Wanda Barnes
Claire Holt / Wandazel Barnthanes - Wanda Barnes
Mads Mikkelsen / Hannibal Lecter
Ashley Olsen / Brineley
Nathaniel Buzolic / Danny O'homa
Sebastian Stan / Bucky Barnes
Milla Jovovich / Alice Mcgrath
"Yap şunu!" Küçük bir odada, masa, üzerindeki bardak ve küçük sarışın kızın oturduğu sandalyede başka hiçbir şey yoktu odada. Kız, bakışlarını kızmış bardağa sinir dolu bakışlar gönderiyordu. Fakat eline geçen tek sonuç bardaktaki kendi yansımasıydı.
Bardağın öbür tarafında ise, saçları sarı olan başka bir kız vardı. Fakat sandalyede oturandan çok daha olgungu. İşaret parmağını ona doğrultmuştu ve kaşları da çatıktı. "Şu lanet bardağı bir an önce kıpırdat! Yoksa olacakları biliyorsun." Kız, her saniye daha da artan stresine yenik düştü ve ne yapacağını şaşırıp olduğu yerde tökezledi.
"Ben, ben yapamıyorum."
Ona emirler yağdıran sarışın kızın ise küçük kızın stresiyle orantılı olarak öfkesi de artıyordu. "Çünkü daha elini bile kaldırmadan yapmaya çalışıyorsun!" Küçük kız, mavi gözlerinde yaş birikmesine engel olamadı. Öfkeden kendini kaybeden korkutucu sarışın kız ise, karşısında ağlamak üzere olan bir çocuk görünce iyice çıldırdı.
"Sana yap şunu dedim! Niye yapamıyorsun?!" Ufak elini kaldırıp bardağa doğrulttu fakat hiçbir şey olmadı. Küçük kız içindeki bütün enerjiyi ellerine yoğunlaştırmaya uğraşıyordu fakat kayda değer hiçbir şey gerçekleşmiyordu.
Ayakta duran ve kaşları hala çatık olan sarışın, "Peki, ustamıza tam bir başarısızlık abidesi olduğunu seve seve anlatırım. O sana ne yapılacağını gayet iyi bilir." 'Usta' ismini duyması kızın odak için kıstığı gözlerinin kocaman açılmasına neden oldu. "Hayır, lütfen yapmayın! Lütfen." Kız, yaşından dolayı olan şirin ses tonuyla yalvarsa da karşısındakine işlememişti. Hatta yalvarması, kızın yapmak istediği şeyi yapması için daha da teşvik etti.
Wandazel'in acı çekmesi kızın hoşuna gidiyordu, hemde çok.
Arkasını dönen, mavi renkli, sırt dekoltesi olan elbise giymiş olan kız odadan çıktı. Wandazel, odada karşısında cam bir bardakla tek başına kalmıştı. Kendini sandalyeden attı ve yere düştü. Elleri üzerinde doğrulmadan emekledi ve odanın en karanlık köşesine ulaştı. Kendini ufacık karanlığa, bacaklarını kendine çekip sırtını duvara yaslayarak sığdırmıştı. Bütün vücudu karanlığa girdikten sonra ağlamaya başladı.
Yaşadığı hayattan nefret ediyordu, hemde çok. Doğduğu zaman annesini veya babasını görmemişti. Kızların ve erkeklerin olduğu bir çeşit eğitim yerinde doğmuştu. Annesini babasını hiç tanımadan zor eğitimlere sokulmuştu. Arkadaşları arasında ise kendini en az tanıyan kişi olduğu için en alay konusu olan kızdı.
Büyüklerinden şiddet görüyor, yaşıtları tarafından alay konusu oluyordu. Yıllardan beri, ona 'kaos' adı verilen enerjiyi kullanması için çeşitli zorlamalar ile teşvik etmeye çalışıyorlardı. Fakat kız, üstüne bu kadar gelindiği için yapmak istemiyordu. Bunu anlayıp da umursamayan insanlar ise, işkence, ceza gibi yöntemler ile kıza istediklerini yaptırmaya çalışmıştı.
Fakat ne yaparlarsa yapsınlar kız kaos enerjisini kullanamıyordu. Vücudundaki olan enerjiyi çeşitli şamanlar görebilmiş olsa da, o enerjiyi kullanamıyor, ellerine çağıramıyordu.
Yine o denemelerden birine tabii tutulmuştu. Yine başaramamıştı ve her şeyin aynı gitmesi yüzünden, birazdan yine şiddet görecekti. Yedi yaşında olmasına rağmen hayattan nefret etmişti. Herkesten nefret ediyordu. O ana kadar hiç kimseye karşı bir sevgi besleyememişti.
Yattıkları yer olan yatakhanede geçirdiği gecelerde, sık sık annesi ve babası yaşıyor olsa nasıl bir hayat süreceğini düşünürdü. Yedi yaşına kadar yetim bir şekilde hayatta türlü zorlukların altında ezilen Wandazel, bunların olmadığı bir yer nasıl olurdu düşünemiyordu.
Çünkü mavi gözlü sarışın ufaklık olan Wandazel, bir kere bile dış dünyayı görememişti. Bulunduğu yerden dışarı çıkamamıştı. Hatta bir bahçe, bir çimenlik nedir dahi bilmiyordu. Güneş ışıkları hep tavandan geliyordu bulundukları yerde, aynı şekilde hava almaları için açılabilen camlarda tavandaydı.
Kaos büyüsünün varlıkları oynatabiliyor olmasını kullanarak, tavandaki pencereleri kapatabiliyorlardı.
Dışarısının nasıl olduğunu da merak ederdi Wandazel. Araba nedir, top nedir, oyun nedir. Bunlar hep büyükleri konuşurken duyduğu ve ona yabancı gelen bazı terimlerdi. Bunlarla da sınırlı değildi, bir çok şeyden de geri bırakıyorlardı oradaki çocukları.
Öğrettikleri tek şey ise kaos enerjisini kontrol etmekti. Sadece üst seviye olanlara gerçek eğitim veriliyordu. Üç seviyeden en üst olan, normal bir çocuk gibi yetiştiriliyordu. Fakat Wandazel gibi en alt kısım olanlar belki de Dünya'da ki en berbat hayatı yaşıyorlardı.
Orta kısımda olanlar ise hiç bahsedilmeyenlerdi. Onları ne görmüştü kız, nede haklarında bir şey işitmişti. Tek bildiği orta bir seviye daha olduğu. Fakat onun dışında hiçbir şey bilmiyordu.
İçeriye takım elbiseli bir adam girdi. Köşeli surat yapısı, geniş alnı ve düzgün taranmış saçları vardı. Tepesine ışık vurduğu için gözleri karanlıkta kalmıştı. Elleri arkasında içeriye adım atmasıyla gözü Wandazel'a döndü.
Adamın yanında az önce kıza bağıran mavi elbiseli kız vardı. "Sağ ol Brineley, seninle sonra görüşürüz." Kız, şeytani bir gülümseme takınıp arkasını döndü ve odadan çıkıp gitti. Adam, kapıyı kapattı ve kilitledi. Metal sürgülerin hepsini çekip kilitleri çevirip kapatmıştı.
Wandazel, dönen kilitlerin ve çekilen sürgülerin tek bir şeye işaret olduğunu düşünüyordu. Bir yere kaçamayacağıydı. Kapıyı kapatan adam, ceketinin düğmelerini açtı. Ön düğmelerin hepsi çözüldükten sonra eli ceketinin içine gitti ve bir kelebek bıçak çıkardı.
Bıçağı yavaşça açtı ve keskin metali ışık altında parladı. Wandazel, ağlamaya başladı. "Lütfen, lütfen bana zarar vermeyin. Ben, ben yapmak istiyorum ama olmuyor!" Kızın ağlamasına ve yalvarmasına karşılık adam bir mimiğini bile oynatmadı.
Yere çömeldi ve kıza yaklaştı. Bıçağın üstündeki parlama yok olurken, adam kızı kolundan tuttu ve yüzünü açmak için uğraştı. Kız, kendine çektiği bacaklarının arasına gömdüğü kafasını çıkarmamakta ısrarcı olunca, adam kızı boğazından kavrayıp kaldırdı. "Bana bak küçük kız, eğer cezanı şimdi çekmezsen, sonra yaşayacakların ile bu cezayı mum ile ararsın."
Adam, kızın boğazındaki elini, koluna yönlendirdi. Adamın kalın ve büyük eli, kızın incecik bileğini yakaladı. Canını yakacak kadar kolunu sıktı. Kız, acıdan dolayı yüzünü ekşitirken adam bıçağı yaklaştırdı. Kız, metal bıçağın tenine değmesiyle, çığlık atmaya başladı.
Keskin bıçak, derisini kağıt gibi kesip çizik açarken, orada bulunan onca çiziğe bir yenisi daha katılmıştı.
Bu, Wandazel'in ilk cezası değildi. Bu cezayı defalarca yaşamıştı ama her seferinde, sanki ilk defa yaşıyormuş gibi acıyordu kolu.
Yıllardır bu acıyı yaşamak, kolundan akan kırmızı sıvının yere damlamasını izlemek ve bağırmanın bir işe yaramadığını görmek, Wandazel'in öğrendiği şeyler bunlarla kısıtlıydı. Vücudunun içinde kırmızı bir sıvının dolaştığını görmek, o sivri aletin canını yakması, bu adamın acımasız bir insan olduğu ve bağırmanın kimseyi bir şeye ikna etmediğiydi.
Sayılar, işlemler, günler, aylar, saatten hiçbir haberi olmayan kızın o anda yapabileceği hiçbir şey yoktu. Kolunu açmıştı ve teslim olmuştu. Adam da görevini yerine getirip kolunun üstüne aynı sırada, aynı derinlikte çizikler atıyordu. Hepsi Wandazel'in canını yakıyordu, hepsi bağırıp çağırması için bir sebepti fakat kız, artık yapmamaya başladı.
İçinden ağlamaya başladı, çığlıkları sessizleşti. Kendi içinde yaygara kopardı. Çünkü artık öğrenmişti ki, bağırmak bir işine yaramayacaktı. Hiçbir zaman, sadece karşısındaki insanın eğlenmesinden başka bir şey yapmıyordu.
Wandazel, o gün kendine bir söz verdi. Asla hissettiği acıdan dolayı bağırmayacak ve acısını karşısındaki insana belli etmeyecekti.
Ve bunu söylerken, masanın üzerindeki bardak kırmızı bir ışıkla çevrelenip kıpırdadı. Ancak bunu kimse fark etmedi. Wandazel bile.
---------------------------
"Şansını iyi değerlendir. Liderden ayrılma." Yanındaki çocuk bunu söyledikten sonra arkasında mavi bir silüet bırakarak gözden kayboldu. Kız ise, kızıl kapüşonunu kafasına geçirdi ve önündeki insanların arkasından ilerledi.
Dört kişi çatıdalardı ve hepsi aynı şekilde giyinmişti. Kan kırmızısı kumaş kıyafetlerin üst kısmı biraz boldu. Alt kısımları aynı şekilde bir pantolona göre daha boldu. Kafalarında kıyafetlerle aynı renkte bir kapüşon vardı.
Kızıl kıyafetin üstünde ise siyah işlemeler, semboller vardı.
Wandazel, karşısındaki üç insana baktı. Hepsi onlardan büyük kişilerdi. Kendinden büyük insanların arasında olmak çekinmesine neden oluyordu ama on yaşında üst seviyeye geçmiş tek alt seviye öğrencide Wandazel olmuştu.
Kız, kendi düşünceleri arasında boğulurken karşısındaki üç kişi koşmaya başladı. Koşmaya başladıklarında, sırtlarındaki kılıçlar da sallanıyordu. Peşlerinden gelen Wandazel'in gözleri kılıçlara takılmıştı.
Ondan çok daha hızlı koşan ve ilerleyen üç kişiye yetişmeye çalışırken, az önce onunla konuşan çocuk tekrar geldi. "Bu kaos gerçekten harika! Baksana ne kadar hızlıyım!" Wandazel'ı sürekli rahatsız ediyordu fakat kız, üstlerini kızdırmak istemiyorsa sessiz kalmak zorundaydı.
Ona aldırmadan koşmaya devam etti, çatının sonuna geldiklerinde, hepsi eğildi ve aşağı sarkıp, binanın duvarı boyunca uzanmış metal boruya tutunup kaydılar. Hepsi sırayla aşağıya kayıp, borunun yanındaki yangın merdivenine geçiş yaptı. Yangın merdiveni, her evde olduğu gibi binanın ara sokağa bakan tarafındaydı.
Wandazel, zor da olsa onların peşinden gitti. Boruya iyice tutundu ve aşağıya kaydı. Biraz fazla kaydığı için, yangın merdivenine çıkmak için boruya tırmanmak zorunda kaldı. Kendini birazcık yukarı çekebildikten sonra elini uzattı ve yangın merdivenine tutunmayı başardı. Hemen kendini yukarıya çekti ve tırmanmış oldu.
Çıktığında gördü ki, diğerleri çoktan merdivenin yanındaki düz duvarda koşup karşı binaya atlamış ve binadaki pencere kenarlarına tutunarak yukarı tırmanmışlardı. Wandazel, duvarda koşması gerektiğini anlayınca, gözlerini kapattı ve odaklanmaya çalıştı.
İki yıldır dışarısı denen Dünya'yı tanıyordu. Fakat bu binalar ve mimari denen şey çok garip geliyordu kıza. Merdivenin en sağ kenarına geldi ve kenarına çıktı. İçindeki gücü kontrolü altına alınca sağındaki düz duvara atladı. Ayakları duvara değer değmez, zeminde kırmızı ışıklar yayıldı.
Duvarda çıkan kırmızı ışıkların arasına karışan dumanlar, Wandazel'ın sırtından yükselmeye başladı. Bu ışık, kaos dedikleri Tanrısal varlığın onlara bahşettiği güçtü. Erkeklere mavi renk düşerken, kızlarda kırmızıydı.
Wandazel, kaosun nimetlerini kullanarak düz duvarda koşarken karşıya atladı ve pencerenin üst kısmına tutunup kendini yukarıya attı. Gücünü kollarına verip kendini yukarıya itti ve bir üst katın penceresine çıktı. Gitmesi gereken rota aklına kazınmış olduğu için bir rehbere ihtiyacı yoktu.
Üst kattaki pencereye başarıyla atladıktan sonra, aynı mesafeyle koyulmuş camlardan atlaya atlaya sola doğru ilerlemeye başladı.
En sola gelince, açık olan camdan içeriye saldı kendini ve evlerden birinin salonuna girmiş oldu. Açık olan kapıyı takip etti ve koridora gelip, koridorun sonundaki yatak odasına gelip, yatak odasının camından tekrar dışarı çıktı.
Orası normal bir apartmandı fakat oradan dört kişi geçmesine rağmen evdeki kimse duymamıştı. Kaos enerjisinin başka bir nimetiydi, kişinin kendi seslerini absorbe edebilmesi. Cam pervazında duran Wandazel, camın öbür tarafına geçti ve yere atladı.
Yere hızla düşerken, avuç içlerini yere doğru tutmasıyla, elinden yayılan enerji ayaklarının altına kadar ilerledi ve düşüşünü yavaşlattı. Hızla düşmesine rağmen yere sakince ve sessizce indi. Yere inerken diğerlerinin gölgesini gördü. Ara sokaktan çıkıp sağa dönen gölgenin peşinden gitti.
Küçük kız, içeriye girince karşısında ona küçümseyici bakışlar atan üç kişi ile karşılaştı. Hepsi de kollarını kavuşturmuştu ve yan yana bekliyorlardı. Wandazel, hepsine baktı. "Bir şey mi oldu?" Çocukluk saflığı yine olmayacak zamanda soru sormasına neden olmuştu.
Üçü arasından ortada olan, yüzüne bağladığı siyah kumaştan dolayı sadece gözleri görünüyordu. Boğuk çıkmasına rağmen konuşan o oldu. "Geç kaldın. Eğer bu gerçek bir görev olsa çoktan başarısız olmuştun. Güçlerini kullanmayı başarıp üst seviyeye geçmiş olmana rağmen kaos büyücüleri arasında yüz karısısın. Kraliçemizin soyundaki son ferdin adını taşıyor olmana rağmen aramızdaki en başarısız kişi sensin."
O bahsettikleri soy, Maximoff ailesiydi. İsmini aldığı kişi ise, Wanda Maximoff'tu. Wandazel, onu tanımıyor olmasına rağmen nefret ediyordu. Sürekli ondan bahsediyorlardı fakat hiç görememişti, sürekli onu yüceltiyorlardı fakat boşunaymış gibi hissediyordu.
Caos'un yüz yıllardır Maximoff ailesinin bedenlerinde gizlendi ve Kaos büyücülerinin de enerjisini ondan aldığını anlatmışlardı kıza. İnsanlık ilk var olduğundan beri gelen üstün bir güçtü bu. Bunun adına zamanında şamanlıkta dendi, şeytanlıkta.
Tarihin ilk Maximoff'u olarak anılan Caos, sonraki aile fertlerinin içlerine girmiş ve var olan güçlerini arttırmıştı. Onun bu yüceliği etrafında Kaos kardeşliği kurulmuştu ve onun insanlığa bahşettiği güçler kullanılmaya ve geliştirilmeye çalışılmıştı. Bu çalışmalar hala devam ediyordu, Wandazel'da onların örneklerinden biriydi.
Kaos'u, gelecekten vizyon almak için kullanabilen kadim kişiler, Wandazel'ın çok güçlü bir Kaos kullanıcısı olacağını ve Caos'u en memnun edecek olan kişilerden biri olacağı söylese de, kızın performansı ve dayanıklılığı bunun aksini söyler gibiydi.
Ortadaki kadın, elini Wandazel'a uzattı ve kız aniden dışarıya fırladı. Yerde bir kaç defa yuvarlandıktan sonra üstüne bir de sürüklendi. Ayağa kalkmak istedi fakat yapamadı. Onu dışarıya atan kadın, kapıdan çıkıp dükkandan hallice mekandan caddenin kenarından kaldırıma geldi.
Gece olduğu için ortalıkta kimse yoktu. Kız, ayağa kalkmak istedi fakat yapamadı. On iki yaşında olduğu için bünyesi yeterince dayanıklı değildi. Ayağa kalkmak için çabaladı ama nafileydi. Hiçbir işe yaramıyordu. Vücudu hemen pes etmişti. Kaos'u fazla kullanmıştı ve vücudu yorgun düşmüştü.
Havadan düşerken kendini yavaşlatmak kız için biraz fazla güç isteyen bir hareket olmuştu. Aynı şekilde duvarda koşarken yer çekimine karşı koymakta öyleydi.
Kısa süreli de olsa, onu sürekli aşağıya çeken yer çekime karşı koymak kız için kolay olmamıştı. Şimdi ise onun bedelini ödüyordu. Onu yolun ortasına fırlatan kız, Wandazel'e gitgide yaklaştı ve aralarında bir metre mesafe kalmışken, ayaktaki kız kapüşonunu ve ağzını saran kumaşı açtı.
Brineley'den başkası değildi o tabi ki. Wandazel'ın durumu kıskanan kız. Dışarıdan bakıldığı zaman Wandazel'ın kıskanılacak hiçbir şeyi yokmuş gibi dursa da Brineley için vardı. Kadim kişilerin söylediği sözler ve isminin Wanda'ya en benzer kişi olmasını kıskanıyordu. Ustaları sürekli Wandazel'in durumunu tartışıyordu. Brineley, ne kadar çalışsa da, çabalasa da ustaların diline hiç girememişti.
O yüzden kıskanıyordu kızı, o olmasa en takdir toplayan ve en dilden dile dolaşan kişi o olacaktı. Kaos'un en iyi biçimde kullanıp Caos'u en memnun edecek kişi o olabilirdi, eğer Wandazel olmasaydı. Fakat Brineley, bu sebepten dolayı kızı kendisine bir rakip olarak görüyordu.
Yerde yatan Wandazel'in dibine geldi. Bir tekme geçirdi. "Kalk! Tek harekette yere devrildin. Bu kadar zayıf olmamalısın. Sonuçta sen Wandazel Barnthenes'sin. Bir Cadı kadar yetenekli, bir asker kadar güçlü ve bir kış kadar soğuk olması gereken kişi. Fakat bunların hiçbiri değilsin. Hemde hiçbiri!"
-----------------------------
Kız, yağan sağanak yağmurun altında ayaklarıyla su birikintilerine basarak koşuyordu. Arkasına bakamıyor, önüne bakmakta bile zorlanıyordu. Yağmur damlaları kapüşonuna düşüyor ve oradan gözüne damlıyordu. Takip edildiğini gösteren tek şey ise arkasındaki adım sesleriydi.
Wandazel, eğitim gördüğü yerden kaçıyordu. Doğduğundan beri yaşadığı hayatı arkasında bırakmış koşuyordu fakat geçmişi onu bırakmaya razı değildi. Yıllarca çektiği acıdan bıkmıştı. Artık kaçmak istiyordu ve kaçıyordu da, sadece hemen pes etmemişti geçmişi.
Eskiden arkadaşı saydığı insanlar şimdi onu öldürme emri üzerine arkasından koşuyorlardı. Wandazel, artık hiçbir arkadaşı kalmadığını hissedince, nefessiz kalmış ciğerlerinin arasındaki kalbinde bir acı hissetse de, duygulanmanın sırası değildi, büyük bir koşuşturmaca içerisindeydi.
"Bizden kaçamayacaksın!" Arkasından duyduğu kalın bir erkek sesiyle gözlerini kapadı. Onunda gelmiş olduğuna inanamıyordu. İki yıldır en iyi arkadaşı olan çocuk, şu an onu öldürmek için koşuyordu.
Caddenin ortasından koşan Wandazel, onları atlatmak için düz yoldan koşmak dışında başka yollara girmesi gerektiğini biliyordu. Koşarken aynı anda kafasını çevrede gezdirdi ve gördüğü ilk ara sokaktan girdi. Ufak bir ara sokaktı, hemen solundaki binanın düz duvarına zıpladı ve Kaos büyüsünden oluşturduğu bir halatı en tepeye fırlattı.
Halat, binanın tepesine yapışıp kırmızı ışık saçmaya başladıktan sonra Wandazel, büyüyle oluşturduğu ipin uzunluğunu kısaltarak kendini yukarıya çekti. Arkasındaki insanlarda onun peşinden gittikleri için ara sokağa daldılar.
Wandazel, çatıya çıktığı anda arkasından kırmızı bir ışık sıyırıp geçti. Çok keskindi, delip geçtiği havanın yarılma sesi kızın kulaklarında yankılanmıştı. Kalbindeki korku daha da yayılırken tüm gücüyle koşmaya devam etti. Düz çatıda koşarak karşı çatıya atlamayı planlıyordu. Onun haricinde başka planlarda geliştirmeye çalıştı fakat aklına bir fikir gelmedi.
Çatının tam kenarına geldiği an, ayak bileğini sıcak bir şey kavradı ve yere düştü. Elini son anda yere koymasıyla çenesini vurmaktan kurtuldu. Yere düşer düşmez yerde sürüklenmeye başladı. Kız, sırt üstü dönerek baktı arkasına, Brineley idi onu çeken. Wandazel, elini savurmasıyla Kaos büyüsünü, kendi büyüsü ile kesmeyi başardı ve hemen geriye çekilip ayağa kalktı.
Üç kişi karşısında duruyordu. Kaçma arzusuyla dişini tırnağına takmış kız, çatının kenarında, bir adım ile aşağıyı boylayacak kadar uçtayken karşısındakilere baktı. Sevdiği çocuk Danny, hayatı boyunca eziyet çekmesinin nedeni Brineley, bir de tanımadığı biriydi.
Danny'e baktı ilk önce. "Sende mi? Karşı çıkacaksın sanmıştım." Danny, büyük bir soğukkanlılıkla kızın karşısında dikiliyordu. Adamın bu soğukkanlılığı kızın içini yakıyordu. Ardından gözleri Brineley'e döndü. Wandazel konuşamadan sarışın kız söze atladı.
"Geri dönmeyeceksin. Kurallarımıza bir kere karşı geldin ve bir daha gelemeyeceksin. Yüce Caos Maximoff'a saygısızlık ettin ve koyduğu kuralları çiğnedin." Avucunun içini Wandazel'e yaklaştırmasıyla parmaklarının arasından kızıl bir enerji ilerleyip çatı kenarında duran kızı itti.
Dengesini kaydeden kız, kollarını savurdu ama tutunabileceği bir şey yoktu. O da aklına gelen tek şeyi yaptı ve elinde enerjiden oluşturduğu kamçıyı Brineley'in boynuna doladı. Boynuna dolanan kamçıyı tutarak çekmeye çalışan Brineley, Wandazel'in aşağı düşmesiyle beraber o da onunla beraber geldi ve ikisi beraber düştü.
Danny ve yanındaki kız hemen çatının kenarına geldiler. Aşağı baktıklarında ikisinde de bir iz yoktu.
Göremiyorlardı çünkü çatısında bulundukları binanın içinde dövüşüyordu ikisi. Wandazel düşerken son anda kendini toparlamış ve iki ayağı üstünde durup büyüsünü kullanarak düşüşünü zayıflatmıştı. Brineley'de onunla aynı taktiği yapsa da, sırt üstü pozisyondayken kendini son anda yavaşlatmıştı.
Şimdi ise bir adet kepengi çekilmiş bir çin restoranında dövüşüyorlardı. Kepenkler indirilmiş olsa bile büyünün gücüyle kırıp girmişlerdi. Brineley, Wandazel'in üstüne koşup zıpladı ve sağ ayağını kaldırarak tekme atmayı amaçladı.
Wandazel ise kendine bir kalkan oluşturdu ve kız, kalkana tekme atmış oldu. Ayağını kalkana koyan Brineley, kendini geriye itti ve düştüğünde yerde yuvarlanarak hemen kalktı. İkisi de harekete geçmedi ve bakıştı.
Gözler birbirini bulduğu zaman, kelimeler ilk olarak Brineley'in ağzından döküldü. "On beş yaşındasın, Senden daha büyük ve daha yetenekliyim. Ancak hep önemsenen sen oldun!" İçindeki Kaos'u, Wandazel'in üstüne salında, kız savunmak için aynı şekilde karşılık verdi ve iki enerji ortada buluştu.
İki yandan gelen Kaos, ortada buluşunca daha da parıldadı ve etrafa kızıl kıvılcımlar saçılmaya başladı. Gücün ağırlığından diz çöktü Wandazel. "Fakat, fakat en acı çeken de ben oldum!" İçindeki enerjiyi ellerine odakladı ve Kaos'un yoğunluğunu arttırdı.
Yere sağlam basmasına rağmen, Brineley'in ayakları kaymaya başladı. Karşısındakinin gücüne ayak uydurmaya çalıştı ve bir adım öne atıldı. İki eli de ileriye doğrultulmuş, yenilmemek için uğraşıyordu.
"Kahinatların hepsinde sen vardın. Beni hep aracı olarak kullandılar! Hayatım seninle ilgilenmekle geçti!"
Bu sefer ayakları kayan Wandazel olmuştu. Yerde diz çökmesine rağmen zemin üstünde kayarak geriye gitmişti. Ortadaki parıldama göz alıcı bir hale gelmişti ve iki kızda, ileriye uzattıkları ellerin arkasına siper ederek ışıktan korudu gözlerini.
İkisinin de enerjisi tükeniyordu. Biri pes edecekti fakat kim olduğu belli değildi. Ortadaki parıldama, Wandazel'e doğru yaklaşırken, kızın gözleri önünden geçti onca yıl. Bıçakla açılan yaralar, yumruklarla morartılan kol ve bacaklar. En iyisini yapmasına rağmen hor görülmesi.
Bütün bu çektiği fiziksel ve zihinsel acı. Kızın içinde bir enerjiye dönüşüp ellerinden kayıp giden Kaos'a yansıdı. Artık ellerini ateşin üstüne tutuyormuşçasına yandığını hisseden Wandazel, bütün enerjisinin son damlasına kadar kullanabilmek için, içindeki öfkeyi dönüştürdüğü enerjinin üstüne bir de çığlık kopardı.
Tiz bir çığlıkla beraber, ona gelen parıldama, Brineley'e doğru ilerledi. İki kaosun çarpışmasından dolayı çıkan ışık, Brineley'e yaklaştı ve ona yakınken patladı. Patlamanın etkisiyle Wanda duvara, Brineley ise cam kapıdan dışarıya fırladı.
Sırtı duvara çarpan Wandazel, yere düşerken sırtındaki acının nefesini kestiğini fark etti. Brineley ise yerden kalkarken ellerine batan cam parçalarının akıttığı kanda kendi yansımasını gördü.
İkisi de aynı anda kalktı. Brineley, yere kan kustu. Kustuğu kan, kollarından akan kan ile birleşirken öfkesi daha da arttı. Öfkeden beslenen Kaos, Brineley'in gözünü kör etti, o yüzden kardeşliğin kurallarından birini çiğnedi.
Kıyafetinin içindeki tabancayı çekti. Kardeşlerin silah kullanması yasak olmasına rağmen, silahını Wandazel'e doğrultmuştu. Tabancayı görmesiyle, yutkundu sırtı zedelenen kız. Ellerini teslim olurcasına kaldırdı fakat Brineley için bir şey ifade etmiyordu bu.
Wandazel, kollarıyla yüzünü kapadı ve yere çöktü. Karşısındaki kızın onu vurmasını bekliyordu ki, bir el atış sesi duyulmasına rağmen vücudunda hiçbir acı hissetmedi kız. Gözlerinin önüne siper ettiği kollarını yavaşça mavi gözlerinin önünden çekerken, karşısında bir çocuk görmesiyle gözünden bir yaş aktı.
"Danny..."
Çocuk, kızın karşısında dururken, tek bir cümle sarf edebildi. "Geldiğimi görmedin mi?" Gülümsedi, kızın kollarına düştü. Wandazel, çocuğun cansız bedenini zayıf kolları arasına aldı. Brineley, yediği haltın yeni farkına varırken, Wandazel çocuğun kalp atışlarına baktı.
Atmıyordu.
Kafasını çocuğun göğsüne gömdü kız, ağlamaya başladı. Ona tek yardımcı olan, ona oranın cehennem olmadığını gösteren tek çocuk artık yoktu. Wandazel, yumruğunu sıktı. Çocuğun göz kapaklarını indirdi ve kafasını yavaşça yere koydu.
Ayağa kalktı ve Brineley'e doğru yürümeye başladı. Elindeki tuttuğu silaha bakan Brineley, ellerinin titremesinden dolayı silahı düşürdü. Kuralları çiğnemişti, artık onunda Wandazel'dan bir farkı yoktu. El titremesi gittikçe şiddetleniyordu. Mavi gözlü sarışın kız ise gözlerini kıstı ve akan yaşı sildi.
Bir şey demek istedi ama düğümlenmiş boğazı ile yapamadı. Nasıl Brineley, Wandazel gibi kuralları çiğneyerek kardeşlik dışı kalmışsa, aynı şekilde Wandazel'da öfkesine yenik düşüp Kaos tarafından körleşti.
Dibinde tabanca duran kızın üstüne atladı ve iki eline de enerjiden oluşan pençe yaratıp kızın yüzünü tırmalamaya başladı. Brineley'in yüzündeki kan, asfalta sıçrarken, Wandazel az önceki çığlığını yeniden attı.
Yüzü tanınmayacak hale gelen kız, hiçbir şekilde savunamadı kendini. Wandazel ise kendini hiçbir şekilde durduramadı. Fakat onun da sonu Brineley gibi oldu. Yaptığı şeyin sonradan farkına vardı. Kızın yüzünü ne hale getirdiğini fark etti. Fakat onun yaptığı gibi kontrolünü kaybedip gardını indirmedi.
Brineley'i boğazından tuttu, "Peşimden gelme." Gayet tehditkar bir ses tonuyla bunu söyledikten sonra kızın boğazını bıraktı ve hemen koşmaya başladı.
Brineley, ayağa kalkacaktı ki, kandaki parlamadan yansımasını gördü ve korkudan tekrar yere düştü. Wandazel kaçarken kızın çığlığını duydu fakat arkasına bakmadı.
Ve koşmaya devam etti.
--------------------------
Sarışın kız, görüşünü kapatan saçlarını eliyle kulağının arkasına attı. "Ne kadar ediyor bunlar?" Elindeki fasiküllerin hepsini kasanın öbür yanındaki adama uzattı. Üstünde yeşil renkli, aşçı önlüğünü andıran bir önlük takan adam, hemen üstündeki barkodları cihaza okuttu ve ekrandaki fiyatı söyledi.
"On altı dolar altmış sent."
Wanda, cüzdanından çıkardığı parayı uzattı ve adama verdi. Parayı alan adam hemen kasadan para üstünü uzattı kıza. Wanda, parayı ve fasikülleri aldı ve arkasını dönüp çıkışa yöneldi.
Dükkandan çıkan Wanda, fasiküllere baktı. Metal kolu olan bir adam ve ellerinden kırmızı ışıklar saçan bir kadının maceraları. Kapağı gördükçe gülümsüyordu. Bu iki karakter birbirine yakıştırdığı nadir Marvel karakterlerindendi. Hayranların sokaklarda gördüğü, kızıl ışıklar saçan bir kız hakkında o kadar hayran kurgu yazmıştı ki, Marvel dayanamayıp onu çizgi romanları arasına eklemişti.
Caddenin kenarından yürürken, iki caddenin kesiştiği yolun kenarında olan spor salonuna girdi. Çantasını ve onun üstüne fasikülleri attı. "Kusura bakma geç kaldım. Çizgi roman aldım da."
O sırada spor salonunda kum torbası yumruklayan adam, çalışmayı kesti ve Wanda'ya döndü. "Çizgi roman mı? Sen çizgi roman mı okuyorsun." Bunu derken siyah uzun saçlarını geriye atmıştı ve terli yüzünün ortasında duran çift mavi göz daha çok ortaya çıkmıştı.
Wanda, çantasına doğru bir bakış attı ve gülüp tekrardan öbür yana baktı. "Boş ver gitsin. Vakit geçirmek için ideal bir yöntem. Yoksa sende mi okuyorsun?" Adam, eline doladığı sargıları söktü ve sargılar ile beraber üstündeki terden sırılsıklam olmuş sporcu atletini de çıkardı.
Terlenmiş yapılı vücudu, tıpkı metal sol kolu gibi parlıyordu. "Wanda, yoksa unuttun mu? Ben o çizgi romanlarda varım. Tabi ki okudum. Sanırım şu Marvel'dan almışsın. Savaş zamanlarından beri var olan şu marka. Bir saniye." Adam hızla Wanda'nın çantasına yöneldi ve üstündeki fasiküllerden birini aldı.
Gözü kapağa takılmıştı. Kapak ona çok önemli bir şeyi hatırlatmıştı çünkü. Az önce sıcak ve sempatik sesi gitmiş ve daha soğuk bir tonla konuşur olmuştu. "Nereden buldun bunu?" Bunu o kadar soğuk sormuştu ki, Wanda korkmuştu. "Şey, sokağın başındaki dükkandan." Adam sorularına devam etti. "Ne zaman çıkmış bu?"
Wanda kendini kötü hissetti. "Şey, sanırım beş veya altı ay önce basılmış. Özür dilerim Bucky." Kafasını öne eğmiş adam, yere doğru tuttuğu fasikülü aldığı yere fırlattı ve küçük adımlarla kum torbasına doğru ilerledi.
Kızın yanından geçerken, adamın içindeki kırıklardan birinin biraz daha çatlamış olduğunu hissetmişti. Wanda, ağzını açacaktı ki, Bucky onu hemen susturdu. "Önemli değil Wandazel, öfkem veya kırgınlığım sana değil merak etme." Böyle demiş olmasına rağmen kız kendini suçlu hissetti. Bucky, Wanda'yı hatırlamış olmalıydı, Caos'u içinde taşıyan Wanda'yı.
Ayrıcana Bucky ona eski adıyla seslendiği zaman genellikle iyi olmadığı zamanlar oluyordu. Wanda artık bunu böyle anlıyordu. Bucky, kum torbasının yanına kadar geldi ve sakinleşecek gibi dururken bütün gücüyle kum torbasına vurdu. Aldığı güçten dolayı patlayan kum torbası, içindeki kumları yere dökerek ileriye doğru uçtu.
Wanda, eski adıyla Wandazel, Bucky'nin yanına gidip elini adamın omzunun üstüne koydu. "Bucky, biliyorum onunla uzun zamandır iletişime geçemedin. Fakat lütfen kendini üzme. Sana kaç defa dedim biliyorsun. Beraber onu bulacağız."
Spor salonundaki büyük boks ringinin alt kısmına sırtını dayadı. Yere oturmuştu ve sırtı ringin alt kısmına değiyordu. "Bunu bile çizgi roman yapmışlar. Magazin programı yapıyor sanki herifler." Wanda, karşısında Bucky'nin kırık yanını görünce üzülmüştü. Daha önce onunla alakalı pek çok hikaye okumuştu. Fakat gerçek Bucky hikayeler de olduğu gibi değildi. Hatta hiçbir hikayenin gerçek onu anlatamamış olduğunun farkına varmıştı. O dakika içerisinde.
Sarışın kız, adamın moralini düzeltmek için ne yapabileceğini bilememişti. "Daha iyi hissetmen için yapabileceğim bir şey var mı?" Adam, yere eğdiği kafasını kaldırdı. Tavandaki spot ışıklar gözünün rengini ortaya çıkarmıştı.
"Bana Wanda'yı geri getir, Wanda."
Aldığı cevap ile içinden bir parça gitmişti kızın. Adam için yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bucky gibi o da Wanda'yı arıyordu. Tek başına bulması mümkün değildi. Eski hayatını terk ettikten sonra, ona yeni bir hayat veren kişi Bucky olmuştu. Ona kendi soy adını veren kişi Bucky olmuştu. Ev, yemek, sıcak su, bunların hepsini Bucky ona sağlamıştı.
"Bucky, senden bir şey isteyebilir miyim?" Adam, buruk bir gülümseme sundu kıza. "Ne olduğuna bağlı?" Sarışın kız, saçıyla oynayarak isteğini dile getirdi. "Zihnine girebilir miyim? Anılarını görmek istiyorum."
Adam ayağa kalktı ve gerindi. "Bu senin için fazla olabilir, küçük hanım." İçi kırık olsa bile espri yapmaya çalışıyordu ve bu Wanda'yı, sevindireceği yerde daha çok üzüyordu. "Lütfen. Zihnine girmeme izin ver, acılarını azaltmak istiyorum."
Wanda, adamın üstüne yürüdü ve Bucky, ring ile Wanda'nın arasında kaldı. Wanda, adamı sıkıştırdığını fark ettiği sırada geri çekilecekti ki, soğuk bir şey kızın kolunu sıktı. "Peki, izin veriyorum ama başına gelenlerden ben sorumlu olmam." Wanda, başını salladı.
Bucky, kızın üzgünlüğünü atabilmesi için gülümsemeye devam ediyordu fakat pek işe yaramıyordu bu yöntem. Kız yine de elini Bucky'nin şakaklarına koydu ve kendini odakladı. Bucky'nin zihnine girer girmez kendini kutuplarda gibi hissetti. Bütün vücuduna bir soğukluk geldi, tüyleri diken diken oldu.
Kapadığı gözlerinin önüne görüntüler akın etmeye başladı.
Kızıl saçlı bir kadın, bir bebek, sarışın bir adam, bağırışmalar, kavgalar, dövüş.
Yanmış bir küçük bir kızın cesedi, bir mezar, mezar taşı.
"Skylar Winter Barnes."
Anıların arasından Wanda'yı seçmeye çalışıyordu fakat üstüne gelen akıntının arasından doğru olan anıyı seçmek Wanda'yı zorluyordu. Akıntıya kapılıp gitmemek için uğraşmak zihninde sancıların yankılanmasına neden oluyordu.
Yatağın altında korkmuş, kahve rengi saçlı bir kız. Evde koltukta yatan kahve saçlı kız. Bulmuştu, o Wanda'ydı. Wanda ile Bucky'nin anılarını gördükçe, kapalı gözlerinin arasından bir damla yaş daha süzüldü.
Bucky bunu fark edince, kızın daha fazla devam etmesini istemedi. "Wanda..." Kız, kendi ismini adamın ağzından duymasıyla bütün dikkatini kaybetti. Gözlerini açtı ve iki çift mavi göz aynı noktada buluştu. Adam elini kızın ensesine koydu. "Yapma, sınırlarını zorluyorsun. Devam etme."
Wandazel, adamın zihninden çıktı. "Gerçekten Pietro gelip onu senden aldı mı?" Bucky başını salladı. Wanda, ne diyeceğini bilemedi. Gördükleri çok fazlaydı onun için. Yıllar boyunca adamın çekmediği dert kalmamıştı. Bir insan bu kadar derdi nasıl yüklenebilirdi sırtına hiçbir fikri yoktu.
O zaman anlamıştı, adamın soğukluğunu.
--------------------
Derme çatma bir evde, neredeyse her an çökebilecek gibi duran bir zemin üstünde dört adamla dövüşmüş olan Wanda, sonuncu adama bitirici darbeyi indirmeden önce sorgulama kısmına geçmişti işin. "Geçen gün Wanda Maximoff'la çatışmışsınız. Sizin bir kaç adamı öldürmüş. Onun hakkında ne bulduğunuzu söyleyin bana." Yüzü çizik içerisinde, hali kalmamış adam kıza bir cevap vermedi.
Cevap alamamak Wanda'yı sinirlendirdi ve yakasından tutup duvara yapıştırdı. "Bana ne bulduğunuzu söyleyin dedim." Kıyafetleri de, yüzü kadar pis olan adam, duvara yapışınca kollarını iki yana açtı. "Ben, ben bilmiyorum." Tuttuğu yakasından odanın ortasına fırlattı. Adam iki elinin üstüne düştü fakat arkasını dönmeye fırsat bulamadan başından aşağı damlayan kanlarla gözleri kapandı ve yere yığıldı.
Wanda bir leş daha bıraktı arkasında. Bucky'den aldığı dövüş eğitimi, onu da tıpkı Bucky'nin kendisi gibi soğuk ve acımasız birine dönüştürmüştü. Hem kıştı, hemde cadıydı.
O kış cadısıydı.
İnsanlar ona Winter Witch demeye başlamışlardı.
Derme çatma evin pencere olması gereken ama daha çok duvar kırılmış gibi duran kısmına geldi ve ara sokağa atladı. Yere atlamış olsa da, düşmeden önce havada enerjiden bir platform oluşturdu. Kırmızı ışığın üstüne düştükten sonra, kendini yukarıya fırlattı ve az önce içinde bulunduğu binanın çatısına çıktı.
Çatıya uçarak çıktıktan sonra, havada, kendini kontrol ederek düşüşünü yavaşlattı ve çatıya yumuşak bir iniş yapıp koşmaya başladı. Binanın öbür ucuna geldikten sonra zıpladı ve karşı çatıya vardı.
Diğer çatıya geçtikten sonra, karşısına çıkan havalandırmanın üstünden zıpladı ve hızlı bir şekilde geçti. Havalandırmadan sonra ise ne olduğunu anlamadığı boruları fark etti ve son anda yerde kayarak onlarında altından geçti.
Çatının kenarına geldiği zaman eğilip kaydı. Yerde kayarken ayakları boşluğa salındı fakat eliyle kenara tutunmayı başardı. Hemen aşağıya doğru yavaşça indi ve pencerelerin alt tümseklerine ayaklarını koyarak, pencereden pencereye atlayarak sola doğru ilerlemeye başladı.
Bir kaç pencere daha gittikten sonra ne yapabileceğini görmek için etrafına baktı. Tam aşağısında bir dükkanın geniş güneşliği açık duruyordu. Geriye doğru kendini bıraktı ve aşağısında olan geniş, güneşliğin üstüne düştü. Hemen yere attı kendini ve gelmiş olduğu caddenin öbür yanına geçerek kendini gördüğü ilk ara sokağa atmış oldu.
Uzun bir ara sokağa girdiğini gördükten sonra düz koşmaya devam etti. Yeterince hızlandıktan sonra kendini enerji ile yukarıya atacaktı. Fakat onu bozan bir şey oldu. Önüne bir okun saplanması ile kendini yavaşlattı. Etrafına baktı ve okun nereden atıldığını bulmaya çalıştı.
Solundaki binanın yangın merdiveninde duran, elinde crossbow olan bir kadın vardı. Kısa kahve saçları vardı. Üstünde sütlü kahve renginde pardesü ve elinde crossbow'u ona doğrultmuştu. Wanda, "Sen kimsin?"
Kadın, gözünü dürbünden çekti. "Seni öldürecek olan kişi." Merdivenden aşağıya atladı ve yere düşerken yaralanmamak için son anda yerde yuvarlanarak rahat bir iniş yaptı. Tekrardan ayağa kalkar kalkmaz Wanda'ya saldırdı. Crossbow'u kızın dibinde ateşlemişti. Ok , son hızda sarışın kızın yanından geçti ve saçından bir tutam kesti.
Karşısındaki kişinin şakası olmadığını anlayan kış cadısı, Bucky'den öğrendiği dövüş teknikleri ile kendini savunmaya çalıştı. Fakat karşısındaki kız, ondan daha yetenekli olduğunu, altı saniyede Wanda'yı savunmasız bırakıp duvara yapıştırmasıyla göstermiş oldu. Pardesünün içinden pala çıkardı ve Wanda'nın boynuna yaklaştırdı.
"Seni uzun süre boyunca aradım."
Wanda, palaya göz ucuyla baktı, güldü. "Şansa bak, benim de aradığım bir çok insan var."
Elinde palayı tutan kız, biraz daha yaklaştırdı bıçağı. "Yoksa Ahmet Pozan gibi mi?" Wanda, ismi tanıdığını hissetti. Bir çeşit bilemediği sebeplerden dolayı isim ona yakın gelmişti ama sebebini bilmiyordu.
"Hayır, daha çok Bucky Barnes gibi." Gücünü kullanarak kızın palasını elinden alıp başka bir yere fırlattı. Silahsız kalan kadın, crossbow'u sırtından geri alacak iken Wanda karnına tekme atmasıyla kadın sırtını duvara çarptı. Sırtını dayadığı kırmızı tuğla duvara baktı kız, elini duvara değdirdi ve dirseğine kadar vücudu tuğlaya dönüştü. Wanda, gördüğü karşısında yutkundu ama bileklerini göz hizasında tutmaya devam etti.
Kadın, binanın duvarından bir tuğlayı söküp Wanda'ya doğru savurdu. Sarışın cadı, eğilerek kaçtı ve kadının kolunu tutup büktü. Gardı düşen kadın, diğer eliyle tabancasını çekip Wanda'ya doğrulttu. Cadı, ne yapacağını bilemediği için gücünü kullanarak onu duvara yapıştırdı. Kollarını ve bacaklarını iki yana açtırttı ve sabit tuttu.
Bütün vücudu kırmızı Kaos enerjisi ile yılan gibi sarmalanmış kadın ne yapacağını bilemiyordu, iç güdüsel olarak çırpındı ama boşunaydı. Wanda, sakince konuşma kısmına geçmek istedi.
"Beni öldürme sebebin ne? Neden beni öldürmeye çalışıyorsun? Adın ne?" Bütün vücudu kontrol edilen kadın, derin nefes aldı.
"Benim adım Alice Mcgrath, suikastçıyım. Seni öldürmek için para aldım. Görevimi yerine getirirsem büyük meblağlar ile ödeme yapacaklar." Wanda, iki elini de kadına doğru tutmaya devam etti. "Ödemeyi kim yapacak sana?" Alice, cevap vermeyince, Wanda gücünü kullanarak boğazını sıktı. Alice nefesini yavaş yavaş kaybederken Wanda sorusunu tekrarladı, "Sana kim, parayı ödeyecek?"
Alice, nefessiz kalmış ciğerlerindeki son nefesi kullanarak ismi yavaşça telaffuz etti. "Brineley..." Wanda, o ismi duyar duymaz kızı bıraktı. Alice direk yere, kollarının üstüne düştü ve soluklanmaya başladı. Wanda, geriledi ve sırtı duvara değdi. Brineley onu arıyordu, Wanda geçmiş anıları tekrar hatırladı. Kaos'un onu ele geçirmesini, Danny'nin ölümü.
Wanda duvara kendini yaslamışken, Alice ayağa kalkıp kendini toparladı. "Ne oldu, yoksa onu tanıyor musun?" Wanda, gözlerini kapadı. Danny'nin cesedi geliyordu aklına, bir an önce onu düşünmeyi kesmeliydi. Gereksizdi, yanlıştı. Aklından çıkarması gerekiyordu. Aklının karanlık kısmına gönderdi eski ve acılı anılarını. Tekrardan gözlerini açtı ve karşısında Alice'i buldu.
"Evet. Geldiğim yerde benden en çok nefret eden kişi. Şimdi ise beni bulmaya çalışıyor." Bir kaç adım atıp Alice'den biraz uzaklaştı. Fakat kahve saçlı kız onu kolay bırakmadı. "Nereye gidiyorsun. Ben para alamayacak mıyım?" Wanda, ona doğru döndü.
"Üzgünüm. Para almayacaksın ama yaşayacaksın. Ölü olsan para bir işine yaramaz. Zamanında öfke beni ele geçirdi ve az kalsa birini öldürüyordum. Şimdi yeniden yapabilirim, ve bu sefer az kalmadan bitirmiş olurum işimi. Şimdi izin verirsen, bir dostumla görüşmeye gidiyorum."
Sırtını Alice'e döndü ve gitmeden önce lafını bitirdi.
"Amneisa'nın yanına."
-----------------------------------------------------
Beş flashback arasındaki en aksiyonlu ve en fantastik olanı buydu sanırım. Assassins Creed, Doctor Strange ve Scarlet Witch karışımı bir şey yarattım. Mutluyum. Evrenimde mitolojiye ve büyüye girmek istiyorum. Şu ana kadar hep gerçeklik sınırları çizgisi içinde kaldım -Fandom hariç- Şimdi ise mitoloji ile onu kırmak ve çizginin öbür yanına geçmek istiyorum.
Burada anlattım Kaos kardeşliği, Caos Maximoff, Wanda Maximoff kurgusu olacak "Deli" için bir nevi temel. Eğer bu flashback'i okuduysanız buraya kadar, kurguyu yayınladığım zaman yabancılık çekmeyeceksiniz, kitap içerisindeki isimlere.
Alice Mcgrath karakteri, Fandomda olan bir karakterdi. Bir de Marvel Files'da kendi dosyası var. İsteyenler oraya bakıp karakter hakkında daha fazla detay edinebilir.
Kendinize şimdilik iyi bakın, hoşça kalın. Sonraki bölümlerde görüşmek üzere.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro