6 ; unspeased things
Elimdeki beyaz çikolata paketiyle bakışırken başımı yerden kaldırmamakta kararlıydım. Salağın teki olduğumu bu sefer tescillemiştim, buna emindim. Özellikle yanımdaki üç arkadaşım da yüzde yüz ihtimalle sınavı geçmişken benim kalacak olmam kesinlikle tesadüf değildi. Telafi sınavı ne zaman olurdu emin değildim ama iki gün içinde olması iyi olurdu. Çünkü sadece bir haftamız vardı ve bunun 2-3 gününü evde geçirmek istemiyordum.
"Lena." Jaemin bana seslendiğinde başımı masaya koydum. "Sus. Acı çekiyorum şu an." Renjun iç çektiğinde kolumu kaldırdım ve çikolatamdan bir ısırık aldım. "Ben nasıl Kimya kazandım ya? Üniversite sınavında kopya falan da çekmedim, anlık IQ patlaması yaşadım galiba."
"Lena abartma. Profesör daha açıklamadı bile sınav sonuçlarını." Yukhei'ye omuz silkip başımı kaldırdım. "Kesin kaldım zaten, açıklamasına gerek yok."
Daha ses çıkmayınca başımı kaldırdım. Üçü de sınavı geçecekti ve buna emindim. Ama aralarında en mutlu olan Renjun'di ve bu belli oluyordu. Benim bu halimi görüp belli etmek istemese de anlıyordum işte. Anlık gelen su isteğimle ayağa kalktım, çikolata yemek susatıyordu.
Ayaklandığımda Renjun bana bakmıştı. "Nereye?"
"Su alacağım." Bana onay verdiğinde kafeteryaya doğru ilerledim. Kesinlikle dersten kalmıştım ve bir haftalık tatilin yarısını yaşayacaktım. Üç aydır ayrıydım zaten ailemden, üç gün ne işime yarardı ki?
Renjun öğleden sonraya hazırlardı eşyalarını, ben de belki akşam çatıya giderdim. Bana gelemeyeceğini söylemişti, belki yalnız olurdum ama onun gibi davranmak istiyordum. Sürekli Tanrı'yı düşünmek istiyordum.
Suyumu alıp masaya geçecekken gördüğüm bedenle gözlerimi kıstım. Gerçekten o muydu? Galiba halüsinasyon falan görüyordum, yoksa niye gelsin ki? Evet evet, kesinlikle oydu. Buz mavisi kot pantolonu, dağınık kahve saçları ve siyah gömleğiyle o olduğuna emindim. İlk defa mavi giymişti, garipsemiştim bu durumu. Ama yüzü bana doğru değil, merdivenlere bakıyordu. Zaten beni görmez diyerek omuz silktim ve elimde suyumla beraber masaya ilerledim.
"Lena, internet sitesinde açıklanmış sonuçlar." Jaemin yeni aldığı Iphone 11 telefonunu elinde sallayarak bana bakarken iç çektim. "Benimkine de baksanıza." dediğinde Renjun başını sallayıp elindekine bakmıştı. Bakacak kadar cesretli değildim, en azından duyacağım şeye kendimi hazırlardım.
Renjun bir dakika sonra da gergin bir şekilde gülümseyerek bana bakmıştı. "Felsefeden kalmışsın, sonraki sınav da üç gün sonraya."
Duyacağım şeye kendimi hazırlamıştım zaten, gözlerim etrafı tararken profesörü görmüştüm. "Profesör!" Yerimden kalkıp profesörün yanına resmen ışınlanırken birkaç kişi bana dönmüştü ama umursamadım. Düşünsenize, tüm kafenin önünde profesör diye bağıran bir kız. Garip olurdu doğrusu. "Telafi sınavı perşembeymiş, daha öne alamaz mısınız?"
Utanmasam şurada ayaklarına kapanırdım ama sırtını duvara yaslamış, bizi izleyen beden yüzünden böyle bir şey yapmama kararı aldım. "Kang Lena, senin isteğine göre hareket etmeyeceğimi biliyorsun, değil mi?" Dikdörtgen gözlüklerini düzeltip kolunun altındaki kitaplarla yanımdan ayrılırken başımı eğdim, omuzlarımı düşürdüm. "Salak Lena. Sınavdan geçmek için para mı yatırmam lazım?" Son sözlerimi biraz yüksek sesle söylemiş olmalıydım ki Profesör durup arkasını dönmüştü.
"Hayır Lena, çalışman lazım." Omuz silkip gülümsedim. "Benim de geleceğimi gece gündüz çalışmak olarak çizmiş sistem, garip." Sinirime yenik düşmüştüm, kendi kendime söylenirken masamıza doğru ilerledim. Durdum, az önce onun olduğu yere baktım. Resmen ışınlanmıştı, az önceki yerinde yoktu. Umursamayıp Renjunlerin yanına gittim. "Olmadı değil mi?" Jaemin büzdüğü dudaklarıyla sorduğunda cık'ladım. "Yok."
Yukhei uzanıp büyük eliyle omuzumu kavrarken destek vermek amacıyla sıkmıştı. "Şey yapma ya, üç gün üç gündür." Jaemin onu onaylarken sandalyesini yanıma yaklaştırmıştı. "Evet, hem görüntülü de konuşursunuz." İç çekip telefonumu çıkarırken rehbere girdim. Annemi arayıp haber vermeliydim en azından, haberi olmalıydı. Kesin bir sürü hazırlık yapmışlardı ama hepsi boşa gidecekti. Bu biraz... üzücüydü.
"Anne?" Sesimden bile belliydi hayırsız bir şey diyeceğim, annem hemen anlamıştı. "Lena, bir şey mi oldu?" İç çekip merdivenlere, profesörün gittiği yere baktım. Aa, Donghyuck da merdivenlerden iniyordu. "Şey, felsefe sınavından kalmışım. Perşembeden önce gelemem yani." Birkaç saniye ses vermemişti, üzüldüğünü anlamam zor olmamıştı. Ah profesör...
"Ya, öyle mi? Sorun değil canım, derslerin daha önemli. Ne zaman gelirsen gel." Sesinden bile belliydi her şey, omuzlarım kendiliğinden düşmüştü bile. "Tamam anne. Bir şey diyor musun?"
"Çocuklara selam söyle." Başımı salladım. "Tamam, görüşürüz." Aramayı sonlandırdığımda üçü de bana odaklanmıştı. "Size selamı var. Neyse, hadi kalalım. Renjun bavulunu hazırlayacak daha." Bir şey demeden ayaklandılar, hepimiz kafeteryadan çıkarken sağ tarafta Donghyuck'u gördüm. "Ee, siz gidin yavaştan, ben geliyorum." Üçü de bana dönerken Jaemin tek kaşını kaldırmıştı.
Galiba onun yanına gideceğimi anlamıştı, ona hızlıca göz kırptığımda gülümseyip Renjun'in koluna girmişti. "Peki, gidelim. Geç kalma ha, yardım edeceksin bize." İçimden ona milyonlarda kez teşekkür ederken kapıdan çıkmalarını beklemiştim.
Derin bir nefes alarak arkamı döndüğümde tam dibimde olmasını beklemiyordum, refleks olarak geriye giderken uzanıp bileğimden tutmuştu. "Korktum," dedim bileğimdeki eline kısa bir bakış atıp. Bir şey demeden bir bana bakıyordu, bir de kapıya. Birkaç saniye yüzüne baktım. Cidden... yakışıklıydı?
Normalden daha koyu, esmer bir teni vardı ve dudakları kırmızı gibiydi, ayrı bir hava katıyordu ona. Ama o dudakların sürekli sigaraya temas ettiği düşüncesi beni üzüyordu. Ona yardım etmek istiyordum ama o çevresinde kimseyi istemiyordu. "Bir şey mi oldu? Yani burada ne işin var ki?" Sorumu sorduktan sonra dudaklarımı ıslattım, elini hala bileğimden çekmemişti.
Kahverengi, parlaklığını yitirmiş gözlerini sonunda kapıdan ayırıp gözlerime sabitlediğinde yutkundum. "Buranın bağışçılarından biriyim, gelemez miyim?" Dediği şey sorudan çok meydan okumaya kaçıyordu, gergince gülümsedim. "Aa, demek yediğim yemeklerin parası senden çıkıyor, ne güzel. Gelebilirsin, neden gelemeyesin ki?"
Gittikçe batırıyordum, ama onun yüzünde mimik oynamamıştı. Yutkunup gözlerine bakmayı sürdürdüm. O da irislerimden ayırmıyordu gözlerini, diyeceği bir şey mi vardı ki? Onu ilk defa böyle görüyordum, geçen gün biraz daha toparlamış gibiydi ama şimdi, daha da çökmüştü sanki.
Bir ailesi, yakını var mıydı bilmiyordum ama bu durum oldukça canımı sıkıyordu. Yardım etmek istiyordum ama kendini geri çekiyordu. Aramızdaki bu garip ilişkiye anlam veremiyordum.
"Bir şey mi diyeceksin?" Sonunda aramızdaki garip sessizliği bozduğumda yutkundu, sonunda konuşacak diye sevinirken dudaklarını aralamıştı. Gözlerimi üzerine dikmiş beklerken yanımıza gelen Lee Jeno sinirlenmeme yetmişti. "Profesör sınavı salıya çekmiş, sana haber vermemi istedi." Gözlerimin içi gülerken Jeno'ya teşekkür ettim ve gidişini izledim.
Tekrar önümdeki bedene odaklandığmda dudaklarını kapatmış, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Ne yaptığını anlayamazken az önce profesörün gittiği yerden geldiği aklıma geldi. Konuşmuş olamazdı, değil mi?
Aklımdakini kutuya koyup en alt rafa kaldırırken derin bir nefes aldım. "Bir şey diyecektin galiba?" Dolu gözlerini karşıya sabitlemişti, baş parmağı yavaşça bileğimin içini okşamaya başlamıştı. Ne yaptığını anlamıyordum. Derdi neydi bilmiyordum ama anlatırsa seve seve yardım ederdim. İçinde tutması iyi bir şey değildi.
"Donghyuck?" Bu sefer endişe ile yüzüne bakan gözlerim dolu gözleriyle buluştuğunda başımı salladım söylemesi için. Bana diyeceği ne olabilirdi ki? Kelimeleri bir araya getiremiyor gibiydi ve bu hali beni korkutmaya başlamıştı. Baş parmağı bileğimdeyken uzandım, ben de onun bileğini kavradım. Bakışları ellerimize kayarken ben de aynısını ona yaptım. Güçsüz parmağım ince bileğine denk gelmişti, tekrar yüzüme baktığı sırada anlamıştım.
O hep maskesini takıyordu, etrafta sert, korkusuz biri olarak dolaşıyordu ama benim yanımda çeşitli duygu değişimleri yaşıyordu. Bir gözleri doluyor, bir gülümsüyordu. Onun bu yanını farketmiştim, ama hala yardım edemiyordum. İntihar zayıfların işidir, demişti. Ama kendisi de zayıftı. Bana ya da başkasına, güçlü olduğunu kanıtlamak istiyordu ama zayıftı. O sadece siyahlar içerisindeyken güçlü rolünü oynayabiliyordu. Maskesi de siyahtı, sigarasının paketi de. Geceyi seviyordu, yine karanlıktı çünkü. İki karanlık birleştiğinde uzanıp yukarı bakıyor ve Tanrı'yı düşünüyordu. Peki sürekli ne düşünüyordu? Evet, Tanrı'yı ama nesini düşünüyordu? Ya da yalan mı söylemişti bana?
"Donghyuck," dedim yutkunarak. O ne hissederse hissetsin ben de aynısını hissediyordum. O Tanrı'yine düşünürken ben de kendimi Tanrı'yı düşünürken buluyordum. Ya da şimdi, o üzgünken benim de içimi hüzün kaplıyordu.
Titreyen, yaşlar yüzünden parlayan gözbebekleri yüzümde dolaşmıştı. "Bir sorun olurasa bana anlatabileceğini söylemiştim." Başını sallayıp beni onayladığında yutkundum, yüzüne baktım. "Sorun ne o zaman?" İç çekti, ortamı yumuşatmak için güldüm. "Hadi ama, senin bana hayat dersi vermen gerekiyordu."
Dudaklarından belli belirsiz bir gülümseme geçtiğinde az da olsa amacıma ulaştığımı anlamıştım. "Ben," dedi gözlerini kapatıp. Meraklı gözlerle ona bakıyordum. Devam etsene be adam, diye içimden konuşsam da aniden elini bileğimden çekmiş, yutkunmuştu. "Umarım sınavını geçersin, başarılar." Bir şey dememe izin vermeden kapıya ilerleyip gitmişti.
Beni ve karmakarışık ettiği aklımı arkasında bırakarak.
✰✰✰
m*l hyuck napıyorsun
❤️
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro