Anılar
Akşam olunca pazar toplanmış herkes evlerine dağılmıştı. Lorew kanayan alnımı gördüğünde çok endişelenmişti ve kızmıştı. Bir bezle kanayan yeri silince aslında çok da büyük olmayan bir yara olduğunu anlamıştık. Şimdi ise evimdeydim. Annemle babama iyi geceler dileyip kardeşimi öptüm. Odama çekildim. Uyuyacağımı söylemiştim ama öyle olmayacaktı. Alexander ile buluşmam lazımdı. Tabii eğer gelirse...
Birkaç saat sonra evdeki herkes uyumuştu. Gece soğuyan havadan korunmak için sırtıma bir pelerin attım. Ses çıkartmamaya özen göstererek odamın penceresini açtım. Kapıdan çıksam duyarlardı mecburen buradan çıkmalıydım. Zaten pencere ile zemin arasında çok bir mesafe yoktu. Kolayca atlayıp evden uzaklaştım.
Göl kenarına varmam uzun sürmemişti. Etrafı kolaçan ettim ancak Alex'i görememiştim. Pelerinime sarılıp göl kenarındaki ağacın dibine oturdum. Geleceğinden pek ümitli değildim aslında. Beni hatırlamıyordu, nereye geleceğini hatırlayabilecek miydi ki?
Nereye gelmesi gerektiğini söyleseydim keşke diye düşünmeden edemedim. Ama kendisinin hatırlayıp gelmesi daha iyi olurdu. Beni unutması hiç normal değildi, o çocuğa öyle davranması da hiç normal değildi.
Onu evinden alıp zorla götürdüklerinde 18 yaşındaydı. Bir gün köyümüze kralın askerleri gelmişti. 15 yaşından büyük bazı erkekleri seçip kralın emrinde çalışmaları için saraya götürmüşlerdi. O gün herkes perişan olmuştu ama kimse bir şey yapamamıştı.
Alex'le birbirimizi seviyorduk. Hatta evlenecektik. O benim ilk aşkımdı. Bu yüzden beni hatırlamaması imkansızdı. Bir şeyler olmuştu. Yoksa başka birisini mi seviyordu artık? Hayır, muhafızların aile kurmaları yasaktı. Öyle bir şey olmamalıydı. Peki o zaman neydi?
Bir hışırtı sesi ile yaslandığım ağaçtan ileriye baktım. Ağır adımlarla buraya gelen birisi vardı. Yavaşça ayağa kalkıp ağacın yere kadar uzanan dalları arasından kafamı çıkarttım. Zırhı hala üzerinde duruyordu. Bir eli belinde asılı duran kılıcının kabzasındaydı. Oydu.
"Gelmişsin." dedim dalların arasından çıkarken. Birkaç adımda yanına varmıştım bile. Beni görünce bir tepki göstermedi. Muhtemelen burada olduğumu fark etmişti.
"Bazı şeyleri anlamam gerekiyor. Seni nereden tanıyorum?"
"Sana inanamıyorum. Biz nişanlıydık!" Sesim beklediğimden daha öfkeli çıkmıştı. Buna karşılık Alex'in yüzü saklayamadığı bir şaşkınlık ifadesi ile burkuldu.
"Ne? Ama bu yasak."
"Sen muhafız oldun diye yasak! Önceki hayatını hatırlıyor musun hiç? Durduk yere unutman mümkün değil."
"Önceki hayatım mı? Yani... pek düşünmedim onu. Hep böyleydim, sanırım?" Karanlığı aydınlatan ay ışıkları direkt Alex'in yüzüne vuruyordu. Mavi gözleri olduğundan daha güzel görünüyordu. Bir de sabah da dikkatimi çeken kolye hala boynundaydı. Ucundaki siyah taş kararsız gibi yine renk değiştiriyordu. Bu kolyede bir şeyler vardı.
"Bu da ne? Sen böyle şeyler takmazdın ki."
Alex'in eli kolyeye gitti. "Onu çıkartamam. Emir böyle."
Kaşlarımı çattım. "Sence de bir gariplik yok mu? İki sene öncesine dair bir şeyler hatırlamıyorsun, asla olmadığın biri gibi davranıyorsun. Ailen ne kadar üzüldü senin için."
"Onlar öldü."
"Bir yalan daha. Hayır ölmediler, her gün de konuşuyoruz. Sana orada ne yaptılar anlamıyorum."
"Belki de yalan söyleyen sensindir." Boynundaki taş tekrar siyahlaşınca elini kolyeden çekti.
"Hiç sanmıyorum." Ona yaklaştım. Bir elimi boynuna dolarken temkinli davranıyordum. Sonuçta beni hatırlamıyordu.
"Venessa?"
Duraksadım. "HATIRLADIN!" dedim şaşkınlıkla.
Yine de ona güvenemezdim. Bir çırpıda tuttuğum kolye ucu kırmızı olmuştu ve o kadar sıcaktı ki daha fazla tutamayıp hızlıca çektim. Kolye kopmuştu. Alex sendeledi. Gözlerini kapatıp açınca etrafa baktı. Sanki bir sis bulutunun içinden çıkmış gibi duruyordu.
Beni görünce öyle bir sarıldı ki kaburgalarım kırılacak sandım. Ben de ona sarıldım, bu durumda başka şansım yoktu zaten.
Bir süre sonra geri çekildi. İkimiz de gülümsüyorduk şimdi.
"Kendine geldin demek." dedim hafif sitemle.
Elimi tutup avcumda duran taşı aldı. Artık simsiyahtı ve buz gibi soğuktu. Sanki ölmüş gibiydi.
"Bu taş büyülü. Bizi bununla kontrol ediyorlar. Yavaş yavaş hatırlıyorum her şeyi." Gözü alnımdaki yaraya gitti. Pişmanlık ifadesi kaplamıştı yüzünü. Yaranın etrafını okşadı hafifçe. "Özür dilerim."
Başımı iki yana salladım. "Hiçbir önemi yok. Her şeyi hatırladın, benim için önemli olan o." Aklımı kurcalayan soruyu sordum hemen. "O çocuğa neden öyle davrandın? Neler oluyor?"
"Kral delirmiş gibi... Ona suikast düzenleneceğini düşünüyor. Şüpheli gözüken her şeyi kontrol etmemizi istiyor. Eski kral öldüğünden beri iyice diken üstünde."
"Peki şimdi ne olacak?"
"Bilmiyorum... ama yokluğumu fark ederler. Bir süre daha böyle davranmalıyım. Sonrasını düşüneceğim."
"Seni o kadar özledim ki Alex..."
"Bizi ayrı düşürmelerinin intikamını alacağıma şüphen olmasın." O kadar kararlı bakıyordu ki asla şüphem olamazdı zaten. "Sadece biraz zamana ihtiyacım var."
O gece ağacın altında oturup özlem giderdik. Saatlerce birbirimizle konuştuk. Ben ona kendi yaşadıklarımı anlattım, o da bana sarayda eğitim görüp muhafız olurken yaşadıklarını anlattı. Her şeyi anımsayamıyordu. Büyünün etkilerinden biri olmalıydı. Bazı planlar da yapmıştık. Gizlice iletişimde kalmamız gerekiyordu yoksa o saraydayken bir daha onu bulamazdım. Güneş ışıkları gölün üzerine vurmaya başlayınca manzaranın keyfini bile süremeden artık gitmesi gerektiğini söyledi. Oturduğumuz yerden istemeyerek de olsa kalktık.
Bana son kez sarılıp öptüğünde sonsuza kadar bu anda kalmak istedim.
"Şimdi gitmem gerek ama geri geleceğim ve bu sefer buradan tek başıma ayrılmayacağım."
"Gelme de göreyim, o sarayı nasıl basıyorum bak gör."
Kahkaha atınca gülümseyerek onu izledim. Bu güzel görüntüden biraz daha ayrı kalmak çok sinir bozucu olacaktı.
O gitti, ben de evime gittim. İçimde bir yerlerde üzüntüyle sevincin kavgası devam ederken başımı yastığa koydum. Gözlerim yorgunluktan kapanırken sevdiğim adamı düşündüm. Birkaç saniyeliğine çok huzurluydum...
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro