Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

17 ; try to hate

Sağ elimdeki kahvemle beraber kampüsten çıkıyordum.

Üzerime siyah beyaz çizgili uzun kollu giymiştim. Onun üzerine de kırmızı kısa kollu. Garipti ama güzeldi. Bol siyah pantolonum belimden düştüğü için kemer kullanmak zorunda kalmıştım. Omuzumun altında biten saçlarımı açık bırakmıştım. Sabah ise mükemmel uykumdan erken uyanıp okula gelmiştim çünkü Renjun adlı kişiyle denk gelmek istemiyordum. Sınıfta yerleri bile değişmişti, Yukhei ve Jaemin bana birazcık tavır alsalar da umursamamaya çalışıyordum.

"Hey." Duyduğum sesle tek ayağımın üzerinde arkama döndüm. "Selam." Lee Jeno elindeki kağıt yığınıyla yanıma gelirken ona oyun alacağım aklıma geldi, bunu renkli kağıda not edip aklıma asarken yanıma gelmişti bile. "Matematik notların var mı?" Birkaç saniye düşünürken başımı salladım, ardından omuzumun birinden askıyı çıkardım ve çantamı açtım. Gördüğüm şeyle kaşlarım çatıldı.

Saat 6'da basketbol sahasına gel.

Kağıttan buram buram Yukhei kokuyordu, iç çekip kağıdı çantaya sıkıştırdım ve notları çantamdan çıkardım. "Teşekkür ederim, yarın getiririm." Gülümseyip başımı sallarken yanımdan uzaklaşmıştı bile. Kahvemi içerken kampüsten çıkmıştım bile. Gidip Yukhei'yle konuşacaktım. Bakalım neler diyecekti? Ondan sonra da çatıya çıkardım. Dün tişörte bir göz atmıştım, daha da beğenmiştim baktıkça. Dürüst olmak gerekirse... Tişörtü Donghyuck'a geri vermeyecektim. Umarım darılmazdı. Zaten darılmazdı ki. Madem renklerden nefret ediyordu, mor tişört umrunda olmazdı.

Saat 6'ya gelmek üzereydi, üzerimi değiştirmeden çantamı odama bıraktım ve sahaya ilerlemeye başladım. Tahmin ettiğim gibi sadece Yukhei vardı, bir banka oturmuş ve ayaklarını uzatmıştı. Üzerinde sarı bir uzun kollu vardı. Telefonuyla uğraşıyordu. "Geldim," dedim tam önüne geçerek. Hızlı olsa iyi olurdu çünkü gitmem gereken bir yer daha vardı.

"Neden oda değiştirdin?" Telefonunu cebine atarak ayaklandı, iç çektim. Cevabı açık ve netti, öksürüp konuştum. "Benimle oturmak istemeyen biriyle aynı odada kalamazdım herhalde?" Azarlar gibi konuştuğumda iç çekti. "Pekâlâ. Renjun çok sinirlendi."

"Ben de sinirlendim Yukhei. Kırıldım da. Neredeyse ayağına kapanacak durumdayken bana güvenmediğini söyleyip gitti." İç çekip ellerini kollarıma getirdi. "Evet ama neden bizden uzak duruyorsun?"

Onlara uzak değildim. Eğer yanımda olurlarsa Renjun onlara tavır alabilirdi ve işler karışıkken daha da karışık bir hale gelmemeliydi.

"Hayır, size uzak değilim. Katlarımız da ayrı ve Renjun'in yanında olmanız daha iyi. Size tavır almasın." Dudaklarını büzdüğünde göz devirdim. "Şimdi gidebilir miyim?" Kollarımdaki elleri aşağıya düşerken gülümseyip yanından ayrıldım. Cidden en başta dibine kadar haksız olduğumu düşünüyordum ama söylediği sözler kendini de haksız olmaya itmişti.

Pek soğuk olmayan hava eşliğinde ezbere bildiğim sokakları geçtim. Yine eski binaya girdim ve merdivenleri çıktım. En sonunda çatıya giden merdiveni de çıktım ve etrafa baktım. Daha gelmemişti, biraz üzülmüştüm açıkçası. Asılan suratımla beraber yere otururken batan güneşe baktım karşımdaki. Aynı havada öpüşmüştük, garipti. Niye sürekli aklıma geliyordu ki?
Yok olması lazımdı, gözlerimin önündeki siması gitmeliydi.

"Gelmişsin." Sesini duyduğumda başımı sağa çevirdim ve yüzüne baktım. Saçları hafifçe dağılmıştı ve ince beyaz tişörtü köprücük kemiğini açıkta bırakıyordu. Sapık gibi görünmemek adına gözlerimi oradan çektim ve hafifçe öksürüp karşıya baktım tekrar.

Yanıma oturduğunda derin bir nefes almıştı, yine ceket giymişti. Bu seferki de siyahtı ama kot ceketti. Ne giyse yakışıyordu zaten. Hâlâ karşıya bakıyorduk ikimiz de, sonunda ceketinin cebinden sigarasını çıkardı ve güneş stickerlı çakmağıyla ucunu tutuşturdu.

Güldüm, kolunda da güneş dövmesi vardı. Çok seviyor olmalıydı. "Güneşin anlamı ne?" Birkaç saniye elindeki çakmağa bakıp çakmağı avucu arasına almıştı. "Seviyorum." Özeti buydu herhalde, daha fazla sorgulamadım. Yüzümü ona çevirdim, o da bana çevirdi.

Karşıdan vuran güneş ışığı esmer teninde çok farklı durmuştu. Daha tapılası bir görüntü oluşturuyordu karşımda. Uzanıp yüzünü kavramak istiyordum, ama yapmadım. İçim elvermedi ona dokunmaya. Kalbim atıyordu ama onunki kadar yavaş atmıyordu. Benimki mi çok hızlıydı yoksa onunki mi çok yavaştı? Kahve gözleri kesik kaşının altında daha güzel gözüküyordu, içinde ne anlamlar içeriyordu kim bilir. Önüme döndüm, aşağıdaki manzaraya baktım. Her şey daha küçük görünüyordu. Biz de dünyaya göre küçüktük zaten.

"Anlamıyorum." dedim iç çekerek. "Önceden seninle adam akıllı muhabbet edemezdim ama şimdi daha yakınsın bana." Yüzüne bakmaya cesaret edemedim, sadece yutkundum. Ne diyecekti acaba? "Gün geçtikçe seni daha iyi tanıyorum ve aramıza duvar örmenin bir anlamı olmadığını farkettim."

Başımı salladım, yine akıl danışmalıydım. "Nasıl barışabilirim onunla?" Birkaç saniye ses vermedi, nefes alıyor mu diye yüzüne baktım. Gözleri dolmuştu. Kaşlarım çatıldı, ne olmuştu birden bire? "Hey," dedim elimi omuzuna koyarak. "İyi misin?"

"Nasıl yapacağını emin ol ben de bilmiyorum. Ama onunla küs kalma. Avuçların arasından kayıp giderse geri getiremezsin." Onun bir yarası vardı, ne olduğunu çözemiyordum. Anlatmıyordu da. Dudakları arasındaki sigarayı kavrayıp benim dudaklarıma koyarken ceketini çıkardı. Onun yüzünden sigara içiyordum, tadı berbattı ama nasıl zevk alabiliyordu ki bundan? Hatta bağımlıydı sigaraya, tadı bile yoktu, sadece boğucu bir duman çekiyordu içine.

Ceketi sırtıma bırakırken ben de bir nefes çektim ve sigarayı dudaklarımdan uzaklaştırdım. "Tadı iğrenç." Gülüp sigarayı parmaklarım arasından almıştı. "Zamanla alışıyorsun." Birkaç dakika daha durduk öyle, o Tanrı'yı düşündü, ben onu. Ama bundan haberi yoktu, sadece ağzındaki zehirle Tanrı'yı düşünüyordu, benim varlığımı bile unutmuştu belki de. Tanrı ona kızgın olmalıydı belki de sigara içip kendine zarar verdiği için. Ben de kızgındım ama o yanımda olduğu için bunu kenara itebiliyor ve dünyadan birkaç saatliğine uzaklaşabiliyordum. Kafamı dinliyordum işte. Ne biri beni arıyor ne de mesaj atıyordu.

Mesaj demişken, telefonumu almak için elime cebime atacakken ceketin cebine attım. Elime bir şey gelmişti. "Bu ne?" Elimdekini ceketin cebinden çıkarırken yutkundum, Donghyuck dağlara çevirdiği yüzünü bana çevirdi. Gözlerim büyümüş bir şekilde ona bakıyordum. "D-Donghyuck..." Sesim kısılırken ellerim titriyordu.

Ayağa kalktım, o da benimle beraber ayağa kalktı. "Açıkla bunu!" diye bağırdım sinirden titreyen ellerimle. O ise dolu gözleriyle elimdekine bakıyordu. Sinirlendim, o yakışıklı yüzünü dağıtmak istedim. Ama o cevap vermiyordu bana. "Neden?" dedim titreyen sesimle. Onun bunu kullandığı ve kendine zarar verdiği düşüncesi sinirlenip etrafı dağıtmam için yeterli bir sebepti.

Sinirle elimdeki paketi ve ceketi bir yere fırlattım, o da sigarasını yere atarken yanına yaklaştım ve yakasından tuttum. "Neden yapıyorsun bunu?" İşte aklıma dank etti, her şey bu yüzdendi. Gözlerinin kızarması, sürekli duygu değişimleri yaşaması, iki sözü bir araya getirememesi; ve öpmesi.

Belki de kendinde değildi beni öperken, ben de aptal gibi bir anlam aramıştım altında. Kendi salaklığıma ağlayacaktım, kullanılmıştım sanki.

"Neden kendine zarar veriyorsun?" Bağırdım, sesim çok yüksekti. Kuşlar kaçtı, dağlar tekrar etti. Dolu gözleri gözlerimle buluştu. Neler gördüm o gözlerde... Pişmanlık, korku, endişe, kırgınlık.

Vurmak istiyordum ona, yüzünü dağıtmak istiyordum ama gönlüm elvermiyordu. Dayanamıyordum. "Ben sana yardım etmek isterken neden bunu yapıyorsun kendine?" Sesim az öncekine göre daha kısıktı, titriyordu. Soğuktan mı bilmiyordum, belki de kırgınlığımdan.

Dolu gözleri halâ gözlerimdeydi, çekmemişti. Nefesi dudaklarıma vuruyordu. Kızarmış gözlerini öpmek istedim, kirpiklerini okşamak istedim. Yapmadım, onun yerine yakasını bıraktım. "Biliyor musun," dedim gözümden bir yaş akarken. En son üç gün önce ağlamıştım ama şans eseri gözyaşım kalmıştı demek ki.

Islak gözlerimle yüzüne baktım. Hıçkırırken neden böyle olduğumu merak ettim. Onu önemsiyordum ve o kendine zarar veriyordu. Sigara bazı şeylerden daha sağlıklı demişti. Uyuşturucudan, eroinden daha sağlıklı olduğu için sigarayı tercih ediyordu. Uyuşturucuya o kadar bağlanmıştı ki onun boşluğunu sigarayla dolduruyordu. Belki de bu yüzden çok içiyordu.

"Ne yaparsan yap. Umrumda değilsin." Onu arkamda bırakıp giderken yalan söylediğimi fark ettim.

Umrumdaydı, bana benliğimden daha yakındı, Tanrı'dan bile daha yakındı.

✰✰✰

BABABABA hyuck beye bak BABABABA

Haluk ve Donghyuck shipliyorum dongluk NXLWİED

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro