Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Zamansız

Hayata on beş gün erken gelmiş olabilir miydim acaba ben? Beyza'yı hastane odasında kablolara bağlı bir şekilde bırakıp ellerimdeki demirden soğuk halkalarla yine o klostrofobik mekanın içine sıkışıp kalmıştım. Beyza'nın şu an her şeyden habersiz ve yatalak pozisyonda oluşunun sebebi de yine benim bu bindiğim ring de uğradığım saldırıdan kaynaklanmamış mıydı? Ne olurdu ki o kaçırılma olayında ben direk ölseydim ve Beyza şimdi sadece arkamdan üzülenlerden biri olarak kalsaydı. Bu saatten sonra benim için üzülen değil benden nefret edenlerin başını çeken olacaktı. Aslında doktorlar eğer uyanırsa ve uzun süren bir fizik tedavi görürse yeniden yürüyebileceğini söylüyorlardı. O her ne kadar beni görmek istemese de ben onun yanı başından hiçbir şekilde ayrılmayı düşünüyordum. Düşünmüyordum ama işte onun yanından öyle ya da böyle ayrılmış mıydım? Bal gibi de ayrılmıştım. Ceza evinde geçireceğim şu on yedi günlük süre zarfında onun uyanmasını ve bir şekilde benden nefret etmemesini dilemekten başka da bir şeyin elimden gelmeyişi ne kadar da acıklıydı. 

İçinde bulunduğum durum Yetmişli yılların meşhur Yeşilçam senaryolarının bir kopyası gibiydi. Zengin oğlan fakir kızı görür ve etkilenir. Ne olursa olsun kızı elde etmelidir. Ancak kız fakir ve gururlu çıkmıştır. Oğlanı anında ret eder. Kader bu ya oğlan ve kız hiç beklemedikleri bir anda karşılaşır. Tirajı komik bu olayda kız bir kaza geçirir. Oğlan suçluluk duymaktadır. Kızın kaza geçirmesine kendisi sebep olmuştur çünkü. Vicdan azabı çekmektedir. Ama kader ağlarını örmüştür. Bir araya gelemeyeceklerdir. Oğlan başka bir yere gitmek zorundadır. O da yetmezmiş gibi oğlanın geçmişteki günahları peşini bırakmaz. Fakir ama gururlu kız yine örnek bir hareket sergiler ve oğlanı kurtarmaya gider. Bu sefer başları daha büyük beladadır. Kız gözünü kırpmadan ölümün üzerine atlar. Oğlan zengin ya bir şekilde kurtulmuştur ancak kız sakat kalmıştır. Bu filmlerin sonunda bir şekilde hep o sakat kız yürür, gözleri kör ise görmeye başlar. Bir şekilde o mutlu son gerçek olur. Yaşadıklarımız bu yeşilçam senaryosunun birebir bir kopyasıyken tek dileğim o mutlu sonun bizim için de gerçek olmasıydı. Hastaneden bindirildiğim ringin içerisinde Ulucanlar Ceza evine varana kadar tek düşündüğüm şey Beyza'ydı... Onun iyileşmesini her şeyden çok istiyordum. Bir daha beni görmek istemezse buna bir şekilde dayanırdım ama onun iyileşmemesine dayanmam mümkün değildi. Yanında bedenen olmayışım onu yalnız bırakacağım anlamına gelmiyordu tabi ki. Ölene kadar onun gölgesi olarak yaşayacaktım...

Ring'in yaptığı fren ve başımda nöbet tutan askerlerin ayaklanmasından gelmiş olduğumu anlamıştım. On yedi gün sürecek olan renkli hapis hayatım az sonra başlayacaktı. Kuvvetle muhtemel az sonra sokak da görsem yolumu çevireceğim bir sürü insan ile aynı odanın içinde nefes almaya çalışacaktım. Kapalı yerlere karşı olan korkum zirve yapmıştı.Ödüm patlamak üzereydi ama ben yine de yiğitliğe bok sürdürmüyordum. Kollarıma giren jandarmalar eşliğinde ceza evi aracından indirilirken karşımda gördüğüm manzara gayri ihtiyari gülümsememe sebep olmuştu. Annem, babam, Arda, Nisa ve Hasan amcam hazır kıta bekliyordu. Sanki onları bir daha göremeyecekmiş gibi yürüyordum yanlarından geçerken. Gözümden süzülen yaşlara engel olamıyordum. Bir kaç duyguyu bir anda yaşamak bu olsa gerekti. Beyza'yı hastane odasında öylece bırakmış olmam ve bunun tek sebebinin Berfu'ya yaşattıklarım olması vicdan azabından ölmeme sebep oluyordu. Yediğim her halta rağmen ailemin hazır kıta yanımda oluşu küçük bir oğlan çocuğu gibi savunmasız kalmama sebep oluyordu. Yere eğilen başımı bir türlü kaldırıp onlara bakamıyordum. Her hareketim slow-motion çekilen bir film karesi gibi ilerliyordu. Arkamdan gelen annemin sesiyle savunmasızlığım biraz daha artmış, boğazımda düğümlenen hıçkırıklara zorla hakim oluyordum.

'' Nazra! Kaldır başını annem! Sen ne yaparsan yap benim oğlumsun. Sen başını eğersen benim savaşacak gücüm olmaz. Beyza bana emanet! '' 

Ah be annem! Sen olmasan ben olmazdım ki. Yediğim her haltı babama çaktırmadan toplamak için doğurduğun günden beri nelere katlanmıştın sen... Tek gece de yine saçlarına benim yüzümden aklar düşmüştü. '' Beyza bana emanet! '', demişti ya... Artık ölsem de gam yemezdim.

Ceza evinin büyük, sürgülü demir kapısından içeri girerken başımı havaya kaldırmış ve son kez bakmıştım her birinin gözünün içine. O kapının kapanışı var ya... İşte o çok fena koymuştu. 

Ceza evi! Harbiden ceza eviydi hani... Jandarmalar beni infaz memurlarına teslim ettikten sonra, boy ve profil resimlerim çekilmiş ardından tüm soy ağacım bilgisayara veri olarak kayıt edilmişti. Kapatılacağım yere gitmeyi beklerken ben, üst aramamın  yapılacağı söylenmişti. Söylenmişti ancak bu işlemi üç kere tekrarlayacağım ve gırtlağımın en uç noktasından vücudumdaki bütün deliklere kadar aranacağım söylenmemişti. Büyük bir insanlık ayıbını canlı canlı yaşıyor olsam da onlarda görevlerini yapıyorlardı. İtiraz etmek gibi bir lüksüm yoktu. Tüm parmaklarımdan teker teker iz alınmış ve artık koğuşa geçebileceğim söylenmişti görevli infaz memuru tarafından. Yine labirent gibi koridorlardan geçmiş ve son olarak ceza evi müdürüne de görünmem gerektiği söylenmişti. Sabrediyordum. Gerçi sabretmekten başka bir çarem de yoktu. Son iki saattir sürekli oradan oraya gitmekten ve giyinip soyunmaktan iyileşmek üzere olan dikişlerim de acımaya başlamıştı. İçeri girdiğimde ellili yaşlardaki müdür şöle beni tepeden ayak tırnaklarıma kadar bir süzmüştü. Sonra hiç yüzüme bakmadan yanımdaki infaz memuruna suçumu sormuştu

'' Suçu ne bunun? ''

İnfaz memuru müdüründen çekinen bir sesle başlamıştı konuşmaya

'' Askerde cep telefonu ile konuşurken yakalanmış müdürüm.''

'' İyi bok yemiş! ''

Müdürün yüzündeki ifade gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum şeklindeydi.

'' Çok mu aşıktın oğlum? ''

Bu sorunun cevabı aslında; '' Hayır! Aşık falan değildim ama hatun hamileydi.'' olmasına rağmen müdüre istediği cevabı vermiştim.

'' Evet efendim...''

İnfaz memuru birden araya girmişti

'' Yalnız müdürüm, mahkum ameliyatlı. Hastaneden getirildi. Hangi koğuşa koyacağız? ''

Müdür bir infaz memuruna baktı, bir bana baktı ve sonra elleriyle saçlarını yolmak istercesine başını sıvazladı.

'' Adın ne senin oğlum? ''

'' Nazra Deman efendim.''

'' Demek şu meşhur Nazra sensin. Tamam şimdi oldu. Sen gelmeden haberin geldi.''

Önündeki defteri açtı, baktı, baktı yine baktı... Sonra infaz memuruna dönüp başladı konuşmaya.

'' Ahmet, bugün geçici koğuş da kalsın. Yarın A7 ye koyarsınız. ''

'' Müdürüm A7 den emin misiniz? ''

'' Bırak Ahmet! Biraz hayatı öğrensin bu kardeşimiz. Misafir edeceğimiz on yedi günde ona hızlandırılmış bir kurs verelim. Bakarsın sever burayı, daha fazla kalmaya karar verir. ''

İkisinin yüzündeki şeytani gülümsemeden burada geçecek olan zamanımın renkli olacağı belliydi. Sen öldürmeyen güçlendirir derler. Kim bilir belki de ben de buradan çıkarken daha güçlü, bam başka bir Nazra olmayı başarabilirdim. Bir kaç dakika içinde geceyi geçireceğim geçici koğuşa alınmıştım. İnfaz memuru tam o soğuk demir kapıyı üzerime kapatacakken arkasından seslenen başka bir memur yüzünden duraksamıştı. 

'' Nazra Deman mı? ''

'' Evet, ne oldu Dursun? ''

'' Müdür yolladı beni önemli imiş. Odasına çağırıyor.''

Bir anda kalbime çıkmamak üzere bir bıçak saplanmıştı sanki. Nefesim kesilmişti. Gediğimiz labirentten hallice koridorları geri giderken ayaklarım adeta yere yapışmışcasına zor hareket ediyordu. Kötü bir haber olduğu belliydi. Yoksa müdür beni neden odasına çağıracaktı ki. Korka korka girdiğim o kapıda içeri. Karşımda ki kişi belki de görmeyi umduğum en son kişiydi. Gözüm karşımdaki kişinin kucağında bu duruma bir anlam vermeye çalışıyordum.Kilitlenmiş çenem yüzünden kelimeler zorla çıkıyordu iki dudağımın arasından. 

'' Berfu! İyi de sen ölmüştün! ''

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro