Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Melodi Okur

Emily Rudd / Harliel Lector - Melodi Okur

Mads Mikkelsen / Hannibal Lector

Tyler Posey / Raven Black

Zoe Sugg / Mucize Çizgi

Ariadne Artiles / Eva Rosewell

Adam Gregory / Malek

Jensen Ackles / Jensen Wayne

Taze ekmeğin insanın içini açan sıcaklığı, baharatların insanı cezbeden kokusu, etin tavaya düştüğü zaman zemine bıraktığı ve cızırdayan yağı. 

Harliel babasının yanında işe gelince hep bunları koklayıp, bunları hissederdi. Çünkü babası oldukça ünlü ve başarılı bir aşçıydı. Yine babasının mutfağına gelmiş olan Harliel babasının yemek yapmasını büyük bir heyecanla izliyordu.

Mutfaktaki eşyaların üstünde beyaz renk hüküm sürüyordu. Neredeyse her eşya beyazdı. Bay Lector, yemeği için gerekli kırmızı eti tezgaha attı. Tezgaha düşen eti hemen eliyle kavradı ve eliyle küçük küçük kesmeye başladı. Büyük bir ustalıkla doğruyordu etleri. Hızlı hızlı bıçağı kaldırıp indiriyor, darbelerini sessiz fakat kuvvetli bir şekilde vuruyordu. 

Hiç takılmadan, neşterle kağıt kesiyormuş gibi rahatça etini kesiyordu. Kullandığı satır kaliteli değildi, ucuz dandirikten bir satırdı fakat en berbat bir mutfak eşyası bile, usta bir aşçı tarafından kullanıldığı zaman bir çok kaliteli eşyaya taş çıkartacak kadar kaliteli bir alete dönebilirdi. 

Etleri kestikten sonra baba, kızına dönüp nazikçe "Patlıcanları bana uzatır mısın tatlım?" diye sordu. Kızda babasını mutlu etmeyi amaçladığı için isteğini hemen yerine getirdi. Tezgahın öbür tarafına gidip, dört patlıcanı küçük elleriyle tutmaya çalışıp, az kalsa düşürecek de olsa getirmeyi başardı. Etin yanına patlıcanları koyarken, "Getirdim babacığım," dedi.

Patlıcanları alan adam, onları alacalı bir şekilde soydu. Bir parmak arayla kabuklarını aldı hepsinin. Patlıcanlar kabuklarından arınınca hepsini dörde bölerek kesti ve tuzlu suya attı. Patlıcanlar tuzlu suda beklerken etlerin hepsini kuşbaşı olacak şekilde kesti. 

Etlerin hepsini kestikten sonra, patlıcanları aldı ve daha önceden hazırlamış olduğu, yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisinin üstüne doğranmış patlıcanları yerleştirdi. Üstlerinde hafif bir yağ gezdirdi ve tepsiyi fırına sürdü. Patlıcanlar kızarırken etlerin olduğu kesme tahtasını tavanın üstüne götürdü ve tavaya attı hepsini. Etlerin hepsi tavaya düştükten sonra cozurdama sesleri kızın kulağına ilişti. Etler, suyuyla beraber kokusunu da salıyordu. Pişen kuşbaşı dana etin kokusu kıza dayanılmaz bir cazibeyle çağrışım yapıyordu.

Yemek için sabırsızlanan kız, babasını izlemeye devam etti. Kısa siyah saçları, mavi gözlerinin kenarına düşerken, küçük diliyle tatlı dudaklarını yaladı. Yemek için gerçekten de sabırsızlanıyordu. 

Babası, daha lezzetli olması için sıvı yağ yerine tereyağ kullandı etler için. Tereyağını ekledi ve iyice karıştırdı. Tereyağ karışarak bütün tavaya ve etlerin üstüne bulaşmış oldu. Az kızarmış olduğu zaman babası üstün bir hızla önündeki raftan soğanları, biberleri ve sarımsakları tezgahın üstüne attı.

Düşen sebzelerin hepsinin kız fark edemeden doğradı. Bıçağı kaldırmasıyla, ikinci darbe için indirmesi bir oluyordu. Eli o kadar hızlıydı ki, insan daha ortadan ikiye bölecek sanıyorken o dördüncü darbesini atıyor oluyordu. Kızı için bu takip etmesi oldukça zor fakat bir o kadar da etkileyiciydi. Babasının bu kadar büyük bir aşçı olmasından dolayı memnuniyet duyuyordu. 

Onun için yemeklerin kahramanıydı. Harika bir aşçıydı. İzlediği çizgi filmlerden dolayı onu beyaz aşçı önlüğü, şapkası, elinde spatulasıyla kötücül meyveler-sebzelere karşı savaşan bir kahraman olarak hayal ediyordu. 

Soğanlar, biberler ve sarımsakların hepsini doğrayıp tavaya atmıştı. Son olarak domateslerden birini alıp yemeklik olacak şekilde doğradı ve sotesinin üzerine ekleyip onu da karıştırdı. Ardından tavada işi bitti ve fırına geri döndü.

Fırından tavaya geçişi de çok hızlıydı. Adımlarını büyük atıyordu ama hızlı davranıyordu. Tek adımda fırın ve tava arasında geçiş yapıyor, hiçbir şekilde sorun çıkmaması için çaba gösteriyordu. Kızı da ona ayak bağı olmamak için biraz uzaktan izliyordu. Yine de tavayı görebiliyordu.

Kız sekiz yaşında olsa da boyu çok kısa değildi. Tezgahın üstünü rahatlıkla görebiliyordu.

Fırından çıkardığı patlıcanların yarısını başka bir fırın tepsisine dizdi hemen. Patlıcanları teker teker almasına rağmen işini hızlı yapıyordu. Tavanın altını kapattı ve hazırladığı eti patlıcanın üstüne yaydı.

Rengi değişmiş soğanın, kokusunu etrafa sarmış sarımsağın, suyunu çekmiş etin yavaşça patlıcana dökülüşünü gören Harleiel daha da acıktı. Açken yemeğin hazırlanışını izlemek onun için işkenceydi resmen. Fakat babası o kadar etkileyici bir  hazırlayış sunuyordu ki kızına, ona duyduğu hayranlıkla bastırıyordu açlığını.

Patlıcanları yarıya ayırdığı için, et sadece patlıcanların yarısının üstüne dökülmüştü. Kalan yarıyı ise etin üstüne döktü. Kalan tek domatesi ise yuvarlak yuvarlak kesip patlıcanın üstüne nazikçe yerleştirdi.

Son olarak tezgahın kenarında, cam kase içinde duran salçayı su eşliğinde ezdi ve etlerin hizasına gelecek şekilde döktü. Tepside yemek iyice hazırlandıktan sonra fırını yüz seksen dereceye yerleştirdi ve tepsiyi fırına sürdü.

Tepsiyi yerleştirdikten sonra kapağı kapadı ve kızına döndü. Adam, bütün bu yemekleri takım elbise ile beraber yapıyordu. Üstelik, kıyafetine hiçbir leke gelmiyordu. Hangi yemeği yaparsa yapsın, giydiği takım her zaman temiz kalmayı başarıyordu. Bu da adamın başka bir yeteneği idi.

Eğildi ve elinden eldivenini çıkartıp kızının saçında gezdirdi. Kısa fakat ipek gibi yumuşak saçları, adamın yaşlı elleri arasından kayıp giderken kızı adeta güneş gibi parlak bir gülümseme ile babasının yüzüne bakıyordu.

"Babacığım sen harika bir aşçısın." Bunu, çocukluğun verdiği o şirin ses tonu ile beraber söylemiş, bunu demesinin hemen ardından babasına sarıldı. Kızın ufak elleri babasının geniş sırtını saramamış, elleri arkasında buluşamamıştı. Yine de bütün gayretiyle babasına sarıldı. 

"Teşekkür ederim kızım, bunu senden duymak benim için bir armağandır." 

Harliel, henüz armağan kelimesinin anlamını öğrenmiş olmasa bile, bunun güzel bir laf olduğunu hissetti. Ufak yüreği baba şefkatiyle tıpkı bir yemek gibi pişerken hala sarılmaya devam ediyordu.

"Sen bir kahramansın baba! Geceleri elinde o garip şeyle kötü yemeklere karşı savaştığına eminim." Kız bunu acayip bir saflıkla söylüyordu. Babasıysa kızı kırmamak için bunu inkar etmemişti. Üstelik, adamın yaşadığı onca şeyden sonra kendisini kahraman olarak gören bir kızının olması onu harika hissettirirken, bu hissi geri çevirmek istemedi.

"Bu bir sır," parmağının dudağının önüne yerleştirdi. "Babanın gizli kimliği kimse tarafından bilinmemeli, tamam mı?" Kız, aklındaki fikrin gerçek olduğunu sanınca sevindi. Kollarını babasından bıraktı, iki yana açtı. "Evet! Haklı çıktım!" dedi. 

Fırındaki yemek, kokusunu bütün mutfağa yaymıştı. Burnunu iki defa çeken baba, yemeğin hazır olduğunu kokusundan anladı. Fırını kapadı ve fırın eldivenini hızla eline geçirerek tepsiyi fırından çıkardı.

Kokusu kızın ayaklarını yerden kesip tepsinin yanına uçuracak kadar harika ve eşsizdi. Artık açlıktan ve sabırsızlıktan dudaklarını kemirmeye başlamıştı ufak kız.

Fırından tepsiyi çıkaran adam, yemeği ikiye böldü ve elindeki porselen tabaklar eşliğinde lokantanın ön kısmına geçti.

Evet, o zamana kadar lokantadaydılar. Harliel'in annesinin işlettiği mekanda, babası yemeklerden sorumluydu. O gün kapalıydılar ve annesi, arkadaşıyla beraber şehir dışına tek günlük geziye gitmişti. Lokanta Harliel ve babasına kalmıştı, haliyle de günü beraber geçiriyorlardı.

Babasını takip eden kız, kendini lokantanın tam ortasındaki masada buldu. Metal sandalyeye oturdu ve sırtını yaslayarak ayaklarını aşağı sarkıttı. Ufak olduğu için ayakları yere değmiyordu. Bu da ona ayaklarını sallama şansı veriyordu. Eliyle saçını geriye attı ve ve kendisine büyük gelen çatalı zar zor tutarak yemeğin içine daldırdı. 

Patlıcandan ve etten ufak bir parçayı, metal çatalına geçirmeyi başardı kız ve onları dökmemek için gösterdiği büyük gayretle beraber ağzına götürdü. Araladığı ufak ağzına sunduğu küçük lokmayı diline değdirdikten sonra, çatalı ağzından çekti ve lokmasını çiğnemeye başladı.

Yemeğe baharat konulmuş olduğunu, etin ve patlıcanın tadlarını güzelleştiren ve ona oldukça tanıdık olan karabiber ve kimyondan anladı. Babasının yemeğe inceleyen gözlerine bakıp, "Baba buna ne zaman baharat attın?" diyerek sordu.

Kızının baharatı yeni anladığının farkına varan baba, hızlı olduğunun bir kanıtını daha görünce gülümsemeden edemedi. "Etler pişerken attım ya kızım, yoksa senin aklın havalarda mıydı?" Çatalını bir daha tabağına daldıran Harliel tekrar ağzına bir lokma daha götürdü. Tadı eşsizdi, harikaydı. Böyle bir yemeği yiyebildiği için kendini çok şanslı hissediyordu. Böyle bir baba, böyle bir aile, böyle yemekler. Kız için uyumadan önce annesinin anlattığı masallardaki o büyük şanlı sofralardan bile daha güzel görünüyordu.

Harliel babasının ona bir hikaye anlatmasıyla beraber, yemeğine daldı ve kulaklarını babasına vererek anlatmaya başladığı ilginç hikayeyi dinlemeye koyuldu.

------------------------

Yağmur yağıyordu. Sanki doğanın insanlara verdiği bir ceza, bir işkenceymiş gibi yağıyordu yağmur. Yağan sağanak yağışı kudretli rüzgarlar destekliyordu. Kimse yokmuş gibi görünen sokakta aslında biri vardı. 

O da on iki yaşındaki ufak bir kızdı. 

Ayağındaki siyah babetler, üstündeki beyaz elbisesiyle arkasına bakmadan koşuyordu. Kaçıyordu ama gideceği bir yer yoktu. Gördüklerinden sonra, döneceği bir yerde yoktu. Koşarken, adımları yerdeki birikintileri etrafa sıçratırken çıkan seslerle anıları tekrar ve tekrar başa sarıyordu.

O kavga, bağırışmalar, bıçak sesi, kan, bağırsak. Hepsi zihninde tekrar ve tekrar yankılanıyordu. Annesinin son çığlını, gitgide kısılan sesini hala kulaklarında duyuyordu. Evden uzaklaşmış olmasına rağmen o sesi hala duyuyor gibiydi. 

Babasıyla annesinin ettiği kavga kötü sonla bitmişti. Harliel, kapı aralığından baktığı zaman, babasını annesinin başında, bıçakla beraber etrafı kan olmuş bir odanın ortasında görmesiyle, çığlığı basıp evden kaçması bir olmuştu.

Evden çıkarken başladığı koşuya, hala devam ediyordu. Bir saniye bile durmamış ve arkasına bakmamış. Yağmur yüzünden üstüne yapışan elbisesi ve ıslak saçı bile durdurmuyordu onu. İliklerine kadar hissettiği soğuk onun hızını kesmeye, kenara çekilmeye davet etse de, kız pes etmedi.

Bir noktaya kadar.

İki bina arasındaki dar bir ara sokağı görünce hemen kendini oraya attı. Gördüğü yeşil çöp konteynerin arkasına, karanlık kısmına geçti ve sırtını yeşil konteynere verdi. Islanmış metali narin sırtında hisserdeken, ağlamaya başladı. Ne yapacağını bilmiyordu. Evden kaçmıştı ve bir daha dönemezdi.

Kollarıyla kendini sardı ve vücudunun sadece bir kısmı yağmurdan korunarak kendi kendine sayıklamaya başladı.

"Steve Rogers, Tony Stark, Peter Parker, Bucky Barnes..." Bu isimler ona ninni gibi geliyordu. Hepsi, hayranı olduğu kahramanlardı. Babası izin vermemiş olsa da, okulda arkadaşlarından rica etmesi üzerine ödünç aldığı çizgi romanlar ve filmler sayesinde tanımıştı onları. Hepsi, Harliel için bir kahramandı. 

Artık babasını bir kahraman olarak göremiyordu. Küçüklüğündeki o hayallerinin hepsi annesiyle beraber ölmüştü. Saçlarını yüzünün önüne götürerek kendine bir maske yaptı. Hiçbir şey görmek istemiyordu, duymak istemiyordu. Çünkü gördükçe anılarını görecekti, duydukça anılarını duyacaktı. Bunu da hiç istemiyordu.

Ne yapacağını bilmeden isimleri saymaya devam etti. Bütün kahramanların İntikamcılar'a katılma sırasını düşündü. Hepsini ezberlemişti, haklarında bilinen her şeyi biliyordu. Üstelik, yalanları değil, gerçekleri biliyordu. Birçok insan, kulağına gelme dolma bilgilerle anlamsız, yalan dolu kelimelerini savururken, Harliel gerçekleri biliyordu.

Yağmur sesinden başka bir şey duyulmuyordu. Yıpranmış babetlerine göz atan kız, tekrardan kafasını tuğla duvara yasladı. Yağmur yağmaya hala devam ediyordu. Soğuğu, vücudunun her gözeneğinde hissediyordu. Tir tir titriyordu. Artık soğuk, sanki keskin bir bıçakmış gibi kollarını çizercesine acıtmaya başlamıştı. 

Kolları soğuktan acırken, elleri bacakları uyumuştu. Ayakları ise su toplamıştı ve ağrıyordu. Burnu akmaya başlayan kız, kendisini neyin beklediğin bilemedi. Gözlerini kapalı tutmaya devam ederken aklından hiçbir şey geçirmemeye gayret göstererek kendini uyumaya zorladı. 

Gözlerini açtığında ise kendini sıcak bir yatakta buldu. Yer yatağındaydı ve üstünde yorgan örtülüydü. Kafasını hemen sağa çevirdiği zaman ona ısı sağlayan ufak bir yer lambası gördü. Lambada olan ampul eski olduğu için ışıktan daha çok ısı yayıyordu. 

Işıktan gözlerini alıp başka yerleri incelerken ise, kendini tahtadan yapılma, sığınak gibi görünen ufak bir mekanda yatıyor olarak bulduğunu anladı. Kimin oraya onu getirdiğini, kimin ona baktığını bilmiyordu. Üstündeki yorganı doğrulmak için attı. Yorganı ileriye doğru iterken üstündeki kıyafetlerin yeni olduğunu fark etti.

Islak saçlarını arkaya attı ve üstündeki kıyafetlere baktı. Çok yeni değillerdi, ufak yırtıkları vardı ama iş görürlerdi. Aniden odada bir ses duydu. "Merhaba."  Kıvırcık saçlı, tatlı bir çocuk, tahta kapının önünde duruyordu. Harliel, onun kim olduğunu bilmediği için soğuk davrandı.

"Merhaba," dedikten sonra yine kendi içine kapandı. Çocuk onun pek konuşma istekli olmadığını anladı fakat sorması gereken bir kaç soru vardı. Kızı o şekilde bırakamazdı. 

"Hey, biliyorum berbat bir gün geçiriyorsun ama sana bir kaç soru sormam gerekiyor." Bunu derken kıza oldukça yakınlaşmış hatta yatağının dibine gelmişti. Çömelip kıza daha yakından baktı. Hala kurumamış olan saçlarına ve okyanusu andıran gözlerine. 

Adam kıza bakayım derken kendini kaybetmişti o gözlerde. Kendini kızın kocaman gözlerinden alabildikten sonra elini uzattı. "Selam, ben Raven. Senin adın ne?" Kız, kafasını yere eğdi. Kafasında bazı şeyleri ölçüp biçmek istediği ama her şeyini bırakıp kaçmıştı. Kaybedecek hiçbir şey yoktu. Eğer oradaki Raven isimli çocuk tarafından öldürülecek ise de, ölmek onun için sorun olmayacağından korkmadı.

"Ben Harliel. Harliel Lecter." Adamın elini sıkan kız, tuttuğu elin sıcaklığını fark etti. Kendisi oldukça soğuk olduğundan, adamın sıcak eli onu bir nebze de olsa rahatlatmıştı. Onun yanına oturdu. Kendini yer yatağına yerleştirirken, Harliel, Raven'a ısınmıştı. 

Raven kendini yatağa yerleştirdikten sonra bacaklarını kendine çekti ve kollarıyla kendi bacaklarını sardı. "Eğer ihtiyaç duyuyorsan, neden sokakta ölüme terk edilmiş gibi durduğunu öğrenmek isterim. Bizim için bu oldukça önemli." Harliel, cümlenin içindeki ufak bir detaya takıldı.

"Biz mi?" 

Kıvırcık saçlı adam kafasını salladı. "Evet biz," ufak bir kıkırdamadan sonra, "Herhalde burada tek başıma olduğumu sanmıyorsun. Burada sokağa atılmış çocuklara illegal şekilde yardım ediyoruz. Devlet bu proje de yanımızda olmadı. Biz de çocukları izinsiz bir şekilde yerin altında yaşamalarını sağlıyoruz. Onlara yemek, kalacak yer ve bir aile veriyoruz."

Harliel için bu harika bir davranıştı. İnsanlara yardımcı olmak, hem de karşılığında en ufak bir istekte bile bulunmadan. Kendisi de her zaman yardımcı olmaya çalışmıştı ama asla böyle büyük bir işe kalkışamamıştı. 

"Bu, harika bir davranış. Gerçekten iyi insanlar olmalısınız." Harliel'in bu güzel sözü adamın içini ısıttı. "Teşekkürler Harl. Şimdi biraz daha dinlen, bir daha kalktığın zaman öbür çocuklarla tanışacaksın."

Kızın yanından kalktı. Ona doğru yukarıdan bir bakış attı ve girdiği kapıya yöneldi. Küçük kızın büyük gözleri adamın ayak adımlarına takıldı. Raven kapıya geldiğinde tekrar kıza döndü. "İyice dinlen. Enerji sana lazım olacak." Harliel'de adama uyup tekrardan yatağa uzandı ve her ne kadar rutubetli olsa da, sokaktan daha iyi olduğu için ışığa sırtını dönerek gözlerini kapadı. 

---------------------------

Melodi, artık bu ismi almıştı. Raven'ların yanından ayrılırken yeni bir isme ihtiyacı olacağı için kendisine Melodi Okur adını vermişti. Hem Raven'ın "Sözlerin kulağa bir Melodi gibi geliyor adeta" sözünden ve yıllardır hangi durumda olursa olsun bir şeyler okuma gayretinden dolayı bu ismi kendine uygun görmüştü.

Kahverengi kitaplığa dizilmiş olan DVD filmleri inceliyordu. Hepsi Marvel filmiydi. Melodi için bu harika bir şeydi. Bütün bu filmlerin hepsini izlemesi gerekiyormuş gibi hissediyordu. Raven, bir süre ona kucak açtıktan sonra, ona çiğ köfteci de bir iş ve ufak bir ev bulmuştu. 

On altı yaşına gelen Melodi, artık eskisi gibi değildi. Yeni isim adeta onu baştan yaratmıştı. Artık aileye ihtiyaç duymayan, tek başına kendi ayaklarının üstünde durabilen güçlü bir kızdı. Babasına bağlı küçük prenses geçmişte kalmıştı. Artık en az onun kadar psikopat ve en az onun kadar çılgın, bağımlı biriydi.

Küçüklüğünde süper kahramanlara beslediği sevgi, kat be kat artmıştı. Artık bir işte çalıştığı için kitaplarını ve filmlerini kendi alabilmişti. Karşısında duran geniş kitaplığı tamamen kendi emeği ile dizmişti. 

Bütün bu yaşadığı şeylerde, arkasında bıraktığı şeylerin arkada kalmasını sağlayan çok önemli biri vardı Melodi için. O kişi de, birinci sınıftan beri arkadaşı olan Mucizeden başkası değildi. Mucize, Melodi'nin aksine bir hayran kızı değildi. Hatta bunun kötü bir şey olduğunu düşündüğü için Melodi'yi bu sevdadan sürekli vazgeçirmeye uğraşmıştı ama sonuç hep aynıydı.

Melodi asla bağlandığı şeyi bırakmazdı. 

Fakat Melodi, Mucize'yi uzun bir süredir görmemişti. En son kaza geçirdiğini duymuştu ve ondan haber alamamıştı. Kız, kendini eve kapatmıştı. Ses soluk çıkmıyor, yaşadığına dair en ufak bir belirti bile alınamıyordu.

Odasının ortasında tam bir tur attı ve bütün odada göz gezdirdi. Tam hayalindeki eve sahipti. Hayranı olduğu her şeyin oyuncağı, filmi, kitabı vardı. Peluş Castiel, Harry Potter deneği, plastik Captain America kalkanı gibi. 

Eşyalarına saatlerce bakıp bakıp sıkılmayan Melodi hala bakmaya devam ediyordu ki çalan kapı zili onu karmakarışık iç dünyasından çekip aldı. Kapıya doğru koşar adımlarla yetişti ve hızla açtı. Karşısında gördüğü şeyle ellerini ağzına götürüp kapatması bir oldu. Mucize karşısında Marvel tişörtü ile duruyordu.

Mucize, Melodi'inin yeni adını bir öncekinden daha çok beğendiği için bu isme direk alışmıştı. "Mel! Ben geldim!" Melodi kendini Mucize'nin kolları arasında bulunca ne düşüneceğini şaşırdı. En son gördüğü zaman erimiş çikolatayı televizyon karşısında kaşık kaşık yiyen, dağınık saçlı ve ağlamaktan kızarmış yüzü ile görmüştü.

Şimdi ise karşısında bakımlı, temizlenmiş ve her zaman ki şirinliğini üstünde taşıyan bir Mucize vardı. Melodi kendini Mucize'nin kollarından kurtuldu ve üstündeki tişörte baktı. Gri renkli ve üstünde Marvel'ın klasik kırmızı logosunu taşıyan bir tişört idi. 

Mucize, kendini eve attı ve eve gözgezdirirken çığlık atması bir oldu. "KIZ SENDE NE KADAR HARİKA ŞEYLER VAR BÖYLE! İNANAMIYORUM!" Daha geçen ay görünce iğrendiği şeylere şimdi kutsal eşya gözüyle bakıyordu.

Siyah saçlı ve okyanus gözlü kız için bu ani değişim fazla ani olmuştu. O yaptığı kazada bir şeylerin değiştiğini düşündü. Aklına Mucize'nin kafasını çok sert vurmuş olabileceği geldi. Fakat böyle kökten bir değişim için kafasını çok sert vurması gerektirirdi bu da onun ölmesi demekti. 

Neden böyle davrandığı hakkında kızın aklında hiçbir fikir oluşmadı. Fakat mutlu olmuştu. Artık hayran kızı olan bir dostu vardı. Buna her ne sebep olduysa içinden teşekkür etti ve eşyalara bakıp çıldıran Mucize'ye eşlik etti.

Salondaki mor koltuğun üstünde duran Captain America'lı yastığa gözlerini fal taşı açıp bakan Mucize, Melodi'nin geldiğini duyunca hemen ona baktı. Onun da gözü aynı Melodi gibi kocamandı.

"MEL BU YASTIK ÇOK PONÇİK! BENİM NİYE BÖYLE EŞYALARIM YOK?!" Mucize'nin yüksek sesli sorularına Melodi sakin bir tonla cevap vermeyi seçti. "Şey, sen bu tür şeyleri sevmezdin. İç çamaşırlarını içlerine giymeyi bile bilmeyen tiplerin Dünyayı kurtardığı türden hikayeydi bunlar senin için. Ama şimdi 'kalkanlı şımarık' dediğin tipin yastığına kutsanmış gibi bakıyorsun."

Mucize'nin hayran kız sırıtışı aniden düştü. Kafasında bunu düşünmeye başladığı belli oluyordu. Neden daha önce sevmiyordu? Neden daha önce hakaret etmişti? Neden şimdi sevmeye başlamıştı? 

Bunlar hakkında Mucize'nin bir fikri yoktu. Fakat umurunda olmadı. Artık o bir hayran kızdı. Gerisi önemli değildi. Melodi'de öyle olduğuna göre ikisi karşısında kimse duramazdı artık.

İnmek bilmeyen ince kaşlara sahip Mucize, hemen koltuğun yanındaki camdan kapağı olan dolabın içerisindekileri inceledi. Ufak Marvel figürleri kızı hemen etkisi altına almıştı. Melodi bunları almak için öğlenden akşama kadar çiğ köfte yoğuruyordu. İşin tek iyi yanı ise aldığı parayı başka hiçbir çiğ köftecinin almıyor olmasıydı.

Simsiyah giyinen kız, kendini mor koltuğuna attı ve üstüne dar siyah tayt giydiği bacaklarını, bacak bacak üstüne atarak Mucize'nin rafı izliyor oluşunu izlemeye başladı. İzlenildiğinin farkına varan hayran kız Melodi'ye döndü. "Bunlar sende ne zamandan beri var?" Melodi, ne zaman aldığını hatırlamaya çalıştı, kısa sürede hatırladı. "Sanırım iki haftadır. Daha yeniler."

Duyduğu heyecandan dolayı yanaklarını aşağıya çekmekten yanağı kopacaktı kızın. Melodi, tıpkı kendisini gördüğü için gülesi gelmişti. O da aynı böyle davranıyordu. Artık Mucize ile gerçekten ruh eşi olmuşlardı. Aralarında ortak olmayan bir yön kalmamıştı. Tek farkları birinin hayran kız olmasıydı. Şimdi o açık da kapanmıştı.

Mucize, kendini koltuğa atıp Melodi'ye sarıldı. "Hey kız," Melodi, bunun altında bir şey olduğunu anladı. "Efendim Mucize." Yeni hayran olmuş kız, daha da sıktı arkadaşının vücudunu. "Bana bir kaç şey ödünç vermek ister misin?"

Mavili kız Mucize'ye döndüğünde onun iki kaşını da indirip kaldırdığına gördü. Bu değişikliğini desteklediği için Mucize'nin istediğini yapmaya karar verdi. "Tamam sana istediğin şeyi ödünç veririm." Mucize, duyduğu şeyin harikalığı karşısında yapabildiği tek şey, arkadaşını daha da sıkmak oldu. 

Artık nefes alamayacak gibi olan kız, Mucize'yi uyarmak zorunda kaldı. "Nefes, alamıyorum..." Melodi'yi boğmak üzere olduğunu fark eden kız ellerini ondan çekti. Tekrardan nefes almaya başlayabilen Mavili, iyice soluklandı. "Az kalsın ölüyordum." Ardından Mucize'nin ağzından şu sözcükler döküldü.

"Eğer ölürsen, aslında bütün bu eşyalar bana kalır."

Melodi, bu fikrin onun aklına girmesinin iyiye bir işaret olmadığını fark ederken çoktan Mucize'nin şeytani bakışları altında kalmıştı. Kızın bu bakışları, Melodi'yi korkuttuğu için simsiyah giyinmiş kız koltuğun en uç köşesine ilerledi.

Fakat yüzündeki şeytani gülümsemeyi hala takınmaya devam eden kız, onun kaçmasına izin vermeden yastığı alıp üstüne atladı. Odayı aniden yükselen kahkahalar doldururken Mucize yüksek sesle, "Bunların hepsi Tony için!" dedi.

Yastığın altında boğulan Melodi gülüyordu. Hem güldüğü için nefesi boşa gidiyordu, hem de yastık tarafından baskı altında kaldığı için havası azalıyordu. 

"Mucize, öleceğim, Mucize, MUCİZE!" Melodi'nin yalvarışlarına kıyamayan Mucize yastığı geri çekti. Melodi'nin üstünde duruyor göğsü hızla inip kalkıyordu. Melodi'yi boğmaya çalışmak, Mucize'yi yormuş ve onu da nefessiz bırakmıştı. "Tamam tamam bıraktım seni. 

Nur gibi bir yüze, gökyüzü kadar temiz bir göze sahip olan Melodi, koltuğa iyice uzanıp yayıldı. Mucize'nin hayran kız olması, harikaydı. Artık onunla çok daha iyi arkadaş olacaktı. Buna hala inanamıyordu. Artık yalnız olmayacaktı. Mucize artık ona çok daha yakın olacaktı, bunu hissetti.

-----------------------------------

"On sekizinci yaş günün kutlu olsun Melodi!" Mucize bunu söyledikten sonra el çırpmaya başladı. Onun bu alkışlama eylemine Eva'da katıldı. Üçü beraber, Eva'nın evinde doğum günü partisi düzenliyorlardı.

Sade ve benzer renkte tonların hakim olduğu salonda, üçü de yere oturmuştu. Televizyonun önündeki masayı kenara almışlardı ve açılan alana üç kişi yerleşmişlerdi. Ortadaki çikolatalı pastaya bakan Melodi, karanlık odadaki mumun ucundaki alevin dans edişine odaklandı. Eva ve Mucize, kızın neden hiçbir şey yapmadan durduğunu merak etti.

Melodi, yaşadıklarını düşünüyordu. Babasıyla geçirdiği zamanları, annesinin anlattığı hikayeleri. Babasının lokantasına sürekli uğrayan ve doymak bilmeyen o gizemli adamı, annesinin ölümünü, sığınakta kaldığını, sığınakta az kalsın tecavüze uğrayacak oluşunu, oradan ayrılışı, kendi evine ve işine sahip oluşunu.

Tüm bunların esnasında okuluna devam etmeyi başarmıştı. Nasıl yapmıştı bilmiyordu fakat okulunu dondurmamıştı veya bırakmamıştı. 

Mavi gözlerin bebeğinde ateşin yansıması belirmişti. Kıvrak, yerinde durmayan ateş yavaş yavaş altındaki mumu eritiyordu. Eva, elini uzatarak Melodi'yi dürttü. Kız anca Eva'nin dürtmesiyle kendine geldi. 

Kendine gelir gelmez kafasını silkeledi. O sırada Eva, "Mumlar eriyor, bir dilek tutsan da mumu üflesen artık." Melodi, gözlerini kapadı ve aklından bir dilek tuttu.

Gözlerini açınca o dilek karşısında belirdi. Ona baktı, dileği de ona baktı. Melodi'ye gülümseyen dilek ona el salladı. 

Kız asla gerçek olmayacak bir dilek dilemişti. Gerçek olmayacağından emin olduğu için mavi gözlerinde yaş birikti. Bunu yanındakilere çaktırmamak için direk mumu üfledi. Mumlar sönünce Eva ve Mucize alkış tuttu. "Mutlu yıllar! Nice senelere Melodi." Eva ona hediyelerini uzattı. Eva'dan ve Mucize'den iki ayrı hediye vardı.

Melodi, iki ayrı paketlenmiş kutuyu görünce çok sevindi, gözleri yaşlı olmasına rağmen gülümsedi. Buruk bir gülümsemeydi. "Teşekkür ederim. İyi ki varsınız ama hediye almasanız da olurdu." Eva onun söylediğini kabul etmemiş olduğunu iki kaşını kaldırmasıyla belli etti, elindeki hediyeyi kızın eline tutuşturdu.

İki kutuyu da alan Melodi, birini kenara koydu ve Eva'nın verdiğini açmak istedi. Eva'nın hediyesi gri, ufak bir kutudaydı. Üstündeki kırmızı kurdeleyi söküp çıkardı ve kutuyu dikkatle açtı. Kutuyu açtığı zaman, ucunda nota simgesi, işareti olan bir kolye vardı. Melodi daha önce böyle bir kolye görmemişti. 

Zincirinden tuttu ve kutudan aldı kolyeyi. Aşağı sarkıtarak ucundaki gümüş notayı incelerken Eva, açıklamada bulundu. "Ted yaptı bunu. Bunu Theo ile ortak hediyemiz olarak varsay." Melodi, ağlamamak için burnunu çekti. "Teşekkür ederim, Eva."

Sıra Mucize'ye gelmişti. O da hediyesini verdi. Onun ki ise defter gibi duruyordu. Bir defterin üstüne hediye paketi geçirilmişti. Melodi onun defter olduğunu tahmin etti ama tahminini, arkadaşından gizledi. Yavaşça hediyenin üst kısmındaki yapışkanı araladı ve paketin içine baktı.

Kalın olmayan, dışı sert kapak olan bir defterdi. Defterde, kolyede de olan nota simgesi vardi. Melodi, defterin içinde bir şey olup olmadığına bakmak için kapağı açtı. Daha ilk sayfadan Melodi acayip sevmişti bu hediyeyi. 

Mucize ile fotoğrafları, karalamalar, çeşitli cümleler vardı. Dağınık yerleştirilmiş fotoğraflar, fotoğrafların arasına yapılmış ufak çizimler ve kenarlardaki cümleler. Sayfaları çevirdikçe bütün sayfalarında aynı şekilde olduğunu fark etti. 

Atlı karıncada çekildikleri fotoğrafın altında, ata binmiş Melodi ve Mucize resmi vardı ve yanında ise Melodi'nin atlı karıncaya bindiği zamanki çığlıklarının yazıya dökülmüş hali duruyordu. Bu, Melodi için fazla harika bir hediyeydi. 

"Bunu yapman ne kadar sürdü?"

Melodi direk bunu sormuştu. Mucize ise işaret parmağını kıza doğru salladı. "Hayır, hayır. Bunun fiyatı olmadığı fiyatını söylememe kuralı geçersiz kalır. O yüzden de emeğimin ne kadar olduğunu söylemeyeceğim ben de." 

"Ama bu, bu fiyatı olamayacak kadar güzel bir şey."

Mucize gülümsedi ve göz ucuyla Eva'ya baktı. "Evet, Eva Teyze'nin hediyesini geçmiş olabilmek mutluluk verici." 

Eva ise Mucize'nin bu iğnelemesine cevap olarak tek kaşını kaldırdı. "Madem benim hediyemden daha iyisini aldınız Mucize hanım. O zaman gidip kendi pastanız ile kutlayın."

Esmer kadının tam pastayı alıp gideceği sırada Mucize onu kolundan yakalamayı başardı. Aynı Melodi gibi gözlere sahip olan Mucize o büyük gözleri sonuna kadar aralamıştı. 

"Lütfen götürme onu! O bir çikolatalı pasta! ÇİKOLATALI!" 

Elinde pastayı tutan Eva ise Mucize'nin bu halinden keyif alıyordu. "O zaman önce benim hediyemin daha iyi olduğunu kabul et." 

Mucize'nin tek derdi çikolata olduğu için Eva ne derse yapabilecek durumdaydı, yaptı da. "Tamam tamam, hadi ver şu pastayı da bir an önce yiyelim." 

Pastayı elinde tutan kumral saçlı kadın pastayı aldığı yere bıraktı. Melodi, pastayı yiyebilmek için bıçak almaya gitti. Mutfağa gidip çekmeceyi açtığı sırada aklına bir görüntü geldi. Babasıyla doğum günü kutladığı anısı. Bir göz yaşı çatalların üstüne düştü fakat Melodi fark ettirmeden hemen elini tersiyle gözlerindeki ıslaklıktan kurtuldu ve bir adet bıçak aldı. 

Tekrar kızların yanına döndü. Bıçağın tutma sapını Eva'ya uzattı. Eva, ona uzatılan bıçağı aldı ve pastayi dilimlemeye başladı. 

Çikolatalı pastanın üzerinde, mavi renkli pasta hamurundan yapılma nota ve sol anahtarı işaretleri vardı. Sadece nota ve sol anahtarı değil, gök kuşağı ve Unicornlar'da pastayı olduğundan daha güzel kılan süslemelerden sadece bir kaç tanesiydi.

Eva, bıçağı pastaya batırdı ve pastanın içindeki erimiş çikolata yavaşça tabağa aktı. Erimiş sıcak çikolatanın içinde, çikolatanın sıcaklığı ile erimiş renkli drajeler vardı. Bu pasta, Eva'nın Theo'dan öğrendiği bir tarifti. Pasta süslemelerini pastanın dışına değil, içine dökmüştü. Pasta keklerinin arasına sürülmüş sıcak çikolatanın içinde, drajeden başka pasta süslemeleri vardı. 

Bir çok tatlı bir araya gelmiş gibiydi. Hepsi karışınca ortaya çıkan manzara ise Melodi'nin ağzının sulanmasına, hatta dudağının kenarından akmasına sebep oldu. Eva, Melodi'nin pastayı kesişini trans olmuşçasına izlediğini göz ucundan fark etti. 

"Sanırım pastadan etkilendin?"

Melodi konuşmadı. Aynı şekilde Mucize'de sessizliğini korudu. Eva, ikisine de baktığı sırada anladı ki, ikisi de pastaya aynı şekilde bakıyordu. İkisinin de erimiş çikolatanın pastadan tabağa dökülüşünü, tıpkı Eva'nın Agents of Shield izliyormuş gibi bakıyor olduğuna dikkat etti.

Kendi içinden 'demek Ahmet'in bahsettiği bakış buymuş' diye düşünen Eva, parmak şıklatarak ikisini de gerçek dünyaya geri dönmeleri için davet etti. Kendi hayal dünyalarında uzun uzun hayaller kuracak kadar tek başlarına kalmışlardı.

Ardından iki kızında gözlerini alamadığı pastayı doya doya yediler.

------------------------

Melodi sırtını yasladığı zaman kafesin soğuk metalini üstündeki kıyafete rağmen hissetti. Metal tellerin karo şeklinde bağlanarak oluşmuş olan bir kafesin içindeydi. Karşısında bir adam ona bakarken yumruklarını göz hizasında tutarak savunma pozisyonunda bekliyordu.

Kız ise kollarını aşağı salmış, hiçbir şey yapmadan bekliyordu. Adam, kızın bomboş durduğunu ve hareket etmediğini görünce onu küçümsedi.

"Küçük bayan korktu mu yoksa? Benimle dövüşmek zorundasın, kaçışın yok." Son cümleyi söylerken yüzünde bir gülümseme belirmişti. Melodi ise adama bakmaya devam ediyordu. Büyük mavi gözler, adamın yumruklarına bağlanmış kanlı bez parçasına odaklanmıştı. Ölümcül dövüştüğü belliydi ama adamın bilmediği bir şey vardı.

Melodi ondan daha ölümcüldü.

Kafesin etrafındaki kalabalık yumruğunu havaya savurarak, ses tellerini koparırcasına bağırırken Melodi hala adamı inceliyordu. Savunma pozisyonunda kalmayı sürdüren adam ise bir sağa, bir sola kaymaya başlamıştı.

Üstünde tek parça krem rengi bir kıyafet vardı kızın. Saçları açıktı ve dağınıktı. Adam ise normal günlük kıyafetleri ile orada duruyordu. Ceketiyle, tişörtüyle ve pantolonuyla. İkisinin bakışması bittiğinde, ilk saldıran adam oldu. 

Üstüne gelen sağ yumruktan sağa eğilerek kaçan kız, kolu yakaladı ve ters çevirip adamın gardını düşürdü. Kolunu tutmaya devam ederken adamın karnına sert bir tekme vurdu ve onu geri itti. 

Adam ondan böyle bir karşılık beklememişti. Onun aklında kızın acı çekeceği ve yalvaracağı vardı. Oysa ki bulduğu şey bir karın ağrısı ve boş bakan mavi gözlerdi. İçten içe şüphelenmeye ve düşünmeye başlamıştı.

Kızın içinde ne vardı?

Melodi, aynı soğukluğunu sürdürürken adama doğru koştu fakat ona tam yaklaştığı sırada kendini kafesin duvarına attı. Kafesin tellerine ayaklarını bastırdı ve kendin ittirdi. Bu sayede hız kazanan Melodi, havada takla atarak arkada kalan bacaklarını adamın kafasını sıkıştırmak için öne almayı başardı.

Kafası bacak kilidine alınan adam kendini aniden yerde buldu. Melodi'den kimsenin beklemediği bir hareketti. Adamın üstüne çıkmış olan Melodi, tırnaklarıyla adamın yüzünü çizip saha yüzeyinin kana bulanmasına sebep oldu. Yumruk atmak varken tırnaklarını geçirmesi, babasının psikopatlığını aldığını kanıtlar nitelikte bir hareketti.

Kalabalığın arasından onu izleyen sakin duruşlu adam kızı iyice inceliyordu. Fiziğini, hareketlerini, bakışlarını. Hepsi adam tarafından detaylı bir süzülmeden geçirilmişti bile. 

Yüzü kanayan çiziklerle dolan adam, kızı bileklerinden yakaladı ve ayağa kalkarken kızı da beraberinde kaldırdı. Onu alıp kafesin duvarlarına vurdu. Teller sırtına bakarken kız acıdan inledi. İki defa sırtını tellere çarpan kız, ardından da zemine çarptırıldı. Yere sert çakılan kızın ciğerleri zedelenmişti.

Kendini nefes alıp vermesine odaklayan kız, yüzüne doğru gelen tekmeyi son anda fark etti. Vücudunu kenara atacak kadar vakti olmayan kız anca kafasını sağ doğru yatırabildi. Ayak darbesinden kaçmayı başardıktan sonra hemen ayağa kalkıp havaya zıpladı. Tavandaki tellere ellerini geçirip tutunduktan sonra adama dik bir tekme attı. 

Attığı tekme adamın burnuna isabet etmişti. Burnundan kafasına doğru yayılan acı yüzünden adam elin burnuna götürdü ve eline bulaşan kanı gördü. Koluyla burnundan akan kanı sildi ve olduğu yerde zıplamaya başladı. Her an kaçmak için bekliyordu.

"Sende onun gibisin. Acımıyorsun, psikopatsın. Sinirlendiğin zaman gözün görmüyor." 

Babasına benzetilmekten nefret eden kız, adamın bu söylemine sert bir çıkış yaptı ve aklında kurduğu planı bozarak saldırıya geçti. Öfke, insanın gardını düşürün en etkili etmenlerden biri olduğu için adamın aklında da bu vardı. Körlemesine saldırmasını sağlayarak gardını indirtmek

Boşluğa doğru darbeleri hızlı hızlı yumruk savuran Melodi, gardını düşürdüğünün farkına varmadı. Yumruklardan geriye çekilerek kaçan adam, hızlı ama hafif bir tekme geçirdi kızın boşluğuna. Kısa süreliğine nefesi kesilen kız, beklemediği tekmenin şokunu atlatamadan soldan bir yumruk geldi. 

Yere devrilen kızın gözü bulanıklaşmaya ve seyirmeye başlamıştı. Altıgen ve ufak olan kafesin etrafında olan seyirciler ayağa kalkmıştı. Hepsi kızın tekrar kalkamamasını beklerken Melodi hepsini hayal kırıklığına uğrattı.

Ayağa kalkmıştı.

Dudağının sol kenarından kan akıyordu fakat bu kızın pes edeceği anlamına gelmiyordu. Aynı rakibi gibi bileklerini kaldırdı. Dudağının kenarındaki kanı yaladı ve sol eliyle düz bir yumruk attı. 

Kız, yumruk attığı elini yakalatınca, kurtulmak için zıplayıp olduğu yerde bir tur takla attı ve adamın kolunu çevirmiş oldu. Kolu fazla büküldüğü için yere çömelen adamın bacaklarına çelme takıp düşürdü. Yere düşen adam daha gözlerini kırpmadan, karnına Melodi tarafından bir dirsek yedi.

Dirseğini zıplayıp da vurmuş olan kız adamın yerden kalkmasını bekliyordu. Kalkmasını ve ona dayak atmak, ağzını burnunu kırmak istiyordu.

Melodi'nin, Mucize'den sakladığı en büyük sır buydu. Geçimini kafes dövüşlerinden yapıyordu. Babasından kaçtıktan sonra kendini savunabilmek için Raven'ın isimsiz derneğindeki adamlardan dövüşmeyi öğrenmişti. Zayıf ve hızlı olması dövüşlerin çoğunda onun işine yaramıştı.

İçindeki gizli psikopat ile dövüş yetenekleri birleşince karşısında duracak insan sayısı bir hayli azalıyordu. Bunu hiç kimseye söylememişti, söylemeyi de düşünmüyordu. Eğer bilirlerse, onun bir canavar olduğunu düşündüğü için korkacaklarını, onu terk edeceklerini düşünüyordu. Mucize'nin canavar gibi olan insanlarla arası hiçbir zaman iyi olmamıştı.

Adam ayağa kalkarken bütün bunları tekrardan düşünmüştü. Arkadaşını, sırlarını ve aldığı kararları. Eve gidiyorum deyip hiç kimsenin bulunmak istemeyeceği adamlarla dövüşmeye gitmesi. 

Doğrulan ve dengesini kuran adam, hala dövüşmeye devam edebilirmiş gibi bir izlenim uyandırıyordu. Fakat Melodi onun devam edemeyeceğini biliyordu. Koşup adamın dizine güçlü bir darbe indirdi. Attığı tekme yüzünden dizi kırılan adam, diz çökmek zorunda kaldı. Tam Melodi adamı kafasından yakalamış, boynunu kırıp öldürecek iken, kalabalığın arasından gözüken bir kişiyle göz göze geldi. 

Adamda bir şey görmüş gibi gözlerini ona kilitlemişken, boynunu tuttuğu adamı serbest bıraktı. Üç defa yere vurma sesini duyan Melodi, kazanmanın sevincine varmadan, dimdik bakmaya devam ederken aniden kendine geldi. Etrafına bakarken kazandığını fark etti ve iki elini kaldırıp sevinmeye başladı. Bir dövüşü daha kazanmıştı.

Soyunma odasına gidip, kıyafetlerini değiştirmişti hemen. Duşun ardından kıyafeflerini üstünde geçirmişken, davetsiz bir misafir hissedip kapıya doğru baktı. Kapı eşiğinde kenara yaslanmış, dövüşte benzettiği adam dikilmişti karşısında. 

Melodi, tam adamın burada olamayacağını söyleyip sesini yükseltecek iken, adam elini ona doğrulttu ve Melodi'nin göz bebekleri aniden küçüldü. Vücudu hareket etmeyi kesmişti, olduğu yerde kala kalmıştı. Adam, ağır adımlarla kızın yanına geldi. 

Kızın yanına gelir gelmez tişörtü kendine doğru çekip, üstten bakarak kızın içini inceledi. "Malek'i dövmüş olman ondan güçlü olduğun anlamına gelmez. Malek neyi isterse kendine alır. Küçük fare." Kız, nefes almaktan başka bir şey yapmıyordu. Gözlerini bile kırpmaktan mahrum kalmıştı. 

Malek isimli adam, ellerini ovuşturdu ve kızın üstündeki ceketi çıkardı. "Bana dön," demesiyle kız ona döndü. Tam kızın tişörtü üstünden zorla çıkarılacaktı ki, aniden odaya falso alarak bir şey girdi ve Malek'in eline saplanıp, sol elini metal dolaplara sabitledi. 

Normal bıçaklar onun elini delemeyeceğini bildiği için korktu. Gelenin bir avcı olabileceğini düşündü. Elini kurtarmaya çalışırken yerdeki gölgeyi gördü. Gölgenin sonuna doğru yavaş yavaş baktı ve elinde yarasa logosu şeklinde bıçak tutan, kirli sakalı, taranmış saçları ve esmer teniyle bir adam karşısına çıktı.

"O kızı, rahat, bırak."

Malek, elindeki bıçağı çıkarıp inceledi. Yarasa şeklindeydi, ortada kafası, sağ ve solda kanatları olan mat siyah bir bıçaktı.

Elini kurtarmayı başaran Malek, harekete geçecekti ki, gelen adam nereden çıkardığı belli olmayan bir kamçıyı adamın bacağına dolayıp kendine çekti ve Malek yere düştü. Daha Malek'in sırtı yere değmeden, insan üstü bir hızla koşup onun yanında belirdi.

Adamın koşarken, arkasında sarı şimşeklerin karıştığı kırmızı bir silüet bırakmasından anladı ki o anda doğa üstü biriyle dövüşüyordu. Üstündeki adamdan kurtulmak istedi ama sağ eline de aynı bıçaktan sapladı. Acıyla bağırmak için ağzını açtığı sırada ağzına sokulan tabanca yüzünden dudaklarını geri birleştiremedi. 

"Malek istediğini alır, eğer Jensen Wayne onu durdurmazsa. Şimdi defol buradan. Seni bir daha görürsem bu kızın etrafında, kanatlarının çıkarılmasından çok daha fazla acı hissedersin." 

Kanat lafından Jensen'a ifşa olduğunu anlamıştı. Hiç bozmadan ellerini kaldırdı, avucu yarık olan ellerini. "Tamam dostum, gideceğim. Sadece beni rahat bırak." Jensen kenara çekildi ve kalkmasına izin verdi.

Malek kalktığı sırada arkasına bakmadan kaçtı. O odadan çıktığı sırada büyü bozuldu ve Melodi kendine geldi. Kendini silkeleyip ne olduğunu anlamaya çalışırken karşısında Jensen'ı gördü. Tam çığlığı basacaktı ki Jensen elini kızın ağzına götürdü ve sesini bastırdı. 

"Sessiz ol. Etrafa ki güvenliklerin hayatlarını riske atmak istemem." Kız, adamı dinleyerek sesini kesti. Adam da bağırmayacağından emin olunca elini geri çekti. Kız, olanların yavaş yavaş farkına varırken Jensen'a baktı. "Sen kimsin ve neden buradasın?" 

Jensen ellerini cebine soktu. Biraz düşündü gözlerini yere eğerek. Aniden gözlerini kaldırdı ve kızın burnunun sağındaki ve solundaki okyanuslara bakarak, "Ben Jensen, dövüşte seni izledim. İçimdeki his başının belada olduğunu söyledi ve bende gelip seni kurtardım." 

Sıyrılmış ceketini düzelten kız, Jensen'ın gözlerinden alamadı kendini. "Kurtardığın için sağ ol. Teşekkür ederim." Samimi teşekkürünün ardından yüzünde beliren sıcak gülümseme, adam için yeterli bir ödül olmuştu. 

Arkasını dönen kahverengi ceketli, yapılı adam tam gidecekken Melodi onu durdurdu. Nedense onu daha önce görmüş gibi hissediyordu. "Seni tanıyor muyum?" Jensen, önce dolaplara, ardından kıza baktı. "Ahmet Pozan'ı tanıyor musun?" 

Bu ismi ilk defa duyan kız kafasını salladı. "Hayır, tanımıyorum." Jensen ise tekrar sırtını döndü ve kısık sesle, "İşe yaramış," diyerek oradan uzaklaştı. Melodi, adamın peşinden gitmek için soyunma odasının kapısına fırladı fakat Jensen'dan bir iz yoktu. Çoktan kaybolmuştu bile.

O günden sonra Melodi ne o ismi hatırladı, ne de Jensen'ın kendisini. 

---------------------------

Son kısımdaki olayı açıklarsam spoiler olur. Fakat Fandom hikayesinin finali yüzünden o kısım var diyelim. Tabi ki bunun ne olduğunu anlamak için sizi seksen iki bölümlük kurgu okumaya zorlamıyorum. Mucize'nin ikinci sezonu başlayınca cevapları zaten öğreneceksiniz. Şimdilik Jensen ismi aklınızın bir köşesinde yazılı dursun yeter.

Aslında Melodi'yi Hannibal'ın kızı yapmayacaktım. Fakat yemek yapan başka erkek Cast bulamadım ve hazır kız da psikopat iken Hannibal yapayım dedim. Bence gayet de uydu. 

Harliel isminde ki ufak göndermeyi anladıysanız ne mutlu size. Harliel, psikopat falan, tanıdık gelmiş olmalı. 

Sonuncu karakter Wanda Barnes kaldı. İddaa ediyorum ki hepsi arasında en farklı kişi Wanda olacak. Çünkü kendisi bu karakterler arasından en çizgi romanlara yakın olan. Bir de benim evrendeki bazı olaylara yakından bağlantılı kendisi.

Neyse, kendinize iyi bakın, hoşça kalın. Oylarınızı ve yorumlarınız bekliyorum.

Eğer Melodi'nin kendi kurgusunu isterseniz yazmaktan memnuniyet duyarım.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro