Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

16 ; window conversation

Ellerim önümde birleşmiş bir şekildeyken sol taraftaki camdan içeriye güneş ışığı giriyordu. Oda sonbahara göre sıcaktı. Ceketimi çıkarmıştım çünkü üzerimdeki şey gerçekten de sıcak tutuyordu beni.

"Kang Lena, Huang Renjun ile odanı ayırmak istediğinden emin misin?" Müdür yardımcısı konuştuğunda başımı salladım, o da siyah gözlüğünü sağ elindeki kalemle geriye itmişti.

"Peki bundan Huang Renjun'in haberi var mı?" Yine başımı salladım. Yalan söylüyordum, hiçbir şey dememiştim ona. Bilse izin vermezdi belki, ama daha beş saat önce yanımda oturmak istemeyen biriyle aynı odada kalamazdım. Onur kırıcıydı. En azından her şey düzelene kadar ayrı kalmalıydık. Zaten sınıfta ayrı oturuyorduk, yurtta da ayrı kalmamı pek dert etmezdi.

Karşımdaki kadın önündeki kağıtlara göz atıp bana dönmüştü. "Pekâlâ. Odanız birinci katta, dördüncü kattaki D4'e taşınabilirsin. Şu an kimse kalmıyor orada, birisi gelirse bilgilendirme yaparım." Şans eseri boş odaya gitmiştim, kafamı dinlerdim güzel güzel. Eğilip teşekkür ederken uzattığı anahtarı aldım. Şimdi eşyalarımı alabilirdim. Zemin kattaki sıcak odadan çıkıp mor tişörtümü düzelttim. Yurda gelmiştim ama hala üzerimdekini çıkarmamıştım. Güzeldi, bayağı.

Girişteki koltuklardan birine otururken Yukhei'yi aradım. Yarım saate kalmaz gelirlerdi maçtan, biraz daha oyalasa sorun çıkmazdı. "Alo?" Nefes nefese oluşundan hala maçta olduklarını anladım. "Ne zaman geleceksiniz?"

"Kırk beş dakika falan." Parlatıcı sürdüğüm tırnaklarıma kısa bir bakış atıp ayağa kalktım. "Tamam. Ben odamı değiştirdim, Renjun'i oyalarsın."

"Ne?" Telefonu yüzüne kapatırken derin bir nefes aldım. Gelince konuşurduk. Ya da konuşmazdık, emin değilim. Maçı bırakıp gelecek değildi sonuçta. Zaten Renjun pek bir şey demezdi. Umursamazdı belki de. Ama alışacaktım, sonuçta ölene kadar yanıma olamazdı, en azından şimdilik alışmalıydım. Merdiveni ikişer ikişer tırmanırken birinci kata geldim ve odama girdim. Pek eşyam yoktu zaten, bavulumdaki eşyaları üşendiğimden yerleştirme zahmetine girmemiştim bile. İlk defa bu huyum bir işe yaramıştı.

Masamın üzerindeki kitapları da bavuluma sıkıştırdım, ardından bavulumu da peşimde sürükleyerek asansöre bindim ve yeni odama girdim. Bavulumu bir kenara koydup tekrar aşağı indim, kalan birkaç parça eşyamı da aldım. En sonunda yeni odama yerleşebildiğimde kapıyı kilitledim, sağ taraftaki bölmeye yerleşme kararı aldım.

Kalbim kırılmıştı, sonuç olarak o odada iki senemi geçirmiştim ve anılarım vardı. O odanın her bir köşesinde Renjun ile benim izlerim vardı. Bir anda bırakıp gelmek zordu. Özellikle ikimizin de farklı katlarda yatacak olması beni biraz üzüyordu. Mesela her partiyi bizim odada yapardık, dördümüz salondaki minik kanepeye sıkışır ve tabletten film izlerdik. Cips kâsesi elden ele dolaşırdı. Yukhei içkilerimizi, aslında meyve suyuydu, tazelerdi. Çok şey yaşamıştık ve bir daha yaşanmayacak olması üzüyordu.

Saate baktım, akşam yemeğine inecektim. İnmek istemiyordum ama çok acıkmıştım, arka masalardan birine otururdum en azından. Kimse beni görmez ya da umursamazdı. Anahtarı şortumun cebine atıp ayaklandım, oda zaten temizdi, tozunu alırdım yeterdi. Kapıyı arkamdan çekip kilitlerken merdivenden inmek yerine asansöre bindim. -1. kata inerken aynada kendime baktım. Yüzümdeki kapatıcıyı silmiştim çoktan, göz altlarım korkunç bir şekilde ortadaydı. Topuzum bozulmuş ve aşağı kaymıştı. Ama bu umrumda değildi.

Kapı açılırken tam karşımda kalan yemekhaneye girdim, kendime tepsi alırken gözlerimle etrafı tarıyordum. Boş masa bulmak benim için zorlu bir işti. Tepsime bir kaşık çorba, pilav ve salata koyup gözüme kestirdiğim masaya geçtim. Duvar kenarıydı, esen rüzgâr tam oturduğum yere vuruyordu. Kendime su doldurup beyaz ışıkların altındaki bedenlere baktım. Herkes kendi halindeydi, herkes gülüyordu.

Ama Jaemin gülmüyordu.

Elindeki tepsisini sertçe karşıma bırakırken Yukhei yanıma oturdu, Renjun de Jaemin'in yanına. Sinirli olduğu belliydi. "Oda değiştirdim de ne demek?" Jaemin sinirle sordu. Turuncu tişörtü boynunu açıkta bırakıyordu, kahve saçlarıyla birlikte güzel gözüküyordu. Ben de omuz silktim kısaca. Dışarıdan takmıyor gibi gözüküp içten içe kendimi yiyordum. Ve bu kendimden nefret etmemi sağlıyordu.

Cevap vermeden bardağımı kavradım, dudaklarıma götüreceğim sırada Yukhei bileğimi tutmuştu. Renjun ise ifadesiz bir şekilde bize bakıyordu. Yarı terli olduğu için ıslak gri saçları alnına dökülüyordu. Benim aksime yüzünde hiçbir iz yoktu, ne ağlamıştı ne de başka bir şey. Sadece yumruk attığı için sağ eli kabuk bağlamıştı.

Dişlerimi sıkarak Yukhei'ye baktım. "Duydun işte, nesini açıklayayım?" Jaemin dalgalı saçlarını geriye iterek bana baktığında bileğimi kurtardım. "Rahat bırakacak mısınız yoksa gideyim mi?" Bu sefer Jaemin'e bakarak konuştum, ısrarla Renjun'e bakmıyordum, ya da bakamıyordum. "Anlaşıldı." Yerimden kalktım, Yukhei'nin konuştuğunu duysam da umursamayıp yemekhaneden çıktım. Rahat bırakmıştım onları daha ne istiyorlardı ki?

Yurttan çıkıp dışarı baktım. Hava kararmamıştı ama bir saate kalmaz kararırdı. Yurdu çevreleyen duvarlardan birine oturdum ve ayaklarımı sallandırdım. Cidden daralmıştım. Her şey üzerime geliyor gibiydi. Kafamı dinlemek istiyordum. Aç da kalmıştım iyi mi?

Sağımda fark ettiğim karaltıyla oraya baktım. Hendery elinde iki sandviç ve meyve suyuyla bana bakıyordu. "İzin var mı?" Gülümsemeye çalışarak başımı salladım. "Yurdun nasıl bir yer olduğuna bakmaya geldim ve seni görünce yanına geldim." Sandviçlerden birini bana uzattığında reddettim, açtım ama reddetmiştim işte.
"Yemezsen ağlar." Ürettiği bilmem kaçıncı bahanesinden sonra sandviçi aldım. Tanıştığımız geceyi böyle geri ödüyordu işte.

"Sen neden buradasın?" Meyve suyunu açarken omuz silktim sorduğu soruyla. "Daraldım." dediğim anda gözlerim dolarken burnumu çektim. "Neyse, yiyelim." Şansıma dolan gözlerimi farketmemişti. Ama Donghyuck olsaydı hemen farkederdi, hatta umursamayıp dudaklarım arasına sigara bile koyardı.

"Renjun ile kavga ettim. Artık bana güvenmiyor falan filan." İnanmamış bir şekilde bana bakarken başımı salladım, pipeti dudaklarım arasına aldım. Donghyuck olsaydı ona anlatmak isterdim, hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Beni teselli etmese bile yanımda olduğu gerçeği beni iyi edebilirdi. Bir anda aklımda yer edinmişti. Özellikle de beni öptükten sonra.

Elim istemsizce dudağıma giderken yutkundum. Ona karşı bir şeyler mi hissediyordum, yoksa sadece basit bir hayranlık mıydı?

"Umarım en kısa zamanda barışırsınız. Yardıma ihtiyacın olursa buradayım." Teselli edemeyeceğini biliyordu, lafı kısa tutup önüne dönmüştü. Benim halime üzüldüğünü hissetmiştim. Ben bile halime acıyordum bazen. Bu kadar değişik biri olduğum için, asla kendimden emin olamadığım için. Ayaklarımı sallandırmaya devam ederken sandviçimin yarısına gelmiştim. Açtım ama daha fazlasını yiyebilecekmiş gibi hissetmiyordum. Duvardan inip Hendery'ye döndüm.

"Teşekkür ederim. Yarısını yiyemedim ama yiyeceğim. Çok güzel olmuş." Sorun olmadığını belirtmek adına gülümserken ben de gülümsedim. "İyi geceler." Bana el salladığında yurda girdim. Yine asansörle yukarı çıkarken kucağımdakileri düşmemesi için sıkıca tutuyordum.

Odama geldiğimde içeri girdim ve arkadan kapıyı kilitledim. Gecenin bir vakti uğraşamazdım kimseyle. Odanın ışığını açarken elimdekileri minik tezgâha koydum ve cama ilerledim. Hava girmesi için pencereyi açtığım sırada gözüme çarpan bedenle kaşlarım çatıldı.

"Hey." Gülümseyerek dirseğimi betona koydum ve yüzümü de elime yasladım. Umarım ki çok kötü görünmüyordum. "Tişörtünü almaya mı geldin?" Arkasını dönüp bana bakarken göz devirmişti. Piercingi buradan daha güzel gözükmüştü, belki de sokak lambasının ışığı vurduğu için. Yine siyahlar içindeydi. Saçları dağılmıştı. "Ya, evet. Renklerden nefret eden biri olarak mor tişörtümden ayrı kalamadım." Dediği şeyle yüzümdeki gülümseme silinirken bu sefer gülen o olmuştu. "Yatmayacak mısın?"

Parlayan gözlerini beklenti içinde bana dikerken dudakları aralıktı, yine kırmızıydı. "Ne yatması, ezberleyeceğim şeyler var daha." Bıkkınlıkla konuştum, o ise ayağıyla yerde şekiller çizmeye başladı. "Gitmeyecek misin?" Aslında gitmesini istemiyordum ama laf olsun diye konuşmuştum işte. "Gideceğim." Gözlerini gözlerimden ayırmazken yutkundum. Onda çok farklı bir şey vardı.

"Gitsene o zaman." Konuştuğumda bakışlarını kaçırdı. Şu anki durumumuz bana göre komikti ama şikayetçi değildim, sabaha kadar böyle kalabilir, onu dinleyebilirdim. Masal falan anlatırdım, o da sigarasını içerdi yine. İstemsizce güldüğümde tek kaşını kaldırdı. "Ne?"

"Düşünsene, saçlarımı uzatıp seni yukarı çekiyormuşum, Rapunzel gibi." O da bir anda gülmeye başladığında iç çektim, fena fikir değildi. Ona gülmek yakışıyordu ama kendi güzelliğini göremeyecek kadar kördü.

"Bana teşekkür edecek misin?" Kastettiği şeyi anladım, aynı anda düşüncelere daldım. Bu demek oluyordu ki istediği zaman aklımı karıştırabilirdi ama yine de yanında kalacaktım, şart koşmuştu resmen. Ama bu cazip gelmiyordu, ona teşekkür etsem bile düşüncelerimin altında ezilmeyecektim.

"Edeceğim," dedim gülümseyerek. "Çatıda karşılaştığımızda." Eğdiği başını kaldırırken iç çekip doğruldum. "Meşgul etme beni, derslerim var." Şakasına konuştuğumda gülümsedi. Ne ara bu kadar yakın olmuştuk? Önceden ağzını bıçak açmıyordu ve şu an ara sıra konuşmayı o başlatıyordu.

Camı kapatırken hala bana bakıyordu, yine gülümsedim.

✰✰✰

Bunlar çok tatlı da kaos lazım bize hrRRrrRr

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro