Boyumdan Büyük İşler
Tezgâhın üzerine elmaları yerleştirirken birinin beni izlediğini hissettim.
Anlık bir şeydi; bir göz değmesi, iki saniyelik bir bakış olabilirdi ama farklı hissettirmişti. Sabahtan beri birkaç kez olmuştu aslında. Fazla umursamadım, bu kalabalık pazarda bu gibi olaylar çok normaldi. Çuvaldan aldığım elmaları temiz bir bezle parlatıp tezgâha dizmeye devam ettim. Güneş birkaç saat sonra batacaktı ama yerleştirecek koca bir çuval elma daha vardı. Gerçi o kadar hızlı satılıyordu ki adeta elimden alınıp müşterilerin torbasına giriyordu. Bu işime geliyordu, bu sıralar halkın durumu pek de iyi sayılmazdı. Savaşa meraklı genç ve deneyimsiz bir kralınız varsa elinizdeki her altının, her gümüş paranın hatta bir arpa tanesinin bile değeri kat be kat artıyordu. Birkaç aydır süren ateşkes bile ekinlerin bollaşmasına, pazarın eski günlerdeki gibi kalabalıklaşmasına sebep olmuştu.
Kalabalığın arasında gezinen askerler dikkatimi dağıtıyordu. Yan gözlerle onlara bakıyordum. Aslında herkes öyle yapıyordu. Sabahtan beri civarda dolaşıyorlardı. Bu durum normalde garip sayılmazdı. Kalabalığın getirdiği kaostan beslenecek çok insan vardı. Düzenin sağlanması için askerlere her zaman ihtiyaç duymuştuk. İşin garipleştiği yer bu askerlerin özel kraliyet askerleri olmasıydı. Onlar özel eğitimli askerlerdi. Bizzat kralın askerleriydi. Bizim gibi alt tabaka insanlarla işi olmazdı onların. Kralın yanından ayrılmazlardı hatta sarayı içine alan surların dışını bile çıktıklarını görmemiştim. Özel durumlar hariç.
Belli ki özel bir durum vardı.
"Ah!" Lorew'ın omzuma vurması ile düşüncelerimden sıyrılmak zorunda kaldım. Omzumu ovalarken ters ters ona baktım. Lorew amcamın oğluydu ve benden iki yaş büyüktü. Bizim anlaşma biçimimiz hep böyleydi ama kendimi konuşmaktan geri alamadım. "Ne vuruyorsun?"
"Yine hayallere daldın bakıyorum da. Biraz daha acele edersen iyi olur çünkü iki çuval patates geldi. İş beklemez."
"Ne? Ama akşam olmak üzere. Onları yarınki pazar için ayırmamış mıydık?"
"Bilmiyorum, baban öyle dedi ben de getirdim."
Lorew gelen müşteri ile ilgilenirken derin bir nefes verdim. Çok yorulmuştum. Buraya adımımı attığım andan -ki sabahın erken saatlerinden beri demek oluyordu- eve gitmenin ve sıcak bir banyo sonrası rahat yatağımda uyumanın hayalini kuruyordum. Sanırım bu basit hayalimi birazcık daha ertelemek zorundaydım.
Daha fazla oyalanmadan çuvalda kalan elmaları tezgahtaki elmaların üzerine koyup boş çuvalı arkaya fırlattım. Lorew'ın yere koyduğu patates çuvalının iplerini çözüyordum ki ileriden büyük bir gürültü ve bir bağrış sesi geldi. Herkes gibi merakla sesin geldiği yöne doğru baktım.
Birkaç tezgâh ileride sesin geldiği yerde toplanan insanlar yüzünden ne olduğunu göremiyordum.
"Sen burada bekle hemen bakıp geliyorum."
"Hayır! Venessa, VENESSA!"
Onu dinlemeyip koşar adımlarla uzaklaştım. Hızla olmasam gitmeme izin vermezdi, şimdi ise tezgâhın başından ayrılamazdı.
Ben gelene kadar insanlar daha da toplanmıştı ama en küçük boşlukları bile değerlendirip aralardan geçtim. İteklediğim birkaç yaşlı teyzeden özür diledim. Küçük bir çocuk bacağıma yapışmıştı ki onu da silkeleyip atlattım. En sonunda öne geçebilmiştim.
Gördüğüm manzara ile şaşkınlığa uğradım.
Yuvarlak biçimde duran kalabalığın tam ortasında bir kraliyet askeri duruyordu. Üzerinde kumaşının kalitesinin metrelerce uzaktan bile belli olduğu üniforması vardı. Onun üzerinde de zırhı vardı. Sırtında çaprazlama duran iki kından birinde kılıcı duruyordu. Diğer kılıcı ise elindeydi. Asil görünüyordu ancak o kılıcın bir çocuğun boğazına dayalı olduğunu gördüm. Artık benim için bir zalimden başka hiçbir şey değildi.
"Bırakın onu! O daha bir çocuk!" Bu laflar çocuğun biraz ilerisinde duran adamdan gelmişti. Adamı arkasından iri bir muhafız tutuyordu. Orta yaşlı adam o kadar zayıftı ki başka bir muhafızın daha tutmasına gerek yoktu. Tir tir titriyordu. Muhtemelen hiç kimse tutmasa yere düşerdi.
Onun yerdeki çocuğun babası olduğunu tahmin ettim. Korkuyla yerdeki küçük çocuğa bakıyordu. Çocuk ise ondan daha yürekli duruyordu. Evet, kesinlikle korkuyordu ama bunu belli etmemek için elinden geleni yapıyordu. Biraz daha bakınca küçük çocuğun Magnus olduğunu anladım. Okula yeni başlayan küçük öğrencilerden biriydi. Kardeşimin arkadaşıydı. Elinde bir paket tutuyordu. Ona sımsıkı sarılmıştı.
"Onu verirsen sana hiçbir şey olmayacak." Çocuğa kılıç uzatan muhafız elini çocuğa uzattı.
Kimseden ses çıkmıyordu. Çocuğu kurtarmak için kimse harekete geçmemişti. Sanki bir tiyatro oynuyormuş gibi herkes olan biteni izliyordu. Küçük bir çocuğa yapılan korku verici bir olay. Pekâlâ, kraliyet muhafızları karşısında kimsenin pek şansı olmazdı ama biz kalabalık olan taraftık... Belki bir şeyler yaparsam...
Her şey birkaç saniye içinde olmuştu. Anlık bir cesaretle ileri atılıp çocuğun yanında diz çökmüş muhafızın sırtındaki kılıcı kınından çektim. Herkes dehşet içinde bakarken ne yaptığımı algılayamamıştım bile. Kanımda dolaşan heyecan beni diri tutuyordu. Sadece bunu biliyordum.
Kılıç o kadar ağırdı ki neredeyse yere düşüyordu. Hemen iki elimle kabzayı tutup tekrar önümde hizaladım kılıcı. Kalabalığın içinden gelen diğer iki muhafıza karşı kılıcı rastgele sallamaktan başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Kılıcını aldığım muhafız yavaşça ayağa kalkarken tek bir hareketle gelen muhafızları durdurdu. 'Onu ben hallederim.' demişti kısaca. Kılıcını hala Magnus'a doğrultmuş dururken bana döndü.
İşte o zaman kılıcı daha fazla tutamayıp yere düşürdüm.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro