanlık duyulacak bir şey yoktu. Maria'nın havadisleri kız kardeşi Anne'le ilgili şefkatli sözlerle bitti, Anne gruba dahil edilmediği için teselli edilemez derecede üzülmüştü.
"Beni hiç affetmeyecek, ama yani elimden ne gelirdi? John beni istedi, onu götürmeyeceğini söyledi, çünkü ayak bilekleri çok kalınmış. Sanırım bu ay artık morali düzelmez, ama kendimi üzmemeye kararlıyım; o kadar canımı sıkacak bir mesele değil."
O sırada Isabella odaya öyle coşkulu adımlar ve öyle mutlu bir telaş görüntüsü içinde girdi ki arkadaşının bütün dikkatini üstünde topladı. Maria törensizce gönderildi; Catherine'i kucaklayan Isabella söze başladı: "Evet Cath-erineciğim, haklıymışsın; sezgilerin seni yanıltmamış. Ah o içe işleyen gözlerin! Her şeyin arkasını görüyor."
Catherine sadece meraklı bir bilgisizlikle bakarak cevap verdi.
"Hadi biricik sevgili arkadaşım," diye devam etti öteki, "sıkı dur. Gördüğün gibi son derece heyecanlıyım. Oturalım da rahat rahat konuşalım. Notumu aldığın an anladın değil mi? Seni cingöz! Ah sevgili Catherineciğim, kalbimi bir tek sen biliyorsun, şu anki mutluluğumu bir tek sen anlayabilirsin. Ağabeyin erkeklerin en çekicisi. Keşke ona daha layık olsaydım. Peki o harikulade babanla annen ne der? Ah Tanrım! Onları düşününce nasıl da heyecanlanıyorum."
Catherine anlamaya başladı: Kafasında ansızın gerçeğe ilişkin bir fikir çaktı ve bu kadar yeni bir duygunun doğal etkisiyle yüzü kızararak haykırdı, "Aman Tanrım! Sevgili Isabella, ne demek istiyorsun? Yani... yani gerçekten James'e âşık mısın?"
Az sonra bu cesur tahminin gerçeğin sadece bir yarısını ihtiva ettiğini kavradı. Isabella'nın her bakışında ve hareketinde sürekli gözlemlemekle suçlandığı derin ilgi dünkü gezileri sırasında karşılıklı bir aşkın baş döndürücü itirafına varmıştı. Kalbi de inancı da James'e adanmıştı. Catherine hiç bu kadar ilginç, harika ve neşeli bir şey dinlememişti. Ağabeyi ve arkadaşı nişanlanmış! Böyle durumlara acemi olduğu için duydukları ona fazlasıyla önemli görünüyordu ve hayatın olağan akışının kolay karşılık veremeyeceği şu muhteşem olaylardan biri olduğunu düşünüyordu. Duygularının gücünü ifade edemezdi; duygularının doğası yine de arkadaşını memnun etti. Böyle bir kız kardeşe sahip olmak ilk coşkularını oluşturdu ve iki tatlı hanım kucaklaşmalar ve sevinç gözyaşları içinde sarmaş dolaş oldular.
Catherine akrabalık düşüncesinden içtenlikle mutlu olmakla birlikte, Isabella'nın sevecen hayallerinin onu geçtiği de kabul edilmeli. "Bana Anne'den de Maria'dan da daha yakın olacaksın Catherineciğim: Sevgili Morland ailesine kendi ailemden daha bağlı olacağımı hissediyorum."
Bu Catherine'in kavrayamadığı bir arkadaşlık seviyesiydi.
"Sevgili ağabeyine öyle benziyorsun ki," diye devam etti Isabella, "sana görür görmez vuruldum. Ama ben hep öyleyimdir; ilk an her şeyi belirler. Geçen Christmas'da Morland bize geldiği ilk gün... onu gördüğüm ilk anda... kalbim geri alınamaz şekilde gitti. Hiç unutmuyorum, sarı elbisemi giymiştim, saçım örgülüydü; oturma odasına girdiğim zaman John onu tanıttı, daha önce hiç o kadar yakışıklı birini görmediğimi düşündüm."
Burada Catherine aşkın gücünü gizlice kabul etti; ağabeyine çok düşkün ve bütün meziyetlerine hayran olsa da yakışıklı olduğunu hiç düşünmemişti.
"Şunu da hiç unutmuyorum, Miss Andrews o akşam bizimle çay içti, bordo ipek elbisesini giymişti ve öyle harika bir görünüşü vardı ki ağabeyin ona âşık olmuştur dedim; bütün gece bunu düşünmekten gözümü kırpmadım. Ah Catherine, ağabeyin yüzünden ne çok uykusuz gece geçirdim! Benim çektiklerimin yarısını bile çekmeni istemem! Bir deri bir kemik kaldım; ama kuruntularımı anlatarak seni üzmeyeceğim, yeterince gördün. Kendimi sürekli ele verdiğimi hissediyorum, kiliseye bağlılığımdan bahsetmekle nasıl da dikkatsizlik ettim! Ama sırrımın sende emniyette olacağından her zaman emindim."
Catherine hiçbir şeyin daha emniyette olamayacağını hissetti, ama olmadık bir cahillik yapmaktan çekinerek meseleye itiraz etmediği gibi Isabella'nın onda bulduğu kadar muhabbet ve sevgiyle dolu olduğunu da reddetmedi. Ağabeyinin durumunu anlatmak ve izin istemek için son sürat Fullerton'a gitmeye hazırlandığını öğrendi ki bu da Isabella için gerçek bir telaş nedeniydi. Catherine kendisi inandığı gibi onu da babasının ve annesinin oğullarının isteklerine karşı çıkmayacaklarına inandırmaya çalıştı. "Bir anne baba için," dedi, "çocuklarının mutluluğundan daha önemli bir şey yoktur, derhal rıza göstereceklerinden şüphem yok."
"Morland da öyle söylüyor," diye cevapladı Isabella, "yine de umutlanmaya cesaret edemiyorum; servetim pek az, buna razı olmazlar. Ağabeyin ki kiminle istese evlenir!"
Burada Catherine yine aşkın gücünü gözlemledi.
"İnan Isabella, çok mütevazısın. Servet farkının hiçbir önemi olamaz."
"Ah Catherineciğim, senin cömert kalbinde elbette bir önemi olamaz, biliyorum, ama bu çıkar gözetmezliği çok insandan bekleyemeyiz. Kendi adıma keşke diyorum durumlarımız tersine olsaydı. Emrimde milyonlar olsaydı, bütün dünyanın hâkimi olsaydım ağabeyin yine tek seçimim olurdu."
Bu sevimli hisler, anlam kadar yenilikle de dolu olduğu için, Catherine'e tatlı tatlı tanıdığı tüm kadın kahramanları hatırlattı; arkadaşının hiç bu muhteşem düşünceyi dile getirdiği andakinden daha güzel görünmediğini düşündü. "Rıza göstereceklerinden eminim," dedi durdu ikide bir, "sana bayılacaklarına eminim."
"Kendi adıma," dedi Isabella, "isteklerim öyle mütevazı ki en düşük gelir bile bana kâfi gelir. İnsanlar gerçekten birbirlerini seviyorlarsa yoksulluk servettir: İhtişamı hor görürüm: Dünyada Londra'ya yerleşmem. Uzak bir köydeki bir kulübe benim için cennettir. Richmond civarında sevimli küçük villalar var."
"Richmond!" diye haykırdı Catherine. "Fullerton yakınlarına yerleşmelisiniz. Bize yakın olmalısınız."
"Olmazsak mutsuz olacağımı biliyorum. Yeter ki sana yakın olayım. Ama bunlar boş laf! Böyle şeyler düşünmeme izin vermeyeceğim, ta ki babanın cevabını alana kadar. Morland dedi ki cevabı bu gece Salisbury'ye gönderirse yarın alabilirmişiz. Yarın? Mektubu açmaya asla cesaret edemeyeceğim. Kalbim dayanamayacak."
Bu kanaati bir hülya anı takip etti... Isabella tekrar konuştuğu zaman konu gelinliğin kalitesine karar vermekti.
Sohbetlerine Wiltshire'a gitmeden önce veda iç çekişi için gelen gergin genç âşık son verdi. Catherine onu tebrik etmek istedi ama ne diyeceğini bilemedi, duygularını sadece gözleriyle ifade etti. Bununla beraber gözlerinden eksiksiz bir cümle dolu dolu ışıldadı, James de anlamı kolaylıkla kavradı. Eve gidip umduklarını gerçekleştirmek için sabırsızlanıyordu, o yüzden vedası uzun sürmedi; hatta sevgilisi ikide bir gitmesini rica ederek onu alıkoymasaydı daha da kısa olurdu. Gitmesini öyle istiyordu ki iki kez kapıdan çağrıldı. "Cidden Morland, seni kovmam lazım. Ne kadar yol gideceğini düşünüyorum da. Böyle dikilip durduğunu görmeye dayanamıyorum. Tanrı aşkına, daha fazla vakit kaybetme. Hadi, git, git... rica ederim git."
Şimdi kalpleri her zamankinden daha çok bütünleşen iki arkadaş gün boyu ayrılmadılar; kız kardeşçe mutluluk planları içinde saatler geçti gitti. Her şeyden haberdar olan ve sadece Mr. Morland'ın rızasını istiyor, Isabella'nın sözlenmesini aileleri için en talihli olay olarak değerlendiriyor görünen Mrs. Thorpe ve oğlunun sohbete katılmalarına, ayrıcalıksız genç kız kardeşlerde oluşacak merakın ölçüsünü son raddeye vardıracak anlamlı bakışlar ve esrarlı ifadelere kendilerince katkıda bulunmalarına izin verildi. Catherine'in basit anlayışına göre bu tuhaf tedbirlilik ne nazikçeydi ne de tutarlı sürdürülüyordu; tutarsızlık daha az eşlik ediyor olsaydı nezaketsizliğe dikkat çekmeden duramazdı, ama Anne ve Maria çok geçmeden "ne olduğunu biliyorum" tahminleriyle içini rahatlattılar; akşam bir tür nükte savaşı, aile içinde zekâ gösterisi şeklinde geçti; bir yanda sözde sırrın esrarı, diğer yanda adı konmamış keşfin esrarı, ikisi de eşit keskinlikte.
Catherine ertesi gün yine arkadaşıyla birlikteydi, ona destek olmaya çalışıyordu; ondan ayrıyken de mektupların teslimine kadar birçok sıkıcı saat geçirmişti; desteğine ihtiyaç vardı, çünkü makul bekleme süresi daraldıkça Isabella gitgide ümidini kaybetti ve mektup gelmeden önce gerçek bir çöküntüye kapıldı. Ama mektup geldiği zaman çöküntüden eser kalmadı. İlk üç satır, "İyi kalpli ebeveynlerimin rızasını almakta hiçbir zorluk çekmedim; mutluluğumu temin etmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya söz verdiler," diyordu ve bir anda şenlikli bir rahatlama oldu. Isabella'nın bütün yüzüne pırıl pırıl bir ışık geldi, bütün endişe ve kuruntu gitmiş gibiydi, neşesi neredeyse kontrol edilemeyecek gibiydi, kendini dünyanın en mutlu insanı olarak görüyordu.
Mrs. Thorpe sevinç gözyaşlarıyla kızına, oğluna, misafirine sarıldı, Bath'ın nüfusunun yarısına da seve seve sarılırdı. Kalbi sevecenlikle dolup taşıyordu. Her sözün başında herkes "sevgili John", "sevgili Catherine" oluyordu; "sevgili Anne ve sevgili Maria" hemen sevinçlerine ortak edilmeliydi; Isabella adının önünde peş peşe iki "sevgili"yi fazlasıyla hak etmişti o harika çocuk. John da neşesini göstermede hiç utangaç değildi. Mr. Morland'a dünyanın en iyi adamlarından biri olma ayrıcalığını bahşetmekle kalmıyor, hakkında art arda övgü cümleleri düzüyordu.
Bütün bu mutluluğu yayan mektup kısaydı, başarı güvencesinden başka pek bir şey içermiyordu; bütün ayrıntılar James tekrar yazma imkânı buluncaya kadar ertelenmişti. Ama Isabella ayrıntıları rahatlıkla bekleyebilirdi. Mr. Morland'ın vaadiyle ihtiyaç giderilmişti; her şeyi kolaylaştırmak konusunda şerefi ortaya konmuştu; gelirlerinin nasıl oluşturulacağı, arazi mülkiyetinden mi feragat edileceği, yoksa fondaki paranın mı devredileceği onun çıkar gözetmeyen ruhunun hiç ilgilenmediği bir meseleydi. Saygın ve hızlı bir düzen kurulacağından emindi, hayal gücü bunun getireceği mutluluklar üzerinde hızla geziniyordu. Kendini birkaç hafta sonra Fullerton'daki her yeni tanıdıkta merak ve hayranlık, Putney'deki her kıymetli eski arkadaşta kıskançlık uyandırmış, emrinde bir araba, kartvizitinin üstünde yeni bir isim ve parmaklarında ışıltıyla sergilenen tek taş yüzükle görüyordu.
Mektubun içeriği belli olunca, Londra yolculuğuna başlamak için sadece mektubun gelmesini bekleyen John Thorpe yola çıkmaya hazırlandı. "Evet Miss Morland," dedi onu salonda yalnız bulunca, "size veda etmeye geldim." Catherine iyi yolculuklar diledi. John onu işitmemiş gibi pencereye yürüdü, rahatsız bir iki hareket yaptı, bir şarkı mırıldandı; dalgın görünüyordu.
"Devizes'e geç kalmayacak mısınız?" dedi Catherine. John cevap vermedi; ama bir anlık bir sessizlikten sonra patladı, "Şahane bir şey bu evlilik planı inan olsun ki! Morland'la Belle çok akıllıca bir iş yaptılar. Siz ne düşünüyorsunuz Miss Morland? Bence hiç fena fikir değil."
"Bence çok iyi."
"Öyle mi? Cidden mi! Evliliğe düşman olmamanıza sevindim. Şu eski şarkıyı bilir misiniz, 'Düğün düğünü çeker?' Yani diyorum ki, Belle'in düğününe geleceksiniz umarım."
"Evet, kız kardeşinize onunla olacağıma söz verdim, mümkün olursa."
"O zaman yani," şöyle bir dönerek ve zoraki bir aptal kahkaha atarak, "yani o zaman bu dediğim eski şarkının gerçekliğini sınarız."
"Öyle mi?.. ama ben şarkı söylemem. Neyse, size iyi yolculuklar dilerim. Ben bugün Miss Tilney'yle yemek yiyeceğim ve eve gitmem lazım."
"Hayır ama bu kadar aceleye gerek yok. Kimbilir bir daha ne zaman görüşürüz? Gerçi on beş gün sonra yine geleceğim, ama bu on beş gün bana fazlasıyla uzun görünüyor."
"Öyleyse neden o kadar uzak kalıyorsunuz?" diye cevapladı Catherine cevap beklediğini görünce.
"Çok naziksiniz, yine de... nazik ve iyi kalplisiniz. Bunu kolay unutmayacağım. Yaşayan herkesten daha iyi kalplisiniz bence. Müthiş iyi kalplisiniz, hem sadece iyi kalplilik de değil, sizde her şeyden çokça, çokça var; sonra öyle şeysiniz ki... inan olsun sizin gibi birini tanımadım."
"Aman canım, benim gibi bir sürü insan var, hatta çok daha iyileri. Size iyi günler."
"Ama diyorum ki Miss Morland, arayı fazla açmadan Fullerton'a gelip saygılarımı sunsam, müsaitseniz."
"Bekleriz. Annemle babam sizi görmekten çok mutlu olurlar."
"Umarım... umarım Miss Morland, siz beni gördüğünüze üzülmezsiniz."
"Yo! Olur mu hiç! Gördüğüme üzüleceğim pek az insan var. Arkadaşlık her zaman içimi açar."
"Benim düşünme şeklim de aynen öyle. Bana şöyle neşeli arkadaşlar verin, sadece sevdiğim insanlar yanımda olsun, sadece sevdiğim yerde ve sevdiğim kişiyle beraber olayım, gerisini şeytan alsın derim. Sizden de aynısını duyduğuma yürekten memnun oldum. Ama kanımca Miss Morland, siz ve ben birçok konuda çok benzer fikirlere sahibiz."
"Belki öyledir; ama benim o kadar çok fikrim yok. Çoğu konuya gelince, doğrusu hakkında fikrim olan çok konu yok."
"Tanrı aşkına, benim de öyle. Beni ilgilendirmeyen şeylerle aklımı yormak benim tarzım değil. Benim her fikrim gayet basittir. Hoşlandığım kız yanımda olsun, yani başımı sokacak konforlu bir evde, gerisinden bana ne? Servet hiçbir şeydir. Benim kendime ait sağlam bir gelirim var, onun tek kuruşu olmasa daha bile iyi."
"Çok doğru. O konuda sizin gibi düşünüyorum. Bir yanda iyi bir servet varsa diğerinde olmasına gerek yok. Hangisinde olduğu önemli değil, birinde olsun yeter. Servetin servet kovalaması fikrinden nefret ediyorum. Para için evlenmek de bence dünyada en sefilce şey... İyi günler... Ne zaman müsait olursanız sizi Fullerton'da ağırlamaktan memnuniyet duyarız." Sonra gitti. Onu daha fazla tutmaya John'un gücü yetmezdi. Verilecek böyle haberleri, hazırlanacağı öyle bir ziyaret varken gitmesini geciktirecek herhangi bir şey John'un içinde yoktu; John'u mutlu teklifini yaptığı ve ondan açıkça teşvik gördüğü inancı içinde bırakarak aceleyle gitti.
Ağabeyinin nişanını ilk duyduğunda yaşadığı heyecan harikulade haberi verince Mr. ve Mrs. Allen'ın da epeyce sevineceklerini düşündürüyordu. Hayal kırıklığı ne büyük oldu! Uzun girizgahtan sonra açıklanan önemli olay ağabeyinin gelişinden beri her ikisi tarafından da tahmin ediliyordu; o sırada bütün hissettikleri gençlerin mutluluğu dilekleri içinde toparlandı, bir de beyefendi Isabella'nın güzelliğini öven bir söz söyledi, hanımefendi de çok şanslı olduğunu. Catherine için bu çok şaşırtıcı bir duyarsızlıktı. Bununla beraber James'in önceki gün Fullerton'a gittiği sırrı Mrs. Allen'ı biraz duygulandırdı. Bunu sakince dinleyemedi, saklanma ihtiyacı duyulmuş olmasına defalarca üzüldü, niyetini bilse, gitmeden onu görebilse bir zahmet annesine babasına selam söylemesini, Skinnerlara da en iyi dileklerini iletmesini isterdi.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro